Basına ve Kamuoyuna!
17 Kasım günü 09.00’dan beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’In Şikefta Brîndara alanı, kuzey ve güney yamaçları, Xeregol, Şehit Sefkan, Mirganiş Üçgeni, Karker Tepesi ve silsilesi, Çiyareş ile Reşmê, Zêrê, Horê, Zêvê ve Reşme köyüne yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Kasım günü 19.00-19.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Zağros’un Mam Reşo alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havanlarla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Kasım günü saat 09.30 sularında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Silort köyü çevresi ve Mamreşo alanına yönelik olarka işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 4 Kasım günü saat 20.00 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesi ile bu ilçeye bağlı Deştan karakolu arasında bir gerilla birimimiz ile işgalci TC ordusu askerleri arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda düşmanın kayıpları netleştirilemezken 1 arkadaşımız şahadete ulaşmıştır. Faşist düşman güçleri çatışma ardından yoldaşımızın cenazesi üzerinde bir hafta boyunca pusu kurmuş, birliklerimizin cenazeyi almasını engellemiştir.
- Ayrıntılar
“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist
değildim.
Sosyal demokratları içeri astıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal
demokrat değildim.
Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı
değildim.
Benim için geldiklerinde, sesini çıkartacak kimse kalmamıştı.”
Bu sözler Martin Niemoller’e ait sözlerdir. Hitler faşizmi döneminde Hitler Almanya’sına inanarak hizmet eden yine bu nasyonalist sosyalistlere içten inanmış bir Alman. Birinci dünya savaşında yenilen Almanya’nın birçok ülke toprağının örneğin Elsass Lottringen gibi Entente güçlerine geçmesiyle, Almanlara verilen ya da yüklenen ağır cezalarla adeta Almanların burnunu sürterek korkunç acılar çektiren bu emperyalist güçlere karşı sözleriyle yola çıkan Hitler faşizmi birçok kişiden müthiş bir umut yaratmıştır. Buna bir de birçok emperyalist devletlerde özelde de İngiltere’de yaşayan Yahudilerin bu drama yol açtıkları da eklenince anti semitist yaklaşımlar puan toplamıştır. Onuru kırılan bir halkın onurunun yeniden inşası için güçlü bir günah keçisi gerekirdi. Yani toplumun tüm dertlerinin yükleneceği bir keçi. Bu günah keçisi rolünü en uygun olarakta Yahudiler gösterilmiş ve kısa zaman içerisinde bu günah keçisi rolü atfedilenler katli-vacip sayılmış ve üstüne üstüne gidilmiştir.
Evet hitler faşizmi, faşizan politikalarını uygularlarken temel dayanakları birinci dünya savaşında Almanların yaşadıkları acılar, eziyetler yani mağduriyetler olmuştur. belki de bu mağduriyetler gerçekten bir halka büyük acılar da yaşatmıştır. İşte hitler faşistleri bu mağduriyeti iyi kullanarak 1933 yılında legal seçimlerle başa gelmiş hem de çok büyük bir oyla bunu başarmışlardır.
Önceleri seçimle işbaşına geldikleri için demokratik kültürün temsilcisi olmuşlar ardından da giderek sisteme yerleştikçe, ele geçirdikçe akıl almaz komplolarla nasyonalist sosyalistlerin önünde engel olabilecekleri tek tek bertaraf etmeye başlamışlardır.
Önce Yahudiler, ardından komünistler, sonra ayrı yaşayanlar, daha sonra sosyal demokratlar, sendikacılar, bilim adamları, ayrı düşününeler derken ne kadar farklı renk ve ses varsa hepsi tek tek hedef haline getirilerek elimine edilmiştir. Bu eliminasyon içerisinde geçmişte nasyonalist sosyalistlere yakın duranlar bile olsa bu elimine etme devam etmiştir.
Bir yandan bu tasfiye etme, yani tekleştirme, tek tipleştirme sürdürülürken, diğer yandan güya ekonomik kalkınma adına stabilize yollar, askeri sanayiye yatırımlar, işsizliği giderme adına on binlerce hatta belki de yüz binlerce Yahudi’nin mal varlığına el koyarak güçlü bir sanayi oluşturma çalışması yürütülerek korkunç sanal bir ekonomik kalkınma topluma pompalanmıştır.
Hiç şüphe yoktur ki bununla nasyonalistler yetinmemişlerdir. Almanların ne kadar seçkin bir halk olduklarını gece gündüz işleyerek birinci dünya savaşında onuru kırılan Alman halkına müthiş bir milliyetçilik pompalayarak kendilerine bağlamışlardır.ve Avrupa’da Almanların ne kadar önemli olduklarını her Alman bireyine neredeyse yedirmişlerdi.
Evet nasyonalistler başka şeylerde yaptılar. Her Alman’a adeta yeniden bir kimlik vererek Alman ırkının ne kadar önemli ve yüce bir ırk olduklarını empoze ettiler. Bununla Almanları tutsak aldıklarını söylemek çokta yanlış olmaz. Hitler faşizminin yarattıkları o faşizan sistemden hiç söz etmiyoruz bile. Yani hitler faşizminin oluşturdukları gaz ocakları, toplama kampları, ıslah evleri, insan yağından sabun yapmaları dediğimiz gibi hiç anlatmıyoruz. Nasyonalistlerin Alman toplumuna yedirdikleri şoven ve ırkçı hava ile yarattıkları sahte ekonomik kalkınmanın yanı sıra Avrupa’da seçkin halk olma durumu Almanları yanına alarak gözlerini boyamaya yetmiştir.
Şimdi Türkiye’de hitler faşizminin yolunda ilerleyen bir AK Faşizmi vardır. Recep Faşizmi vardır. Ve bu faşizmi mağduriyet üstüne kurdular. Birçok Türk aydınını da yanına alarak bunu yapıyorlar. Nasıl ki hitler Alman kilisesini yanına alarak bunu yapmışsa Recep faşizmi daha doğrusu Fetullah Recep faşizmi de cemaatleri yanına alarak bunu yapıyor. Recep Fetullah faşizminin günah keçileri ise Kürtlerdir. Çünkü Kürtler olmazsa Ortadoğu’da Türkiye’nin ve Türklerin önünü alacak hiçbir güç olamaz. Kürtleri ise temsil eden özgürlük hareketi vardır. O zaman ilk elden bu özgürlük hareketi tasfiye edilmelidir. Tabii ki bu salatanın yanına birde hayali ve sanal bir ekonomi başarı vardır. Stabilize edilen Otobanlar. Parlayan bir Türkiye vardır. Öyle ki dünyanın en büyük ekonomilerinin içerisinde yerini alan bir Türkiye. Nasıl ki Yahudilere karşı pogramlar başladığında neredeyse hiçbir Alman aydın, yazar, çizer, liberal, ses çıkarmadı hatta Yahudileri katli-vacip ilan ettiler. Aynı benzer bir yol üzerinde Recep Fetullah faşizmi ilerliyor.
Ancak korkarız ki Martin Niemöller gibi itiraf etme imkanı bile bulunmayacaktır. Martin Niemöller en azından “Benim için geldiklerinde, sesini çıkartacak kimse kalmamıştı” demişti. Ama dediğimiz gibi birçok aydın, liberal, yazar, çizer korkarız ki Recep Faşizmi yarın köklü olarak yerleşirse artık bunu söyleme imkanı bile bulunamayacaktır.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Yıl 2000 yılı.
Aylardan ise Mayıs ayı idi.
Ben Cudi Dağında Helena Pir zirvesindeyim.
İlk defa nokta olarak kullandığımız Qijîk noktasındayız.
Karşımda ise bana bakan Bajare Nuh yani Şırnex şehri var.
Kolumda silahım, yanımda küçük bir telsiz ve bir dürbün de var.
Dürbünle Şırnex yolunu ve Cudi arazisini keşfediyorum.
Arasıra küçük telsizden Devşirme Türk Ordusu’nun telefonlarını da dinliyorum.
Ruh halleri nedir?
Subayları ne düşünüyor?
Aileleri ne düşünyor?
Bu yöntemle savaştığımız düşmanı tanımaya çalışıyorum.
Daha 2000 yıl önce Çinli Savaş Stratejisti Sun Tuzi, savaş stratejisi için çok önemli bir belirlemede bulunmuştu. O kitabı da hiç yanımdan ayırmıyordum.
Zaten cep kitabı büyüklüğünde olduğu için ya sırt çantamda ya da cebimde taşır ve devamlı tekrar tekrar okurdum.
O kitapta da Sun Tuzi şöyle diyordu.
“Eğer sadece kendini iyi tanırsan savaşı yüzde eli, eğer düşmanını iyi tanırsa yine savaşı yüzde eli, eğer hem kendini hem de düşmanını iyi tanırsan savaşı yüzde yüz kazanırsın”.
Ben hem bu sözün hem de savaş hakikatinin bir gereği olarak düşmanı çok iyi takip ederdim.
Derdim ki, eğer karşımda savaşan bir düşman varsa onu iyi tanıyıp analiz etmeliyim, ona karşı hem daha kararlı ve keskince savaşıp kendimi savunmalıyım ki, görevimi zaferle yerine getireyim.
Bu amaçla dünyanın en kalleş ve teres ordusu olan Devşirme Türk Ordusu hakkında her türlü veriyi toplardım.
İşte bu nedenlede telsiz frekansından telefonlarına da girerdim.
Türk ordusunun telefonlarını dinleyince nasıl bir ordu olduğunu epeyce aşina oluyordum.
Ben, sadece o telefonlardan birini anlatıp günümüzle bağlantılandıracağım.
Ben, bu amaçla Helena Pîr de ki Qijîk Noktası’nda küçük telsizin telefon frekansları bölümüne girmiş, gerilla için önem arz eden bir telefonu dinlemeye çalıştım.
Şırnex’te askerde olan Ankara’lı bir askerin annesi oğlunu arıyordu.
Oğluna diyordu ki “eee oğlum sakın ola tehlikeli yerde askerlik yapma ha.
Komutanla aranı iyi tut ki cephe gerisinde karargahlarda kal.
Eğer sınıra gönderirlerse çatışma çıktığında kendini geride tut.
Ön cepheden kaç. Oğlum korkuyorum, şimdi diyorum ki keşke askere gitmeseydin. Boş yere ölmenden korkuyorum”.
Asker de annesi verdiği cevapda şöyle diyordu.
“Anne bende ölmekten korkuyorum. Ama anne ben senin oğlunum. Hiç tehlikeli yerde görev yaparmıyım.
Mütahit olan dayım geldi. Benim karargah komutanım olan binbaşıyla görüştü. Ona yüzmilyon lira para verdi. Komutanda bunun karşılığında beni sınıra göndermedi, karargahtaki mutfakta görevlendirdi”.
2000 yılında PKK ateşkes sürecinde iken bu kadar korkan ve gerillanın hakimiyetinde bulunan alanlardan askerlik yapmamak için her türlü hilekarlığa baş vuran asker aileleri ile askerlerin durumu şimdi daha vahim.
Kimse o cenaze törenlerinde bazı asker ailelerinin ve bazı ırkçıların“devletimiz sağolsun”, “Her Türk asker doğar” şeklinde söylediği klişelere kanmasın.Aslında dense ki, “Her Türk askeri korkak doğar ve titreye titreye…” bu slogan Türk ordusunun gerçeğini anlatan yegane slogan olur.
Kürdistan’da askerlik yapan askerler ile Türk ordusunun korkaklık düzeyi en üst seviyede bulunuyor.
Bakın Çele eylemine katılan HPG gerillası Nupelda Engin ne diyor. “Biz eylemde karakolların içine girince Türk askeri kaçacak delik arıyordu. Korkudan titriyorlardı. Köşelere pineklemişlerdi. Türk ordusunun savaşacak cesareti kalmadığı için her türlü ağır tekniği kullanıyorlar. Yenildikleri için kimyasal silah kullanıyorlar. Onların kimyasal silah kullanması bizi daha da biliyor. Şehidlerimizin intikamını alacağız”.
Kimyasal Necdet, Devşirme Erdoğan ile çeteci Yeşil Türk Irkçsısı arkadaşı Naim Şahin afra tafra kesiliyorlar. Ama Nupelda Engin’in anlatımlarıyla açığa çıkıyor ki, Türk ordusunun hali per perişan. Ve HPG gerillası karşısında savaşacak cesaretten yoksundur.
Elleri öyle titriyor ki, o eller tetiği çekemez durumda.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Bin yalanı ısrarla bir doğru ettirmek için ne kadar da çok yalan söyleniyor. Bu kadar yalan söyleyenleri dünyanın hiçbir yerinde bir araya getiremezsiniz. Getiremezsiniz çünkü bu kadar yalancıyı dünyanın tümünde toplasanız bulamazsınız.
AKP, Fettulah cenahı ve son zamanlarda teslim olmuş, kendilerine yeni liman arayan kimi iradesi zayıf liberaller de bu kesimlerle el birliği yaparak yalanların şampiyonluğuna oynuyorlar.
Mafyayı herkes bilir. Tarihçesine çok girmeden, mafya denildiğinde ilk elden akla uyuşturucu ticaretiyle uğraşan kişiler geliyor. Derinliğine içyapısını bilmesekte, yazılan kimi kitaplarda, yine izlediğimiz filmlerde, belgelere geçmiş kimi soruşturmalarda şunu biliyoruz ki; örneğin İtalyan mafyasının bir işleyiş biçimi vardır. Buna yer altı dünyasında herhalde bir raconu var diyorlar. Evet, mafyacıdır, uyuşturucuyla insanları zehirlemektedirler, bir sürü gizli cinayetler işlemektedirler, birçok yerde gördüğümüz gibi devletlere kafa tutmaktadırlar. Ancak mafyacıların dediğimiz gibi bir raconu vardır. Her şey sadece istedikleri gibi yapılmıyor. Her şeyin bir raconu var, kuralı var, alt üst ilişkileri var, vurma biçimleri var, kaçıracaklarsa insanları, onun da bile bir biçimi var. Örneğin ayaktan vuruyorlar, kimi yerde bu topuktan vurma biçiminde oluyor. Evet, kirli işlerle uğraşıyorlar ancak bu kirli işlerine rağmen bir sistemleri, bir dilleri, bir ahlakları ve de ilkeleri vardır.
Mafya böyledir. Ancak daha sonra 1990’larında Sovyetlerin yıkılışı ardından yeni Rusya’da gelişen bir mafyacılık vardır. Yıllardır piyasalarda olmayan, görmemiş, aç gözlü, görgüsüz, gözü kara ve her şeyden çokta yeni yetme. Hani derler ya dünya görmemiş ya da sonra da görmüş diye. İşte böyle Rusya’da –belki de KGB ya da başka örgütlerde öğrendikleri de vardır-ortaya çıkan mafyacılık ahlaksızca, fütursuzca, hesapsızca, ilkesizce, insani değerlerde kopuk, gözü kara, aç gözlü, adeta susamışçasına paraya yönelmişlerdir. Kendi çıkarları için yapamayacakları kötülük kalmamıştır. Bu durumu daha iyi anlamak isteyenler oralarda olup biten çeteciliğe bir baksınlar. Belgeleri çok fazladır. Böyle bir gözü karalık ya da ahlaksızca, pervasızca kendi çıkarları için insanlık değerlerini hiçe sayarak atağa geçen bu mafyacılık, bu kadar negatif enerjiyi nereden alıyor ya da bu negatif duyguları tetikleyen enerji kaynağı nedir diye sorulacak olursa verilecek tek bir cevap vardır: Yeni yetmelerin açlık güdülerini tatmin etmek için ortaya çıkan yeni fırsatlar diye biliriz. Gözü karaca işin içine girmeleri, ortaya çıkan bu yeni durumdan, bu yeni vurgun imkânından doğar. Yıllardır baskılanmış olanlar, önleri kesilmiş olanlar, kendi egolarını açığa çıkarma imkanları bulamayanlara bir kere kendilerini konuşturtma, kariyer edinme, ekonomik değer vurma olanağına kavuşsunlar ortaya çıkacak olan işte Rusya mafya tipi mafyozolar olacaktır. Şuna inanın: İtalyan, Meksika mafyacıları -ve belki de başka ülkelerdeki mafyacılar da dahildir-Rusların bu aç gözlü, ahlaksız mafya tiplerinden kesinlikle rahatsızdırlar. Ve inanın bu aç gözlü, yeni yetme düşkünleri mafyacı olarak kabul da etmezler de.
Neden bu kadar geniş yeni yetme, gözü dönmüş, hırslı, kariyer peşinde, aç gözlü ve ahlaksızca insan değerlerine saldıran bu Rusya mafyasını anlattık diye soracak olursanız, aynen Rusya’da ortaya çıkan yeni yetme mafya tiplemesi Türkiye’de de vardır da ondan. Türkiye’deki Rus mafya tipi oluşum Erdoğan’ın öncülük ettiği AKP ismindeki örgüttür. Biraz da Fettullahcılıktır.
Dikkat ederseniz bu oluşumun içerisinde yer alanların tümü neredeyse yeni yetmedir. Hepsinin ortak noktası vurguncu olmalarıdır. Hepsinin önüne yeni fırsatlar konulmuştur. Siyasetçiyse siyaset alanında, yazarsa yazı alanında, gazeteciyse gazetecilik alanında, kültürcüyse kültür alanında, şair ise şairlik alanında, bilim adamıysa bilim alanında, ticaretçiyse ticaret alanında, asker ise askerlik alanında, polis ise polis alanında, yargı üyesiyse yargı alanında, sporcuysa spor alanında, öğretim üyesiyse üniversite alanlarında özcesi bu oluşum içerisinde yer alanların en belirgin ortak noktaları önlerinin bu denli ilk kez açılmasıdır. En belirgin olan ortak noktaları yeni yetme, aç gözlü, pervasız, saldırgan, gözü kara olmalarıdır. Hatırlayanlar, YÖK başkanı Yusuf Özcan’ın görevin başına getirildiğinde, Abdullah Gül’e ne söylediğini bilir. Adeta bir ispiyoncu gibi söyledikleri herkesin kulaklarında şimdi de çınlıyor. (Sorun YÖK’ü savunmak değildir. İlk günden beri bu faşizan, anti demokratik kurumun kaldırılması gerektiğini savunduk, bundan böyle de bu yaklaşımımız sürecektir. )
Evet, aynen Rusya tipi yeni yetme mafyozolar gibi bir oluşumdur AKP. Erdoğan ise bu yeni yetmelerin, aç gözlülerin, çıleklerin, saldırganların, pervasızların, gözü karaların en ilerisinde olanıdır.
Bu oluşuma ve onun içerisinde yer alan, ya da yakınında duranları ortak özelliklerine hakikaten yakından bakın, bu oluşumla tanıştıktan önceki konumlarına bakın, mal varlıklarına bakın, ekonomik düzeyleri neydi ona bakın, bir de bu oluşumla ilişkilendikten sonra konumlarına, mal varlıklarına, ekonomik düzeylerine bakın. Bunlar yapılırsa Rusya türü yeni yetme mafyacılarla bu ruhu kara olan insanların özelliklerinin ne kadar birbirine yakın olduğunu göreceksiniz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 11 Kasım günü işgalci TC ordusu tarafından Şırnak iline bağlı Cudi dağı sınırları içinde bulunan Bilika köyü, Alo Dino, Afroka ve Maxala Ga mıntıkalarını kapsayan bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon gücünü denetim altına alan gerillalarımız aynı gün saat 15.30 sularında bir askeri birliğe yönelik eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Kasım günü (bugün) 07.30-08.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Zağros’un Avaşin ve Avabasya üçgeni, Kartal tepesi yamaçları ve Mam Reşo alanına yönelik işgalci TC ordusunun savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devleti napalm ve kimyasal bombalar kullanarak Kürdistan halkının kutsal özgürlük davası ve şerefi için yaşamlarını fedaice ortaya koyan 36 HPG gerillasını, Kürdistan’ın en yiğit, en kahraman oğullarını-kızlarını vahşi bir yöntemle şehit etmiştir. Tüm Kürdistan halkının, ailelerinin ve yakınlarının başı sağolsun.
Türk devleti bir kez daha savaş suçu işlemiştir. Kürdistan özgürlük hareketi Cenevre savaş sözleşmesine her koşul altında uyacağını ifade etmiştir. Bugüne kadar her zaman da bağlı kalmıştır. Fakat Türk sömürgeciliği bir kez daha suçüstü yakalanmıştır. Kullanılması suç sayılan napalm ve kimyasal silahlarla Kürt özgürlük savaşçılarını katletmiştir. Kimyasal silahların kullanılması sömürgeci Türk devletinin ve AKP’nin gücünden değil, gerilla karşısında yaşadığı yenilgi, Kürdistan halkına karşı beslediği büyük kin ve soykırımcı zihniyetinden kaynağını almaktadır.
Tüm dinlerde, kültürlerde ölüye saygı en temel ahlaki ilkedir. Savaşlarda da bu ilke geçerlidir. Ancak Türk sömürgeciliği hiçbir din, kültür ve ahlakta olmayan, mertlikte yeri olmayan, tüm insani özelliklerini yitirmiş, aşağılık korkak ruhlarını tatmin etmek ve bununla korkularını aşmak için Kürt oğullarının ve kızlarının cesetlerini parçalamaktadırlar. Bu kahraman özgürlük gerillası karşısında Türk sömürgecilerinin yenilgisinin itirafıdır. Sağken darbe üstüne darbe aldığı Kürt özgürlük gerillasının cesetlerine hayvani güdülerle saldırmasının başkaca izahı da yoktur. Bu vahşiliğin, korkaklığın, alçaklığın sorumlusu sahte dindar, Kürt halkının düşmanı Fethullah Gülen, sömürgeci Türk devletinin korkak başı Abdullah Gül ve başbakanı Tayyip Erdoğan’dır.
Bu katliam ve insanlık suçu bu zihniyetin bir sonucudur. Failleri de, ABD’nin kucağında oturarak Ortadoğu halklarını ABD siyasetine kazanmak isteyen Fethullah Gülen’in katliam fetvası, Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan-Bülent Arınç üçlüsünün emirleri doğrultusunda Türk Genelkurmay başkanıdır. Dolayısıyla failleri belli, kimlikleri ve kirli secereleri somuttur. Bu işin gizlisi-saklısı yoktur.
Sömürgeci TC. Devleti kuruluşunun 88. Yıldönümünü, kuruluş felsefesine uygun olarak Kürt halkının inkarı-imhası temelinde kutlamaktadır. Kürt halkının ve Kürdistan’da yaşayan diğer halkları Türk ulus devleti içinde eritmek temelinde, yani Kürdistan halkının idam fermanı temelinde, bir soykırımcı, katliamcı suç devleti olarak kurulmuştur. 88. Yıldan bu yana, halkımız yok sayılmakta, fiziki ve ulusal-kültürel soykırım temelinde bitirilmeye çalışılmaktadır. İstiklal mahkemeleri, Dar Ağaçları, katliamlar, Şark İslahat Planı, Tunceli Kanunu, Mecburi İskan, Sıkıyönetim, Olağanüstühal yasası, Zindanlar, dört bin köyün yakılıp-yıkılması, milyonlarca Kürdün Kürdistan’dan göçertilmesi… Bu kuruluş felsefesini TC’nin kurucularından devralan AKP-Fethullah faşizmi tarafından sürdürülmek istenmektedir. Siyasi soykırım operasyonları ve Kürdistan özgürlük gerillasına yönelik imha saldırıları kaynağını bu tarihsel temelden almaktadırlar. Bu Özgür, onurlu, kendi ülkesinden, dilinden, kültüründen yana olan her Kürdü yok etmek isteyen bir zihniyettir. Önce fiziki soykırım, ondan sonra da geri kalanlarını da, asimilasyon-Türkleştirme temelinde ulusal-kültürel soykırımla bitirmeyi hedefleyen bir politikadır.
Sosyal Medyada, TV’lerde, Kürdistan halkının Van-Erciş’te karşı karşıya bulunduğu büyük deprem felaketi karşısında sevinç naraları atanlar ile Kürdistan özgürlük hareketini, Deprem ile birlikte gömmek isteyen yazar-çizerler ile Kürtlere karşı linç saldırıları yürüten faşist sürüler bu cesareti tümüyle Fethullah Gülen’in Kürt halkı hakkındaki ölüm fetvasından-AKP’nin faşizminden almaktadırlar. Sözümona ırkçı açıklamaları kınamaları Kürt halkını aldatmaktan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla Türk devleti, Kürdü tarihten silmek için soykırım planlaması temelinde kurulmuş bir suç devletidir. Bu suçunu Kürdistan halkının inkar ve imhası anlamına gelen tek devlet, tek millet, tek vatan, tek dil, tek kültür temelinde bugüne kadar da sürdürmüştür. Bu soykırım siyaseti, CHP ile başlamış, DP, AP, ANAP, RP ve AKP ile devam etmiştir. Tüm sömürgeci Partiler Kürdün inkar-imhası ve tarihten silinmesi için bu uğursuz görevi birbirine devretmişlerdir.
Soykırım iki biçimde uygulanmaktadır. Birincisi fiziki soykırım, ikincisi ise, kültürel-ulusal soykırımdır. Sömürgeci Türk devleti kuruluşunun ilanını, 101 top atarak ve kadeh tokuşturarak kutlamıştır. Yani Kürdün tarihten fiziki ve kültürel-ulusal olarak silinmesi kutlanmıştır. Bugün de 88. Kuruluş yıl dönümü Fethullah Gülen denen münafık, sahte İslamcı ve ABD uşağı ile Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül-Bülent Arınç faşist yöneticilerinin duaları ile 36 özgürlük savaşçısının kimyasal silahlarla katledilmesi ve siyasi soykırım operasyonları temelinde kutlanmaktadır. Bu siyasi soykırım da, artık Kürtlere yönelik olmayı da aşarak, Kürde “merhaba” diyen herkesi içine alarak gelişmektedir. Profesör Büşra Ersanlı, yazar-yayıncı Ragıp Zarakoğlu’nun da rehine alınması-tutuklanma dememek gerekir- artık AKP’nin sömürgeci faşist zihniyetinin neleri hedeflediğini ortaya koymuştur.
Şimdi ortada bir de tüm bunların yanı sıra, anayasa yapma gibi bir komplo tezgâhlanmaktadır. Sahtekârca herkesi bu oyuna alet etmek için, son derece iyi sarıp-sarmalanmış, makyajlanmış bir komisyon da oluşturulmuştur. Ama AKP-CHP-MHP önceden 12 Eylül anayasasının ilk üç maddesine karışılmaması gerektiği üzerinde anlaşmışlar ve her üç parti de, birer birer bu Kürdün katliam fermanı anlamına gelen ilk üç maddeyi kırmızıçizgileri olarak ilan etmişlerdir. Tüm mesele BDP’yi de bu oyuna ortak etmektir. Bununla Kürtleri de komploya getirmektir. Ama Kürtlere ve onların özgürlükçü kesimine ve dostlarına karşı öylesine kindar ve öfkelidirler ki- ilginçtir, Kürtlerin ve dostlarının Türk devletine o kadar düşmanlıkları yoktur- hızlarını alamayıp, Büşra Ersanlı Hocayı rehin alabilmektedirler. Hem de BDP’nin anayasa komisyonu üyesini… Bu yapılacak anayasanın nemenem bir anayasa olacağını da göstermektedir.
Kürt halkının Önderine sudan-ucuz bahanelerle kaskatı bir tecrit uygulanmaktadır. Kendi kanunlarını çiğneyerek bunu yaptıkları çok açıktır.
Eğer bir devlet bir halkın katliamı-yok sayılması temelinde kurulmuş, anayasası taamüden, yani planlayarak-tasarlayarak katliam-soykırım işleme suçunun esaslarına dayanıyorsa, tüm kanunlar, kurumlar, kuruluşlar bu suçları işlemek temelinde oluşturulmuşsa ve bundan vazgeçileceğine ilişkin ortada hiçbir emare yoksa, Kürt ulusu başta olmak üzere diğer tüm inanç-kültürler neden böyle bir anayasa komplosuna gelsinler ve neden sömürgeci Türk devletinin kanunlarına uysunlar? Kürdistan’daki varlığını, yasallığını katliam, soykırım, baskı, işkence, idam, zindan, asimlasyon vb. temelinde oluşturmuş bir devleti neden tanısınlar, onun kanunlarına neden uysunlar? Sömürgeciliğin anayasası da, kanunları da, kuruluşları da, sömürgeciliği sürdürmek temelinde kurgulanacağı açık değil mi? İşte en son Türk devletinin en yüksek hukuk kurumu yargıtayın bir Kürt kızçocuğu olan NÇ. Hakkında verdiği karar, bu sömürgeci hukuk zihniyetinin ifadesi değil mi? Kürde, Kürt kadınına nelerin reva görüldüğü, Kürt kadının şahsında nelerin reva görüldüğü yeterince açık değil mi?
Bunu anlamak için daha nelerin olması gerekir?
Şimdi bunları neden yazdık. Çünkü hala AKP’den, onun yapacağı anayasadan beklentisi olanlar vardır. AKP’nin Kürt düşmanı olduğunun anlaşılması, soykırım yönteminden vazgeçmediğinin ve Kürt sorununu Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı haklarını tanımak temelinde çözmek gibi bir amacının olmadığını anlamak için AKP’nin daha ne yapması gerekir? Ergenekon davasını demokratikleşme değil, bir sistem içi çatışma, AKP’nin, sahte, siyasi İslamcıların kendi hegemonyasını kurmak olduğu, kendi dışında hiç kimseye ne ekonomik, ne siyasi, ne ideolojik ve ne de örgütsel olarak kendini var etme imkanını tanımayacağı, korkutup sindireceği, yanına çekebildiklerini çekeceği, çekemediklerini de imha edeceği, bunun da faşizm olduğunun anlaşılması için AKP’nin daha ne yapması gerekir?
Ey barış… Barış… diyenler, silahlar karşılıklı sussun diyenler! AKP’nin Önder Apo’nun Kürdistan Özgürlük Hareketinin çok somut barış ve çözüm protokollerini nasıl elinin tersiyle bir tarafa attığını görmüyor musunuz? Ya da görmek mi istemiyorsunuz? Kürdistan özgürlük hareketinin legal sahasına, KCK operasyonları adı altında operasyonlarla, Özgürlük gerillasına kimyasal silahlarla saldıran bir düşmanın, tarafın gerçekten çözüm gibi bir düşüncesi, niyeti olabilir mi?
Niyetinin olmadığı çok açık. O halde ne zaman tarihsel bir bilinç, birlik ve öfkeyle AKP faşizmine, Türk sömürgeciliğine karşı, burası Kürdistan’dır, burada sen soykırımınla, katliamlarınla, askeri gücünle varlığını sürdürdün, artık yeter! Biz halk olarak artık senin bu ülkedeki sömürgeci varlığını tanımıyoruz! Halk olarak halk olmaktan kaynaklanan haklarımızı özgürce yaşamak istiyoruz! Biz demokratik özgür, özerk Kürdistan’da demokratik bir ulus olarak diğer inanç ve kültürlerle yaşamak istiyoruz! Demenin zamanı değil mi?
Böyle demek için sömürgeci Türk devletinin kaç bin köyü yakıp-yıkarak boşaltması gerekir? Kaç milyon insanı daha Kürdistan’dan sürgün ederek, Türkleştirmenin hammaddesi yapması gerekir? Kaç bin kişiyi katletmesi gerekir? Daha ne kadar kişiyi siyasi soykırım operasyonlarıyla rehin alması gerekir? Kürt çocuklarını daha ne kadar asimle etmesi gerekir? Daha ne kadar napalm bombası kullanarak Kürt gençlerinin cesetlerini paramparça etmesi gerekir?
Ve Kürdistan halkını yeniden tarih sahnesine çıkaran, ideolojisiyle, politikasıyla, örgütsel çabasıyla iradeleştiren Önder Apo’nun esaret altında, her anı ağır bir işkenceye dönüşen tecrite daha ne kadar dayanmak gerekir?
Artık bütün bunlara Edi Bese demenin zamanıdır! Napalm ve kimyasal bombalarla parçalanarak tanınmaz hale getirilen Kürdistan halkının en seçkin, en soylu oğulları ve kızlarıdır. Malatya’da bizleri, sizleri, vicdan sahibi, kendini Kürt-Kürdistanlı hisseden herkesi bekleyen kahraman şehitlerimizi, dünümüz, bugünümüz, varlığımız ve geleceğimizi serhıldan ruhu-bilinciyle sahiplenerek, kendi sonsuz baharımızı yaratmanın zamanı değil mi?
Yaklaşan kara kışta baharı yaratmak amacıyla harekete geçmek için sömürgeci Türk devleti ve onun temsilcisi AKP faşizminin daha ne yapması gerekir? Tarihte olmayan ve günümüzde halkımıza yapılmayan ne kaldı?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar