Hayalimle her yerde seni arıyorum, dağların yüceliğinden bakışlarını istiyorum. Rüzgârlardan sesini istiyorum! Çiçeklerin canlılığında, kuşların kanadından her yerde, her şeyde seni arıyorum.
- Ayrıntılar
Üç metrelik bir yaşam alanında mahkûm edilen bir Güneş… Bir Güneş sistemi bir odada nasıl mahkûm kılınabilir ki? Bu güneşin yüceliğinin hala farkında değil karanlıkların içinde kendilerini kaybedenler.
- Ayrıntılar
Şafağın kızıllığını yeni kurulmuş kıl çadırlar arasına bıraktığı bir vakitti. Sılav koşar adım çadırdan çıkmıştı. Son günlerde geceden selamını yüklenmiş çoban yıldızının şafağın rengârenk kuşağının arasından kaybolup gidişine ulaşmaya çalışıyordu.
- Ayrıntılar
Bekletmez aşığını Govende. Kendine hasret bıraktığı gibi hasreti yoldaşının tebessümle ikram ettiği bir bardak soğuk suyunda ya da çayında dindirmesini de bilir. Ama derinlerde hep bir hasret bırakır. İnsanı kendine mahkûm eden gizli bir yanı her zaman olur. Belki de asıl gizemi burada saklıdır Govendê’nin.
Uzun bir yolculuktan sonra tekrar Govendê’ye veriyorum yönümü. Ayrı kaldığım bir hafta boyunca duyduğum özlemi anlatacak kelimemin olduğunu düşünmüyorum. Oysa Govendê’de sadece yaklaşık bir ay kaldım. Ansızın çıkan bir görevden dolayı çıkmak zorunda kaldım. Ayrı kaldığım bir hafta boyunca bulunduğum her yerde gözüm taşlarını aradı. Govendê’ye doğru yola çıkmaya başladığım andan itibaren yanımda bulunan arkadaşların sohbetlerine ara sıra katılırken hükmüm altından çıkan gözlerim ve fikrim sadece Govendê’ye baktı.
Konberfleri, jilet keskinliğindeki taşları, dağları yaşam merkezi yapan sıcak yoldaşları ve onlarla birlikte yediğimiz kuru ekmek ve her türden yapılan otlu yemekleri... Anılar bir bir canlanırken gözümde gelişimize son beş dakika artık sabrım taşımış halde; “bu yol ne kadar uzadı” dedim kendi kendime.
Yolculuğun sonunda ilk durağımıza varıyoruz. Üslenme yapan arkadaşların yanına geçiyoruz. Bir önceki yeri değiştirmişler. Kampa girdiğimizde üslenme grubunda yer alan arkadaşların değiştiğini gördüm. Tüm bu değişimler içerisinde gözlerim kadın arkadaşları arıyor. Kimse bir şey demeyince kendim Mervan arkadaşa; “kadın arkadaşlar nerede” diye soruyorum. “Biraz önce hepsi tepeye çıktı” deyince of çekiyorum. “Biraz daha erken gelmiş olsaydım görürdüm onları” diyorum ki bir ses duyuluyor arkadan. Avesta arkadaşın sesi bu. Hemen sesin bulunduğu yöne doğru yürüyorum. Avesta ve Amara arkadaşları karşımda görünce duyduğum özlem ve sevinçle sarılıyorum ikisine. Beni görünce şaşırmaktan öte, duyduğum sevincin benzerini kendilerinde de görüyorum. İşte bu an ve bu sahneyi özledim.
Görünümüyle harabe bir kenti andıran bu yeri sevdiren nedir? İnsanın yaşam kaynağı olan suyun dahi olmaması, suyun sadece kıştan kalma kardan elde edilmesi, sayılamayacak bin bir eksiklik ve zorluk… Her şeye rağmen her zaman çekim merkezi olma başarısını elde tutmasının asıl nedeni ne olabilir? Cevabını verecek olsam tek bir kelimeyle ‘yoldaşlığı’ derim. Govendê’yi Govendê yapan yoldaşlığıdır. Govendê’ye olan bağlılığım, bir hafta içerisinde duyduğum özlemin asıl nedeni yoldaşlığında gizlidir.
Sıcak bir kucaklaşmadan sonra bana kaldıkları yerleri gösteren Avesta ve Amara yoldaş, benden on dakika sonra geliyorlar. Gelir gelmez koyu bir sohbete başlıyoruz. Yıllardır birbirinden ayrılan dostlar gibiyiz. Tara ve Ezda arkadaşların düzenlemelerinin olduğunu, Jindar, Rozerin ve Amara arkadaşın da benden hemen önce yola çıktıklarını ve ayrı kaldığım yedi gün boyunca yaşanan tüm değişimleri bir bir anlatıyorlar. Daldığımız sohbete ara verince birden saatin gece yarısına geldiğini fark ediyoruz. Yarım kalsa da konuşmalar uyuyalım yarın devam ederiz diyoruz.
Geceyi süsleyen yıldızlar ve dolunaya seyre dalan gözlerimiz gün doğumuyla birlikte açılıyor. Gün doğumu her gerillanın en sevdiği saatlerdir. Her yeni günle birlikte yaşamımıza yenilik getiren güneşin kutsallığını sabahın erken saatlerinde uyanan gerilla bilir ancak.
Güneşin doğmasıyla birlikte yakılan ateşte kara çaydanlıkta çay kaynatılıyor. Kahvaltı hazırlanılıyor. Her şey tamamlandıktan sonra üçümüz kahvaltıya oturuyoruz. Kahvaltı ettikten sonra ocaktan indirdiğimiz kara çaydanlığımızı kenara koyup bir yandan çay keyfi yaparken diğer yandan da günün planlamasını konuşuyoruz. Tam bu esnada hava kirliliği yapan keşif o iğrenç sesiyle yine dikiliyor başımızın üzerine. Gerilla da kimse sevmez bu sesi. Doğanın dengesini bozan bu sesi kimsenin sevdiğini düşünmüyorum. O sadece birer casus değil doğadaki su, rüzgar ve sayısız hayvanın ortak sesiyle çıkan melodiye karışan ne olduğu belirsiz bir ritimdir ayrıca. Kısa bir zaman sonra insan avcıları geliyorlar. Tencere kapağını buluyor. Ve patlama sesi. Buda düşmanın sabah karşılaması oluyor. Düşmandır. Ancak böyle bir karşılama yapar. Yanımda bulunan Avesta arkadaş yeni katılmasına rağmen yerini sağlama aldıktan sonra soğukkanlı bir şekilde nereye vurduklarını anlamaya çalışıyor. 2015 yılının Temmuz ayında ilk hava saldırılarının başladığını televizyondan öğrenip gerilla saflarına katılan Amara arkadaş ise biraz daha farklı bir ruh haline kapılıyor. Korkuyor. Yaşadığı korkunun tek nedeni insan avcılarının arkadaşları vurmuş olabilme ihtimalidir. Televizyonda izlerken duyduğu öfke katılımına sebep olmuştu. Şimdi ise kendisi bombardıman altındadır. Bu düşmanına olan öfkesini kat be kat artırırken, direnişin kutsallığını ve her zamankinden daha fazla mücadele edilmesinin şart olduğu bilincine bir kez daha erişiyor. Ama ya arkadaşlara bir şey olduysa düşüncesi çıkmıyor bir türlü aklından. Govendeyî tanımlamaya çalışırken bunu anlatmaya çalışıyordum. Nerede olurlarsa olsunlar yürekleri daima birdir ve daima bir biri için çarpar yoldaşın.
Doğanın dengesini bozan sesler kesilince bir haber alıyoruz. Tez duyulan kötü değil iyi haber oluyor. Arkadaşlar sağlam ve kimseye hiç bir şey olmamış. Bu haber karşısında Amara arkadaşın yüzüne bir gülümseme yerleşiveriyor. İçi rahatlıyor. Soğukkanlı Avesta; "T.C ordusu gerillanın gölgesinden dahi korkuyor olmalı ki keşif doğada bulduğu her şeyi gerilla sanıp Uçakları Kürdistan Dağlarına davet ediyor. Doğrudur gerilla misafirperverdir. Ama misafirde misafirliğini bilmelidir. Uçaklarla dalış yapan pilotlar daldığı yere düşüverir bir daha çıkmak nedir bilemez. Nereye girdiği de belli olmaz” diyor.
RENGİN DENİZ
- Ayrıntılar
Baharı yaşıyoruz. Bahar yeniden yaşam ve yeniden diriliştir. Tabiatın canlanışı, insanın canlanışı öz itibariyle yaşamın canlanmasıdır, bahar.
Önderliğimizin deyişiyle: “Baharın Nisan ayı, canlanmanın alabildiğine hızlandığı ve yaşamak isteyenlerin büyük bir tutkuyla kendini aştığı ve anlam bulduğu birçok canlının yaşam günleri oluyor. Yıllardır bizde böyle Newroz günleri, Nisan günleri, ulusal çözümlenmeyi, onunla birlikte diriliş, yaşamı geliştirmeyi temel görev bellediğimiz günler oldu ve halen üzerinde duruyoruz...
Ne kadar düşürülmüşsek, ne kadar baharlarımız kavrulmuşsa, o kadar yüceltme ve kasıp kavrulan baharlarımızı kendimizde, savaşla yeşertmeye ihtiyacımız vardır… Benim her bahara vereceğim anlam, önce kendi baharımdır. Bir halk için bahar olmazsa, baharın gerçekten diriltici etkisini de duyamaz…”
Şimdi halkımızın baharını yaşıyoruz. İlk kez kaderimizi kendi elimize alarak, kaderimizi tayin edecek günleri daha doğrusu bir baharı yaşıyoruz. Böylesine bir baharı yaşarken, bir bahar günü aramızda ayrılan yoldaşlarımızı, bizi bugüne getiren silah arkadaşlarımızı, bizi biz yapan temel değerlerimize ilişkin birkaç söz söylemek-hem de bir yeni nisan yaklaşırken- hem görevimiz hem de borcumuz.
Bilinen ismiyle Xelîl Dağ, sivilde ise Halil Uysal yoldaşı, ben de dağların doruklarında tanıdım. İlk dağa gelişinden Botan’a yürüyüşüne, yola çıkışından şahadetine kadar, şöyle ya da böyle tanıdığımız, yer yer yakın kaldığımız, kimi zaman ise birlikte çalıştığımız Xelîl yoldaşı anlatmak onu tanımış, tanıyan her yoldaş gibi benim için de zor, hem de çok zor. Bir yoldaşımız Xelîl yoldaş için:
“Xelîl Arapça bir isimdir, anlamı en yakın arkadaş, en yakın samimi dost. Dağ; Türkçede görkemli, heybetli olmanın adıdır. Xelîl Dağ ise; dağ gibi bir arkadaş, dağın dostu, dağa en yakın, görkemli olanı ifade eder. Bu isim sana ne kadar da yakışıyor Xelîl yoldaş” demişti.
Gerçekten de dağ denildiğinde, insanın içine Xelîl arkadaş akıyor, aklına Xelîl arkadaş geliyor. Çünkü Xelîl arkadaş kadar dağ sevdalısı bir insana, bu denli coşkulu yaklaşan insan sayısı ne kadardır diye sorduğumuzda, vereceğimiz cevapta zorlanabiliriz.
Gerillalar elbette dağ sevdalısıdır. Dağa bu sevdadan dolayı binlerce, on binlerce Kürdistanlı, Türkiyeli hatta başka halklardan genç akmıştır. Ve bu akışın devam edeceği de kesindir. Dağ bir arınma yeridir, kirlerden, paslardan, hilelerden, hurdalardan arınmanın yeri. Az biraz temizliği, doğruluğu, güzelliği, güleçliği, onuru, gür haykırmayı, adaleti, eşitsizliği, paylaşımcılığı ve tabii özgürlüğü arayanlar, onların peşinde yürümek isteyenler hep dağlara akacaktır.
Ancak Xelîl arkadaş gerçek manada dağın ayrı bir güzelliğiydi. Coşkusu dinmeyen, coşkusu hep zirvelerde seyreden bir Dağ Sevdalısıydı.
Kürdistan tabiatıyla bu denli bir olmuş, ona hayran olmuş, onunla özdeşmiş bir kişilik olarak Xelîl gerçekten de Dağın Samimi Bir Dostu’ydu.
Xelîl’i elbette tanımak önemlidir. Ancak Xelîl yoldaş o kadar açık ve sade bir kişilikti ki, onu yazılarında, resimlerinde, fotolarında ve tabiatı ekrana taşıdığı karelerde, çektiği tüm kliplerde görmek mümkündür.
Dağı acaba Xelîl gibi yazan var mıdır(?) diye hep içimizde tartışmışızdır. Ya da bir tane daha Xelîl’i acaba çıkartabilir miyiz(?) hususunu da sıkça tartışmışız ve halen de tartışıyoruz.
Dağ’da basın denildiğinde akla ilk gelen Xelîl’dir, anı denildiğinde ilk akla gelen yine Xelîl’dir, film ya da sinema denildiğinde gerilla için yine akla gelen Xelîl’dir. Fotoğrafçılığını hiç dile bile getirmeyelim. Kendi sahasında tekti.
Bir de Xelîl derken, yoldaşlığını dile getirmeliyiz. İnsanın içine akan yoldaşlığını, alçak gönüllüğünü, sevda dolu yüreğini, güleçliğini, dağa olan bağlılığını ve de kayadan sert iradesel duruşunu…
Bizim yüreğimize böyle işlemiş olan Xelîl yoldaşı bir nisan günü sonsuzluk diyarına uğurladık. Xelîl yoldaşı anarken, nisan ayında yüreğimizi kora çeviren Nuda’yı anmamak olmaz. Dağların direnişçi kimliği olan Ferhat’ı anmamakta olmaz. Onların şahsında tüm nisan şehitlerini anmamak hiç olmaz.
Bir de Xelîl ismini andığımızda Arjîn’i, Arjîn Amed ismini dile getirmememiz olmaz. Hem de, sönmeyen yaşam ateşi olan, Arjîn’İ…
Arjîn yoldaş sözün tam manasıyla Sönmeyen bir Yaşam Ateşi, genç PKK kadın militanı olarak tanıdık. Yaşam coşkusu ile yaşam duruşu ile olgunluğu ile kıvrak zekâsıyla, mütevazılıği ve insana ruh veren yoldaşlık sevgisi ve saygısıyla hep yüreklerimizde taht kurmuş bir Kürdistan Özgürlük Savaşçısı olarak bizimle, içimizde, ruhumuzda, yüreğimizde ve tüm benliğimizde…
Arjîn yoldaşı ise hem yıllar öncesinde tanımış hem de çok uzun bir süre aynı mekânda, aynı çalışmada, aynı örgütsel işbölümünde birlikte yer almıştık.
Fiziki olarak oldukça zayıf ancak kişilik olarak granit gibi sert, sıcaklığı ve direngenliği ile ise hep bir örnek.
HPG BİM bünyesinde birçok çalışmayı en güzel bir şekilde yürüten biri olarak herkesin beğenisini kazanan Arjîn yoldaş, mesleki yetkinliğinin yanı sıra yoldaşlar içerisinde de özel ve özgün bir yeri her zaman olmuştur.
Kişilik olarak hem çok olgun ama ayna zamanda da çok espri yüklü bir yoldaş olarak, nerede neyi söyleyeceğini, eleştirecekse eleştirisini en doğru ve en etkili bir şekilde ifadeye kavuşturan bir yoldaş olarakta, yoldaşlar ortamında her zaman en çok değer gören yoldaşlardan olmuştur.
Özgürlük saflarına birçok yoldaşı gibi erken gelen biri değildi. Sivilde iktisat okumuş, yine sivil yaşamda birçok pratik işi yapan biri olarak yoğun tecrübelerle dağlara akan Arjîn yoldaş, bulunduğu ortamlara bu yaşam tecrübesini en iyi bir şekilde yoldaşlarına sunarak yoldaşlarına destek olmasını da hep en iyi bir şekilde bilmiştir.
Onun güçlü yaşam duruşundan etkilenmeyen acaba kaç yoldaş vardır? Yoğun düşünce gücü ve yaşama pozitif yansımasını imrenme düzeyinde hayranlıkla ben nasıl izlemiş isem, benzer bir şekilde onu tanıyan her yoldaş izlemiştir. Bir insanın iddialı ve direngen yönlerinin yanı sıra, nezaketi ile insanları bu kadar etkileyebileceğini, insanları incitmeden söyleyecekleriyle yön verebileni en çok Arjîn yoldaş şahsında görülmüştür. Bunun için bulunduğumuz ortamlarda onun söylediklerini, eleştirdiklerini, görüşlerini dikkate almak her zaman en doğru sonuçlara götürdüğünü edindiklerimizle öğrenmiştik.
Çalışma disiplini, çalışmanın temizliği, sonuç alıcılığı derken akla ilk gelen isimlerden biri her zaman Arjîn yoldaş gelmiştir.
25 Mart 2012 yılında Garzan Eyaletinde 15 kadın gerillamızla birlikte şehitler kervanına katılan Berfin Roza-Selma Avcı ile birlikte Arjîn yoldaş bu özellikleriyle tam muhteşem bir ikiliyi oluşturuyorlardı. Öyle ki yoldaşlıkları, çalışma disiplinleri ve azimleri, girişkenlikleri, yaratıcıkları, mütevazılıkleri, cana yakınlıkları, incelikleri birbirine çok yakındı. Her ikisi de seçkin militan özelikleriyle yüreklerimize işlemişlerdi.
Arjîn yoldaşın granit gibi sert olan iradesinden söz etmiştik. O’nun nasıl bir dağ sevdalısı olduğunu da. Ancak Arjîn yoldaş bir de Xelîl yoldaşın en iyi öğrencilerindendi. Ondan yazımı, ondan fotoğraf çekmesini, ondan kamerayı kullanmasını, ondan montajlamayı derken ondan basıncılığı ve muhtemelen bir de dağa sevdalanmayı öğrenmişti.
Bunun için Arjîn dediğimizde bir de Xelîl’i anlamalıyız, Xelîl’i anmalıyız. Xelîl gibi yapmak istediklerinin, hayallerinin, ütopyalarının peşine düşmekten asla geri durmayan Arjîn yoldaş fiziki olarak zayıf olsa da yönünü Botan’a vermişti. Botan’dayken kansere tutulduğunu ona söyleyen doktoru uyararak, örgüte ve örgüt yönetimine söylememesini istemişti hatta doktorun ağzından söz almıştı. Böyle olunca Arjîn yoldaşın kansere yakalandığını örgüt ve örgüt yönetimi çok geç öğrenmişti. Öğrenir öğrenmez de Arjîn yoldaşı Botan’dan tedavi amaçlı geri çağırarak tedavi olabileceği bir ortama göndermişlerdi.
Arjîn yoldaşı işte ben böyle bir ortamda yeniden gördüğüm de sözün tam manasıyla şok olmuştum. Hep kanser oluşuna hem de coşkusunun sonsuz oluşuna, zindeliğine, yaşam dolu bakışlarına, ışıldayan gözlerine, yerinde durmayan kişiliğine, hızla tedavi olup geri dönme istemine…
Arjîn yoldaş oldukça canlı ve zindeydi. Coşkusundan –her zaman olduğu gibi- bir milim bile bir eksilme yoktu. Tam tersine kuzey pratiklerini konuşurken oldukça coşkulu ve moral düzeyi yüksekti. Onun kanser olabileceğini inanmak çok zordu. Hele onun coşku seli dolu sıcaklığını yeniden gördükten sonra inanmak kesinlikle imkânsızdı.
Ne var ki; kanseri doğru çıkmıştı, ama onun coşku ve morali ise Arjîn’ceydi, sönmeyen yaşam ateşinceydi…
Ve böyle bize yürek olmuş, bize yoldaş olmuş, bize yön olmuş, bize yol olmuş, bize benlik olmuş, içimizde biz olmuş bir yoldaşın şahadeti bizde akıl tutulması ile kelimelerin söze dil arayıcılığıyla dökülemediği an misali, aklımız tutulmuş ve sözlerimiz dillimizde asılı kalmıştı. Gözlerimiz donup kalmıştı.
Dopdolu yaşam coşkusu ile sıcaklığı, tebessümü, insana ruh katan akışkan kişiliği ile direngen kadın militan heyecanı ve iradesiyle, iddiası ve inancıyla ve de sonsuz yaşam heyecanıyla bize ruh ve moral olan Sönmeyen Yaşam Ateşi yani ARJÎN yoldaş seni asla ama asla unutmayacağız, sana yol olmuş, sana can olmuş, sana yürek olmuş ve sana her zaman bir öncü olmuş olan Xelîl yoldaşı da asla ama asla unutmayacağız.
Yeni bir bahara girerken bahar ayında kanlarıyla özgürlük umudu yaratan tüm yoldaşlarımızı, tüm Kürdistan Özgürlük Savaşçılarını, insanlık için mücadele eden tüm yürekleri anarken, onların her zaman iyi bir takipçisi olacağımızı, onlara layık olabilmek için sonuna kadar kendimize yükleneceğimizi, yollarını kendi yolumuz bilerek o yolun iyi bir takipçisi olacağız.
Ve önderliğimizin bize atfen söyledikleri sözler temelinde yoldaşlarımıza bağlı kalarak: “Böylesine bir baharın canlanışına, görevlerde başarıyla ancak karşılık verilebilir. Bir halk için gerekli olan çalışmalara güç getirilmiştir, yeterlilik gösterilmiştir. Halkın temel ihtiyacı, şeref-onuru ortaya çıkarıldığı gibi savunulmuş ve hatta yenilmez bir noktaya getirilmiştir. Hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bu savaşım imkânlarını sizlerle de paylaşmak isteriz. Sizin de talebiniz budur ve buna göre savaşın imkânları da büyük bir değerdir. En az yaşam değerleri kadar, onun maddiyatı, maneviyatı kadar bir kişiye tutkuyla sahip olmayı, onu amansız paylaşmayı isteyen değerlerdir, onları size sunuyoruz.
Bu ne bir zorlayıcılık olarak görülmeli, ne de bir maceracılık olarak karşılanmalıdır. Yaşamımızın bu dönemi için bize en çok lazım olanının hazırlanıp size sunulmasıdır. Büyük bir saygıyla, büyük bir şükran duygusuyla da karşılayabilirsiniz. “Gerisi bize düşer” diyerek sizde yaşamınıza böylesine çok canlı bahar tazeliği kadar, taze, yaşam gücü kadar güçlü bir karşılık verir ve başarırsınız” sözünü yeniden Xelîl ve ARJÎN yoldaşlarımız şahsında tüm şehitlerimizin huzurunda veriyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Her gerillanın özgürlük dağlarına katılım hikâyesi farklıdır. Her birinin aklına, yüreğine sığamayacak hayalleri, düşünceleri vardır. İşte bu hayal ve düşüncelerdir özgür Kürdistan dağlarını çekim merkezi yapan. İliklerine kadar sömürülen, özgürlüğe susamış bir halkın evlatları olarak, her birimizi dağlara çeken ortak noktamız, özgür yaşam arzusudur.
Düşünce ve hayallerimizin ittifakı sonucunda çıktığımız bu yolculuk, kimine göre sıradan, kimine göre aklını yitirmişlerin baş koyduğu yol, ya da sıra dışı, gizemli ve her yüreğin cesaret gösteremeyeceği bir yol. Ama biliyoruz bizler, tarihe iz bırakan ve bırakacak yolcularız. Umut yüklü yüreklerimizle, özgür yaşama sevdamızın savaşçılarıyız.
Her birimizin birde hikâyeleri vardır. PKK, Önderlikle buluşan yaşamlarımız, dağlara ayak bastığımız ilk günden son anımıza kadar birer hikâye, roman destan olur. İşte buda benim dağlarla ilk buluşma hikâyemdir.
Katılmadan önce benim için gerçekleşmesi imkânsız olan özgürlük dağlarında iki yılımı geride bırakırken, yeni yaşamın kokusunu taşıyan bu baharla yine dağlara yürüyen ilk adımlarımı ve ardımda bıraktıklarımla son vedayı hatırladım.
Parıltılı ışıklarıyla göz kırpan güneş, ağaçların patlayan tomurcukları, gün yüzene çıkmanın sevinciyle yeşeren otlar ve canlılık kokan hava adeta baharı müjdeler gibiydi. Takvimler baharın ilk ayı, 13 Mart 2014'ü gösteriyordu. On kişilik arkadaş grubuyla beraber bir öğrenci evindeyiz. Akşam yemekleri yeniliyor, sohbetler ediliyor ve ardından şarkılar söyleniliyor. Ben ve Azad yoldaş arkadaşları gözlemliyoruz. İçeride sigara dumanın havasına birde ayrılık havası karışıyor. Ben ve Azad yoldaş, arkadaşları bir daha görememe düşüncesiyle her sözlerini, mimik hareketlerini izliyor, taze kalacak bir anı olarak hafızamıza, yüreğimizin sol yanına yerleştiriyoruz. Biraz da hüzün hakim bizde. Bizler özgürlük yolculuğuna çıkarken, arkadaşlarımızın ardımızda kalmasının verdiği hüzünle iç çekiyor, sonra gizliden birbirimizle bakışıp; "kendi kararları, yapacak bir şey yok" diyerek susuyor, onları izlemeye devam ediyoruz. Odada bulunan birçok arkadaşın saatler sonra yolculuğumuzdan haberlerinin olması sonucu ortamı buruk, gizlice odalarda dökülen gözyaşlarından şişen gözler ve hüzünlü bakışlar sarıyor. Anlam veremiyorum bu hüzne. Belki de ardımızda kalmanın hüznüdür bu. Evet, kesinlikle öyle olmalı. Anlayacağınız bizler onları bırakmanın, onlar da ardımızda kalmanın hüznünü yaşıyor.
Her gerilla adayına moral yapılmaz ama bizler şanslı adaylardık. Büyük bir moralle uğurlananlardık. Ne yalan söyleyeyim bizde böyle bir ortam ve uğurlama beklemiyorduk. Ş. Şoreş (Mustafa Kızılkaya) 'in bizlere sürprizi oldu. O gece herkes hünerlerini sergiledi. Saatlerce süren moralden sonra veda zamanı beklenmedik bir anda, tak yerleşiverdi odaya ve ortamın dakikalar öncesindeki havasını silip süpürdü. Ben ve Azad yoldaş, içimize sığmayan heyecanla arkadaşlardan teker teker hatır isterken, kulaklarına; "gözlerimizi yollarda bırakmayın ha, hemen gelin" demeyi de unutmuyoruz. Gerçektende gözlerimizi yollarda bırakmayarak içlerinde Ş. Şoreş'in de olduğu 13 kişilik bir gurupla baharın son ayında dağın yolunu tuttular.
Bir sabah vakti o kapıdan bir daha girmemek üzere tüm arkadaşlarımızı geride bırakarak Azad arkadaşla ıssız ve sessiz sokakta yürümeye başladık. Bu gerillaya, özgürlük dağlarına yürüyen adımlardı. İçim buruk, arkama bakmadan yürüyorum. Arkama bakarsam, sanki hayallerime kavuşamayacakmışım hissi gelişiyor yüreğimde, fikrimde. O yüzden yol boyunca sadece sol tarafımda doğum günü sürprizini çaktırmamak için bin takla attığım ve kandırdığım, yani bir taşla iki kuş vurduğum ve dağlara getirdiğim Azad arkadaşla konuşuyorum. Azad yoldaşın beni doğum günümde kandırdın espirisi, yolculuğumuza komik bir boyut kazandırdı. Seçili sözcükler çıkıyor ağzımızdan. Tam anlamıyla konuşamıyoruz. Birazda korku var bizde. Sanki birileri bizleri bu yoldan döndürmek için peşimize takılmış. Bizleri yolumuzdan alıkoyacaklar gibi tuhaf bir duyguyla, dört gözle etrafımızı gözlüyoruz.
Hiçbir eksiklik yaşanmadan ilk noktamıza varıyoruz. Birkaç gün beklediğimiz noktadan nihayet beş kişilik bir arkadaş gurubuyla yola çıkıyoruz. Hiç birimiz bir birini tanımıyor. Ama hepimiz sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi sıcak sohbetler geliştiriyoruz. Gerillanın yoldaşlığı bu olsa gerek.
Her şey gizli yapılıyor. Örgütlü mü desem? Evet, bu daha iyi olur. Olan bitenden habersiziz. Sadece arkadaşların gelip bizleri alacağını biliyoruz. Ama kim bu arkadaşlar, nereden alacaklar ve nereye gideceğimiz hakkında bir bilgimiz yok. Karanlığın çöktüğü bir saatte karşıdan birileri geliyor. Arabanın arkasından net göremiyoruz kimler olduğunu. Camdan iyice bakınca, karşıdan gelenlerin gerilla olduğunu anlıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz arabanın kapısı kapalı olduğu için dışarı çıkamıyoruz. O an ki ruh halimizi, ağzımızdan çıkan sözcükleri söylemek… Bende kalsın komik duruma düşeceğim. Kapıyı tekmeliyoruz ve; “açın bizde gerillaları görmek istiyoruz” diyoruz. Heyecandan ikimizde bayılmak üzereyiz. İlk defa gerilla görmek, yaşamımız boyunca kurduğumuz bir hayal… Gerçekleşen bir hayal… O an dağlara, gerillaya geldiğimize inanamıyoruz. Bizler kapıyı tekmelerken, bağırıp çağırırken birden kapı açılıyor.
Oda ne!
Karşımda bir gerilla. Karşımda gördüğüm gerillanın gerçek olduğuna inanmamış olsam gerek istem dışı; "Aaaaaa siz gerçek misiniz?" sözcükleri dökülüyor dudaklarımdan. Bir kaç dakika sonra adının Hebun olduğunu öğrendiğim gerilla, sakin bir şekilde gülerek; "İn in, gerçeğiz biz" diyor. Biz arabadan iniyor ve üç gerilla arkadaşla kucaklaşıyoruz. Gerilla Egit, Hebun ve Özgür sıcak bir gülümsemeyle; "hoş geldiniz" diyorlar.
Hoş geldin sözü kulağıma hiç bu kadar anlamlı ve güzel gelmemişti. Hoş geldiğimiz, yıllardır özlemini çektiğimiz dağlardı. İnanamıyorduk ama gerçekten de bir bahar günü dağlardaydık. Özlemini duyduğumuz gerilladaydık ve artık gerillaydık. Ülkemizin, halkımızın özgürlük umudu olan gerillaydık. Partimizin, önderliğimizin fedai militanıydık.
İlk Newroz'u kutladığımız dağlarda H Cuma'nın neden "dağlarda Newroz bir başka kutlanılır" dediğini daha iyi anlıyorduk. Hele birde baharda gerillaysan o zaman şansına söyleyecek laf yok. Evet, bizler şanslıydık ve bahar gerillalarıydık. Canlılığın, yeni yaşamın getirdiği baharla, bizlerde gerillayla birleşerek yeni bir yaşama kavuşup can bulduk.
Şimdi bu bahar, özgür dağlara gelen gerillalar olacak elbet. Gerillayı ilk gördüğüm heyecanla, dağlara ilk ayak bastığım coşku ve yoldaşlarımın hoş geldiniz cümlesinin tılsımıyla, baharı ilk defa dağlarda geçirecek olan tüm gerillalara ben de "hoş geldiniz" diyorum.
Rengîn Amargî
- Ayrıntılar