Hakaret eleştiriyi aşan insan onuruna uzanan bir saldırıdır. Biz buna onur kırma, onura dokunma, küçültücü söz ve davranış olarak ele aldığımızda yapılanın bir savaş olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Ve eğer bize karşı yapılan böyle bir savaş söz konusu ise bizim de kendimizi savunma hakkımız doğar.
Kürt halkına, onun kadınlarına, analarına, gençlerine, çocuklarına, siyasetçilerine, kültürcülerine, sivil toplumcularına, insan hakları savunucularına, gerillasına ve önderliğine hakaretler yağdırılmaktadır. En basitinden de ‘terörist’ denilerek özümüze saldırı yapılmaktadır.
Halkımız meydanlarda linçlerle her gün yüz yüze bırakılmaktadır. Halkımıza TC’nin televizyonlarında oynatılan dizilerle diz boyu onur kırıcı yakıştırmalar yapılmaktadır. Aşağılatıcı benzetmelerle küçük düşürülmektedir. Kültürüyle alay edilmektedir. Kültürü çalınmaktadır. Kültürü dejenere edilmektedir. Adeta ayı oynatma tarzında birçok kültür alanında alay edilerek onuru çiğnenmektedir.
Kadınlarına açık bir şekilde devletin resmi kolluk kuvvetleri tarafından tacizler ve tecavüzler yapılmaktadır. Bu siyasete adım atmak isteyen Kürt kadınına ‘ayağını denk’ al mesajı olarak daha fazla reva görülmektedir. Kadınlarımız meydanlarda joblanmaktadır.
Kızlarımız-henüz erginlik çağına dahi gelmemiş küçük kızlarımıza-devletin resmi okullarında tecavüzlerle dejenere eden faşizan bir kültür empoze edilmektedir. ‘Dağa çıkmaları yerine fuhuş yapsınlar’ zihniyeti devletin ve onun iktidarında yer alan partinin bilinçli özenle yürütülen politikalarıdır. Tecavüzlerle insanların kendilerinde kaçar hale getirerek ruhsal dünyalarını karartmak sadece ve sadece bir özel savaş uygulamasıdır. Ve bu aşağılık uygulama Kürtlerin en genç kızlarına uygulanarak ‘bakın size ne yaparız’ mesajının kendisidir. Bu ise ahlaksızlığı halkımıza reva görme zihniyetidir ki bunun adı ise onursuzlaştırma, iğdişleştirme ve kendi karşıtına dönüştürme projesidir.
Analarımıza el uzatılmaktadır. Dövülmektedir. Dünyanın her yerinde analar kutsanır. Ve biz Kürtlerde bu kutsanma belki daha da derindir. Neolitizmin toprakları olan bu topraklarda analara el uzatmak demek ne kadar kutsal değerin varsa bunlara el atarız demektir. Bu ise bize, tüm benliğimize, kimliğimize, değerlerimize yapılan hakaret ve saldırıdır.
Gençlerimiz gözlerimizin önünde her gün vurulmaktadır. Gencecik gelecek vaat eden aydın gençlerimizin okullarda kurşunlanması, gencecik bedenlerin sınırlarda vurulması, körpecik yavrularımızın içlerine bombalar atarak katledilmesi bir saldırıdır. Ve buna karşı sessiz kalma ise asla insanlıkla bağdaşmayacak bir davranış biçimidir. Sessiz kalmak demek onursuzlaşma demektir.
Biz ise bu onursuzlaştırma politikalarına, katletmelere dur diyoruz.
Biz ise kadınlarımıza yapılanlara dur diyoruz.
Biz ise analarımıza kalkan elere dur diyoruz.
Biz ise kadınlarımıza karşı yapılan tacizlere dur diyoruz.
Biz ise küçücük kızlarımıza yapılan el uzatmalara dur diyoruz.
Biz ise tek tek gençlerimizi katletmeyi hedefleyen faşizan saldırılara dur diyoruz.
Biz ise halkımıza dayatılan kültür yozlaştırmasına dur diyoruz. Kültürümüzle sözde medyalarda dillendirilmesine dur diyoruz.
Biz ise maymun yerine konulan, meydanlarda oynatılan ayı yerine konulan yaklaşımlara dur diyoruz.
Biz ise basın özgürlüğü adına bize ‘terörist’, ‘cani’ diyen ve hakaret edenlere dur diyoruz. Sizin basın özgürlüğünüz sizin olsun. Düşünceleriniz bize karşı olur, olmaz o size ait ancak bize hakarete varan sözlerinize dur diyeceğiz.
Biz ise gerillaya, önderliğimize, halkımıza, ulusal değerlerimize yapılan her türden hakaret içeren sözlere dur diyeceğiz.
Ve sadece dur demeyeceğiz aynı zamanda bundan sonra da hem dur diyeceğiz hem de vur deme zamanıdır diyeceğiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Önderliğimizin yıllardır barış ve diyalog esaslı çözüm arayışlarına bir cevap verilmediği gibi insanlık dışı uygulama ve ahlaksız saldırılarla yüz yüze kaldığı her gün açığa çıkan yeni bir örnekle ispatlanıyor. Artık bir devletle yürütülen savaş algılamalarını aştığı, ulusal sorunun çözümünü aşan insanlık sorunlarının kalıcı çözümü için ürettiği düşünceyle yeni ufuklar açtığı ispatlanan Önderliğimize yönelik geliştirilen saldırılar karşısında savunma güçleri olarak çok yönlü savunma savaşını sürdürmemiz gerekiyor.
Bu savunmanın bir yanı gerilla güçleri olarak faşist devlet ve ittifaklarına karşı silahlı savaşım olduğu gibi söylenen her söz, gösterilen her davranış karşısında da kültürümüzde ektiğimiz ahlakı zedelemeden cevap olabilmemiz de önem kazanıyor. Yapılan saldırıların tek yönlü olmadığı göz önüne getirildiğinde yürütülecek savunma savaşımının komple karakter kazanması gerekiyor. Özellikle ideolojik ve siyasi alan içinde medya aracılığıyla yoğunlaştırılarak sürdürülen saldırılara verilecek cevapların da bu mücadelenin önemli bir ayağı olduğu bilinerek meşru savunmanın yükseltilmesi gerekiyor.
Söylenen sözün sahibine yakıştığı doğru. Yani hakaret ve rencide edici söz söyleyenlerin kendilerini tarif ettiği yönlü bir sonuca ulaşabilsek de bunun sarf edilen sözler karşısında sessiz kalınması gerekliliğini doğurmadığını da görüyoruz. Her gün ayrı bir gazete, site veya TV ekranından Önderliğimize yönelik gerçekleştirilen saldırılara karşı duyarlı olmak kadar gereken tepkinin gösterilmesi gerekliliği de açıkta duruyor. Duyarlı ve bağlı bir insanın varlık gerekçesine yönelen her türlü saldırıyı misliyle karşılama gücünde olduğunu bildiğimizden bir yönlü içimiz rahat olsa da göreve çağrı kabilinde de olsa hatırlatmakta yarar var.
Bakın Türkiye’nin sözde yazarlarından (kesin kendisini aydın da sayıyordur) birisi Önderliğimize nasıl hakaret ediyor.
“…bir gerilla lideri gibi değil de, batık banka patronu gibi ağlaşmaya devam ediyor: Yok gözüm ağrıyor, yok karnım ağrıyor diye. Kardeşim vücudun bu kadar hassassa niye dağa çıktın ki?.”(Ergun Babahan-Sabah Gazetesi) tabii ki yazdığı bunlarla sınırlı değil ama terbiyemiz bu yazılanları buraya aktarmaya elvermiyor.
Bu yazıyı okurken nasıl bir refleks gösterilmesi gerektiği konusunda epey düşündüm. Ve dedim ki ya bu kişi Türkiye’deki ortalama yazar kalitesini ortaya koyan gerici, cahil, vurdumduymaz, ‘ben’ egosunda yüzen bir ukala, ya da Önderliğimize yönelik gösterdiğimiz hassasiyetin farkında olan özel savaş rejiminin dönem dönem refleksleri ölçmek için kullandığı yöntemlerin uygulayıcılarından biri. Ha, denilebilir ki zaten ikisi de aynı. O da doğru. Ama cahil ile bilinçli insanları aynı kefeye koyup yargılayamayacağımızdan bu ayrımı yapma gerekliliği de ayrıca önümüzde duruyor.
Şimdi bu kişiyi yazdıklarını alıp çözümleyerek değerlendirmeye çalışmayacağız. Çünkü cahil ya da bilinçli olsun bu kişinin Önderliğimize karşı yoğun bir öfke duyduğunu, bu sebeple Önderliğimizi ve savunduğumuz düşünceleri anlayamayacağını biliyoruz ve böylelerine söz söylemek yerine başka türlü yaklaşılması gerektiğini hatırlatıyoruz. Ona eşeğin sudan bir an önce gelmesi temennisinde bulunuyoruz.
Ancak böylesi psikolojilerin anlaşılması açısından bir iki noktayı vurgulamadan da geçemeyiz.
Nefret duygusunun temel nedenlerinden biri de nefret edilene karşı duyulan korku ve muğlâklıktır. Korku öylesine büyük ve engellenemezdir ki nefrete maruz kalanın taşıdığı anlam ve yüklendiği misyon görünmez, görünemez. Korkunun derinliği bilince giden yolları kapattığından olsa gerek açık, görünen, sade olan bile sisler perdesi arkasında kalır.
Korkunun nedeni kendisine öyle öğretilmiş olmasının yanında dört elle tutunduğu yaşam gerçeklerinden uzaklaştırma ihtimalidir. En benim diyen insan ve sisteminin aslında “hiçbir şey” pozisyonunda olduğunu görmek istememesidir ya da. Yıllarca bağlı kaldığı, onsuz insanların yaşayamayacağının iddia edildiği düzen, oluşturduğu ilişkiler düzeneği, kanun, siyaset derin çatlaklara bölünürken bunu sağlayan düşünceye karşı yaşadığı çaresizliğin bir etkisi de olabilir pekâlâ.
Bu düşüncelerle öylesine dolu yaşayan bir insan hangi olguya mantıklı ve gerçekçi bakabilir ki? Tabii ki karşısındaki onun gözünde anlaşılamaz, tanımlanamaz gelecek. Uğraştığı olgunun ne olduğunu çözümlemeyip söylediği sözlerin kendilerine nasıl döneceğini bilmeyen söz sahipleri bu örnekte de görüldüğü gibi yaşadıkları psikolojik buhranlara bu saldırgan ruh haliyle cevap olmaya çalışacaklar. Psikolojide buna ne ad verildiği bilgimiz dâhilinde değilse de “kör” ya da “awêl” iyi bir tanımlama olabilir.
Bilinçli insanlar nefret duygularına meyil vermekten, karşısındaki insana hakaretvari sözlerle saldırmaktansa çözümlemeli bir ele alış ile doğruluğuna inandığı düşüncesini gerçekleştirmeye, böylelikle kamuoyu vicdanında haklılığını ispatlamaya çalışır.
Ama nefretin denizinde kötü kokulu diliyle sağa sola dalaşan psikolojilerin böylesi bir dertleri olmadığı gibi yeminli düşmanlık yaptıklarından halkın vicdanında bulacakları cezaya layık insanlar kategorisinde yer aldıklarını bir kez daha hatırlatalım.
Çünkü böylesi psikolojilerin gerçekliği bu iken temsil ettikleri gelenek ve Kürt katliamlarında oynadıkları rol göz önüne getirilerek yaklaşım gösterilmesi en doğrusudur. Bilinmelidir ki bu sözlerin sahipleri yıllardır sürdürmek için yüzlerce gencimizi feda ettiğimiz barışçıl sürecin hassasiyetlerinin bir ömür süreceğini düşünüyor, bundan cesaret buluyorlar. Ama hiçbir müsamaha ve mütevazılığın bir ömür sürmeyeceğinin bilinmesinde yarar vardır.
Yeni bir süreç deniyorsa bu süreç birçok yönüyle yeni bir süreç olacaktır. Ve bu sürecin temelinde de öz savunma savaşı yer alacaktır. Bir sistemin yaratımında en önemli noktalardan biri de güçlü bir savunma savaşını yürütebilme kabiliyetidir. Demokratik Komünal sistemin taşlarını döşerken zeminde duran molozları temizlemek olmazsa olmaz kabilindedir. Savunma savaşı salt silahlı gerilla savaşı değil, çok yönlü ve komple mücadeledir.
Bundan böyle İsa’ca bir tavır ile diğer yanağımızı çevirmeyeceğimizi ve yapılan kötülüğün karşılıksız bırakılmayacağını tüm ilgili kesimlerin artık bilmesi gerekir…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Şunu çok rahat söyleyebilirim ki Türk ordusu Kürtlerle savaşı sürdürürse kendi kendisini bitirecektir. Kültürel ve motivasyon biçimini çok yakından tanıyan birisi olarak şunu söyleyebilirim ki Türk ordu damarlarında dolaşan veya dolaşmış kültürel bir sıvı var ki Kürtlerle etkileşim içindedir. Uzun zamandır gerilla ile baş edememesinin nedeni budur. Tarihi lugatta Kürt Mehmet nöbete tabiri çok geçse de birçok savaşta anlatılanlar bunun tersidir. İşin basit kısmı olan bu görüngü altında çok derin bazı nedenler vardır.
PKK çıkmadan önce Türk ordusu çok güçlüdür denilseydi iki elimi de kaldırır bu tespite katılırdım. Çanakkale, Kore ve Kıbrıs çıkartmalarını çoğu askerden dinlemişimdir. Yakın temas ve süngü harekatlarında rol oynamış askerlerin anıları tarihe geçen yazıtlardan çok farklıdır. Bu bir ihanet miydi gerçeği olmasaydı bu anlatılan anıları yazmayı çok isterdim. Türk ordusunda tarihi ayrıntılar diye bir anı çalışması olurdu.
Hala hatırlarım Çanakkale savaşına katılmış bir yaşlının Yunan gemilerini anlatırken duyduğu heyecan yanında elinde tuttuğu İngilizi dediği tüfeğine taktığı süngü yerini çok canlı tutmaktadır. “Çavuş vardı ama asıl çavuş ben olmuştum” diyordu. Askerlerin komutanı dinlemediğini kendi çevresinde toplandığını anlatırdı. Kore ve Kıbrıs çıkartmalarında ilan edilen seferberlik sonucu Kürdistan’dan katılan binlerce gönüllü asker benzer anıları anlatıyor. “Fırat’ın batısından gelenler savaşamıyordu” diyorlardı. Ya komutanını kurtarmak ya da riskli bir mevzi kaldırmaktan kaynaklı şeref madalyası kazanmış onlarca kişi var. Bunlar bilinen kayıt altına alınmış verilerdir.
Hayat ve tarihin getirdiği bir alışkanlık olarak Kürtlerde bireysel savaşçılık çok öndedir. Bu işbirliğini kıskanan tarihi bir belge olarak Yunanların Ortadoğu’ya yaptığı iki büyük çıkartmada da Kürtler anlatılır. Bu gün Kürtlerde vecize haline gelmiş Yunanların onlar için kullandığı iki cümle vardır. “Kürtlerin ikinci aklı” ile “Kürtler başkaları için iyi askerdir”. Heredot zamanında Med kökenli Pers ordusunun ölümsüzleri ile Türk ordusundaki yer alan Kürtlerin Çanakkale savaşındaki kahramanlıklarına ilişkin Heredot ve Kazancakis bunları bu şekilde adlandırır.
Türk ordusunda birbirine dönen bir birini tamamlayan iki olgu vardır. Komuta kademesi ile er tabanı dikkatlice incelendiğinde karşımıza şu gerçekler çıkar. Hiyerarşik yapısının en üst basamağında beyaz Türkler denilen isimler vardır. Orta basamaklarda Türkmen ya da dışarıdan gelen Türkler en alt basamak da ise Kürtler yer alır. Bunun çeşitli nedenleri olmalıdır. Üst basamak siyaset ile iç içedir. Dolayısıyla milli gurur, milli damar gibi etkenlere hakim kesimlerce yürütülür. Ordunun dış etkilerle yürütüldüğü gerçeği ordu gibi bir kurumun dayandığı milli değerlerle çatışacağından bunu önlemenin bir yolu olarak böyle bir hiyerarşi oluşturulmuştur. Ulus devlet her yerde orta basamaklar üzerinde yürür, oradan beslenip onunla ayakta kalır. Nihayetinde Türkiye’deki muhalefet genelde bu orta yere dayanır. Muhalefet hep oradan çıkar. İktidar olduğunda yerini başka bir muhalefet alır. Ama değişmeyen şey bu hiyerarşi olur.
Hiyerarşinin alt basamaklarında Kürtler yer alır ki Türk ordusuna takılan birçok sıfat o basamaktan gelir. Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’de olduğu gibi erleri ifşa eden heykeller yoktur. Türkiye’de bu heykellerden geçilmez. Ordunun hamaset dayanağı yine bu alt basamaktır. Başka ülkelerde şu komutanın filan zaferi ya da filan komutanın savaş sanatındaki taktikleri ile kazandığı bilmem hangi zafer diye olaylar vardır. Türkiye’de Mustafa Kemal dışında bir komutanla anılan zafer neredeyse yoktur. Mehmetçik sıfatı çok kullanılır ama kaynağını nereden alır diye bir araştırma yapılmamıştır. Kürt Mehmet ironik de olsa bu sıfatın ham halidir. Türkiye tehlikede, Türkiye’nin etrafını gavurlar sarmış edebiyatı en fazla Kürtleri etkiler. Çanakkale savaşını öyle verdiler. Sivas, Erzurum kongrelerine öyle katıldılar. Kore ve Kıbrıs’a bu edebiyat ile koştular. Ta Selahattin’den beri bu edebiyat ile savaştılar, savaştırıldılar. Onun için Türkiye ordusunda yer alan bu teolojik damar etkiliydi.
Hala hatırlarım, bizde ve bize yakın olan Aleviler içinde Kürt kemal Ali Kemal diye bir adlandırma vardı. Mustafa kemal kastedilirdi. Bizdeki Mustafa Kemal hayranlığı oradan gelmedir. İnanın ki okullarda Mustafa Kemal anlatılırken bir şey anlamıyorduk. Ama yaşlıların anlattığı Kuvai Milliye çağındaki Mustafa Kemal şah damarı kadar bize yakındı. Bu teolojik inanış koku verircesine okula başlar başlamaz yakın bir ilgi içine koydu bizi. O’na benzeme bizde yaşlıların anlattığı biçimde bir isteme dayanırken ta Eflatun zamanından gelme asker olacak çocuklara iyi tanrıların masallarını anlatın gerçeğinin farkında değildik. O zamanlar şu an hala yaşayan bir hocamız olan Bülent Ufuk Kuş müfettiş tarafından askeri okul için okutulmak istendiğimi söyleyince kokmuştum. Meğer uzun bir zamandır takip ediliyormuşuz. Bana verilen Mustafa Kemal’e ilişlin kitaplarda o yaşlıların anlattığı olayları arıyordum. Bulamadım haliyle ama onu bu kitaplarda tanımam bana okulda başarı üzerine başarı getirmişti.
O zamanlara tekabül eden bazı olaylar oldu. Gerilla arkadaşlar bizim köye yakın bir yerde şehit düştüler. Türk ordusunun askerlerini o zamanlar yakinen gördüm. Yaptıkları şeyler ne bu teolojiye uyuyordu ne de Mustafa Kemal’e. Bu ordu gözümden düşmüştü. İlk defa bu gerçeği o kadar kendime yabancı hissetim ki ömür boyu karşısında savaşmak için yemin ettim. Yaşlılar cumhuriyeti kurmuştu. Onun için savaşmışlardı. Yaşlıları sıraya koyan tombul subayın karnına bastonu dayayan bir yaşlı “Sen Kemal’in askeri değilsin” demişti. İşte o an bütün hayallerim yıkılmıştı
Ondan sonra da gerillaya katıldık. Aradığım her şeyi burada buldum. Türk ordusundaki hamasetin ne kadar yalan olduğunu bizzat yaşayarak öğrendim. Ne karakol içinde ne de dışında dengesiz bir teknik dışında onların ciddi bir kahramanlığına rastlamadım. Çünkü Mehmetler dağdaydı. Türk ordusunun sihri bozulmuş, dağılmıştı. Yaptığı savaş bir günahtan başka anlam taşımıyordu.
Ordunun başarısızlığı burada gizlidir. Köy yakmalar gerillanın kafa ve kulaklarını kesip kalleşçe evlerine götürmeler, taklitler, suni kahramanlıklar dışında karşımda başka bir şey görmedim. Kaç defa savaştığımız askerlerle telsiz konuşması yapıp askerce bir hitap bekledim ama onu da görmedim. Ve göremezdim çünkü karşımda özü olmayan bir ordu duruyordu. Birkaç gün önce TSK’nin motivasyon ve eğitim komutanlığına ait bir yazı okudum. Yazının başlığı savaşçı ruh idi. O zaman aklıma gelen şey Dante’nin günahkar ruhların cezalandırıldığı yerin yedi kat altını anlatan kitabı oldu. Orada değerlerine ters düşmüş insanların cezalandırıldığı bir yer varmış. O kitabı okusalar daha iyi olur diye düşünmüştüm. Belki gerçekleri daha iyi kavrar, yozlaşmalarına neden olan bu savaşı biraz anlarlardı.
Numan Amed
- Ayrıntılar
Her halkın tarihinde kader belirleyici günler vardır. Sovyetlerde 17 Ekim 1917, Mao’nun önderliğinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1 Ekim 1949, 1 Ocak 1959 ‘da Castro’nun Havana’ya girip bağımsızlığını ilan etmesi gibi, Kürt Özgürlük Mücadelesinde de 15 Ağustos Atılımının çok önemli bir yeri olduğu biliniyor.
O tarihe kadar adeta Kürtlerin varlığı bile kabul edilmezken Agit Yoldaş komutasında başlatılan 15 Ağustos hamlesi Kürtler için yeniden dirilişin adı oluyor. Rêber Apo şehitlere bağlılığın en iyi onların mücadelesini yükseltmekle gösterilebileceğini yaşamı ve temposuyla mükemmel bir şekilde göstermiştir. Nasıl ki Haki Karer Yoldaşın şahadetine verdiği yanıt PKK’nin ilanı olmuşsa, Amed Zindanında yapılan sindirme, bastırma, ihaneti dayatma ve en insanlık dışı uygulamalara karşı görkemli direnişe verdiği yanıt Kürdistan’da gerilla savaşını başlatmak ve geliştirmek olmuştur. Yine 15 Ağustos’un büyük komutanı Agit Yoldaşın şahadetine verdiği yanıtta ARGK’yi kurmak olmuştur. Yani şehit düşen yoldaşlarında yükünü omuzlamış oluyor.
- Ayrıntılar
Her şey tersinden yaşanıyor ülkemizde. En mutlu anlarımız acılarla bölünürken, en büyük acılarımız umulmaz çıkışlar yaratıyor.
Yok ve inkar etmek için bütün dünyanın birleştiği zamanları yaşıyoruz. Özgür Kürt adına hiçbir oluşum ve kazanıma tahammül edilmeyen böylesi bir zamanda en güçlü silahı kullanmaktan başka bir çıkar yol kalmıyor onurlu insanlara.
Yıkmak, bozmak, yok etmek için sayısız denemelere maruz kalan bir halkın halen dimdik ayakta duruyor olmasının yarattığı öfke halk düşmanlarını şüphesiz çılgına çeviriyor. Sürekli soykırımın eşiğinde tutulan halkımızın gelişimi ve bilinçlenmesi için tüm yollar kapatılmış, en demokratik tutumları dahi teröristlik yaftalarıyla karalanmaya çalışılırken yaşamın diğer adı olan direnişi yükseltmek dışında çıkar yol kalmıyor.
Dünümüzü yok saymak isteyenlere karşı tarihimizin görkemliliğiyle cevap olurken bugünümüze yönelik karalama kampanyalarına karşı da kenetlenmemizle cevap olduk. Geleceğimize yönelik saldırılar ise şimdilerdeki yöntemleri. Çocuklarımız zindanlara kapatılırken, toplumumuzun geleneğini koruyan, yarınlara taşıyan kadınlarımıza yönelik ahlak dışı uygulamaların ardı arkası kesilmiyor
- Ayrıntılar
Üniversiteler aydınlanma merkezleri olarak bilinir. Genç beyinler buralarda gelecek için hazırlanır. Genç aydınlar, geleceğin yatırımları ve aydınlatıcı öğeleri olarak ele alınmışlardır. Bunun için tarihin–yazılı tarihin-şafak vaktinden itibaren önemle üniversitelerin rolü ele alınmıştır. Gençler özenle hazırlanmışlardır. Kim kendi gençlerini gelecek, aydın yarınlar için ne kadar iyi hazırlamışsa, gelecek onların olmuştur. Ya da o gençler, içerisinde büyüdükleri toplumu ileriye götürebilmişlerdir.
Kürt toplumuna uzun yıllardır bu geleceği aydınlatma şansı verilmedi. Kürt gençleri inkâr ve imha siyaseti diye bilinen beyin yıkama savaşımıyla yüz yüze bırakılarak kendi toplumuna karşı birer kültür eritenleri olarak ele alınmışlardır. Öyle ki kendi toplumsal değer yargılarını, kültürel mirasını, tarihini dezenformasyon için kullanılmışlardır. Ve denilebilir ki bu konuda önemli görevler ve roller de, düşmanları tarafından oynatılmıştır. İnkârcılar ve imhacıların beyaz katliam diye bilinen politikalarıyla da, çok büyük başarılar elde ettiklerini söylememiz yanlış olmayacaktır.
Ancak tarih yaşayan canlı bir organizma gibidir. Derler ya nasıl örülmüşse öyle sürüp gider diye. Ya da su akacağı arkı mutlaka bulur ya da kendi arkını oluşturarak ilerler diye.
- Ayrıntılar
Üniversiteler kontrgerilla karargahlarına dönüştürüldü. Üniversiteleri bu hale getiren Yeşil Türk Irkçısı AKP ile AKP’nin ideolojik cemaati Fetullahçı Cemaattir. YÖK, AKP ile Fetullahçı Cemaati’n eline geçmiş durumda. AKP ve Fetullahçı Cemaat, YÖK vasıtasıyla üniversitelere isted
- Ayrıntılar
Kürtler bundan sonra eskiden davrandığı gibi davransalar, birçok saldırıya maruz kalacaklar. Kürtlerin demokratik özgürlük arayışları anayasa değişikliği ile provoke edilmek isteniyor. Türkiye Kürtlerle yürüttüğü savaştan dolayı bugünkü sancıları yaşamasına rağmen, hiçbir şey olmamış gibi anayasa değişikliğinde Kürtlere yer vermedi.
Anayasa Kürdistan da uygulanıyor. Devlet Kürdistan da vardır. Asker Kürdistan da vardır. Türkiye sakinlerinin bu anayasa ve ordudan şikayetleri hiç olmadı. Milliyetçiliğin Kürdistan için anlamı vardır. Faşizmin Kürdistan için anlamı vardır. Bunlar Kürtlere karşı oluşturulan ve uygulanan savaş yöntemleridir. Dolayısıyla, Türkiye değişecekse Kürtler için değişiyor.
- Ayrıntılar
Mayıs ay’ı gerilla için her zaman zorlukları olan bir ay. Mayıs ay’ı her zaman coşkunlukların ve taşkınları bol olan bir ay. Gerilla için hareketliğin ve eylemliğin zirvede yaşandığı bir ay. Kış uykusunun etkilerini tümden yitirdiği ay. Canlanmanın cana can katmanın ay’ı, Mayıs.
Evet, gerilla için Mayıs bir başkadır. Başkadır Kürdistan’da Mayıs ayı ve onu dağların zirvelerinde yaşayanların duyguları.
Mayıs ayı dünya devrimler tarihinde de özgünlüğü olan bir ay. Türkiye devrim tarihinin de önemli bir ayı. Türkiye devrimcilerinin darağaçlarında ve faşizmin kışlalarında katledildiğinin de ismidir Mayıs ayı. Yani Denizlerin, Hüseyinlerin, Yusufların ve İbrahim Kaypakayaların ve de Sinan Cemgillerin şehitler kervanına katılarak hepimize ışık olan ayın da adıdır, Mayıs. Arap devrimcilerinin Osmanlı sultasına karşı direnişlerini kırmak için 6 Mayıs’ta katledilişlerinin de ayıdır, Mayıs. Kürdistan devrimcilerinin direniş sembolü olan Haki Karerlerin, Mehmet Karasungurların, Dörtler diye bilinen Ferhat Kurtayların, Mahmut Zenginlerin, Eşref Aynıkların, Nemci Önerlerin, Mizginlerin, Mervanların, Leyla Kasımların, Halil Çavgunların ve nice direniş abidesinin şahadete kavuştuğu aydır yine Mayıs.
Evet, Mayıs ayı direnişle şahadetin iç içe örüldüğü bir ay. İşgalciler, sömürgeciler, cümle cemaat iblisler direnişin umudunu söndürmek için harekete geçerlerken devrimciler, sosyalistler, hümanistler ve insan sevgisiyle geleceğin aydın yarınları için bezenenlerde yeni günleri yaratmak için harekete geçerler. Ve bunun içindir ki Mayıs ayı insanlıkla karanlığın karşı karşıya geldiği bir ay oluyor. Ve öyle görülüyor ki bu işgal, sömürü, haksızlık, eşitsizlik, adaletsizlik var oldukça da devam edecektir.
Ve yeniden bir şehitler gününü anıyoruz. Şehitler gününü anarken onlara nasıl layık olunur sorusunu her gerilla kendine soruyor. Ve bu sorgulamanın bir sonucu olarak iradeler yeniden bileniyor. Kılıçlar bu bilinmeyle birlikte yeniden kuşanıyor. Yeniden şehitlerle bir olunur, onların izinden yürüyenler olarak, yeniden umutlanır ve umutların sönmemesi için yollara yeniden düşülür.
İşte artık yeni bir Mayıs ayını yaşarken yolların nasıl daha iyi kat edileceğinin soruları bizi yeniden sarıyor. Denizleri düşünmek, İbrahimlere yoldaş olmak, Sinanların Nurhaklarına tırmanmak derken Hakilerin iyi bir takipçisi olmak ve de dörtlerin ateşinde yeniden yanmak için yollara gözümüzü dikiyoruz. Bu öyle sıradan bir göz dikme olamaz bizim için. Bizler gözlerimizi yollara dikmişsek orada artık keskin bir karar vardır, orada artık kesinleşmiş bir baş koyuş ve kelleyi serme vardır.
Ve işte yine böyle umut ile karanlığın at başı yaraşacağı bir Mayıs ayını yaşıyoruz. Emperyalistler, işgalciler, sömürgeciler özcesi cümle kan emmiciler umuda kurşun sıkmak için darağaçlarıyla bizleri tehdit ediyorlar.
Umudumuzu kurutmak ve esir almak için çocuklarımıza küçük yaşlarına rağmen tecavüzlerle bizi tehdit ediyorlar.
Umudumuzu esir almak için bize savunma alanlarımıza bomba yağdırmakla tehdit ediyorlar.
Umudumuzu karartmak için adeta faşizan bir saldırıyla her yerde Kürt gençlerine ve demokrat aydın gençlere linçlerle yöneliyorlar.
Umudumuzu yüreğimizde söküp almak için topluca ittifaklar oluşturarak, toplu katliam tehditleri savurarak bizi tutsak almaya çalışıyorlar.
Ama unutuyorlar ki biz Mayıs ayını yaşıyoruz. Biz Deniz’i yaşıyoruz. Hüseyin’i, Yusuf’u, İbrahim’i, Sinan’ı ve tabii ki Haki’yi, Ferhat’ı, Ozan Mizgin’i, Leyla Kasım’ı ve nice ölüm perdesini yırtan direnişçi PKK militanı yaşıyoruz. Özcesi biz işgal ve sömürüye karşı kafa tutmuş her devrimciyi yaşıyoruz.
Her direnişçi devrimciyi yaşamak biraz da bu uğurda halkı için, halklar için can vermişlerin izinden yürümek oluyor ki biz çoktan kelle koltukta ilerici insanlık için canlarını ortaya koyanların izleyicileri olduğumuzun sözünü vermişiz…
Hani enternasyonalist Arap devrimci Kadir Usta’mızın şiiriyle söyleyecek olursak:
Bazen haykırıştır
Bazen gülüştür
Bazen kaşlarını çatmaktır
Namussuza karşı
Bazen yürümektir
Dolunaylı bir gecede
Bazen şafakta
Yükselen güneş ışınlarını
Özlemektir
Bazen ıssız vadide ilerlemektir
Kuşların cıvıltılarıyla
Yarının hayalini kurmaktır bazen
Bazen yüreğin sesini dinlemektir
Yaz yağmuru altında
Bazen savaştır
Bazen tavırdır
Bazen yağlı kurşunlar göğüslemesini bilmektir
“nihayetinde hepsini bir arada yaşamaktır”
Özgürülük.
Bizi ise çoktan şehitlerin yolunda özgürleşmek için söz vermişiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar