Rêber APO
Kürdün şimdiye kadar sevgiden fazla anlamadığı, bir aşkı yaşamadığı biliniyor. Ehmedê Xane'nin Mem û Zîn'inde bile aşkın kenarından geçilmemiştir. Aşk yerine söylenen bir söylem vardır. Onun da sonu, dili bile olmayan ve ayağa bile kalkamayan bir Zîn'le, yine iki adım bile yol alamayan bir Mem'dir. Yani herhangi bir gücü filan yoktur. O büyük aşk klasiğinde, destanında bile aşkın kenarından geçilmiyor. Daha sonraki üç yüz yılı göz önüne getirdiğimizde, aşkın artık sözü bile edilmez olur. Bir tek sözcükle, güzel bir sevgi üzerine hiç kimse bir şey yazamaz olur. Şimdi bizim burada aşkı ne kadar yaratıp yaratmadığımız o kadar önemli değildir. Ama bir iddiamız, bir eylemliliğimiz var. Bunu kadınla yapmaya çalışıyoruz. Buna kim ne ad takarsa taksın önemli değildir. Ben kendimi ortaya koydum; yoldaşlarımız, etkilendiğimiz ve etkilediğimiz kadınlarımız ortadadır. Şüphesiz bunlar belki benden daha fazlasını bekliyorlar ama bizde gerçekleşen bu kadardır. İsteyebildikleri gibi bir insan olmayı, hatta bir erkek olmayı da bu vesileyle dile getirmek istedim.
Bu yıl benim sıkça kullandığım bir söz de ‘erkeği öldürmek’ti. Erkeği öldürmek demek, kadın karşısında bir zalimden, bir despottan, bir tüketiciden, her bakımdan çirkin konumdan öteye bir durumda olmayan erkeği öldürmek demektir. Bunu her erkek, özellikle içimizdeki erkekler bilmek zorundadır. Kadın karşısındaki böyle erkeklerin konumlarını ne yapacağım? Bu erkeklik zaten elinden de bir şey gelmeyen bir erkekliktir. Doğru dürüst bir savaşı veremiyor, doğru dürüst bir taktiği bile hayata geçiremiyor. Bu erkeğin bilinci uyanan Kürt kızında, Kürt kadınında bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Zilan gibi bir büyüklük karşısında, klasik erkekliğin beş para bile etmeyeceği açıktır.
Kaba cinsel güdülerle bir kadına yüklenme devrinin artık geçtiğini herkesin bilmesi gerekiyor. Kadın denilen olayın yaşamsal ve eylemsel olduğu artık bilinmelidir. Dolayısıyla biraz daha açık sözlü olmak kadar, kendini eşitliğe ve özgürlüğe yakın bir konuma taşırmak önemlidir. Kadınla başka türlü buluşmak ve söyleşmek mümkün değildir. Saygı, büyüklük ve tutarlılık varsa, erkeklerimiz bunun gereklerini yerine getirirse, bir kadın bulabilirler. Kadınlar neden bu kadar bize bağlılar? Erkeklerimiz genellikle kıskançtır. Bu kadar büyük bağlılıklar bile benim için hiç sorun değildir. Başlık parasıyla -ki, toplumda bu böyledir-, bizde ise yetkiye sığınarak ve gücünü böyle göstererek bir kadını kazanamazsınız. Bir kadını kazanmanın yolu, Zilan'ın kendini değerlendirdiği biçimde olur.
Dikkat ederseniz bu kadın yoldaşımızla benim herhangi bir tanışmışlığım yoktur ama en büyük bağlılığını ortaya koyabiliyor. Bu nokta çok önemlidir. Bir erkeğin bir kadın için nasıl olması gerektiğini ortaya koymaya çalışıyor. Eğer biraz böyle olabilirseniz, bir kadının nasıl bağlanabileceği ve sadece bağlanmakla da kalmayıp nasıl kahraman olabileceği ortadadır. Bunu anlamazsanız, kesinlikle kendinize erkek diyemeyeceksiniz. Belki başka yerde, dışımızda bunu diyebilirsiniz; ama kendi gerçekliğimizde -umarım bunu bütün halkımız içinde de gerçekleştireceğiz- bu kişiliğe başka türlü saygımızın olabilmesi de mümkün değildir.
Ayrıca bu da yetmiyor. Yani yeni insan tipinin bir kadın için ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Vicdanınız ve biraz gücünüz varsa, yalnız benim emirlerime ve dayatmalarıma göre kadın değil, kadına göre ben nasıl olmalıyım diye kendinize sormalısınız. Şimdi bu soru daha yakıcı olmalıdır. Kadın neden her yönüyle sana göre olsun? Hele iflas etmişliğin, fazla yaratıcı olmadığın ve çirkin olduğun ortadayken, bir kadın neden sadece sana göre olsun? Biraz paran, malın ve mülkün olduğu için mi? Biraz kaba gücün olduğu için mi? Bunlarla herhangi bir sevginin, bir aşkın yakalanmayacağı açıktır. Bu tip kişilikler baskıyla kadını yüzyıllarca kendilerine bağlamak isterler. İşte buna karşı büyük bir başkaldırı var. Ben buna saygılıyım ve bunun önderliğini yapmaktan da gurur duyuyorum. Böyle kadınların önderi olmaktan da büyük bir haz duyuyorum. Onlarla böyle yaşamanın hiçbir ayıbı yoktur. Böyle bir kadın ordulaşmasının en büyük destekçisi olmaktan da gurur duyuyorum. Neden ucuz sözlerle bu değerlendiriliyor ki, böylesine yiğit kadınlar ordusunun bir yardımcısı olmak neden dedikoduya götürsün ki? Bu kadınlar ki, her birisi büyük bir kahraman durumuna gelebiliyor. Karılarınız olamadığı için kıskanıyorsanız, o ayrı bir sorundur. Siz de yiğitlik yapın, siz de kadınların istediği bir kişiliği sergileyin ki, bu kadınlar sizin yoldaşlarınız ve sözlüleriniz olsun. Ama bu gücü gösteremiyorsanız, tabii ki bu ülkede sizin için kadın olmayacaktır.
Gücümü bu temelde daha fazla kullanacağım. Ben bir intikamcıyım. Siz ülkenize hiç sahip çıkamayacaksınız, özgürlük için hiçbir şey yapmayacaksınız, sözle pratik arasında hiçbir bağlantıyı kurmayacaksınız, ondan sonra da bana “Canım kadın istiyor, yaşam istiyor” diyeceksiniz: Bu kabul edilemez. Zilan kişiliğinde bu yerle bir edilmiştir. Özellikle parti saflarımızda herkes bilmelidir ki, bu sözler boşuna söylenmemiştir. Gerekirse bütün kadınların bağlı olabileceği bir erkek olmayı da gerçekleştireceğim. Onların manen güç olacakları ve hiçbir erkeğe bağlı olmayı hissetmeyecekleri kadar çarpıcı olacağım ve de oluyorum. Kadınlar bunu büyük bir coşkuyla karşılıyorlar. Ama bu yalnız başına yetmez. Gönül ister ki, bütün erkeklerimiz az çok bu temelde kadın yoldaşlarının duygularını ve düşüncelerini kendi kişiliklerinde doğru temsil etsinler.
En önemlisi de, ülkesiz, özgürlüksüz, savaşsız ve başarısız yaşam olmaz; dolayısıyla kadın da olmaz. Bunu anlamadıkça Zilan'ı, dolayısıyla özgür militan kadını da anlayamazsınız. Bütün erkeklerimize veya parti içindeki yoldaşlara kadınla yaşamak isteyenler var mı diye soruyorum. Keşke bir kadını sevebilseniz, keşke biraz bu anlamda yüreğiniz ve vicdanınız olabilse de kişiliğiniz biraz can bulabilse! Ben bunun yolunu açmak istiyorum. Ucuz laflarla ileri geri konuşulacağına, hakkımızda şöyle böyle değerlendirmeler yapılacağına, bunun yolunun açılmak istendiği anlaşılmalıdır.
Kadın şerefli ve kutsal bir biçimde büyük değerlerle birlikte yaşanılması gereken bir varlıktır. Bunun anlamını vermek istiyorum. Yaşama bundan daha değerli katkı olabilir mi? Bir yiğitliğiniz, bir erkekliğiniz varsa, bu konuda kendinizi göstermekten daha değerli bir çaba olabilir mi? Son bir yılda bu tip duygu ve düşünceleri çok yönlü geliştirmek istedim. Savaşla, dış cephede şu kadar başarı kazandık demekle övünmüyoruz. Aslında bunlardan büyük üzüntü de duyuyoruz. Biz savaşı hiçbir zaman sadistçe ele almadık. Asker, hain vuruyoruz deyip bundan zevk duymuyoruz. Bunlar yaşamın önünde bir engel olarak dikildikleri için, bizi an be an imha etmek istedikleri için savaşıyoruz. Yoksa bu dünyada en zor savaşabilecek olan biri varsa o da benim. Ancak yaşamın başka yolu yoktur. Her gün bu konuda çağrı yapıyorum; insani bir yöntemle, yani vurmadan, kırıp dökmeden, öldürmeden, bu halkın var olan bazı sorunlarını tartışarak halledelim diyorum. Ama bunların yüreği yoktur, büyük vicdansızlar. Bir halkın haklarının ne olduğunu, baskı altındaki insanların özleminin ne olduğunu anlamak bile istemezler. ‘Ulusal birlik ve bütünlük’ adı altında “Bir halk yok olsun, bütün insanlar yaşam dışı bırakılsın” anlayışına sahipler. Bu, kendileri için sözüm ona şereftir. Biz bu ‘şerefi’ çok iyi tanıyoruz; tarihte bunun örnekleri çoktur.
Biz çok haksız, çok körce, yıkmaktan ve imha etmekten başka amacı olmayan bu tip zalim güçlerden kendimizi korumak için bu savaşı veriyoruz. Ama asıl savaşımımız yaşamımızın bitirilmişliğine bir anlam verebilmek içindir. Bu cephe en az savaş cephesi kadar önemlidir. Biz, kabul edilebilir, sevip sayılabilir bir yaşamın kadın-erkek ilişkilerindeki tutturulması gereken düzeyle birlikte olabileceğine inanıyoruz. Kadını bizzat karar verebilecek, tartışabilecek, Zilan kişiliğinde görüldüğü gibi anlam ve duygu derinliğini yakalayabilecek bir biçimde geliştirmeyi düşünüyorum. Bu konuda gerekeni yapmaya çalışıyorum. Bu en doğrusudur, özellikle bizim toplumumuz için yerine getirilmesi gereken en kutsal görevlerden birisidir.
Başta saygıdeğer halkımıza ve dostlarımıza olmak üzere, partimiz içindeki yaşam konusunda belli bir derinliği yakalamak isteyenlere de şunu belirtebilirim: Zor da olsa, hatta savaştan bile zor olsa, birçok geleneklere, bağlı olduğumuz dinsel veya ahlâki ve moral değerlerimize ters de gelse, yeni yaşamın yolunu böyle açmak zorundayım. “Din, ahlâk ve gelenekler şöyle diyor” denilebilir; bunlar benim için önemli değildir, çünkü bunlar ülkemizi, yaşamı, kadını ve erkeği kaybettirdi. Ben kolay ve ucuz yaşamı sürdürmek niyetinde değilim. Tıpkı burada vurgulandığı gibi, “İddia ve yaşam büyük olacak” ilkesine bağlıyım. Bu ilke için ne gerekiyorsa o yapılacaktır. Bu kadar büyük bir savaşı hiçbir dinin mensupları gösteremez. Ama PKK'de özgürlük militanı gencecik bir kız bu gücü gösterebilmiştir. Bu sevgiyi ve vicdanı başka hiçbir gelenekte ve ahlâkta görmek mümkün değildir. İşte bu, özgürlük ahlâkında ve özgürlük amaçlarında gösterilmiştir.
Bütün halkımız, dostlarımız ve partimiz içindeki tüm kadın ve erkek militanlarımız!
Önderlikte yaşam konusunda bir ilerlemenin farkında olmak gerekiyor. Kadınla doğru yaşayabilmek ve daha anlayışlı olabilmek savaşa da çok güç verir. Bu, öyle sanıldığı gibi benciliğe götürmez. Kim bencilliğe götüreceğini söylüyorsa yanılıyor. Kadınla olabilmek bir savaş gerekçesidir. Herkes anlayabilmeli ki, son yıllarda kadınla ne kadar olabildiysem, o kadar amansız savaşçı olmayı bildim. Eski erkek bir kadınla oldu mu, kendini verse bir çırpıda kazanılacak bir savaşa ihanet eder. Bu erkek, benim için en namussuz erkektir. Bu kişilik kadın da olabilir. Ama benim yanımdaki hiçbir kadının beni savaş dışı bıraktığını hiçbir zaman düşünmüyorum. Zaten Zilan'ın kendisi ortadadır; Zilan'la olabilmek en büyük savaş eylemiyle olabilmektir. Kadınla olabilmek mi istiyorsunuz, o zaman en büyük savaşçı olacaksınız. Büyük yurtseverlikle, büyük özgürlükle birlikte olacaksınız. Yine kadın mı erkekle olmak istiyor; benim şahsımda yetişen yeni insanla olacak, yani Zilan yoldaş gibi olacaktır. Bunun başka izahı yoktur. “Anlamadık, güç yetiremiyoruz” dememelisiniz. Kutsal dediğimiz, yüreğimizde ve beynimizde sonuna kadar bağlandığımız sözleşme dediğim olay budur.
Ben buna yaşamın manifestosu dedim. Bundan sonra bu ülkede, bu halk içinde kadın-erkek arasındaki yaşam bu manifestoya göre olacaktır. Daha değerli kadın militanlar ortaya çıkararak, bunu biraz daha kanıtlamak istiyorum. Erkeklerin gözüne yiğit kadınları sokarak, gerektiğinde onlardan daha fazla savaşçı kılarak ve mümkünse onları biraz vicdana ve savaşa kaldırarak bunu biraz göstermek istedim. Yine yaşama büyük bir tutkuyla bağlanmaları için, kadının anlam ve önemini ortaya koymak istedim. Gelişmeler sınırlıdır, ama bana göre çarpıcıdır. Birçoğunun sandığı gibi, bilinç derinliği ve büyük bir ruh olmadan bu yaşam yaratılmamıştır. PKK'nin kadın şehitleri bu manifestoya göre gelişmektedir ve yine yiğit erkekler de bu manifestoya göre ortaya çıkmaktadır. İsterdim ki bunların tam zaferini sağlayabileyim. Gücümün buna yeterli olması için her şeyi çılgınca yerine getirmeye de çalışıyorum. Ancak bu yetmeyebilir. Şehitlere bağlılık sözü veren herkes, günlük yaşamını mümkünse büyük iddialı ve eylemli kılsın. Bana göre sıradan birisi bile büyük iddialı ve eylemli olursa, hem yaşamın temsilcisi, hem de onun gerektirdiği kadar savaşçısı olabilir; zaferi de kesinleştirebilir. Şahadetinin büyük diriliş eyleminin birinci yıldönümü vesilesiyle bunları vurguluyorum.
Zilan yoldaşımız sözlerinde sonuna kadar haklıdır. İddiası ve yaşam tutkusu son derece soyludur. Biz, biraz buna yol açtığımız için mutlu olmakla birlikte, tam zaferini sağlayamadığımız için de halen eziklik ve endişe içindeyiz. Ama bunu aşmak için de amansız çabalarımızı kesinlikle sürdüreceğiz. Kendisinin de vurguladığı gibi bu, mutlaka zafere götürecektir. Bu anlamda sadece savaşımın zafer çizgisi değil, yaşamın da zafer kişiliği Zilan Manifestosunda kesinlikle anlam bulmuştur. Bundan sonra yaşam, bu manifesto ve yemin altında anlam bulacaktır. Biz bütün kusurlarımıza, eksikliklerimize ve yanlışlarımıza rağmen, bunun gereklerini biraz yerine getirmeye çalıştık. İnanıyorum ki, bundan sonra daha cesur, doğrulara daha yakın, daha bilinçli, hem de çok duyarlı ve duygulu insanlar olarak yaşamın da gereklerini yerine getireceğiz ve savaş kadar yaşamın da zaferini kesinleştireceğiz.
30 Haziran 1997
- Ayrıntılar
Rêber APO
Bir yandan diyeceksiniz; 'en az Kürtler de Türkler kadar bu toprakların sahibidir, onlara da her türlü ulusal ve toplumsal haklar tanınacaktır.' Diğer yandan ise adımız bile yok. İşte şiddeti bu doğurdu. Ve eğer sorumlu tutulacak birileri varsa, herhalde en az sorumlu tutulacak çevre biziz. Biz kimlik istedik, biz demokrasi istedik, biz biraz kültür istedik. İnsan kültürsüz yaşayabilir mi? İnsan demokrasisiz yaşayabilir mi? Adımız bile ortadan kaldırıldıktan sonra peki ne yapmamızı istiyorsunuz? Buna rağmen yine de -çok korktuğumuz için, çok çekindiğimiz için değil- en iyi yaşamın birlikte yaşam olduğunu söylüyorum. Keşke her iki taraftan da bu kadar kan dökülmeseydi de, gerçekten yüreklerimizi her gün parçalayan bu durumlar olmasaydı da, meseleleri geniş bir demokratik platformda tartışarak çözüme bağlasaydık. Kim demokratik platformdan kaçıyor? Ne zaman istenildi de biz gereğini yerine getirmedik? Al bir İrlanda ölçüsü, al bir en kanlı düşmanlar olan Araplar ve İsrail gerçeği! Kürtler ve Türkler tarihi birlikte paylaşmışlar. Gerçekten Kürtler kadar Türklere yardım eden başka bir halk da yoktur. Açın, bütün tarih bunu böyle yazar. Ama bunun karşılığı gerçekten bu tek taraflı hak inkarı olmamalıydı. İşte bundan doğdu bu kan dökülmeler, bu şehitler.
Ben her iki tarafın da insanlarının kendilerine göre şehit olmasına saygıyla bir karşılık veriyorum, ama diyorum ki; 'yeter, bir tek damla kan bile artık dökülmesin!' Eğer Türk yönetimi veya TC'yi bugün yönetenler, işte 'kimliğini sildik, giderek hızla eriyorlar ve yakında bitecekler' kararlılığını sürdüreceklerse, bundan vazgeçmeyeceklerse; bana göre şerefli Kürtler varsa, biraz dillerine, kültürlerine bağlılarsa, atalarından günümüze kadar yüz binlerce insanın kanı dökülmüş, onlara saygının bir gereği olarak herhalde kendi elleriyle boyunlarını uzatmayacaklardır, bu çürümeyi kabul etmeyeceklerdir.
Siz onurunuza, ulusal onurunuza düşkünsünüz ve ben bunu kötülemiyorum. Her ulusun öyle olması gerekir. M. Kemal'in de büyük bir onur temsili olduğunu biliyorum. Bunu da saygıyla karşılıyorum. Peki, ama neden Kürtlerden aynı şeyi esirgiyorsunuz? Yalnız ben söylemiyorum, başlangıçta, cumhuriyetin temelinde Kürtler de var; onların da bir ulusal onuru, bir kimlik onuru olması gerektiğini neden kabul etmiyorsunuz? Kabul edilirse -ki deniliyor, kabul ediliyor- o zaman haydi durduralım bu şiddeti diyorum. Bir saniye bile sürdürmeyelim. Bunu ben istiyorum. Yineliyorum, bu bir korkudan ya da şiddeti geliştirme yeteneğinden uzak olduğumuzdan değil, gerçekten mecbur olduğumuz içindir. Ama bakın, bugün tekrar söylüyorum; şiddeti karşı taraf durdursun, bizim gerçek taleplerimizin ne olduğunu, gerçek kardeşliğin ne olduğunu göstereceğiz. Bu fırsat verilmiyor diyorum. Bu kan bunun içindir, bu anlamsız şiddet bunun için oluyor.
Çok üzülüyoruz, sizler de üzülmelisiniz. Bir an önce durması için neden basın kampanyaları düzenlemiyorsunuz? En temel sorun bu değil mi? Günde bazen 50 asker gidiyor, bazen 50 PKK'li gidiyor. Bunlar en dehşet verici rakamlar değil mi? Neden bunları açmıyoruz? Neden durdurulması için bir kampanya düzenlemiyoruz? Bir mafya kaçakçısı için basın her gün şu kadar manşet atıyor. Nedir onun kıymeti harbiyesi? 10-20-30 asker öldüğünde iki-üç satırla geçiştiriyorsunuz. Bir Türk askeri bu kadar kıymetsiz midir? Neden onun acısı üzerinde durmuyoruz? Neden yeter demiyoruz? Sanırım birinci husus bu.
Süreye ilişkin veya neden buna ihtiyaç duyuldu deniliyorsa; o da bir mecburiyetten ötürü değildir gerçekten. Bizim dikkate almamız gereken çevreler tarafından belki de olumlu yankı bulur diye bir iyi niyetli girişimimiz olarak anlaşılmalıdır. Yani tek taraflı olarak buna mecbur olmamızdan ziyade, bazı olumlulukların gelişebileceğine veya gelişebilmesi gerektiğine ve buna bizim de katkıda bulunmamızın yararlı olacağına dair bazı görüşler ortaya çıktığı için ve bunlar da bize dolaylı olarak yansıdığı için böyle bir adım atılmasını uygun bulduk. Bunu kesinlikle bu temelde açıklayabilirim. Doğru mu, değil mi? Gerçekten gelişmeler olumlu olacak mı, olmayacak mı? Sanırım bunu da önümüzdeki bir iki hafta içinde anlayacağız. Olumlu olursa çok iyi olur, olumlu olmazsa zaten yıllardan beri içinde yaşadığımız bu süreci sürdürmekten başka çaremiz yoktur.
- Ayrıntılar
Ben buradan halkımıza sesleniyorum. AKP de 5 Kasım 2007'ye kadar bu özel savaşı yürüttü. Bir özel savaş hükümetidir. AKP başta olmak üzere tüm özel savaş partilerine kesinlikle oy vermesinler. Oylarıyla bu özel savaş partilerini cezalandırsınlar. DTP, Kürtler tüm demokrasi güçleri çok çalışmalı. Kendi çalışmalarını geliştirmeli, genişletmelidir. Diyarbakır'ı teslim alamadılar, alamazlar da, benden koparamadılar. Neden bunu başaramadılar? Bu önemlidir. Dört dörtlük özel bir örgüt kurup çalışsaydım, propaganda yapsaydım halkın gönlünde bu kadar taht kuramazdım. Halkın bana bağlılığı derinlerden, onların ta yüreklerinden geliyor. Tüm halkımızı özellikle çocukları ve gençlerin Newroz Bayramı'nı kutluyorum. Mademki tarihte kardeşlik var, aynı coğrafyayı paylaşıyoruz, bunun gereğinin de yapılması lazım. Türkiye halkının da Newroz Bayramı'nı kutluyorum. Özellikle Türkiye halkının gerçekleri bilmesini istiyorum. Biz ABD'yi ve Avrupa Birliğini devreden çıkarabiliriz. Tarihi köklü iki büyük halklarız. Kürt sorunu için de kendi çözümümüzü sağduyuyla bulabiliriz, bu sorunları aşabiliriz. Dışarıdan müdahaleye gerek yok, kendimize güvenmeliyiz. Ben ulus-devleti değil, demokratik ulusu esas alıyorum. Demokratik ulus ve demokratik konfederalizm çerçevesinde bir Newroz mesajını tüm dünyaya verebiliriz. Bunu halklar için, halkların barışı için önemli buluyorum, tüm halkımızın ve Ortadoğu halklarının Newrozunu kutluyorum.
- Ayrıntılar
Rêber APO
Sosyal zeminin zayıflığı ve bu zemin üstünde yükselen politikalarının yetersizliği, içerde ve özellikle de dışarıda içerisine girmiş oldukları son derece hatalı ilişkiler nedeni ile ilkel miliyetçi ve reformist yaklaşımların sorunu çözmek bir yana yarayı daha da derinleştirdikleri ortadadır. Geçmişte doğru bir siyasal program, stratejik ve taktik anlayış geliştiremeyen bu güçler, bugün de aynı olumsuz yapılarını devam ettirmekte ve bu nedenle de sorunun kaynağı olmaktan kurtulamamaktadırlar.
Her şeyden önce, ilkel miliyetçi ve küçük-burjuva güçler, Kürdistan geneli ve kendi parçaları içindeki gerçek konumlarını doğru belirleyememekte ve bu konudaki olumsuzluklarını devam ettirmektedirler. Coğrafyası, nüfusu ile Güney Kürdistan'ın Kürdistan geneli içindeki yeri ve rolünün ne olacağı, ne olması gerektiği sorusunu hala çözüme kavuşturmaktan uzak bulundukları gibi, geçmişte daha çok kendi öz güçleri ile değil, bazı fırsatlara dayanarak hareket geliştirmişseler de, bugünkü yapılarıyla fazla ileriye gidemeyecekleri açık olduğu halde, bu durumlarını görememekte veya görmemezlikten gelerek olumsuz yapılarında ısrar etmektedirler. Geçmişte yarı-feodal, yarı-burjuva önderliğin yaptığı gibi, günümüzde küçük-burjuva yanı ağır basan önderlik de, mevcut yapısıyla kendi parçasında bile önderlik yapamazken, Kürdistan geneline önderlik yapmasının mümkün olmadığını kavrayamamakta ve bu konudaki olumsuz tutumunu sürdürmeye devam etmektedir. Bu anlayış, söz konusu güçlerin doğru bir program, strateji ve taktiğe ulaşmalarını ve doğal olarak soruna çözümleyici bir güç olmalarını engellemekte, giderek mücadeleye engel bir konuma düşmelerine neden olmaktadır.
Bu güçler Kürdistan halkının çıkarlarını gözeten doğru devrimci program geliştirememekte, daha çok burjuvalaşmak isteyen yarı-feodal, yarı-burjuva kesimlerin çıkarlarını gündemleştiren bir otonomi programı ile ortaya çıkmakta, kendi çıkarlarını Kürdistan ve Irak'taki devrimci bir hareketin geliştirilmesinde değil, otonomi vb. yollarla elde edecekleri birtakım hakların gerçekleşmesinde görmektedirler. Bu doğrultuda oluşturdukları siyasal programları, kendi sınıfsal konumlarının bir ifadesi olarak devrimci-demokratik bir hareket geliştirmek yerine, bazı reformlarla kendi burjuva dönüşümlerini sağlamayı hedeflemektedir. Günümüzde küçük-burjuva eğilimi örgütleme iddiası ile ortaya çıkan önderlik de hemen hemen yarı-feodal, yarı-burjuva önderliğin sahip olduğu siyasal program, strateji ve taktikleri benimseyerek aynı olumsuzluğu devam ettirmektedir.
Halbuki, Güney Kürdistan için devrimci bir ulusal kurtuluş programının oluşturulması, Irak'ta devrimci-demokratik bir programın çözümlenmesinde de temel bir faktör olacaktı. Ama bu güçler, bugün de önlerine koydukları gelişmemiş, dar reformist siyasal programları ile sonuca gitmeye çalışmakta ve hem de siyasal iktidarın özüne dokunmadan bunu yapmak istemektedirler. Ülkenin içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulların doğru bir tahlili yapılamadığından, doğru devrimci bir program da yaratılamamıştır. Program diye ortaya konulan şey, halkımızın bağımsızlık ve özgürlük mücadelesiyle bir ilişkisi olmayan, feodal-burjuva öğelerin dar sınıfsal çıkarlarını korumaya yönelik birtakım formülasyonlardır. Halkımızın ulusal ve sınıfsal talepleriyle bu denli ayrı ve aykırı düşmüş olan bir programın birçok olumsuzluğa zemin oluşturacağı açıktır.
Soruna hala, hem Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi ve hem de Irak'taki devrimci dönüşümler açısından yetersizliği ve gericiliği açığa çıkmış olan otonomi talebinin programlaştırılması temelinde yaklaşılırsa, açık ki çözüm sağlanması mümkün olamaz ve bu güçler çatışmalardan kendilerini kurtaramazlar.
Stratejik düzeyde içerisine girilen hatalı eğilimler giderilmeden, bu güçlerin sorunu çözüme götürme girişimlerinin hiçbir sonuç vermeyeceği çok açık olduğu halde, bu konuda olumlu bir tutum içine girmekten ısrarla kaçınmaktadırlar.
Dışarıda geliştirilen stratejik anlayış, aynı hatalı biçimiyle kendisini mevcut güçlerin aralarındaki ilişkilerde de duyurmaktadır. İçte yurtsever güçler arasında ittifak ve ilişki geliştirilmesi gerekirken, aşiretçi-feodal çıkarlar ön planda tutularak, bölünmüşlük ve parçalanmışlık daha da derinleştirilmekte ve dışarıda yedeği durumuna düşülen güçlerle ilişkinin bir ürünü olarak, içeride de çeşitli kümelenmeler ve gruplaşmalar doğmaktadır. Bir de buna sosyal zeminin zayıflığının yol açtığı karmaşıklık eklenince, durum daha da vahimleşmektedir. Kendi aralarında cephe ve ittifaklar sorununu doğru bir temelde ele alıp pratikte somutlaştıramayan bu güçler, ittifak sorununu Kürdistan'ın diğer parçalarına da yanlış bir biçimde yansıtmakta ve önemli sorunların doğmasına yol açmaktadırlar.
Dış güçlerle bağımlılık temelinde girilen ilişkiler çatışmaların derinleşmesindeki en temel etkenlerden biridir. Her ne kadar, bazı güçlerin içerisine girdikleri ilişkiler nispeten ilerici bir özelliğe sahipse de, bu ilişkiler çatışan tarafların tutumlarını olumlu yönde etkileyebilecek veya çatışmaları engelleyebilecek bir düzeyde bulunmamaktadır. Nitekim ilerici ülkelerle ilişkide olan güçler bile, kendileri bu çatışmaların bir tarafı ve kaynağı olmaktan kurtaramamaktadır. Kuşkusuz, sorunun çözümü sıradan bir-iki ilişkiye dayanmamaktadır. Stratejik anlayışın hem içte ve hem de dışta doğru temele ve doğru ilişkilere oturtulması gerekmektedir. Soruna böyle bir temelde yaklaşılmadıkça, hatalı ittifak ve ilişkilerin yol açtığı çatışmaların birliğe dönüştürülmesi olanaklı görülmemektedir.
Ama mevcut güçlerin durumunu incelediğimizde, böyle bir konumdan uzak bulundukları acı gerçeği ile karşılaşmaktayız. Bırakalım tüm güçlerin kendi aralarında bir cephe ve ittifak geliştirmelerini, benzer anlayışlara sahip gruplar bile birlik konusunda fazla mesafe alamamakta, bu konuda sarfettikleri sınırlı çabalar ise belirtilen konumlarından ötürü dağılıp gitmektedir. Bu derece zayıf bağlarla birbirine bağlı olan bu güçlerin halkın çıkarlarından çok kendi çıkarlarını gözetecekleri ortadadır. Bu anlayışın stratejik yönelimlerine de hakim olması, açık ki bu güçleri iç çatışmalara yatkın bir hale getirmektedir.
Bunun yanı sıra, benzer stratejik hatalar taşıyan Kuzey Kürdistan'daki reformist-teslimiyetçi güçlerin oportünist yaklaşımları da, sorunu çözüme ulaştırmaktan uzak bulunmaktadır. Geçmişte "UDG" adı altında ortaya sürülen ve Kürdistan halkının değil, sadece bazı güçlerin dar grup çıkarlarını korumaya yönelik "birlikler"le sorunun çözülemeyeceği bugün artık herkesçe bilinmektedir. Fakat son derece açık olan bu gerçeğe rağmen, aynı çevreler günümüzde de "5'li Platform" vb. gibi sözde "birlik" çabalarıyla bu olumsuz tavırlarını sürdürmeye devam etmektedirler. Kaldı ki, gerek geçmişte "UDG" olayında ve gerekse günümüzde "5'li Platform" çabalarında görüldüğü gibi, halkın ulusal kurtuluş mücadelesinden uzak, bazı ince hesaplar üzerine kurulan birlikler fazla yürümemektedir. "UDG" daha oluşumunun 1. yılını doldurmadan dağılmakla yüz yüze kalırken, bugün de "5'li Platform" daha vücut bulmadan, kendi içinde bölünmeye ve dağılmaya uğramıştır. Fakat bu kadar açık ve son derece öğretici olması gereken gerçeklere rağmen, bazı çevrelerin aynı olumsuz yapıyı, bir parçayla da sınırlı tutmayıp tüm Kürdistan çapında geliştirmek istediklerini görmekteyiz. Özellikle de her dört parçadaki otonomici küçük-burjuva eğilimin fırsatçı ve diğer güçleri zayıf düşürücü bir anlayışla, ilkesiz bir temelde reformist talepler çerçevesinde geliştirmek istedikleri birlik sorununun çözümünde bir yol olmadığı gibi bölünme ve gruplaşmayı daha da artırmakta ve çözümsüzlüğü daha da derinleştirmektedir.
Aynı şekilde bu güçlerin doğru bir örgüt ve eylem çizgisi geliştirememeleri de birliğin gerçekleştirilmesini engellemektedir. Bu güçlerce günümüze dek de Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin sorunlarını yüklenecek modern, ulusal kurtuluşçu bir örgütlenme yaratılamamış, klasik öğelerle modern öğeleri, komünistlerle ilkel-miliyetçileri bir arada tutan karmaşık ve ilkel örgütlenme aşılamamış, hatta birçok güç aşiretçi-feodal yapıyı olduğu gibi koruyarak onu modern örgütlenmenin yerine geçirmeye çalışmıştır. Örgüt bağları yerine, aşiretçi-feodal bağların geliştirilmesi, mevcut güçlerin iç yapılarını toplumdaki aşiretçi-feodal bölünmüşlüğün etkilerine açık tutmakta, bu ise örgütlerin iç yapılarını bile çatışmalara uygun bir zemin haline getirmektedir.
Doğru bir eylem çizgisinin geliştirilmemesi ise sorunun çözümünü engellemektedir. Doğu ve Güney Kürdistan güçleri, kendi öz güçlerine, tarihi-toplumsal koşullarına ve devrim ile karşı-devrimin durumuna dayanan ve bunları temel alan bir eylem hattı değil, daha çok dış güçlere ve bazı fırsatlara bağlı bir eylem çizgisi geliştirmektedirler. Halkın savaşçı ve direnişçi potansiyelini Kürdistan bağımsızlık mücadelesine kanalize edecek bir eylem çizgisi izleyeceklerine, bu potansiyeli kendi bencil çıkarları içerisinde eriten ve giderek tüketen bir tutumla; otonomi elde etme doğrultusunda bir eylem çizgisi geliştirmektedirler. Örgütler, aşiretlere vb. güçlere dayandığından, eylemler de, aşiretçi-feodal güçlerin çıkarlarını korumaya yönelik olarak geliştirilmektedir.
Gerek örgüt ve gerekse eylem konularında bu güçlerin içerisinde bulundukları olumsuzluklar ve yetersizlikler nedeniyle ortaya çıkan çatışmaların önü alınamamakta, bilakis bu tutumların sürdürülmesi sonucu çatışmalar daha da derinleştirilmektedir. Halbuki, ulusal kurtuluş hedeflenip, doğru bir örgüt ve eylem çizgisi geliştirilmesi halinde, sorunun çözümü son derece kolaylaşacaktır. Bu nedenle yıllardır kullanılan fakat olumlu bir sonuç vermediği gün gibi açık olan ilkel reformist-milliyetçi örgüt ve mücadele çizgisinin aşılması, doğru bir örgüt ve mücadele hattına ulaşılması, problemin çözümü için temel önemdedir. Sorunun çözümünde hala o eski anlayışlara bel bağlamak -hiç istenmese de- acımasız iç çatışmaların kucağına düşmeyi kaçınılmaz kılacaktır.
Sonuç olarak, yarı-feodal, yarı-burjuva güçlerin soruna çözüm getirmeleri; dayandıkları sosyal zeminin zayıflığı, Kürdistan ulusal kurtuluş sorununun çözümünü devrimci değil reformist bir tarzda gerçekleştirmek isteyen siyasal programları, içeride ve özellikle de dışarıda içerisinde bulundukları hatalı stratejik eğilimleri, çeşitli dış güçlerin yedeği durumuna düşmeleri ve taktik hattın doğru geliştirilememesi nedeniyle mümkün değildir. Sorunun esas olarak ilkel milliyetçi ve oportünist eğilimlerden kaynaklandığını göremeyip, hala bu tutumlarda ısrar edilmesinin çözümsüzlüğü daha da derinleştireceği açıktır. Bunun için her şeyden önce ilkel-milliyetçi ve oportünist yaklaşımlarla soruna çözüm aramaktan vazgeçilmelidir.
- Ayrıntılar
Rêber APO
Baharla inşa edeceğimiz özürlüğün verdiği coşku ile tüm halkımızın yeni yılını kutluyorum.
Ortadoğu da halklar arası özgür ve demokratik birliğin yaratılması ve bu birlik içinde dünyada özgürlüğü en çok hak etmiş bulunan halkımızın da onurlu yerini alması için yürüttüğümüz amansız mücadele ışığında tüm Ortadoğu ve Dünya halklarının yeni yılını kutluyorum.
Kürtlere özgür, onurlu bir şekilde yaşama şansı tanınmamıştır. Bizler özgürlük için mücadele ediyoruz, özgürlük mücadelecileriyiz. Özgür yaşam felsefesini kabul etmeyen bir insan onursuzluğu tercih etmiş demektir. Ancak onurlu olan özgür olur, ancak özgür olan bilinçli olabilir ve üretebilir. Özgürlüğe olan tutkumuzdan dolayı bizi sürekli boğmak istediler ve halen boğmaya çalışıyorlar.
Yeni yılda da sorunlarımızın çözümünü başka yer ve güçlere bağlı olarak değil, kendi kurum ve platformlarımızda ulusal birlik içinde çözmemiz, hem aklın ve bilimin hem de yaşadığımız büyük acılara anlamlı bir karşılık vermenin bir gereği olarak tarihin ve halkımızın bizden beklediği kutsal bir görevdir.
Türkiye, çok ciddi bir krize doğru ilerliyor, tarihi hatalar yapıyor ve ben Türkiye'nin bu tarihi hatalarında rol almak istemiyorum. Türkiye'nin tarihi hatalarını bizim üzerimizden açıklamasına ve bize mal etmesine izin vermeyeceğim. Bugün Türkiye'de bir ideolojisizlik ve politikasızlık yaşanıyor. Türkiye'de iki tane Cumhuriyet anlayışı var. Pozitivist, laik-burjuva Cumhuriyet, diğeri ılıman İslam olarak bilinen dogmatik, muhafazakâr Cumhuriyet anlayışıdır. CHP ve Genelkurmay pozitivist ve laik anlayışta ısrar ediyor. Avrupa, pozitivizmi 1900'lerde bıraktı. Oysa Ordu ve CHP hala bu anlayışta, katı pozitivist anlayışta ısrar ediyor, kendilerini bu anlayıştan kurtaramıyorlar. AKP ise dogmatik ve muhafazakâr anlayışında ısrar ediyor. Bu iki anlayışta yanlıştır ve çözüm değildir. Bu iki anlayış da toplumu kutuplaştırma ve çatıştırmaya götürüyor. Her iki cumhuriyet anlayışı da özünde muhafazakârdır.
Bizim bu anlayışlara karşı geliştirdiğimiz seçenek demokratik cumhuriyet seçeneğidir. Bu konuda temel açmazları aşmaya çalışıyorum. Bizim geliştirdiğimiz seçenek içinde sınır sorunu, sınırlara dokunma yok, üniterlik sorunu yok, Kürdistan'ın ayrılma sorunu da yok, demokratik birlik ve bütünlük var. Bizim çözümümüz bütünleştiricidir. Her iki anlayışın da soruna yaklaşımı basittir. Bu halka en ufak bir saygıları bile yok. Bir halkın dilini bile yok sayacaksın, kültürünü yasaklayacaksın daha sonra da Türkler ve Kürtler kardeştir diyeceksin. Sen kimi kandırıyorsun? Böyle kardeşlik olmaz. Kardeşliği sağlayacaksan bunun yolu, çözümü bellidir. Bu halk on beş bin yıldır ayakta duruyor, kendini yaşatmış. Sen, on beş bin yıldır ayakta duran bu halkı nasıl asimile edeceksin, dilini nasıl yasaklayacaksın! On beş bin yıllık bir kültür, bir halk yok edilemez. Öyle bir iki göstermelik hak vermekle de bu iş çözülmez. Yaşananların kültürel soykırım olduğunu söylüyorum. Bu halk, kendi çocuklarına kendi dilinde bir isim bile veremiyor.
Öz-savunma için doğaya, tabiata bakmak bile yeterlidir. Bir Gülün, bir bitkinin bile öz savunması vardır. Gül, kendini korumak için diken çıkarıyor. Bir Gül kadar bile kendimizi öz-savunmaya hakkımız yok mudur? Bir ağaç bile kayaları delerek kök vermekte, kendini yaşatabilmektedir. Bunun kadar da mı olamıyoruz? Öz-savunma kutsaldır. Bu sorunun halka açık çözülmesi gerekir. Öyle gizli anlaşmalarla olmaz, geçmişte yapılan gizli anlaşmalar vardı, 1916 yılında Skeys-Picot anlaşması yapıldı. Bu gizli anlaşmayla Ortadoğu ne hale geldi? İkinci bir Skeys-Picot anlaşması varsa, Ortadoğu, Kürtler elli, yüz yıl daha özgürlük sorunlarıyla uğraşırlar. Biz, bu sorunu kendi aramızda çözelim diyoruz. Bu sorun asıl olarak Türkiye halkını ilgilendirir, Türkiyelileri ilgilendirir. Ben Türkiye halkına saygımdan dolayı bu sorunun açık bir şekilde çözülmesini, konuşulmasını, tartışılmasını istiyorum. Bugün gizli anlaşmaları ben açığa çıkarıyorum. Bu nedenle üzerime geliyorlar. Hakikat ve Uzlaşı Komisyonu'nu bu nedenle önermiştim. Bu sorunun çözümün de öyle gizli kapalı görüşmeler fayda vermez. Bu kimse birbirleriyle görüşmesin demek değildir ama her şey kamuoyunun önünde yapılmalıdır, halka açıklanmalıdır.
Kültürel soykırıma karşı, tehlikelere, olanlara karşı halkı uyarıyorum, halkı görüşlerimi dile getirerek uyarıyorum. Halkı onlara teslim etmemi istiyorlar. Hiçbir şey yapmadan halkımızı teslim almak istiyorlar. Bizim duruşumuz, halkın teslim alınmasına karşı duruştur. Engel gördükleri için de ceza vermeye, susturmaya çalışıyorlar. Hükümetin yeni bir politikası var, bu politikada belki direkt öldürme yok ama ölümden beter bir durum var. Halkı teslim alamayınca da beni bu şekilde susturarak sonuç almak istiyorlar. Hükümetin beni susturmaya çalışmasının nedeni budur. Bunun için değerlerimizden vazgeçmeyi, haklarımızdan vazgeçmeyi dayatıyorlar. Beni susturamazlar, bu mümkün değil. Ben özgür bir yurttaşım. Elli yıldır bu mücadeleyi veriyorum, böyle yaşıyorum, kimse bana başka bir yaşam dayatamaz, buna kimsenin gücü yetmez. Burada yaşanan sıkıntılarla, psikolojik gerginlikle, benim moralimi bozmaya çalışıyorlar. Benim moralimi kolay kolay bozamazlar. Çünkü ben kendi moral gücümü kendim yaratıyorum. Kaldı ki burada yaşanan bir sorundan halkımın haberdar olmasını istedim, bu nedenle halkıma rapor ettim, halktan bir talepte de bulunmadım, son yılların en demokratik halk tepkisi yaşandı.
Ben yine de üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmeye devam edeceğim, halkıma karşı sorumluyum. Kendi gücüm var, bu gücümü de demokratik bilinç için kullanmaya devam edeceğim. Hiç kimse beni bundan vazgeçiremez. Bana korkuyor diyorlar, taktik yapıyor diyorlar. Hayır. Ben korkmuyorum, taktik de yapmıyorum. Ben demokratik özgürlük stratejisini hayata geçiriyorum, anlaşılır kılmaya çabalıyorum. Anlama, düşüncenin dünyalaşmasıdır. Anlama olmadan pratik olamaz. Felsefeyi ve tarihi iyi anlayamazsak bugün gelinen aşamayı çözemeyiz, anlam biçemeyiz. Ben elimden geldiğince anlam genişliğini yaratmaya çalıştım. Bir insanın yoğunlaşabileceği en üst seviyede yoğunlaşarak düşüncelerimi geliştirdim. Dört yüz yıllık kapitalist düşüncenin dışında yeni şeyler söylüyorum. Mevcut uygarlık krizinin önüne bir sistem, bir model önermek müthiş heyecan veriyor. Bu, yoğunlaşmayla üzerimdeki ağı çözüyorum, deşifre ediyorum. Daha doğrusu benim şahsımda bir halkın, Kürtlerin hatta Ortadoğu'nun üzerindeki hegemonyayı çözüyorum, bir sistemi çözüyorum.
Kürtler her alanda demokratik olarak örgütlenmelerini yapmalıdırlar. Onuru, cesareti, vicdanı, yüreği olanlar, kendilerine dayatılan paraya, güce teslim olmayanlar her alanda demokratik kurumlarını oluştururlar. Kürtler demeli ki "biz Sevr'i kabul etmiyoruz. Kendi Lozan'ımızı yapmak ve güncellemek istiyoruz". Bizi dışarıda bırakan dikkate almayan bir çözümün şansı sıfırdır. Bunu bilerek mücadele etsinler. Özgür birey olsunlar, özgür insan olmalarını korusunlar. Ve halkımıza sesleniyorum! Kürt halkının özgürlük iradesi beni umutlandırıyor. Bu baharla birlikte özgürlüğümüzü inşa edeceğimize dair umutluyum. Baharla inşa edeceğimiz özürlüğün verdiği coşku ile tüm halkımızın yeni yılını kutluyorum.
- Ayrıntılar