Bugün 10 Kasım ideolojisine veya gerçekleştirdiği Cumhuriyete, onun yaşam tarzına, özel savaşına karşı savaştığımız Atatürk’ün 60. ölüm yıldönümünün anıldığı gün oluyor.
Bizim buradaki anış tarzımız; ne bir laneti duygusal bir tarzda çağrıştıracak, ne de bu kişiliğin, kimliğin gerçeğimiz karşısında anlamlı rolü nedir, bunun göz ardı edilmemesini önemli kılacaktır. Türkiye’de de artık en doğrusu “anmak değil, anlamak gerekir” diyorlar. Biz de çok daha derin anlama temelinde, bu dayatılan güne bir cevap verebiliriz. Belki de çağdaş tarih, -bizim için tarihin tümüyle bitmesi anlamına geliyor- ve en önemlisi de halen çarpıştığımız sosyal ve ulusal gerçekliğimize karşı damgasını vuran kişiliği çok güncel olarak yine çözme gereği duyuyoruz. Biz ölü bir Atatürk’le değil de, canlı bir Atatürk’le karşılaşmayı isterdik. Yine çok derinliğine anlaşılmış bir biçimde ne yapılması gerektiğini bilmeyi, yapmayı isterdik.
Kemalizm’in kendisi bir fetişizm, kendisi bir paradoks, bir çelişkiler yumağı. Katliam öğelerinden tutalım, her türlü faşist diktatöryel, çağ dışılığı kadar en ilkel barbarlık kadar, çağdaşlığı da böyle maske tarzında birleştirmeye veya çok otoriter, güçlü görünmesine rağmen, en zaaflı kişilik özellikleridir. Aşiret şovenizmini bile geride bırakan bir ulus şovenizmi kadar, ulus inkârcılığını ulusların, kültürlerin inkârcılığını içeriyor. Kendini tarihin temeli görmesine karşın büyük bir tarihi inkâr anlamına geliyor. Çağdaşlaşmayı çok söylemesine rağmen en büyük çağ dışılığı temsil ediyor. En büyük ulusalcılık kesilmesine karşılık birçok ulusun rahatlıkla tasfiyesine karar verebiliyor. Bu kadar moral ölçüleri, felsefi, bilimsel ölçüleri çelişkili olan bir kimliği ve onun oluşturduğu bir Cumhuriyeti; onun da egemen kıldığı bir siyaseti, bir sosyal gerçekliği, yaşam tarzını büyük bir savaşımla çözmeye çalışıyoruz. Fakat halen bunun altından tam istediğimiz gibi kalkamamak kadar direkt Kemalizm'e karşı savaşımdan da öteye, dolaylı etkilerinin felç ettiği, büyük bir bela haline getirdiği kişiliklerle savaşıyoruz. Denilebilinir ki, sınıflar savaşımında, sosyalizm savaşımında, karşı devrimin veya burjuvazinin en etkili silahı olarak Kemalizm dünya çapında bir etkiye, öneme sahiptir. Ulusal kurtuluşta da en büyük çelişkiyi ve çözümsüzlüğü temsil etmektedir. Bunların etkisi kişilikleriniz üzerinde çok çarpıcı bir biçimde yaşamakta. Çözümsüzlük burada; kişiliğinizde, tarzınızda.
Son süreçlerde adeta kendimizi büyük bir öfke kaynağı haline getirmiş bulunuyoruz. Kaynağını araştırıyoruz, kimlik kişilik sorununda karşımıza şüphesiz Kemalizm’in etkisi kadar onunla birleşen bütün insan zaafları, geri toplum özellikleri, harcıâlem, günübirlikçiliğin, sahtekârlığın tüm biçimleri kendini ele veriyor. Hatta esas ruhu ona en karşı çıkanların bile yenilgisinin altında yerleştirdiği zaaflardır. Tabii ki insani çıldırtır. Bu ideolojik, pratik yaşam tarzına ve onun çok derin özel savaş tarzlarına yenik düşmemek için büyük savaşı kendi kişiliğimizde dalga dalga geliştirerek, PKK bünyesinde giderek oluşturarak bir siyasal oluşum gücüne benzer bir güce doğru taşırmaya çalışıyoruz.
Anmayı bu sorular etrafında değerlendirmekte yarar olabilir. Özellikle son çözümlemelerde “kırma kişilik” diyorum. Birçok kalıplaşmış kişilik -geçenlerde piç kişilik, kırma kişilik dedim- bu yıkılmadı. Türkiye gerçeği de gösteriyor ki, hiçbir çağdaş soruna doğru el atılamıyor. Bizde çok daha fecaat*, tam bir kadro, komuta belası başıma kesilmiş. Ben bunlara küfretmem, ama bu komuta adı altındaki kişiliklerin yanında düşman bunların yedi defa suyla yıkanmış hali gibidir diyebilirim. Tam bir bela. Öldürsen olmuyor, yaşatsan olmuyor, güçlendirsen olmuyor, kendi haline bıraksan yine olmuyor. Bunun Kemalizm’le ne ilişkisi var diyeceksiniz. Var tabii ilişkisi. Çok derin bir etkileme ile böyle kişilikleri politikada, sosyal yaşamda doldurmuş. Biz de öz itibarıyla bunu kendi kişiliğimizde aşmayı öngörmüştük ve onun hazırlığında önemli teorik ve pratik yönlerini ortaya koymuştuk. Fakat maalesef oluşum tarzınızda, kişiliğinizde büyük bir dalgakıran gibi adeta gerisin geriye püskürtülüyoruz. Bizim için yenilmek düşünülemez. Boş durduğumuz, gelişme sağlamadığımız da düşünülemez ama halen bu savaşın çok şiddetli bir aşamadan geçtiği de belirtilebilinir.
Biz boş konuşmuyoruz ve öyle sandığınız gibi güçsüz filan da değiliz. Kemalist çocuğu, Cumhuriyet çocuğu olmak bizim açımızdan anlaşılır bir şey olduğu gibi öyle yutacağımız bir husus da değildir. Boş olmadığımızı söylerken bunu kastediyoruz.
Başkaldırırken bu Cumhuriyete karşı onun en etkili gerçeğini, temsilini yaptığınızı anlamanız gerekir. Öyle sülalenizden, ailenizden, mahallenizden öğrendiğiniz gibi değil. Büyük bir düşünce değeri kadar yüreği vardır, tarzı vardır; en önemlisi de, politik askeri bir tarzı vardır. Ben bu konuda sizlerden fazla bir şey istemiyordum, aslında biraz saygı, ciddiyet diyeceğim o da kırılmış. Çünkü diktatörya tarzı, baskı tarzı ve yaşam diye önünüze bırakılanlar, ciddiyet diye bir şey bırakmıyor. Keşke sıradan köylü insanların, kadınların o söylediği küçük yalanlar olsaydı sizin söyledikleriniz. Sizin kişiliğinizdeki hatta PKK’deki gelişme bana askeri ve siyasi anlamda bir yalanın patlak vermesi gibi geliyor. Yalanın büyümesi, sahtekârlığın, kendini kandırmanın büyümesidir. Bunu biraz daha Türkiye’ye yaygınlaştırırsak politik bütün kuruluşların bir kandırmaca, yalan kuruluşları olduğu oldukça açığa çıkarılmıştır. Türkiye politik askeri yönetiminin de esasta bir kandırma yönetimi olduğu da yüzde yüz dünya çapında ortaya çıkarılmıştır. Özel savaşın sorgulanmasında bile bunu artık tüm dünya basını rahatlıkla görebilmektedir. Güncel bir konu haline gelmiştir. Bunu biraz da biz ortaya çıkardık, çıkarıyoruz.
Burada kısaca çok basit bir giriş yaptım. Hiç mi olumlu bir yanı yok? Ders alacağımız yan mutlaka vardır. Mustafa Kemal dar bir temelde olmakla birlikte müthiş bir ulusalcıdır. Ulusalcılığın tarihsel, toplumsal temeli iyi konulabilinir. Fakat Türk ulusalcılığında büyük bir olaydır. Örgütün eylemi de, bu ulusalcılığın gereklerini yerine getirmektir. Belki de tarihte hiçbir önderin bir ulusalcılık, hatta bir aşiretçilik veya herhangi bir siyasal olay yaratmaktaki mahareti, hassasiyeti Kemal Atatürk kişiliğindeki kadar keskin değildir. Özellikle bizim için örnek teşkil edilecek yanı nedir denilirse askeri ve siyasi yaklaşımlarında ve pratiğinde olağanüstü yoğunluğu ve tarz inceliğini yürüten bir kişiliktir.
Dar olması demin vurguladığım çok tehlikeli çelişkili, olumsuz yanlarına karşın kendi amacına bağlanıştaki yoğunluğu, tarz yaratıcılığı olağanüstüdür ve saygı duyulur bile. Oldukça öğrenilmesi gerekir. Bunu bizim savaşçılar çok iyi öğrendikleri için karşımızda iyi özel savaş yürütücüleri olduklarını gösteriyorlar. Ama tabii çelişkiler ve çağ dışılıkları da ayrılmaz olduğu için de kendilerini çok kötü ve hatta şahıslarında Kemalizm’in kendini ele vermesi gibi de ortaya çıkıyor. Bu ayrı bir mesele. Önder kişilikten illa bir şey öğrenilecekse amaç ve araç bağlılığını, tarz ve tempoyu birleştirmeyi, büyük hassasiyeti, titizliği kesinlikle örnek almakta yarar vardır.
Demin vurguladığım gibi halklar aleyhindedir, gerçekler aleyhinde yanlarını değil, gerek politikanın gerek askerliğin taktiklerini incelemek açısından örnek alınması kayda değerdir. Gündem yüklü çok yoğun yaşamını tamamen buna göre veren bir kişilik. Amacına göre bu kadar yoğunlaşması bir partinin tabii bir devletin bile daha üstünde oluyor. Fakat tabii çok aşırıya gitmiştir. Aşırı ulusalcılık faşizme adeta örnek teşkil edecek kadar ileri gitmiştir. Devletin hegemonyacılığını bir Stalin’den öğrenirken, alırken bu dönemde onun faşist ve sınıflar ve halklar aleyhindeki yönlerini de İtalya’daki Mussolini, Almanya’daki Hitler deneyiminden oldukça etkilenmiştir ve onlarla ayni ayardadır. Bu da tabi devleti şekillendirme, bir ulusu şekillendirme açısından büyük bir talihsizlik. Çünkü Stalin’in geliştirdiği Sovyet modeli de çözüldü, Hitler çözüldü, Mussolini çoktan çözüldü ama Kemalizm halen çözülmedi, neden? Çünkü bunları çok tehlikeli bir biçimde birleştirmesinden ileri geliyor. Geri, çok dar Türk toplum yapısı, çok zayıf Kürt yapısı ve bir de katliamlarla bitirilen kültürler, halklar gerçeğinin sonuçlarını bu üç büyük 20. yüzyıl gerçeği ile çok hileli, çok şeytani bir biçimde birleştirmesi bugünkü çözümsüzlüğün diğer bir izah tarzıdır.
Dünyada bu 20. yüzyılın ilk yarısındaki rejimlerden çözülmeyen hiçbirisi kalmadığı halde büyük bir inatla direniyor ve 2000 yılını bulma konusunda da son derece, planlı ve çok özel bir savaşla yürütülmektedir.
Biz de bunu çözmeye çalışıyoruz. En büyük eylemimiz bu 20. yüzyılda mutlaka aşılması gereken, ulusal ve siyasal organizasyon ve hatta yaşam tarzıdır. Başarmamız herhalde 20. yüzyılın sonuna doğru en büyük gelişmelerden biri Kemalizm’i çözer ve aşarsak, sınırlı olumlu özelliklerini de inkâr etmeden, ama onun toplum üzerinde kâbus haline gelen gerçeğini çözüp, ilerletirsek yalnız Türkiye Anadolu halklarına değil, Ortadoğu ya da hatta evrensel anlamda da çok olumlu bir gelişmenin zemini olabilir. Nasıl ki 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kemalizm ulusal kurtuluşçuluğu ve onunla faşizmin Sovyet sosyalizminin ittifakı, çok büyük bir tehlikeyi, faşizmin güç kazanmasına, sosyalizmin çözülmesine çok önemli katkıda bulunmuşsa çözülüşü de herhalde aynı öneme haiz bir rol oynayabilir.
Dolayısıyla bizim Kemalizm’e karşı savaşımımızın, bilimsel, felsefi değeri hayli önemlidir. Bunun handikaplarını aşmamızın evrensellikle ilişkisi çok önemlidir. Yerel bir ulusal kurtuluşçuluğun değil de -bu Kemalizm’in bir özelliğidir- bizim devrim yerel ulusal kurtuluşçu olamaz, tam tersi olur. Doğru bir ulusal kurtuluş söylemi olur ama bunu tamamen Kemalist ulusalcılığın bütün olumsuzluklarını aşmak temelinde gerçekleştirir. Bu da dünya çapında dar milli ve çok şoven devlet oluşumlarını, ideolojik ve onun sosyal ekonomik alan üzerindeki tahribatlarını kaldırır. Bu da oldukça evrenselliğe yol açar. Çok tehlikeli devlet biçimleri yerine, halk demokrasilerine çok önemli bir katkıda bulunmaya yol açar.
Adeta bilimin bir engizisyonla karşılaşmasına benzeyen tutsaklığını -ki bugün Türkiye’de düşünce özgürlüğü, özellikle İsmail Beşikçi şahsında tam bir engizisyon halini almıştır- düşünce yasaklığını aşar ve büyük bir düşünce özgürlüğüne yol açar. Bu sadece ulusal meselede değil, tüm hususlarda büyük bir bilimsel düşünce gücünün doğmasına yol açar. Sosyal ekonomik yaşamda da gerçekten Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu akıl almaz dünyada hiçbir örneği olmayan zenginleşme ile fukaralaşmanın aşılmasına yol açar. Devrimimiz bütün bunları öngörüyor, programlaştırıyor ve eylemselliğe de çekmeye çalışıyor. Eğer bu başarılırsa Kemalizm’in tarihteki rolü ne olur? Bizim devrimimiz gibi bir büyük devrime yol açmasının temel kilometre taşlarından birisi olur. Çok az olumlu ama büyük olumsuzlukların çözümlenmesiyle büyük bir devrimin zemini haline getirilebilinir.
Tarih sanırım gerçekleri karşılaştırarak bu değerlendirmeyi ileride daha açık yapabilir. İdeolojik, pratik, siyasi, askeri, kültürel-sosyal alanlardaki büyük kapışmamızın, büyük kavgamızın kocaman bir cumhuriyet tarihinin -ki daha öncesi de var ama- sonrası üzerine çok etkili olacak. Bu yaklaşık 75 yıldır yürütülen büyük savaş bir büyük devrimle karşı devrim arasındadır. Oldukça çelişkilidir. İçinde tartışılması gereken, çözülmesi gereken çok husus var. Biz çok sınırlı olarak en azından kendimizi bu dar boğazdan kurtarmayı ve ileriye bir adım sahibi olmayı çok dikkatle ve anlamı büyük bir biçimde gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda öyle bir sonuç değildir. Önemli başlangıç adımı oluyor. Kemalizm’in böyle törenlerle gerek Cumhuriyet Bayramında, gerek 10 Kasımlarda anılması cenaze törenlerine benziyor. Bir yeniliğin, bir gelişme, başlangıcın törenleri değil bunlar. Kendini savunmanın, büyük haksızlıkları, çözümsüzlükleri savunmanın törenleridir, anmalarıdır.
Devrimimiz bu anlamda insani olarak ve halklar açısından da iyi bir adım olacağını daha şimdiden iddiasıyla pratiğiyle kanıtlayabiliyor. Ama vurguladığımız gibi yani sizleri çözmekten tutalım bu büyük enkazı temizlemeye kadar çok daha büyük bir çabaya ihtiyaç var. İnsanların iddiaları, iradeleri bağlandıkları amaçla direkt bağlantılıdır. Biz bu yönlü çabalarımıza başlarken iddiamızın büyüklüğü ve bugün daha da netleşen yapılan işler ve yapılması gereken işlerin de kanıtlanmasının verdiği düşünce iradeye yansıyor, irade de tabii ki büyük bir çabayı göstermekten geri kalmıyor.
Demek ki çıkaracağınız bir sonuç; eğer bütün bunları iyi anladıysanız bunun iradenizi güçlendirmemesi düşünülemez ve iradeniz de düşünce açılımı kadar büyümüşse pratiğe de büyük yansımaması düşünülemez. Eğer böyle bir oluşumu gerçekleştirememişseniz demek ki, çok köhnemiş ancak görkemli cenaze veya anma törenleriyle kendini yürütmekte olan Kemalizm’in silik bir kopyası olursunuz ve bu da hiçbir şey kurtarmıyor. Hiçbir sorunu çözmüyor.
Anlamayı biz bu temelde geliştirebiliriz ve varsa bir iddianız buna çağırabiliriz. Daha fazla ciddiyet, anlamadaki devrimci doğruya kesin kişiliğinizde, özellikle derin düşünce yapınızda yer verme, bunu kesinlikle irade sağlamlığında gösterme ve bir de pratik yaşamı bununla bağlantılı bir biçimde, ikirciksiz, yalansız, dolambaçsız ama çok büyük bir yaratıcı ustalıkla götürme.
Alınması gereken temel dersi böyle formüle edebiliyoruz. Başarımız da bunu kişiliğimizde, örgütümüzde, eylemimizde dürüstçe ve yetkin çabayla göstermeye bağlıdır.
Rêbêr Apo
- Ayrıntılar
15 Ağustos Atılımı’nın 12. yılı kutlu olsun!
Mahsum Korkmaz Akademisi’nin değerli öğrencileri; gelenek olduğu üzere 15 Ağustos Atılımı’nın gerçek kaynağı, bunun büyük eğitim ve yürütme gücü olan bu Akademimizin tüm şehitlerini, bu Akademinin geçmiş ve 15 Ağustos Atılımı’nın bu 12. yıldönümünde binleri aşan şahadetleriyle, onun eşsiz kahramanlıklarıyla ve savaşı bugüne kadar getiren hakiki komutan ve savaşçıları olarak sizlerin şahsında hepsini anıyorum, saygılarımı sunuyorum ve selamlıyorum.
Gerçekten sadece ulusal kurtuluşumuzu bu aşamaya getirmekle kalmamış, yeni insanın doğuşunu da esas itibarıyla bu okulda ortaya çıkarmanın derin kıvancını ve coşkusunu da yaşıyorum ve bu temelde tekrar sizlerin şahsında, halkımızın bu büyük tarihi adımını kutluyorum.
Bugünkü tüm gerilla güçlerimize, gereken kapsamlı bir çerçeveyi, onun mesajını sunduk. Tekrarlamayı gereksiz buluyorum. Ama esas olarak bu akademik çalışmaya oldukça yakışan, aşağı düşmemesi için onun büyük sabrını ve çabasını gösteren, bundan sonraki savaşa ve yaşamda katkısını asıl olarak gösterecek olan bu okulumuzun anlam ve önemini bir kez daha dile getirmeyi de önemli buluyorum.
Bugün tarih geçekten bu atılımla anlam bulmuştur ve bizim için yürümektedir. Hatta yeni insan burada gerçekleştirdiklerimizle anlam bulmaktadır, coşkuyla, tutkuyla seyretmekte, yaşanmaktadır. Bir varoluşu burada açıkça gerçekleştirmekteyiz. Gerek ulusal kurtuluşumuzun sorunları ve çözümü için ve gerekse en başta onun parti öncülüğü için, gerillası için görüyorsunuz ki, eğitim esastır. Okul sistemi esastır. Bu eğitim, onun bu okulu olmasaydı bırakalım savaşı, varlığımızı bile koruyamazdık. Şunun için tekrar önemini vurgulamalıyız ki; bu okul çalışmalarımız öyle herhangi bir dönemi, bir eğitimle sıradan kurtarmak için değil, buradaki çözümleme düzeyi, ulusal gerçekliğimizi de aşıyor, insanlığı etkiliyor. Askeri değil, yeni yaşamı bütün yönleriyle dile getiriyor. Ve ekmek, sudan daha fazla muhtaç olduğumuz değerleri ortaya çıkarıp insanımıza mal ediyor. Her şeyden önce çağdaş tarihte ilk defa kendimiz için bir okul yaratmış bulunuyoruz.
Okulsuz halk gerçekten kaybetmiş halktır.
Eğitimsiz halk, en geri, en vahşi bırakılmış halktır ve herkes onun üzerine egemenlik de kurar, sömürür de, insanlıktan da çıkarır.
Nitekim biz okulsuz, eğitimsiz kaldığımız için dünyanın en tanınmaz halkı durumuna geldik. Dolayısıyla bu okulumuzu sadece içinden geçen öğrencileriyle ve aldıkları, özümsedikleri eğitimle değil; tarihi değerleriyle belki de yüzyıllara sığmayacak çözümleme ve yaratacağı insanıyla zaten daha şimdiden yaşama mal olduğu gibi, hatta zaferi zorladığı gibi asıl büyük gelişmesini “yüzyıllara doğru taşıracaktır” desen yerindedir. Bizim sorunumuz, yine günceli hangi temel çalışmayla kurtardığımızın farkında olmaktır. Dikkat edilirse, en büyük savaşı burada verdim. Ve hemen herkes tanıktır ki, düşman da bilmektedir ki, eğer buradaki savaş olmasaydı; hiçbir alandaki savaşı bırakalım vermeyi, sürdürmeyi bile mümkün kılmazdı. Hatta yirmi dört saat bile dayanmak mümkün olmazdı. Kaldı ki, eğer daha kapsamlı, özümsenmiş olsaydı, bu okul sistemimiz uygulansaydı, eminim ki zaferleri çoktan daha kesin olacaktı. Küçümsemiyorum sonuçlarını, ama asla yeterli de bulmuyorum.
Halkımız ve sizler, kendini partililer, ARGK’liler sananlar, böyle olmak isteyenler, iyi niyetinize, coşkunuza büyük saygımız var. Ve olduğu için de zaten bu büyük değeri verdik, bunu okul sistemine kadar da taşırdık. Biraz da başardık. Fakat sorunlar bitmediği gibi, çığ gibi artmıştır.
Hiç şüphesiz sorunların arttığı bir yerde çözüm yolları da yakındır. Ustalar derler ki; “bir yerde sorun ne kadar yoğun, kapsamlıysa o kadar da çözüm olgunlaşmıştır”.
Dolayısıyla yüzyılların körleşmiş, kör düğüm haline sorunlarımızı şimdi olgunca çözüme yakınlaştırmamız büyük bir gelişmedir. Sorunlar, bizi ürkütmek şurada kalsın, çözümün yakınlığı nedeniyle, büyük bir arayışa ve çözüme götürme gerçeğiyle mutlu etmelidir.
Çözen insan, en büyük insandır.
Çözüme en yakın insan, kendini en derli-toplu, oldukça özgür yaratmaya yakın insandır.
Siz bu şansı elde etmiş bulunuyorsunuz. Şimdi size yaşam felsefemizin, okulumuzun temelinde yatan anlayışı fazla açacak değilim. Çünkü, günlük olarak zaten oldukça kapsamlı belgelerle önünüzdedir. İncelersiniz.
Ben daha çok oldukça sıradan girdiğim ve hepinizin bu nedenle yaşam karşısında iddiasız, dolayısıyla başarısızlığın bir kader halinde gördüğü gerçekliğin artık aşılması gerektiğini söylüyorum. Sizi beğenmediğim için değil, sevip, saymak istemediğim için de değil; bu yüzeysellik, bu sığlık bana gerçekten öfke veriyor, saygı duymuyorum, sevemem de, hatta nefret ediyorum, öfkeleniyorum. Bazen de tiksiniyorum. Bunun nedeni şudur; bu düşmandan kalmadır, bu yaşama saygısızlıktan ötürüdür. Bu artık bir kader olmadığı gibi, aşılmayacak bir düşman gerçeği de değildir. Açığa kavuşturulmuştur, insanlığa aykırıdır. Ve yaşamın da önündeki en büyük engeldir. Ona karşı en büyük saygısızlık, sevgisizliktir.
Bunu göreceksiniz, olgunca, mütevazıca. Neden bundan çekiniyorsunuz, neden örtbas ediyorsunuz? Eski düşmandan kalma kişiliği neden gizliyorsunuz? Neden bu yetersiz sözcük ve adımlarla kendinizi sakat bırakıyorsunuz? Ben buna anlam veremiyorum. Ne kabul edebilirim, ne de alet olurum. Şimdiye kadar şu veya bu gerekçeyle az-çok sizi kabul ettik ve siz de kendi tarzınızla bizimle buraya kadar yürüdünüz. Okul öğrencileri olarak, savaşları her sahaya yayılmış olanları olarak şimdi artık bu 13. yıla girişte sizlerle daha bazı köklü, karar ve yaşamın yenilenmesini kendinize mal etmeyi bilmelisiniz. Benden oldukça gelişme ve başarı bekliyorsunuz. Bundan gurur duyarım ve gerekeni yaparım. Zaten işim de budur. Tarihi okulu bu temelde açtık ve gerçekleştirdik, başardık da. Bu benim için sorun değil. Tekrarlayayım, ama sizin için aynı şeyler söylenemez. Ben sizi çok sığ, çok aldatıcı öğrenciler olarak görmekle birlikte, savaşta oldukça hatalı, çok yanlışlık yapan öğrenciler ve onların uygulamacıları olarak da değerlendiriyorum. Şimdi bunu artık aşmanın zamanıdır.
Fazlasıyla dönüşmenin tutkusunu ve onun sonuçlarından çekiniyorsunuz veya gereklerine ulaşmayı becermiyorsunuz. Dolayısıyla kişiliklerinizin fazla çekiciliği, dolayısıyla eğitici, örgütleyici özelliği gelişmiyor. Ve acıyla söyleyeyim ki; halk artık beğenmiyor, ben de beğenmiyorum. Ben tek tek her birinize; “seni şu kadar beğenmiyorum” demeyeceğim; zaten demem de. Ama genel olarak söyleyeyim ki; -ki hislerim, ölçülerim beni kolay kolay aldatmaz- halen de geride seyrederseniz ve bu basit yaşamayı da kurnazca, biraz da gizlice, ister farkında olun, ister olmayın; ister iyi niyetle, ister kötü niyetle, bu bekleneni vermez. Er-geç sizleri yüce değerlerle karşı karşıya getirir. Bu ülkede ve bu halk içinde bir şeyler gelişecektir.
Biz boşuna bu savaşı bugüne kadar vermedik. Her zaman söylediğim bir söz var; neden ciddiye almıyorsunuz? Beni de başta olmak üzere. Ben kimim? Ben bu halkın yaşayan insanı olmaya büyük özen gösteriyorum. Bu halkın dili, yüreği olmak, bu halkın kabul edilebilir bir insanı olmaya büyük özen gösteriyorum. Kendimi yediden yetmişe tüm insani özelliklerle an be an yaşatarak, cevap vermek istiyorum. Erkeğine-kadınına, yoksuluna-zenginine az-çok anlayabilecek, özümsetebilecek bir düzeyde sunmak istiyorum. Bu ekmek-sudan daha gereklidir. Çünkü çağdaş gerçeklik bizi çok hor görüyor, bizi hiç beğenmiyor. Bunu aşmanın yolu, böyle olmaktan geçiyor. Bunu ben istediğim için değil; gerek çağ, gerek tarih zorunlu kıldığı için böyle olmak zorundayız.
Tarihin ve çağın gerekleri amansızdır. Yoksa kişinin kendini yalana, dolana veya bizim gibi içi boş, dışını özgür insanlar gibi boyayarak, süslenerek göstermesi benim asıl umutsuzluğumu ve öfkemi yaratır. Şimdi diyeceksiniz; “özlü olmak zor”. Gayet tabii, başka türlü de biz insanlık ailesine giriş yapamayız. Ve bundan ayrıca öyle sıkılma, zorlanma görmemeliyiz. Benim için, mesela son yılların zorluklarına rağmen, acımasız savaşına rağmen bu büyük direnci göstermeyi neye bağlıyorum? İşin görkemliliği, işin heyecan veren özelliğine bağlıdır. Şimdi bu büyük gerçekleştiriyor.
Büyük gerçekleşme, ruhta, düşüncede, maddi güçte mutlu ediyor. Çok köhnemiş çirkin yanlarımızı ortadan kaldırıyor.
Neden tutku? Neden azim ve iradeye yükseliş yapamayacağız? Dediğim gibi; gerçekten ekmek-sudan daha muhtaçsınız. Çünkü iyi ekmek, iyi su da bu kişiliğin kazanılmasından sonra daha iyi gelir. Bunu artık kendinize yakıştırmalısınız. Halkımızı yönlendirecek, halkımızı yeniden yaşama çekecek öncü güçleri olarak kesinlikle cevap olmalısınız.
Kendi geçmiş yanılgıları önünde örtbas edici olmak ayıptır. Benim gibi açık, önemli kusurlarım da olabilir. Çok ayıplarım da olabilir. Zaaflarım da olabilir. İnsanım, olması da yadırganamaz. Ama görüyorsunuz ki, yüzde doksan dokuz sağlam yanlarla amansız yanlışın, çirkinliğin, kötünün üzerine yürüyerek, güzelliğe, doğrulara, iyiliklere kendimi büyük vererek yaşamak istiyorum. Güzel olan burası. Buna saygı duyulmalı ve bu hepimiz için geçerlidir. Halk olmaktan çıkmışsın, ulus olmaktan çıkmışsın. Senin insanlık davan bitmiştir. Bunu duymakla, bunu kişiliğinde sanki gerçekmiş gibi yaşamak, en büyük ahlaksızlıktır. En büyük saygısızlıktır. Ve buna göre de gerçekliğimizin en tehlikeli yönüdür.
Şimdi artık, hiçbir gerekçeye sığınmadan; “kimi beni böyle yaptı?” nedenlerini de söyleyemem, bu söylediğim çıkışa sahip olmaya cesaret etmeliyiz. Ben bunu yine boşuna söylemiyorum. “Ya neyimiz eksik? Zaten kararı da verdik, savaşa girdik” diyeceksiniz. Bu benim için tatmin edici değil. Görüldüğü üzere savaşta, mücadelede çoğunlukla kaybettiriyor. Neden? Ölçülere uygun olmadığı için, içinizde sorumluluk duygusunu yüksek paylaşmak isteyenlere ve yaşamını basit geçirmek istemeyenlere, ayrıca ikide bir “neden, nasıl başarısız oldum?” diye de bahaneye sığınmak istemeyenlere diyorum ki; artık güvenebilirsiniz, sağlam adımları başlangıç yapabilirsiniz. Deneme-sınama yaparak her gün başarı ölülerinizi kendi kendinize de yargılayabilirsiniz.
Bu sizin hem hakkınız, hem göreviniz Ama sonuçta mutlaka halkımızın “bravo” diyebileceği bir kişilik ve onun çabası ortaya çıkmalı. Şimdi bu kaçınılmazdır. Bu olmazsa kazanamayız. Bu olmazsa hiç kimse yaşayacağını sanmasın. Hangi bireycililikle yaşanabilir? İliklerine kadar parçalanmış, düşüncesi ve ruhu bu hale getirilmiş kişilikler yaşam istemesin. Bundan nefret ediyorum. Ben bunlardan kaçıyorum ve kesinlikle içimizde de yaşatmam. Bilmeyen bilsin, tanımayan tanısın. Hepinize söylüyorum, şahsınızda tüm halkımıza; benim yaşama bir sözüm var, ona hep saygılı olmayı bilerek ve en son büyük şehidimiz Zeynep Kınaca, “büyük yaşamak istiyorum, yaşamın büyük sevincini duymak istiyorum, büyük eylemli olmak istiyorum” diyor. Her ne kadar bunun büyük başarı tarzının, Önderlik gerçeğini sonuna kadar uygulama gücünde olmasa da bu heyecanla, bu coşkuyla bu büyük eylemliliği gerçekleştirmesi ve bunun en kahraman bir insan olarak adlandırılması, doğru yolda oluğumuzu gösteriyor.
Çünkü böyle büyük yaşamak, ulusal olmak, sosyal olmak, çok zengin kültürel değerlerle yaşamak, oldukça eşit ve özgürlüğe yakın olmak, irade sahibi olmak, başarılı olmak da mümkün. Her şey buna engel teşkil ettiği için, vahşi sömürgecililik, gericilik, hatta geriliklerimiz buna engel teşkil ettiği için, bu büyük engel yapılıyor. Bunu hiç kimse küçümseyemez.
Bizim artık bir sistem olduğumuzu, bir büyük anlayış olduğumuzu hiç kimse ne basite almalı, ne de onu göz ardı eden basit bireycilikleri için kullanmalıdır. Tekrar vurguluyorum; bireycilik belki her ulusta belli bir değeri kapabilir. Şu veya bu sistemle alabilir. Ama bizde asla alamaz, çünkü bizde bireyciliğin önce geçireceği ne bir ülke var, ne de bir maddi-ekonomik değer var, ne bir sosyal egemenlik, hatta siyasi iktidar var. Hiçbirisi yok. Dolayısıyla bireycilik başından itibaren kendini aldatmaktır ve dolaysısıyla da en tehlikeli aldatmaktır.
Kolektivizm bizim halk için, bu aşamada özellikle her şeydir. Yoldaşlığı paylaşmak istemeyenlere söylüyorum; habire kendini yaşamak isteyenlere söylüyorum; bunun bu ülke ve halk içinde yeri yoktur, temeli yoktur. Dolayısıyla büyük yalnızlığı, büyük parçalanmışlığı, büyük kaybetmişliği ortadan kaldırmak için öncelikle insanın kendi içinde büyük örgütlenmeyi, böyle iki kişiyle, her bir grupla oldu mu, daha da büyük gerçekleştirmeyi, buna en yüksek değeri vermeyi, dönemin kurtuluşu açısından en temel şart olarak görüyorum. Ve bunu da artık siz de kendinize en temel bir yaşam şartı olarak görmeli, buna göre yaşamınızı düzenlemelisiniz. Bu gücü, bu büyüklüğü kendinize yakıştırmalısınız.
Tekrar söylüyorum; bu okulumuzun temel özelliklerini artık göz ardı etmemeniz için bunları her sahada, en başta savaş sahasındaki seçkin temsilcisi olmanız için vurguluyorum. Tekrar iddia ediyorum ki, bu halk eğer yaşayacaksa, bu ulus eğer kendine gelecekse, bu özelliklerle bu gerçekleşecektir. Başka hiçbir şey bu halkın ulusal gerçeğini ifade edemeyecektir. Ve sizler de asla hiçbir özlem ve arzunuza ulaşamayacaksınız.
Ben bugün dolayısıyla, böylesine bizim için çok gerekli olan, okulumuzun gerçekleştirdiği yaşam biçimini netleştirmeyi boşuna dile getirmiyorum. Dikkat ederseniz, son yılın en yoğun çabası; yeni kişilik, onun örgüt ve mücadele tarzını netleştirmektir. Karşı cephede savaş verilir-verilmez, hatta başarılır-başarılmaz benim için çekici değil. Olsa da bana göre; onu yaşama dönüştürecek kişi ortaya çıkmazsa, öncü ortaya çıkmazsa, bir çırpıda her şey tersine çevrilir. Hatta yüce devrimimiz bir despotun da entrikalarıyla, kabalığıyla tersine de çevrilebilir.
İşte bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için, dikkat edilirse okulumuza yüksek değer biçiyoruz. Israrlıyız. Belki çağımızda hiç kimse bu yaşam gerçeği ile bağlantılı yaşamayabilir. Ama unutmayalım ki, yüz özellikleri çok farklı olan katliamın son artıklarını yaşayan halkız. Ayrıca insanlık da büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Emperyalizmin insanlığın doğal çevresini yok ederek, zoru kullanarak, sömürüyü, baskıyı teknikle en son haddine getirerek, yönettiği bir insanlık var. Biz bu insanlığı da çözüyoruz ve yerine doğal yaşayabilecek insanı temsil etmeye çalışıyoruz. Yalnız ulusallık için değil, insanlık için de temsil değeri yüksek bir okul. Bu iddiamızdan asla vazgeçmiyoruz. Başarırsak ulusal gerçekliğimizde, bölgemizde onu adım adım insanlığa da taşırmaktan asla tereddüt etmeyeceğiz ve bu da büyük heyecan veriyor. En zengin ulustan kişilerin bile çok geri kalmalarına ve bize hayranlık duymalarına yol açıyor.
İşte bu temelde siz okulumuz öğrencilerinin büyük şansı olduğu açık. Her ne kadar okulumuzu özümsemediyseniz de, sıradan bir etkilenmenin bile sizi yaşama tekrar getirdiği gibi, derslerini özümsemeye ısrar ederseniz, tek olsanız bile büyük başarılarınızı daimi kılacaktır. Dolayısıyla, yakışan ve en gerekli olan budur. Bir ekmek, bir çorba her yerde bulunur. Bulunmayacak olan; ölümsüz insanın yaratılmasıdır. İşte onu burada gerçekleştiriyoruz. Ben bu yaşıma gelişim, gördüğünüz gibi çok diri ve taze bir yaşam gücü olarak, her an saygısı ve sevgisi, derinliği büyük olan gerçeği yaşıyorum. Ve bunu bütün dosta, düşmana gösteriyorum.
Neden sizler de böyle anlamayasınız? Engelleyen nedir? Düşmandan dolaylı fosilleşmiş, kemikleşmiş etkilerinden başka? Dolayısıyla inanıyorum ki; sadece savaşın değil, yaşamın da bu gerçek, doyurucu gücü olan okulumuzun tarihe mal olmuş gerçeği kadar, bundan sonrasını yaratacak, gerçekliği de sizi büyük iddia sahibi olmaya itiyor. Dersleri oldukça kapsamlıdır. Öğretiyor ve adım adım bizim için şimdiye kadar çok boş ve anlamsız olan yaşamı çok anlamlı ve zengin kılıyor.
Sizleri ve bu temelde okulumuzun hem savaşan değerlerini, hem de yüce şehitlerini ve bu temelde ayağa kalkan tüm halkımızı, dostlarımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyor, yüksek başarıların sizlerin olmasını diliyorum.
—Yaşasın 15 Ağustos Atılımı, O’nun 12. Yıldönümü!
—Kahrolsun Bu Atılımımızın Hedeflediği, En Barbar, Faşist Sömürgecilik ve Her Türden İşbirlikçilik!
Reber APO
15 Ağustos 1996
- Ayrıntılar
Bundan onbeş yıl önce partimizin temellerini atan Kemal, Hayri gibi yoldaşlarımız direniş kararını verdiklerinde partinin büyüklüğünü göstermişlerdir.
Ne teslimiyet, ne düşüş, -sonuna kadar direniş.
Bu, parti tarihimiz ve yaşamımızda tarihi bir adım olmuştur. İşte, 14 Temmuz anısına dürüstçe yaklaşmak isteyenler, sonuç çıkarmak isteyenler, her yönüyle kendilerini bu gerçeğe ulaştırmalıdırlar. Aksi halde bu direniş ve bu şehitlere layık olamazlar ve kendilerinden bir şey çıkmaz.
Hatta, bu gerçeklikten sizlerde belli bir uzaklaşma yaşanmaktadır.
Her şeyden önce bu tarihsel anı üzerinde durduğumuzda parti gerçeği nedir, sorusu karşısında kendi gerçeğimizi gözönüne getirmek zorundayız. Şimdi sizlerin uzaklaştığı ve onunla oynadığınız parti gerçeğinin ta kendisi olmaktadır. Hayır, bu gerçeklikten uzak olmakla partileşmek gerçekleşemez. Her arkadaş kendi gerçeği üzerinde durup gerçekliğini gözönüne getirdiği taktirde bu direnişlere karşı hesap veremeyeceğini, layık olamayacağını görecektir. Çünkü yüzünüz ak değil, şimdiye kadar sorun yaratmaktan, ağlamaktan başka ne yaptınız ki? Bu, hepinizin bir ayıbıdır. Şehitlerin karşısında bu halinizle durmanız, büyük ayıptır.
Şimdi bakıyorum da, herkes kendi keyfine göre parti gerçeğiyle oynamaya çalışıyor. Savaşta, örgütlemede, eğitimde her yönüyle oynamayı kendisi için bir sanat haline getirmiş. Bu sizin ayıbınız ve insan bu utanç verici durumla hiçbir gerçeğe ulaşılamaz ki! Tabi “çok zayıfız, güçsüzüz, bundan başka ne yapalım” diyeceksiniz. Bu sizin diliniz ve bunu her zaman tekrarlıyorsunuz. Ama bu kabul edilmez bir durumdur. Şehitlerin anısı üzerine konuştuğum zaman böyle bir partililiği ve sizleri kabul etmiyorum. Kaldı ki, bu durumuyla ben bile kendimi kabul edemiyorum, sizi nasıl kabul edeceğim ki! Bu zayıflıklarla mı, bu sahtekarlıklarla mı, bu kandırmayla mı, bu düşüşle mi sizi kabul edeceğim!
Hayır!
Yaşadığımız bu günlerde bazı hususlar üzerinde duruyoruz: Yine parti adına hafif, dar ve güçsüz bir yaşama tenezzül etmeyi bir sanat haline getirmişler. Bununla da sınırlı kalmayarak, kendilerini partiye ve bu büyük direnişlere layık görüyorlar. Güçsüzsünüz, söz sahibi olamazsınız. Bunun için de en dürüstün elinden ancak ucuz bir ölüm geliyor. Ama bu arkadaşlar kendilerini ucuz ölüme yatırmadılar.
14 Temmuz direnişi ucuz bir ölüm için değildi.
Büyük bir ölümdü, -ölüm değil büyük bir yaşamdı.
Ülkede, savaşta ucuz ölen arkadaşlarımız için “büyük şehitlerdir, güçlüdürler” diyemiyorum.
Neden?
Çünkü direnmeden, ucuzca gidiyorlar. Eğer 14 Temmuz anısına doğru yaklaşacak olursak; bu arkadaşlar, iğne ucu kadar yaşam olanağı ve çalışma fırsatı bulduklarında sonuna kadar değerlendiriyorlardı. Şimdi sizlere bakıyorum, eğer biraz harekete geçseniz ülkeyi alabilirsiniz, kurtarabilirsiniz. Ama ne yazık ki, bir çalışmayı doğru bir adıma dönüştürmeye tenezzül edemiyorsunuz, -elbette bu da insanı kahrediyor.
Parti ruhunu, parti büyüklüğünü kendinizden uzaklaştırmışsınız.
Bu kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük, kölelik, hatta düşkünlüktür. Hayret ediyorum, kendinizi nasıl böyle kabul edebiliyorsunuz? Bu kadar çalışmama rağmen ben bile kendimi kabul etmiyorum. Hayır! Kişi büyümenin yoluna girmeden kendinden memnun olamaz. Bir şey yapamıyorlar, -kendileri bile gerçekleştiremiyorlar. Buna rağmen kendilerine, PKK adına bir usul yaratıyorlar.
Bu büyük anıya bağlı kalmak istiyorsak, biraz dürüstlük varsa, değerlerimizi böyle unutmak istemiyorsak, mutlaka kendimizde bir şeyler yaratmak zorundayız. Kendi içimizde bazı esaslara ulaşarak daha doğru ve birlikte büyük yürüyebilmeliyiz.
PKK’nin saflığı, PKK’nin dürüstlüğü bu yoldaşların gerçeğindedir.
Kendi durumlarınıza bakın; ne kadar bu büyüklüklesiniz? Bu büyük yoldaşlarımız, partinin adını yükseltmek istediler, parti amacından uzaklaşmamak için büyük vahşet altında, her gün tahammül edilemeyecek işkenceler altında küçük bir yaşam imkanı bularak direndiler. Bu büyük direniş, bu amaç içindi. Burada hemen kendinizi karşılaştırın; ülke toprakları üzerinde, dağların zirvelerinde silahlı gruplar halindesiniz, ama yine de düşmana karşı birkaç doğru adım atamıyorsunuz.
Bu şehitleri, bu direnişleri gözlerinizin önüne getirdiğinizde kişi kendi hakkında ne diyebilir?
Elbette ki, bu yoldaşlardan ve bu direnişten bir uzaklaşma var. Bu uzaklaşmayı kendinize nasıl layık gördünüz, işte buna şaşıyorum. Uzun bir zamandır büyümeniz ve yetkinleşmeniz için bu kadar büyük parti derslerini verdik, büyük hizmetler sunduk. Ancak çıkardığınız sonuç; “düşkün kişiliğimi nasıl yaşatabilirim” oldu. İşte, en büyük tepkimiz de buna yöneliktir.
PKK şehitleri bunlar değildir. PKK direnişi bu değildir. İçinizden bazıları veya birçoğunuz, birçok yönüyle bir şeyler de yaratmak istiyorsunuz, ama PKK büyüklüğünden uzak bir PKK yaratmak istiyorsunuz. Her zaman söylüyorum, bu kişiliğinizle yalan söylüyorsunuz, kendinizi kandırıyorsunuz.
PKK mukaddestir, PKK kişilikleri dürüsttür.
Mazlum, Kemal Hayrilere eğer biraz bağlılığınız varsa, sahip olduğunuz bu kişilikle yürümenizin mümkün olmadığını göreceksiniz. Bu kişiliği şimdiye kadar parti içinde nasıl yürüttünüz, buna nasıl cesaret ediyorsunuz! Gerçekten vicdansız mısınız, terbiyesiz misiniz, -anlıyamıyorum. Neden böyle oldunuz? Çok mu zayıfsınız, çok mu düşkünsünüz, çok mu çaresizsiniz, -bunu anlamak istiyorum. Bu doğru değil ve zindan direnişine, 14 Temmuz kahramanlığına bağlılık değildir.
Ben bu yoldaşları, bu direnişi sizden ve parti adına yürütenlerden koruyorum.
Ya bu arkadaşların ruhuna ulaşır, ya 14 Temmuz ruhu yakalanır, ya da bu ruhu sonuna kadar sizlerden koruyacağız. Kesinlikle söz veriyorum ki, bunu koruyacağım. Sizi kabul edemem ve etmediğimi de görüyorsunuz. Parti içinde kimse kalmasa bile düşkün kişilikleri ve zayıf insanı kendimize yaklaştırmayacağız.
PKK, bir kahramanlık partisidir.
14 Temmuz büyük bir yüceliktir.
Bunu alçaltmayız, ayaklar altına alamayız ve bunu sizlere layık göremeyiz. Ben bu yoldaşların anılarına, kendimi de layık görmiyorum. Ancak onların temsilcisiyim, vasiyetlerini takip ediyorum. Bu kişiliklerinizle yürüyemem ve en ufak bir eksikliğiniz de olsa kabul etmem, bunu bileceksiniz.
Bugün 14 Temmuz direnişinin yıldönümü vesilesiyle bir şeyler yaparak anmak istiyorsanız ve gerçekten dürüstseniz ve bir şeyler de anlamak istiyorsanız bu arkadaşlarımızın sergiledikleri direniş gerçekliğine doğru yaklaşmak zorundasınız. Hangi koşullarda, neye karşı, neyle, nasıl direnişi yürüttüler, bunları aklınıza getireceksiniz, kendi gerçeğinizle kıyaslayacaksınız. Ve “ben ne kadar bağlıyım, ne kadar onunlayım” hesabını dürüst ve doğru vereceksiniz. Vermezseniz, sizleri ancak bir sahtekar olarak değerlendiririm. Bunları herkes için söylüyorum.
Bazı arkadaşlar bizi çok incitti. Bilemiyorum, insan büyümekten neden bu kadar korkuyor, -şaşıyorum. Bu arkadaşlara çok büyük imkanlar sunduk, ama hiç önem bile vermediler. Vicdanınız neden bu kadar kara, -gerçekten insan bir sonuç çıkaramıyor. Sizlere kim “böyle yaşayın” dedi? Bu yaşam uslubu kimindir? Bunun cevabını vereceksiniz. Aksi halde sizi kabul etmeyiz. Her gün bunun üzerinde duruyorum. Özgürlük istiyorsunuz, şerefli bir yaşam istiyorsunuz, işte yolu bu belirttiklerimdir. Neden bu yolun üstünde yürümüyorsunuz? Kötülüğün rüzgarına kapılıp gidiyorsunuz. İşte, gördünüz kaçıyorlar. Elbette birçok nedeni var. Büyük imkanlar hazır önünde, ama üzerinde durmaya tenezzül bile etmiyor. Bunun için gerçekten bu tarihi anının, adımın üzerinde durmak istiyorsanız acaba dürüst müdürler, değil midirler diyorum. Sadece bir anının üzerinde durmak insana yürümesi için sonuna kadar yeter. Uzun bir süredir “PKK adına her yönüyle hareket edebiliriz” diyorlar. Olmaz! PKK esastır. Eğer PKK gerçeği tutturulmazsa Kürdistan’da yaşam yürümez, -hiçbir şey gerçekleşmez.
Neydi bu direniş?
Zindanda ihanet büyük dayatılınca Şahinler tamamen düşürmek istediler; “PKK adına kimse kalmamalı”, hatta “hepsi PKK’ye karşı çıksın”, “PKK de vatanı inkar etsin, halkı inkar etsin.” Bunun karşısında bu büyük insanlar ise, “biz canımızı vereceğiz, bu kararı vereceğiz” dediler.
14 Temmuz; parti, halk, Kürdistan ve insanlık adının ortadan kalkmaması için verilen bir karardı. İhanete, büyük zulme, düşkün yaşama karşı bir parti kararıdır. Hemen hemen hepsi sizler gibi zayıftılar, imha olmakla karşı karşıyaydılar. O zaman bu kahraman insanlar, “Gün direnme günüdür” diyerek, zayıflıkların önüne geçtiler. Şimdi de düşman çok şiddetli ve acımasızca üstümüze geliyor. Şimdi de Kürdistan’da ihanet büyük ve daha da büyümüştür. Direniş de büyümüştür. Aynı zamanda içimizde düşkünlük de var, teslim olma da var. Ülkenin dört bir yanında direniş ne kadar gerçekleşiyorsa bir o kadar teslimiyet, yine bir o kadar düşkün bir yaşam da gerçekleşmektedir. Eğer 14 Temmuz’a bağlıyız diyorsanız, o zaman sizlerden kahramanca bazı adımların atılmasını istiyoruz. Zindandaki gibi değil, savaş ve çalışmanın her yönüyle 14 Temmuz ruhuna bağlı adımlar atılması gerekiyor. Kendi ruhunuzda adım atın, böyle adımlar atmazsanız sahtekarsınız. Büyük değerlerle ucuz yaşamınızı sürdürmek istiyorsunuz, elbette bizim de bunu kabul etmemiz mümkün değildir.
Diğer bir husus da şudur:
Önderliği tanımıyorsunuz.
Çok düşkünsünüz ve her zaman bizi kendi seviyenize düşürmek istiyorsunuz. Tabii ki, bu da mümkün değil.
Sizden bir şey rica ediyorum; biraz büyümeyi tanıyın. Eğer kendinizi yetiştiremiyorsanız, o zaman parti ile oynamayın, ihanet etmeyin, sadece bu değerleri koruyun. Eğer bu da elinizden gelmiyorsa çıkın gidin, derim. Ben bile kişiliğimi her gün eritiyorum, ama sizler kendinizi paşa ilan etmişsiniz.
Şimdi sizlerde PKK dışında her şey var; düşkünlük var, zayıflık var. Düşünce dağılmış, ruh dağılmış ve en önemlisi de büyük karar yok, -yarı ölü gibi. Her zaman kendisini sorun yapıyor; “ben kapalıyım, yüzeyselim, bilmem neyim.” İşte, bundan başka bir şey değil, en iyisi de ucuz ölüme gidiyor. Büyük başarı, büyük adım diyen, “Ben de PKK’nin büyük şehitlerinden eksik yapmam, sonuna kadar düşünce ve yaşamım budur” diyen yoldaşlar içinizde yetişiyor mu? Kendinize ve etrafınıza bakın, kim kendisini böyle gerçekleştiriyor?
Sizler üzerine fazla geliyorum diye değil, kendi kendinizi zor durumlara sokmuşsunuz. Oysa parti imkan ve fırsatlarıyla kendinizi büyütebilirdiniz, hepiniz kendinizi yaratabilirdiniz. Zaman da vermiştik, hatta kendinizi büyütebileceğiniz bir ortamı da sunmuştuk. Ama sizler anlamadınız ve sürekli “ucuz bir yaşam” edebiyatı dediniz. Hep keyfiyete tenezzül ettiniz. Bu da, tabii ki bir düşman isteğiydi. İşte, düşmanın isteği de kişinin böyle ucuz bir kişilikle yaşamasıdır. Budur, -bu da tanımadığınız bir şey değildir. Eskiden beri bu kişilik bizim için bir sefaletti ve içinde hayırlı hiçbir şey yok. Sadece düşmanın zulmü değil, binlerce arkadaş hemen hemen düşüyordu, “ben teslim olayım mı, olmayayım mı?”, bu haldeydi arkadaşlar. İşte, 14 Temmuz direnişi buna karşı bir karar gerçekleşmesidir. Şimdi bakıyorum da, hiçbir arkadaş bundan kendisine yönelik bir sonuç çıkarmıyor. Çoğunuz da bu haldesiniz, ama burası zindan değil. Burası dağ başıdır, elinizde silah var, ama doğru-dürüst yürüyemiyorsunuz, bu teslimiyetten daha kötüdür. Eğer bu anılarla sözleşmek ve kararlaşmak istiyorsanız kendinizi bu şekilde bırakamazsınız. Herkes söz sahibi olamaz, sizin gibi insanlar kendilerini yenilememişler, söz sahibi, karar sahibi olmaktan uzaksınız.
“Partinin bazı imkanlarıyla yaşarım, sonunda düşmanın yanına kadar giderim.” Bu PKK gerçekliği değildir, PKK’ye ve 14 Temmuz direniş anısına en büyük kötülüktür, hatta düşmandan daha çok bize karşı bir direniştir. Bu düşmana karşı değil, PKK büyüklüğüne karşı bir direnme durumudur.
Belki size acayip gelebilir, ama bu yaşamınız düşman hamleleri gibi sizleri PKK’ye ve 14 Temmuz’a karşı direnişe kaldırıyor. Düşmanın baskısı, düşmanın zoru ülkenin her yanında, savaş sahalarında sizi yumuşattı, şaşırttı, sonuç itibariyle hepiniz PKK içinde direniş halindesiniz. Elbette bu direniş 14 Temmuz direnişi değildir, Agit yoldaşlarınki değildir. Bu direniş PKK’ye karşı olan bir direniştir. Tuhaf bir şey, PKK içinde çoğunuz birçok yanınızla PKK’ye engel teşkil ediyorsunuz. Engelden öteye direniyorsunuz.
“Biz partileşemeyiz, parti taktiklerine ulaşamayız, parti hattına ulaşamayız. Yakamızı bırak, biraz kendimizi yaşamak istiyoruz, küçük yaşamak istiyoruz”, gece-gündüz bunları söylüyorsunuz. Bu, kabul edilemez bir durumdur. Ne hakkınız var?
Şimdi sizler benden PKK partisini, bu büyük şehitler partisini küçük-burjuva bir parti yapmamı istiyorsunuz. Yüzde doksanı küçük-burjuva bir parti istiyor. Bu halinizle PKK partisi olabilir misiniz? Kendinizi Mazlum, Hayri, Kemal’in çizgisine ulaştırabilir misiniz?
Birçoğunuzun kişilikleri ortada ve doğru hesap vermelisiniz: Biz ne kadar büyük şehitlerin partisiyleyiz! Bu değerler tümden unutulmuş, çoğunlukla da ülkedekiler, savaşta yer alanlar unutmuş. Kim komutandır, kim keyfi yaşam sahibidir, kim kendini yaşıyor, kim parti ve savaş esasları dışı, kim kurnaz, kim oyunlar çeviriyor, bunlar üzerinde duruyorsunuz.
“Düşmanı derinden vuralım, düşmanı büyük vuralım, büyük yoldaşlıklar yaratalım” diyen yok, bunlar adeta unutulmuş.
Kim sizleri böyle alıştırdı? Öğretmenlerinizin hepsi yanlış, büyük şehitler değil. Büyük şehitlerden uzak, hatta düşmanın kendisidir.
Düşmanın zoru sizleri iflas ettirmiş. Neden sizden büyük yoldaşlar çıkmıyor, neden?
Bunca yıldır zindanda değilsiniz, özgürsünüz. Partinin bütün kitapları elinizin altında, neden bir türlü büyüyemiyorsunuz? Kendinize bunu mutlaka sormak zorundasınız. Eğer sormazsanız kimse size “şereflisiniz” diyemez ve namuslu insanlar da olamazsınız. Elbette başaramayan, bir görevi doğru-dürüst yerine getirmeyen namussuzdur, düşkündür. Düşkün insan ise beş para etmezin tekidir. Düşkün insanın bir değeri olur mu? Tek bir savunma yönteminiz var; “ben ağlarım.” Ağlayanlar da namussuzdur. Ağlamak kahramanlık mıdır? 14 Temmuz ağlamak mıdır, direnmek midir? 14 Temmuz başarı mıdır, düşüş müdür? 14 Temmuz kahramanlık mı, korkaklık mıdır? Bunların hepsini düşünmek zorundasınız.
Söz sahibi olamıyorsunuz ve çoğunlukla da buna üzülüyorum. Gerçekten sizler kimin arkadaşısınız?
Mazlum, Kemal, Hayirlerin mi?
Onlara mı yakınsınız, yoksa Şahin’e mi?
Şahin içimizdeyken çok çalışıyordu, sizden on kat daha fazla çalışıyordu, -ben tanıyorum. İçinde bulunduğunuz zor ortamda olsaydı belki sizden daha çok savaşırdı. Burada yine bir şey insanın aklına geliyor: Böyle büyük ihanet etmiş bir insan dahi yerinizde olsaydı, belki sizden daha iyi olabilirdi. Eğer sizler onun yerinde olsaydınız, belki daha kötü olabilirdiniz. Yani yeriniz Mazlum, Kemal ve Hayir’nin yeri değil, konumunuz Şahinlerden daha kötü.
Neden?
Bu yaşamınızla parti içinde büyük çalışmanın kaynağı olamazsınız. Parti içinde adeta yeni bir adet ortaya çıkmış; hiç çalışma, parti imkanları üzerinde otur ve kendini yaşat! Sen kendini nasıl yaşatırsın? Eğitimini yapmıyorsun, düşmanın üstünde hiç durmuyorsun, bazı taktikler, örgütlenmeler üzerinde durmuyorsun, ondan sonra da etrafını yık, boz, zafersiz kendini yaşat, çalışmadan kendini yaşat! Suçu arkadaşının üstüne at, etrafını suçla, kendini de temiz çıkart! Böyle olmaz ve bu bir sahtekarlıktır. Binlercesi bu şekilde kendi bireysellikleri ya da düşkünlükleri için partinin büyüyen imkanlarına göz dikmişler.
Durumlarınızı daha derin açmak istemiyorum, anlayabildiğinize inanıyorum. Eğer savaş ve halk içerisinde komutanlıkta, savaşçılıkta mevcut durumlarınızı değiştirmezseniz, değil düşmana karşı, bize karşı; değil 14 Temmuz’la, 14 Temmuz’a karşı direniyorsunuz demektir! Yanlış yapmayın. Bu arkadaşlarımız bu direnişte 60 gün aç-susuz, bir deri-bir kemik kaldılar.
Bu direnişle neyi ispatlamak istediler? “Bu düşkün yaşamı, eriyip elimizden giden yaşamı kabul etmiyoruz. Biz ölümü kabul ediyoruz. Vücudumuzun, kemiklerimizin erimesini kabul ediyoruz, ama düşmanın istediği yaşamı kabul etmiyoruz. Biz PKK’yi bırakmayacağız.” İşte, 14 Temmuz bundan başka bir şey değildir. Bir de kendinize bakın, “düşman yok, biz güçlüyüz” diyerek, kendi kendinizi ucuzca eritiyorsunuz. Mesela savaştaki arkadaşlar bilirler; “parti esasları kalmadı, gerilla adına ideoloji, siyaset kalmadı, yoldaşlık kalmadı” diyorlar. Yine köylü kurnazlığı, kimileri arkadaşlarını şehit ediyor, kimilerinin arkadaşları elden gidiyor, onlarca şehadet gerçekleşiyor, ama kendini sorumlu görmüyor, şehitlerin anısına bir şey yapmıyor. Her gün haberleri alıyorsunuz, “anılarına ne yapayım, ben nasıl bir sorumluluk altındayım” diyen yok. Bu komutanlık değildir, savaşçılık değildir, bu bir hıyanettir. İnsan böylesi bir durumdan korkar. Eğer bir sözünüz varsa ve partiyle olmak istiyorsanız dürüst olun. Bunun derinliğini, anlamını kavrayın.
En büyük korkum, partiden varolan uzaklaşmadır.
Bu kişilikler partiyi istila etmiş, parti diye bir şey bırakmamışlar.
Bunlar gözünüzün önünde yaşanırken, kendinizden bile haberiniz olmuyor. Bu durumda Kürdistan için, Kürtlük adına bir şey elimizde kalmıyor. Sadece ihanet kalıyor.
Eğer gerçekten bu anıya bağlı kalarak 14 Temmuz’un 15. yılında bir sonuca ulaşmak istiyorsanız, üzerinde durduğum bu noktaları kendinize esas alarak üzerinde durun, kendinizle kıyaslayın ve böylece kendinizi doğrulara ulaştırabilirsiniz.
Parti meselesi tek benim meselem değil. Bu yoldaşlar neden şehit düştüler? Elimizde bir şeylerin, bir şerefin kalması için şehadete ulaştılar, -yoksa kendileri için değil. Kendileri için olsaydı böyle büyük direnmezlerdi. Bir halk için, bir tarih için, bir insanlık için bunları yaptılar. Eğer sözlerinizin sahipleriyseniz sizler de bu yoldaşların takipçileri olabilirsiniz.
Söz sahibi olmak, hangi durumda olursa olsun, devam etmektir.
Her gün vahşet altındaydılar, en büyük zorluklar içerisindeydiler. Ama buna rağmen bu kadar direnebildiler. Sizlerin durumu ise çok iyi, niye büyük direnemeyeceksiniz ki! Kimse “imkanım yoktur” demesin, bunların hepsi yalandır. En büyük vahşet, en büyük imkansızlık Diyarbakır zindanındaydı. Hatta tarihte bile böyle bir vahşet görülmemiştir. Ama bu yoldaşlarımız direndiler, -büyük direndiler.
Kahramanlığı kendinize layık görün.
Her şeyle oynayın, ama bu büyük mukaddes değerlerle oynamayın. Sizden fazla bir şey istemiyoruz. Büyümek üzerinde durun. Hatta düşmanla baş edemiyorsanız ilkin kendinizle başetmeye çalışın. “Kendimi gerçekleştireceğim, doğru partileşeceğim, partileşmeden uzaklaşmayacağım” deyin. Neden bunları ısrarla belirtiyorum? Siz dün parti içindeki yaşamınızla bu değerleri mahvettiniz de ondan. Siz parti esaslarını, parti yoldaşlığını, hepsini boşalttınız da ondan. Neden böyle yaptınız? Parti içindeki düşman, zindandaki düşmandan daha mı büyüktü? Hayır! Hiç düşman yoktu, siz kendi kendinize böyle yaptınız. Şimdi de sizleri kabul etmemi istiyorsunuz. Bu büyük şehitler sizi affetsin, kabul etsin.
Hayır!
Parti yaşamıyla, önderlik yaşamıyla oynayanlar af edilmezler, kabul edilmezler.
Kendinizi kandırıyorsunuz. “Biz çaresiz kaldık, zayıfız, bazı anlayışlarımız düşmandan kalmış, eski toplumdan kalmadır” demek, büyük yalandır. Bu arkadaşlar için de aynı şeyler geçerliydi. Ama hayır! Sizde olan daha başka bir şeydir.
Parti üzerindeki oyun, partiyi küçük-burjuva partisi yapmaktır. Elbette ki, bu partiye savaş açmaktır. Parti içinde partiye karşı bir savaş durumudur. Başka türlü bunun izahı yapılamaz ki!
Tekrarlıyorum; şehitlerin anılarına bağlı kalmak istiyorsanız, sözleriniz sahipleriyseniz, çizdiğimiz bu çerçeve üzerinde bir kez daha gerçekçi durun. Fazla yorulmamışsınız ve sizlere bazı imkanlar da sunmuşuz. Her şeyden önce bu büyük şehitlerin yolunda, bu büyük direniş yolunda kendinizi kararlaştırın. Ama dürüstlükle, ama onların gerçeği temelinde kendinizi kararlaştırın. Sizin için dile getirdiğimiz bu hususları büyük istekle, büyük iradeyle esas alın. Ve PKK militanlığının gerçekliği sizde yürütülsün. Böyle yaparsanız ancak Mazlum, Kemal, Hayri, Ali ve Akiflerin arkadaşı olabilirsiniz. Büyüyeceksiniz ve büyük adımlar atmaktan korkmayacaksınız. “Etrafımız bizi şaşırtıyor, etrafımız bizi yoldan çıkarıyor” demeyin. Hayır! Düşman da bu arkadaşları yoldan çıkarmak istiyordu, oyun büyüktü ama başaramadılar. Ama burada düşman da yok, siz kendi kendinizi yoldan çıkarıyorsunuz.
Bazı şeyleri anladığınıza inanıyorum. Yine önderlik her şeyden önce şehitlerin temsilcisidir. Kimse bunu unutmasın ve bizden de bir şey istemesin. Kesinlikle kabul etmiyorum. Benim istediğim, yaptıklarım şehitlerin isteğidir, diğer şeylerin benim için fazla bir kıymeti yoktur.
Onların amacı, onların vasiyeti, onların yaşamı üzerinde ben söz sahibiyim. Bıraktıkları vasiyet temelinde sözüm var, -yürütüyorum da. Bunu anlayacaksınız. Yetersizliklerinizi üstümüze atmayacaksınız, zayıflıklarınızla bize yaklaşmayacaksınız. Çaresizliğinizle, yanlışlıklarınızla, düşkünlüklerinizle bize uzak duracaksınız. Bu şehitlere de yaklaşmayacaksınız.
Ben her zaman şehitlere söz verdim.
Haki yoldaşa söz verdim, partiyi ilan ettik.
Mazlum, Kemal, Hayri yoldaşlara söz verdim, ülkeye büyük dönüşü gerçekleştirdik.
Mehmet Karasungur yoldaşa söz verdim, Güney Kürdistan’ı devrime ulaştırdık
Kimse inanmıyordu, ama biz yaptık. Agit yoldaşlara söz verdik, Kürdistan’ın tamamında gerillayı donattık. Bütün bunlar şehitlere verdiğimiz sözlerdir.
Zilan yoldaşa söz verdik, kadın özgürlüğünü yükselttik, büyüttük. Hepsinin sözleri ve vasiyetleri yerine getirilmiştir.
Kendinizde saygı ve takdiri görüyorsanız kendinizi söz sahibi yapacaksınız. Bundan başka sizin için hiçbir şeyin değeri olamaz. Yeme-içme hepsi zafer içindir. Konuşma, yürüme hepsi partinin büyümesi içindir. Bizde keyfiyet yok, her şey insanın büyümesi temelindedir.
Her şey büyük direniş içindir.
Kendinizi başka bahanelerle üzerimizde yürütmeyin ve yanaşmayın. Bunu ısrarla söylüyorum, sonra kötü düşersiniz. Önderlik babanız değil, akrabanız değil, önderlik allahınız değil, reis ve muhtarınız da değildir. Önderlik, her şeyden önce şehitlerin vasiyetidir, her şeyden önce direniştir, her şeyden önce partidir, bir savaş çizgisidir.
Eğer önderliği böyle tanımak istiyorsanız birlikte yürürsünüz. Böyle tanımazsanız yanına yaklaşmayın. Yaklaşırsanız ajansınız: Sömürgeciliğin, düşmüş toplumun, kötülüğün, müflis kişiliğin ajanısınız.
Biz zayıf, basit, hafif insanlar için yokuz. Küçük ve zayıf insanın düşmanıyız. Biz onların yok olmaları anlamına geliyoruz. Biz büyümek isteyen insanla, kendisini gerçekleştirmek isteyen, kendisini direniş yapan, düşmana karşı kendini büyük silahlandırmak isteyenleriz. Sözümüz de bundan başka bir şey değildir.
Büyük şehitlerimiz için, parti içindeki böyle büyük kararlar şimdiye kadar yürümüştür ve yürüyecektir de. Eğer akıllıysanız, dürüstseniz ve söz sahibi olmak istiyorsanız bu çerçeve temelinde bir kez daha en büyük kararı kendi kişiliğinizde verin, kendinize karşı, kendiniz için verin. Sizden bir şey istemiyorum, şehitler sizden istiyor. Bu büyük direniş sizden istiyor, sizler de vermek zorundasınız. Eğer bu doğrular temelinde verirseniz dürüstsünüz ve kimse sizleri durduramaz. Geride kalmaz, zayıfta olmazsınız. Bu arkadaşlar zayıf mı kaldılar, geride mi kaldılar, çok zor durumlarda büyüklüklerinden taviz mi verdiler?
Hayır!
Bu büyük direnişten herkesin sonuçlar çıkarması gerekiyor. Hangi sahada ve hangi şekilde olursa olsun bu partiden uzaklaşmayı ortadan kaldırmalıyız. 14 Temmuz kararına ulaşana dek bu uzaklaşmaya karşı durmalıyız. Bu büyük şehitler kendilerini büyük direniş temelinde gerçekleştiler ve sonuna kadar yürüdüler. Çalışmanız böyle olup sonuca ulaşırsa 14 Temmuz’un sahipleri olursunuz. 14 Temmuz sahipleri ise her zaman büyük olurlar. Böyle yürüyenler bunun savaşını verenler; sabırla, bilinçle, çalışmayla bir savaş yürütürler ve her zaman zafer kazanırlar, başarılı olurlar.
14 Temmuz 1997
Rêber APO
- Ayrıntılar
(Zilan'da daha teorik, daha ilkeli iken, Sema'da daha sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri'de de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair çok duyarlı, anlamlı yanıt var.)
Eskiden kitabi olmak derlerdi. Biz, buna anlama gücüne saygı göstermek ve ona göre bir işin, bir amelin sahibi ol-mak diyoruz. Kürt olayında en çok öğrenilmesi gereken ki-tapsız bir halk gerçeği olmasıdır. Çok değerli sözlerin kitabileşmesiyle birlikte yürüyen, gelişen insanlık yarışında kitap-sız olmamız, anlayışsız olmamız ve yaptığımız işlerin, amelin değerinin neredeyse olmaması, kendisine karşı olması gibi bir gerçeğiniz vardır. Şimdi hemen belirtelim ki, ameliniz, prati-ğiniz kitaplardaki doğrulara olduğu kadar bizimde yazmaya çalıştığımız kitaplara göre olamıyor. Başı boş, tüm kitapların yazdığı doğrulara ters, en temel sorunumuz budur.
Şehitler gününde, büyük direnç ve ona kendi bedeninde kızıl köprüler kurarak ulaşmaya çalışan Sema Yüce kişiliğinde en çok söylenmesi gereken; onlar kitaba göreydiler veya bizim durumumuza bakıldığında, bir türlü yanıt veremeyenler kitapsız idiler; doğrusuz, anlayışsız idiler. Bundan sonrası ne yapıp edip kendimizi bu kitaba kavuşturmaktır. Haydi hayatın kitabını da okumayı bilmiyorsunuz, o yetenekle gelmemişsiniz, dolayısıyla bütün direniş değerleri unutulup gidiliyor. Böyle yargılanma günlerinde hesap vermeniz gerçekten çok zor. Ulusal değerler karşısında hesap vermesini bilmeyenler de, ancak lanetliler sınıfına girer; ikiyüzlüler, münafıklar, se-filler grubuna girer. İlkeli olmanız için çok büyük güç harcadık. Fakat isyan pratiğiniz, bunu en az düşman kadar zorlu-yor.
Ulusal değerlere karşı her sahada çalışma hususlarındaki bu duruş, yaklaşım tarzınız kesinlikle varsa bir gücünüz, bir samimi sözünüz, artık zarar vermeyecek kadar biraz da yararlı olabilecek bir yeterliliği yakalamalıdır. Tarihte Kürtler gerçekten de insanın yarış ettiği ve kazandığı konularda en anlayışsız duruma düşürülmüş -bu tabii doğal karakter değil, düşmanları tarafından bu duruma düşürülmüş bir halk olarak da değerlendirilebilinir- daha çok bu gerçeği yansıtıyorsunuz. Ama yanlış bir gerçektir. Düşmandan kalmış, lanetli, belleği yitirilmiş, tam da düşmanına göre oluşturulmuş sahte bir ger-çekliktir.
Parti savaşımımız ilk elden kendimizdeki sahteliğe kar-şı savaştır. Burada iyiniyet o kadar önemli değil. Gereklidir, ama iyiniyetin içi yüksek anlayışla doldurulmazsa belki de kötü niyetliden daha çok zarar verebilir de. Doğrusuz, savaş-sız, aşksız bir yalan yaşam gerçeği; işte bir cümleyle tarifi ve-ya tersinden söylersek; yanlışlarla, yenilgilerle anlamlı olma-yan bir savaş ve güdülerin sınırlarına takılmış çirkinli yaşam.
Bu büyük bir savaştır. Bize çok gerekli olan ve esasta da doğru bir çizgisi vardır bu savaşın. Ama halen gerçekliğimizle birleştirmeye çalıştığımız bir çizgiye karşı büyük bir homurtu var. Körce bir bağlılık kadar, çoğunlukla düşmana hizmet eden, yine kör bir çabayla savrulmalar var. Burada en büyük savunma gerekçeleriniz; "beynim, yüreğim fazlasını kaldıramıyor" oluyor. İşte bu da yenik düşmenin diğer bir ifadesidir. Fazlasını kaldıramıyorsan neden geliştirmiyorsun? Neden günleri böyle harcıyorsun? Burada tarih karşısında, insanlık karşısında savunma olamaz. Hatta sınıf tanınmaz bir duruma geldiği için de, en başta kendini kandırmadan tuta-lım, ipe sapa gelmez her türlü dili, her türlü dayatmayı, herkese, her yerde çekinmeksizin, düşman olmaksızın, hatta iki gözü karalıkla sergilemekten geri durmuyorsunuz. Ama hayat da size hep bu temelde vurdukça vuruyor. Yararlı olmaması yüksek anlayışsızlığınızla izah edilebilinir.
Bugünlerde demek ki bir anlayış geleneği, özellikle pratik yaşam, savaş pratiğine damgasını vurmadıkça kendinizi affetmeniz asla mümkün değildir. Cezai anlamda affetmekten bahsediyorum. Yaşamın her yürüyüşünde bizi kahredecek engellerle karşılaşmaktan kurtulamazsınız. Buna gerek du-yuyorum ve öyle de oluyor. Başınızı nereye çeviririseniz di-kenler batar, nereye atarsanız oraya yapışıp kalır. Bu gerçeğinizi oluyor.
Hangi özgür yaşam ilkesine, savaş ilkesine başarıyla bir yürüyüş gerçekleştiriyorsunuz? Nerede, yaşamınızın hangi döneminde? Bugünlerde bunları sorgulamak gerekiyor. Bu-rada sizde çokca gördüğümüz diğer bir husus da, böyle günleri, ağlama günlerine ve ucuz tersinden dinsel, duygu günlerine dönüştürmeniz yetmez, kurtarmaz. Önceleri halkımız ba-zen zoraki çok ağlar, zoraki çok sahte gülerdi. İkisinin de de-ğeri yoktur. Halbuki bu şehitler belki de insanoğlunun en zor denediği kahrolma ve kahretme biçimini gerçekleştirdiler. Haydi birilerinin, düşmanın eliyle insan ateşlere atılır, -ta İb-rahim Halil peygamberinden tutalım, Hallacı Mansurlar'a ka-dar ama- onlar sadece düşmanları tarafından atılmıştır. Ben hatırlamıyorum kendi özgür iradesiyle ateşlenmeyi, hem de en genç yaşta, hayatın baharında ve çok rahatlıkla başka mü-cadele biçimlerini de deneyebileceği imkanları olduğu halde. İlktir, öyle tahmin ediyorum ve bu bizi çok büyük düşünmeye zorluyor, zorlamak zorunda.
Benim özellikle PKK şahadet gerçekliğinde, diğer bir çok hususta çalışmalardan geri durmamakla birlikte anlamından kopmamaya çalıştığım esas gerçekliktir; şahadet gerçek-liği. Anlayış ve uygulama esaslarında ciddi bir yetersizliği yaşamamak için diyebilirim ki, en büyük özeni gösterdim ve istenildiği kadar olmasa da, bağlı kalmayı ucuz bir söz ol-maktan çıkardım. Savaşsallaştırmada da bir iki adım attım. Daha fazla güç olsaydı kişilikte, şüphesiz daha fazla bir ger-çekleştirmeyi de sağlamaktan çekinmezdim. Ama bizde böyleyken, sizde nasıl oldu? Baktığımızda durumlarınız iç açıcı değil. İşte burada, bu büyük boğuşmayı yaşadık sizlerle, ya-şamak zorundayız. Çünkü bu değerler öyle kolay çiğnenecek değerler olamaz. Körce bir kavgayla da anlamı yerine getiri-lecek değerler olamaz. Kürt çeyrek asrı geçen sürede kendini tanıdı tanıyalı, kendi canlarını halklar uğruna gözünü kırpmadan feda eden insanlar gibi olmayı belki başaramadım, ama onların anısının sağlam bir takipçisi olmada da nefes nefese bir yürüyüşü gerçekleştirmekten kendimi geri tutmadım. Dara ağaçlarında, ölüm kusan mermilerin delik deşik ettiği vucutlara saygılı olmak için gücümü çok iyi kullanmaya çalıştım ve gelinen noktada sözümde, eylemim de ciddiye alınan bir konuma geldim. Herhalde bunda en belirleyici etki bu şehitler gerçeğinin ta kendisidir.
Şüphesiz şehitler gerçeği için bunları belirtmek kendi başına yetmiyor. Şehitler bundan ibaret değil, bir dava takip-çiliği ve hatta savaşımlarına bir yere kadar da mesafe aldırmak tam bunları ifade etmez. İçini sorgulamak daha büyük ö-nem taşıyor. Bunlar genelde özgürlük kavramıyla açıklanmak isteniyor. Gerçekten çok genel bir kavram. Onun nasılı çok daha yakıcıdır ve gerçekleştirmesi de bir o kadar zordur. Şe-hitlerin bir çok takipçisi var. Benden daha fazla kendini adı-yanlar var. Ama dikkat edilirse bunlar bile onları unutturmaktan ve hatta anlamsız bulmaktan öteye bazen ileriye gidemi-yorlar. Demek ki takip etmek uğruna ölmek yetmiyor. Daha başka şeyler gerekiyor. Bu, başka şeylerle içini doldurmak. Çünkü hiçbir şahadet çok büyük bir yaşam gayesi, gerekçesi olmadan gerçekleştirilemez. Biraz da zor olan bunu çözmeye, noksanlığı varsa gidermeye, en ağır bir savaşla da olsa ya-şamsallaştırmaya çaba göstermemiz bizim genelde bir çok ki-şiyle olan farkımızı ortaya koyuyor. Bunu başarmasaydık, şe-hit değerlerine bağlılık ağırlıklı olarak laf olmaktan öteye gi-demeyebilirdi.
En zor hesap verilmesi gereken nokta böylesine kendi kendini sorgulayıp yanıt olmayı sağlama noktasıdır. Şehidin seni fiili olarak denetleyebilecek bir sözü, bir iradesi yoktur. Ama bunun yolaçtığı yanılgı; "onlar adına istediğim keyfi sö-zü, işi yaparım" yanılgısıdır. Bu ağırlıklı olarak bizim gerçek-liğimizde tersliğe götürür. Hele kişilerin çok keyfiliği, onların neredeyse ihanetini bile iyiniyetle geliştirir. Bunun için iç sorgulama şehitlik gerçeğinde çok önemlidir. İç sorgulamayı tek kaldığında da geliştirmek ve bunu başarı düzeyine taşırmak en zor olanıdır. Ve bunun gücünü gösterenler değerlidir; en a-zındandır, fakat en değerli olanıdır. Arsız insanlar üzerinde şehidin dili yoktur ve fazla etkili olamaz.
Herhalde insanların en fazla güç aldıkları da; güç yitirdikleri noktada bu dili olmayan şehit gerçeği karşısındaki du-ruşlarıdır. Bizde o kadar çok ki bunlar, sayılamayacak kadar, fakat bir o kadar da üzerinde durulması gereken büyüklükleri var. Şehitlerdir, sözü alıp gidiyor, ama acaba kaç kişinin hakkını vermek istediği çok kuşkuludur. Burada da iyi niyetten ziyade, bitik kişilik yanıt olamıyor, gücü yok. Beyinde, yü-rekte kendini çoktan vurmuş. Bununla neyi yapabilir ki? Ken-disine güveni, terbiyesi, bir iradesi kalmamış ki şehidi anla-sın. Bu tehlikeyi bertaraf etmeye çalışıyoruz. Bizim bu konudaki sloganımız; şehitlerin komutası altında bu son yıllardaki savaşı götürmektir. Eğer "neden keyfimizce değerlendirilemi-yoruz" diyorsanız, benim de size söylediğim; şehitlerin ko-muta gerçeğinin ne olduğunu anlamaktır. Tanımayacaksınız böyle bir komutayı, o zaman benim size söyleyeceğim fazla bir şey yok.
Bu rezil yaşama karşı bir darbe olan şehitliği, yeni ya-şamınızın düzeltilmesinde etkili bir silah olarak kullanamazsanız, hiç kimsenin sizi ciddiye alması, hayatın kendisinin si-zi bağışlaması mümkün değildir. Burada kara cehalet örneği, alabildiğine tıkanmış duygularla çok sözde kalan, dediğim gi-bi ucuz gözyaşları veya yaşam duygularıyla yanıt olamazsı-nız. Çünkü şehit gerçeği kadar kesin, yalansız-dolansız olan bir başka gerçek yoktur. Israrla bu gerçeğe göre kendinizi gerçekleştiremezseniz, gerçekten kabulünüz mümkün değildir. Onlar ki yaşamın yeniliğini, kendi bedenlerindeki ateşi, küllerinden yaratmayı söz olarak veriyorlar. O zaman acaba sizin için bu ne anlama geliyor? Bu çünkü katı bir gerçek. O-nun için şu bireysel hevesler, keyfi duruşlar bu gerçekle tezat, terslik teşkil ediyor diyorum. Birileri bu kadar büyük fedakarlık eylemi koyacak; sen bunun tersiyle onun mirası üzerinde yaşayacağını iddia edeceksin. Buna kargalar bile güler.
PKK ve onun askeri savaş birliklerinde ortaya çıkan laf anlamazlık, bildiğini kuralsız ve fazlasıyla bencillik temelinde dayatmalar bir başkaldırıdır. Ama daha çok da bu kutsal değerlere bir başkaldırıdır. Çoğunlukla zarar verdiler. Anla-yışı kıt olanlar kendilerini kaybettiler ve büyük kazanmadık-ları da doğru. Bunun anlaşılır kılınması için biz çok çaba harcadık. Dağları-taşları kitaplarla, çözümlemelerle doldurduk. Ama siz bir kaç tane ilkeye göre yürümeyi yine beceremediniz, yahut dağların dizginlerinden kopardığı, güdülerin biraz kendini serbest gördüğü bu dağ havasında, çok aşırı ileri gittiniz bencillikte, keyfilikte işte burada da şehit gerçekliğimiz dur hareketi oluyor. Doğruya da gel hareketi oluyor. Umarım eğer illa böyle günlerde bir değerlendirme gücü yaratmak is-tiyorsanız kendinizi dürüstçe bir affetme, islah etme kararlı-lığını da yaratmak istiyorsanız, bütün yüce dinlerde olduğu gibi, halkımızın da gerçeğinde, hatta toplumsal insani birimlerde bile bu bağışlanma siyaseti doğru olabilir. Bunu da aşırı zorlamamak gerekir. İşi-gücü kötülük olanların bağışlanması herhalde doğru olamaz. İncir çekirdeği kabilinde değersiz şeyler yüce yaşamı onun araçlarını birileri bozuyorsa, bir tu-tum davranış varsa, kesinlikle ona yer vermemek, bağışlanmak kurumunu da anlamak açısından çok gereklidir. Ama illa birileri güzel bir iş yapmak istiyorsa da, ona bir affetme olanağı sunmak, böyle günlerde anlamlı olabilir. Kişinin kendini affetmesi, bağışlatması, islah etmeye yönelmesi mümkün olabilir. Değerlendirmek gerekir. Eskiden tanrılar, muhabıtlar karşısında bunu yaparlardı. Biz şimdilik şehitler karşısında yaparsak bu bizim için fazlasıyla yeterlidir.
Şehitlik gerçeğinde bir kaç hususu daha da belirtmek gerekebilir. Özellikle bizim için çok trajik olan bu şehitliklerde bir derin zayıflık var. Hele böylesine şahadetlerden kaçamamak, kendini mahkum görmek tam bir trajik zemine da-yalıdır. Büyüklüktür, fakat trajiktir. Bu nasıl bir nokta, zemindir ki, böylesine insanlık tarihinin en ender olabilecek bir ey-lemine zorluyor. Bunu mutlaka anlamak gerekiyor. Bu zemini bir de kurutmak gerekiyor. Bunu çok düşünmek gerekiyor. Bu büyük zayıflık zeminin kişiyi böyle en kahramanca trajik bir eyleme zorlayan gerekçelerini, nedenlerini ortadan kaldırmak gerekiyor. Benim biraz yapmaya çalıştığım buydu. Be-nim böyle bir eylemi göze almam mümkün değil. Ama bu ze-mini kurutmak için de benim kadar bu işin ustası olmak, hem de amlansız savaşçısı olmak, belki de yine tarihte hiç görülmeyecek gibidir. Ve kaldı ki, bu ikisi de birleşti. Benim bu bir yerde büyük duruşu, büyük trajik eylemi zorlayan gerçeğin, tarzın ve bir de bunu ortadan kaldırma çabam korkunç bir bu-luşmayla kendini ifade ediyor. Önlemek için çok büyük bir çaba harcadım, ama esasta sadece bu sembol eylemler değil, yoğunca yaşanan şahadetlerde de bu vardır.
Bir ana ilkeye bağlılığın götürdüğü bir eylem iken diğer yandan orada ilkenin uygulanmasında kişilikteki yetersizliği, olmadık yerdeki şahadeti gerçekleştiriyor. İlkeye bağlı bizim şehit adayı, müthiş bağlı, benden daha fazla. Onun gereklerini büyük bir savaş ustalığıyla gidermek sözkonusu olduğunda yapamıyor, çok trajik düşüyor. Şimdi benim yaptığım biraz daha farklı ilkeye bağlılık, ama o zeminde yakılmamak için korkunç bir politik sezgi, askeri olmanın o gün için gerekleri, inanılmaz bir tarz ve tempoyla birleştirilerek, en zor anda en önemli çıkışı yapmak, başarmayı sağlamak gibi duruma yol-açma budur. Bizim sanatımız bu.
İlkeye bütün insanları uyarlamak birinci en temel işim. Ama bu ilke yakan ilkedir. Bu ilke, kesinlikle eğer ciddi bir hazırlığı, ciddi bir irade eğitimini askeri, siyasi, örgütsel, ya-şamsal yoksa feci olacağı açık. Bunu çok erkenden biliyo-rum. Benim bütün yürüyüşüme, tarzıma, tempoma damgasını vuran aslında bu gerçekliğin ta kendisidir. Hayret ediyorum bu gerçekliği neden siz bu kadar göremiyorsunuz. Korkunç bir şey! Haydi şehit gerçeğiyle bunu ödedi, ya siz nasıl öde-yeceksiniz? En büyük soru benim için budur. Neyinize güveniyorsunuz da öyle yaşıyorsunuz?
İlkeleri zorlayarak yaşamak, savaşmak; ilke egemen ol-du da mı tutuşup feci düşmek. Bu nasıl gerçeğinizdir, halen dehşetle etkisi altında kaldığım bir husustur. Neden aşma gü-cünü gösteremiyorsunuz. Bunun için bu gördüğünüz, yaşadı-ğınız gibi dağları taşları ilkelerle doldurduk. İmdadınıza ye-tişmek için. Ama oralı bile olmayışınız, hatta tersinde ısrar nasıl izah edilecek? Neyle sonuçlandıracaksınız. Trajik ihanetler de çıkıyor, trajik değil de çok aşağılık ihanetler. O da bununla bağlantılı. Burada ihanet ve hain gerçeği nedir? Şehit gerçeği nedir? Şehit; ilkeden taviz vermemek ise, hain ve ihanette tam bu noktada en zorlu zeminde ilkeyi amansız çiğnemedir. Hain; en çok gerekli olduğu yerde ilkeye bağlılığı en gözükara çiğneme kişiliğidir. Ve tarihimizde bunlar da ger-çekten bol, şehitlerimiz ne kadar bolsa. Ki, sanıyorum burda da bir diyalektik bütünlük var. İhaneti bol olan, bir acımasız, utanç verici gerçeklikten büyük şahadeti bol olan bir gerçek-liğe ulaşmamız, Partileşmemiz sanıyorum bir bütünlüktür, ge-rekli olandır.
Hiçbir ihanet bizdeki kadar ilkeye ters düşmez. Ve böylesine aşağılık bir biçimde gerçekleştirilemez; ama hiçbir şa-hadet de bu kadar cesur ve fedakarlık temelinde gerçekleştiri-lemez. Bizim görevimiz; bu ikisinin de hakkından doğru ge-lebilmek. Hainin ve ihanetin üstesinden doğru gelebilmek ka-dar, bu şahadetin de üstesinden gelebilmek. Bunu düşünme-niz gerekir. Çünkü sizin gerçeğiniz de bu iki ilke arasında ve-ya bir ilkeye sınırsız bağlılıkla birlikte, sınırsız ona karşıtlık temelinde düğümlenmiştir. Gerçeğinizin bu ikilemden kurtulması imkansızdır. Tanrısal ilkeleşme dediğimiz artık bu noktaya gelip dayanmıştır. Ruh kadar, düşünme gücünü göstermeniz gerekiyor. Gerisi nedir? Bu ilke arasında savrulma; boş laflar, boş yaşam, çirkinlikler ve her gün birbirinizi yıpratmalar, yormalar oluyor. Ama esas olarak sonuçta belirleyici olacak ya ihanet, ya direniş zaferidir. Hesabı kesin doğru yeterli yapmak. Herhalde bugünlerde en çok gerekli olanlardır.
Bu çerçeve temelinde biraz da eğer sözkonusu olan Zi-lan kişiliğiyse ve onun en güçlü ardılı Sema Yüce ve kısmen de Fikri Baygeldi yoldaşsa, daha özgü olanı da dile getirmekte gereklilik vardır. Genel ilkeye bu yoldaşların bağlılığı tartışmazsızdır ve yüce değerdedir. Yüce kuvvette, cesarette, fe-dakarlıktadır. Özgü olan yanını da bizim aşmamız gerekir. Ö-zellikle benim için kendilerini adamaktan bahsediyorlar. En büyük güvenceleri olarak bizzat ismen bizi zikrediyorlar. Bir yerde bu eylemlerini bize vasiyet ediyorlar. Esasta bu eylemin büyüklüğünü benim halka insanlığa ve Partiye taşırabileceğime çok büyük bir güven duyuyorlar. Daha da önemlisi çözebileceğim, gereken sonuçları çıkarabileceğimi bana yük-lüyorlar. Bunlar yazılmış, hepsi belgeli. Özlü mektuplar, söylenmesi gereken tüm doğruları yalın bir şekilde yazmışlardır. Her cümlesi çok değerlidir. En güzel cümleler var.
"1995'te Dersim'de ordu saflarına katıldım. Ordu safları içerisinde olduğum süre içerisinde geçmişe oranla kendi kişiliğimi tüm yönleriyle tanıyarak belli bir gelişmeyi sağladım. İddia, kararlılık, moral, netleşme gibi ko-nularda güçlendiğimi belirtebilirim.
Partimiz PKK öncülüğünde gelişerek tüm insanlığa malolan ve giderek ezilen halkların yüce sosyalizm yolundaki tek umudu haline gelen mücadelemiz bir bütünen u-lusal yok oluş sürecini yaşayan, soysuzlaşmanın eşiğine getirilen bir halkı tarihte ilk defa yücelterek hak ettiği ye-re getirmiştir. Böylesi ulusal değerlerini, beynini, ruhunu, öz kimliğini düşmana kaptıran bir halkı yeniden diriltme-nin ağır görev, sorumluluk, tarihi bilinç ve üstün öngörü, büyük cesaret ve fedakarlık, yüce azim gerektirdiği açıktır. Yurtseverlik rolünden uzak, düşmana tabi, vatansız, tarihi egemenler tarafından gerçek aydınlarını ve önderlerini istenilen düzeyde çıkaramayan yitik bir ülke ve -halk gerçekliği karşısında PKK ve onu var eden Başkan APO, aleyhte gelişen bu gelişmeyi tersyüz ederek sadece kimliği değil, beyni de egemenler adına çalışan, ona hizmet eden, onun için savaşan ve giderek hayvanlaşmanın eşiğine getirilen ve emperyalizmin de hizmetine sunulan Kürt halkını ölüm uykusundan uyandıran, dirilten, kendi özgürlüğü için savaşan, savaştıran bir konuma getirmiş-tir. Büyük Kürt şairi Ahmede Xani "Eğer bizim de dü-rüst, namuslu önderimiz olsaydı, Araplar'ın, Acemler'in ve Türkler'in kölesi olmazdık" diyor. Kendi bireysel, ailesel, aşiretsel çıkarlarını esas alan, ulusal gerçeklikten ko-puk, Kürdistan tarihindeki sahte önderlerin varlığı bu la-netli gerçeğin uzun bir süre devam etmesine neden olmuştur.
Her halkın tarihine bakıldığında, özellikle devrim süreçlerinde mücadele veren, başarıya ve kurtuluşa götü-ren, yaşadıkları döneme damgasını vuran önderleri vardır. Tarih öndersiz hiçbir ulusal ve sınıfsal hareketin ger-çek anlamda başarıya gitmediğini doğrulamaktadır. Ön-der, yaşatılmak istenen yenilik ve gelişmeleri en üst dü-zeyde temsil eden, yani yeni insan, yeni toplum düşüncesine denk, bütün yaşamını bir halkın yaşamına göre düzenleyen, kendi kaderini halkın kaderinde bulan ve o halkın acılarını, duygu ve taleplerini en derinden yaşayan ve kurtuluş için pratik görevleri en üst düzeyde omuzlayandır.
Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş, hiçbir halkla kıyaslanmayacak kadar kendisine yabancı-laştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal, siyasal değerleri sö-mürülen bir halk gerçekliği karşısında PKK Önderliği kuşkusuz çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği bir çok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin yaşamıyla yaşatan ve kendi yaşamını adeta kos-koca bir insanlığın yaşamına adayan bir durumdadır. Be-lirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır.
Dünya devrim tarihine baktığımızda gerek ulusal, gerekse sınıfsal kurtuluş mücadelesini veren halkların, devrimin gerçekleşme olanağını yaratan tarihi, sosyal, sı-nıfsal, kültürel bir zemin ve birikimi vardır. Ulusal inkar yoktur. Kişilik sorunları bizdeki kadar derin değildir. Ta-rihleri bizdeki çarpıtılmamıştır. Kadın cinsi bu kadar sö-mürülmemiştir. Dini olgular bizdeki kadar kesinlikli, kötü tarzda işlenmemiştir. O halkların mevcut konumlarına tepkileri vardır. Özgürlük, eşitlik vardır. Önderlerinin güç aldıkları az çok aydınları vardır. Kürdistan devriminde ise bu belirtilen hususların tümü bitmiş bir durumdaydı.
Parti Önderliği çok zayıf bir gerçeklikten yola çıkmıştır. Din sorununa, kişilik sorununa, kadın ve aile sorununa yaklaşımı oldukça özgün ve bilimseldir. Rus devriminin önderi Lenin bile kadın sorununun çözümünde ol-dukça yüzeysel kalmıştır. Kadının ordulaşması, gerçekle-şen Kadın Konferansı ve Kadın Kongresi dünya devrim tarihinde ilk kez bizde gerçekleştirilmiştir. Parti Önderli-ği'nin yaşam tarzı, fedakarlık, cesaret, derinlik, duyarlı-lık, zeka, öngörü, yorumlama gücü, bağlılık, bilimsellik, tecrübe, birikim düzeyleri hiçbir önderlikle kıyaslanma-yacak boyuttadır. Olayı ele alış tarzı doğmatik değildir. Parti Önderliği Kürdistan gerçeğini, dünya devrimlerini çok iyi tahlil edip sonuç çıkarmış ve Kürdistan devriminin özgünlüğünü ortaya çıkarmıştır. Taklitçi, kalıpçı, doğmatik bir tarzda değil, oldukça yaratıcı bir tarzda ele al-mıştır. Gerçekleşen sosyalizmi çok iyi tahlil etmiş ve kendi halk gerçekliğine uygun bir tarzda uyarlamıştır. PKK, Parti Önderliği'nin şahsında ifadesini bulmuştur.
Kürdistan tarihinde sağlanan bu gelişme, onun e-meği, onun gelişmesidir. Kendisi sevgi kaynağı, birleştirici ve bütünleştiricidir. Kendi şahsında yeni insan tipini-profilini çizmiştir. Bir insanın ne kadar gelişebileceğini kanıtlamıştır. Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin bu-günkü düzeyi "Partileşelim, Ordulaşalım, Cepheleşelim, Zaferi Kazanalım" şiarına denk düşen, bütün tali sorunları bir kenara bırakarak bütün Kürt halkıyla düşman gerçeğine doğru yaklaşma temelindedir. Gelinen noktada hemen hemen bütün Kürt halkıyla beraber milyonlarca insanı sıcaklığıyla saran, Ulusal Kurtuluş devrimine ve sosyalizmin hizmetine sokmuş, faşist TC'yi askeri, siyasal, kültürel, ekonomik her konuda geriletmiş, çözümsüz bı-rakılmıştır.
Zaferin öngünlerini yaşadığımız yeni süreçte halkın kurtuluş umutları olan bizlerin, Parti Önderliğimiz'in ya-şamı, düşünceleri ve mücadelesine yakışır bir biçimde dö-nemsel bütün görevlerimizi en iyi bir şekilde yerine getirmemiz gerekiyor. Sıkça tekrarlanan küçük burjuva, köylülük, feodal anlayışların kişiliklerimizdeki yer etmişliği, düşmanın şekillendirmesi, özel savaşın etkileri ve buna benzer gerekçelere sığınarak çeşitli özeleştirilerin bizleri ilerletmediği açıklık kazanmıştır. Verilecek en iyi bir özeleştirinin doğru bir pratikten geçtiğine inanıyorum. Düş-man topyekün üzerimize geliyor. Bizim de olanca gücü-müzle düşmana yüklenmemiz, özgürlüğün bedelini en ka-rarlıca ödeyeceğimizi düşmana hissettirmemiz gerekiyor. Mücadele tarihine baktığımızda PKK, akıl sınırlarının anlamakta zorlandığı büyük kahramanlık, direniş, emek, kararlılık ve inançla yaratılmıştır. Direniş, PKK'nin temel karekteri olmuştur.
Bizlerin bu tarihi mirasa sahip çıkmamız ve sürecin gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor. Süreç, intihar ey-lemlerini gerekli kılıyor. Bu hem bir taktiksel çıkış olacak, hem de bizim açımızdan büyük moral etkileri olan bir ey-lemlilik olacaktır. Düşmanın Önderliğimiz'e suikast girişiminde bulunarak sonuç almaya çalıştığı bu süreçte düş-mana verilecek en iyi bir cevap olacaktır. Bu tür bir ey-lemlilik moralmen bozguna uğrayan düşmanı çıldırtmak, düşmanı bulunduğu her alanda çepeçevre kuşatmak, ül-keyi ona zindan etmek anlamına geliyor. Bizim açımızdan ise başta halkımıza, bütün savaş güçlerimize moral vermek, cesaret ve direnişi güçlendirmek, dost-düşman herkese davamızda ne kadar kararlı olduğumuzu ve bu u-ğurda özgürlüğün bedelini bombaları kendimizde patlatarak gerçekleştireceğimiz mesajını bir kez daha vermek, halkımızın özgürlük istemini bütün dünyaya duyurmak ve ileriki süreçte halkımızın bu yönlü direnişler geliştirmesinin öncülüğünü yapmak savaşın her yerinde ivme kazandırmak anlamına gelmektedir.
Başkanım!
Kendimi intihar eylemini gerçekleştirmek için aday görüyorum. Bizler, sizin bitmez tükenmez emek ve çabalarınıza karşılık canımızı bile versek yeterli değildir. Keş-ke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı. Siz ya-şamınızla bir halkı yeniden yarattınız. Bizler sizin eseriniziz. Tüm Kürdistan halkının ve dünya insanlığının gelece-ğinin teminatısınız. Yaşamınız bize onur veriyor, sevgi, ce-saret, inanç, onur veriyor. Tüm Kürdistan halkı ve mil-yonlarca insan size ölümüne bağlıdır. Sizin bu çekiciliğiniz bizi de oldukça etkilemektedir. En zorlandığımız an-larda sizin bizlere olan sevginizi düşünüyor ve manevi güç alıyoruz. Şehide en çok bağlı olan sizsiniz. Bu temelde gö-zümüz kesinlikle arkada kalmayacaktır. Bu eylemi, ger-çekleştirmem gereken bir görev olarak görüyor ve kendimi sorumlu hissediyorum. Mevcut geriliklerimi aşmanın, özgürleşmenin ve kendini gerçekleştirmenin savaştan geç-tiğini ve bu savaşın da gereğinin yerine getirilmesinin ge-reğine inanıyorum. Mazlum, Hayri, Kemal, Ferhat, Bese, Beritan, Berivan ve Ronahi yoldaşların direnişlerine sa-hip çıkmak ve onların takipçisi olmak istiyorum. Halkı-mın özgürlük isteminin ifadesi olmak istiyorum. Emper-yalizmin kadını köleleştiren politikalarına karşı, bombayı kendimde patlatarak hıncımın ve öfkemin büyüklüğünü göstermek ve Kürt kadınının dirilişinin sembolü olmak is-tiyorum.
Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Başkan APO önderliğinde yürütülen Ulusal Kurtuluş mücadelemiz çok yakında zafere ulaşacak ve mazlum halkım dünya insanlık ailesi içerisinde hak ettiği yerini alacaktır.
Bu temelde Başkan APO'ya, tüm Kürdistan şehitlerine, tüm savaş ve cephe güçlerimize, zindandaki yoldaş-larımıza, Kürdistan halkına ve insanlığa bağlılığımızı bir kez daha ifade ediyor ve onlara layık olmaya çalışacağıma dair söz veriyorum.
Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek isti-yorum."
"Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi ger-çekleştirmek istiyorum", ikinci sefer tekrarladığı cümle. Mü-kemmel söylenmesi gereken bütün doğruları söylemiş. Onun ardılı Sema Yüce'den bir iki alıntı almak istiyorum.
"Mevcut durumda, düşman bu politikalarında so-nuca ulaşmak için son bir hamle hazırlığındadır. Türk Genelkurmaylığının son hareketliliği bunu ifade ediyor. Açık ki, yine kirli politikaların merkezinde Başkan APO'-yu etkisiz kılma sınırlandırma bunun politik çizgisini, ona rağmen işlevsiz kılma yaklaşımı vardır. Bu politikalarındaki ısrarın nedeni, yine Parti içindeki bir türlü özgür ya-şam seçeneğine doğru bir merkezileşme ve kurumlaşmaya gelmeyen erkek ve kadın kişiliklerine duyulan güven vardır." Son iki yılda açığa çıkan bu gerçekliği vurgulaması an-lamlıdır yoldaşın. "Ancak Kürt kadını Başkan APO'nun emrini almıştır. Kendini düşmana, onun kirli emellerine alet etmeyeceğini göstermiştir. Başkan APO'nun 8 Mar'ta tüm kadınlara seslendiği konuşmasında ifade ettiği kadın eksenli bir kurtuluş ideolojisinin geliştirilmesi gerektiği böylesi bir öğretinin savaş sorunlarında kalıcı bir barışa, özgür insana kadar bir çok soruna çözüm olacağı temelindeki açıklamalarını Kürt kadını kavramıştır. 8 Mart'tan başlayıp 21 Mart'ta doruğa çıkan eylem yürüyüşünde bu-nu ispatlamıştır.
Başkanım,
Bu temelde beynimi, yüreğimi ve bedenimi 8 Mart-'tan 21 Mart'a ulaşan ateşten bir köprü yapmak istiyo-rum. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan'ın ve diğer tüm şehitlerimizin iyi bir öğrencisi olabilmek için Zekiye gibi yanmak, Rahşan gibi Newrozlaşmak istiyorum. Diğer New-rozlaşan Berivan, Ronahi, Mirza Mehmet, Eser yoldaşla-rın izinde kararlıca yürümek istiyorum. Kadının yaşam gücünün, zafer gücünün olduğuna, kadının da yoldaş olabileceğine olan inancımı soylu bir eylemle taçlandırmak istediğimin nedeni soyluluğun bilinen tüm tanımlarından arındırarak kendisini basit düşleri, büyük insanın erdemi olduğunu haykırmak isteğimdir. Öğrencisi olmaya çalış-tığım şehitlerimizin eylemleri üzerinde çok düşündüm. Her gün, her an devrim ateşinde yürüyerek yanmayı bu-nun sırrını kavramayı çok istedim. Gördüm ki, bu kendini aşan insanın eylemidir. Bu kararı verdikten sonra, tekrar tekrar büyük bir iç savaşı yaşadım. Kendimde bütün beşeri zaafların ayartıcı gücünü son bir kez daha gördüm ve yendim." İşte sizin yenemediğiniz gerçekliğiniz, bura-da bu büyük insan yeniyor. "Özgür yaşam, özgür kadın tutkum bana bunu emrediyor. Başkan APO'ya bağlılık andımın bu tutkumun ateşinde kül olmak ve küllerden kendimi yeniden yaratmak olduğunu, şimdi daha iyi an-lıyorum. Kendimde yaşamı yaratma kararında en önemli güç kaynaklarından biri de kadının Partileşme silahı olan YAJK'tır. YAJK hem Başkan APO'nun kadının yoldaş o-labileceğine inancının eseridir, hem de inanıyorum ki, Başkan APO'nun öğretisinin kurumlaşmasının yayılma-sının ve derinleşmesinin önemli silahlarından biri olacaktır. Bu yüzden YAJK'ı daha da büyütmek, her Kürt kadı-nının, hatta bölge halklarının kadınlarının asli görevidir.
Başkanım,
Zafer tanrıçamız Zilan yoldaşın vasiyetine bağlılı-ğımla bunun görkemli eylemine sadece özüyle değil, biçim itibarıyla da cevap olmak isterdim." Biçim derken pratik yaşam,savaşım noktasında diyor. Fakat zindan koşullarında bu mümkün değil. Yani "zindanda olmasaydı, taktikte savaşta zafer, yaşamda özgürlük bunu denerdim" diyor. Yani "böyle bir eylemim olmadan da ben bunun gereklerini özgür savaş, yaşam koşulunda yapmayı da çok isterdim" diyor.
"Bu Newroz'da ayağa kalkan binlerce çocuk yüreğinin mahsumiyetiyle buluşmak bu vasiyetin takipçisi ol-makla mümkündür. Bu büyük savaş istemi özgürlük istemiyle birlitkte zindanın tutsakladığı koşullarda çocuk yü-reğinini masumiyetiyle buluşmak. Bu vasiyetin takipçisi olmakla mümkündür. Özgürlük tutkum çok büyük, bu tutkuyu yaşam gücüne dönüştürebilmek için tek varlığımı kendimi Başkan APO'ya adıyorum." Dönüştürebilmek i-çin, yani bir yerde bu özgürlük tutkusunu yaşamsallaştırılma-sının, buna dönüştürülmesinin bir gereği olarak kendini adamaktan bahsediyor. Buna güveniyor.
"Kadınlar küllenen Kürt ateşinin kıvılcımlarıdırlar. Küllerinden yeniden doğmayı başaran, bunun kıvılcımı o-labilen her kadın, özgür Kürdistan'ın dokuyucusu olacaktır. Ancak bu bile Başkan APO'ya cevap olmaya yetmez. Cevap olabilmek için karartılan her yürieğin ateşte arınması gerekir. Ancak kendimi, kendi yüreğimi verebilecek güçteyim. Kendimi Newrozlaştırırken, beynimi ve yüreğimi, bedenimin her hücresini bu öğretinin yoluna adadığı-mı bir kez daha belirtiyorum. Bağlılık andımı yineliyo-rum."
Halka hitabı var, emekçi Anadolu halklarına hitabı var. Hepsi çok değerli ve bir manifesto gibi. İnsanlığa da var, herkese var. En son kadın yoldaşlara
"Başkan APO'nun öğretisi ve Zilan yoldaşın vasiyeti bizlere yürümemiz gereken yolu göstermiştir. Bize düşen görev anlamak, kavramak ve uygulamaktır. Bunun yolu günlük Parti içi sınıf mücadelesini yürütmek, kadın sa-vaşçılar olarak bu mücadelenin öznesi haline gelmektir.-Bu savaşta temel silahımız YAJK'tır. YAJK'ı büyütmek, kurumlaştırmak için her kadın savaşçı bugüne kadar ge-lişen deneyimleri iyi özümsemeli, şehitlerin öğrencisi ol-malı, günlük yaşam içinde kendini her an yaratmanın sa-vaşımını vermelidir. Kadının öncüleşmesi cins kurtuluşunun basit bir gerçekleşmesi değildir. Sistem bunun binlerce dükünleştirici seçeneğini sunmaktadır. Başkan APO herşeyden önce kadının ve erkeğin hareket ettiği zemini değiştirmek iddiasındadır. Bunun pratik öncülüğünü her an Parti Önderliği'nin şahsında görmek mümkündür. Bu anlamda her YAJK üyesi, Parti zeminini farklı yaşam an-layışlarını ideolojik politik örgütlenmenin fırsatı olarak gören ve değerlendiren tüm anlayışlar karşısında mücadele etmektir. Yoğunca bir kesimlerin yaşadığı çok sahte, keyfi yaşam zeminleri olmaktan çıkarmalı diyorum." Ka-dın savaşçılara bunu vasiyet ediyor. "Kadın şehit yoldaşla-rımız bunun mümkün olduğunu soylu eylemleriyle ispatlamışlardır. Onlardan öğrenmeyi bilelim. Büyük tutkula-rın savaşçısı olalım."
Aslında sıradan bir duyarlılığı olan, sıradan bir yüreği olan için bile hayli -sadece sarsıtıcı değil- bir kutsal kitap ka-dar öğretici değerlendirmeler yapıyor. En güzel anlamayı bi-len bir yoldaş olarak Fikri Baygeldi'den bir iki alıntıda büyük yarar vardır. İşte bu da;
"Amed'in Lice ilçesinde iyi bir ailenin çocuğu olarak dünylaya geldim" diyor. "Sakarya cezaevinde kaldım, Sakarya'dan İstanbul'a getirildim, 94'de örgüt üyeliğinden ceza aldım ve Çanakkale cezaevinde yaklaşık olarak 4 yıldır da bu cezaevideyim.
Başkanım, seni çok seviyorum. Sana karşı duydu-ğum sevgiyi ancak senin çerçevesini belirttiğin aşk kav-ramlarıyla açıklayabilirim. Bu yüce ve kutsal bir aşktır. Senin şahsında insanlığa, halka ve şehitlere aşık olma o-layıdır. Çünkü sen hepsinin toplamısın. Hepsini yaşatan ve üst düzeyde yaşayan bilge bir kişiliksin. Sen bir birey değil, bir toplumsun, bir sınıfsın, bir toplum, bir sınıf ol-duğun içindir ki emperyalizm bu kadar pervasızca sana yöneliyor. Emperyalizm ve onun uzantılarının en çok korktuğu şey Kürt'ün iktidar gücü olmasıdır. Bugün Kür-'ün bu aşamaya gelmesinde en temel şeyi senin büyük ça-baların seni kararlı ve inançlı bir biçimde köle Kürdistan üzerine gitmendir. Senin bu büyük çabaların büyük mey-velerini tek tek veriyor.
Partiye dayatılan marjinalleştirme olayı boşa çıka-rılmıştır. Senin uyguladığın tarz UNİTA'cılığı ölü doğurmuştur. Şemdin unsuru şahsında boşa çıkarmıştır. Hiçbir güç artık PKK'yi durduramaz. Çünkü PKK insanlığa malolmuştur. İnsanlığın ve doğanın kurtuluşunu hedefli-yor." Doğanın kurtuluşunu da eklemesi önemlidir
"Ve bunu pratiğinde kanıtlayan bir harekettir.
Başkanım,
Ben kişiliğimde bir çok Parti dışı anlayışlar taşıyo-rum. Bu taşıdığım anlayışlar genelde eski Kürt gerçekli-ğinden farklı değildir. Yani Amed kişiliği içinde belirttik-leriniz en çok benim için geçerlidir -ki bunları çeşitli sü-reçlerde yaptığın çözümlemelerde dile getirmiş, geniş ge-niş çözümlemesini yapmışsındır- Bu nedenle sorunları tekrar dile getirmek istemiyorum. Konferansa sunduğum raporumda bunların hepsini açmışımdır. Artık bilinen so-runları tekrar tekrar dile getirmekten ziyade bunun pratiğini gerçekleştirmemiz gerekiyor. Biz ancak ve ancak bu yöntemle yaşamda gerçek özgürlüğü ve savaşta zaferi ya-kalayabiliriz. Şehitlerimiz bizden birer demogog olmamı-zı istemiyorlar. Bizden sözüyle kişiliğine kavuşmuş er-demli kişilikler olmamızı istiyorlar." Yani söz ve eylemin birleştiği kişilikler.
"Ki, Sema yoldaş son bıraktığı mektupta bu sorunlara özellikle dikkati çekiyor. Sema yoldaş benim komuta-nımdır ve bu eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sa-dece askeriyim. Asker komutanının talimatı doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Ve ben bu zorunluluğun bi-lincindeyim. Gerçekleştireceğim eylem bilincine vardığım şeyi hayata geçirmektir. Sana ve kahraman şehitlerimize layık olmanın yolunun da buradan geçtiğine inanıyorum. Bu eylemimle Sema yoldaşın eylemini daha da görkemli kılacağım ve düşmanın beyninde bir B-7 roketinin patladığı gibi patlayacağım" Buradaki fark, derinlik varolan bazı eksiklikleri tamamlamak. Erkek kişiliğindeki eksikliği, hem de çok diyor; "Çözümlediğimiz Amed kişiliği temelinde böy-le kahramanlık eylemiyle tamamlamayı" hem düşünmesi, hem onu muazzam hazırlıkla pratikleştirmesi gerçekten des-tansıdır.
Bir de eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sade bir askeri olmak. Şimdi burada tabı anlam derinliği var. Büyük-lük burada. Bu arkadaşımızın çok okuduğunu ve bu eylemi i-çin yıllarca düşündüğünü bir yazı da biliyorum. Öyle hemen bir günde hisse kapılarak eyleme geçmemiş. Yıllardır bütün kahramanlık eylemlerini okumuş. Türkiye'de de kendini ya-kan, ölüm orucuyla şahadete giden bir değerli kadın militanı oldukça özümsemiş, etkilenmiş ve bizim bütün diğer şehitleri özümsemiş, aydın bir kişilik. Fazla sınıf sorunu, yani maddi zorluklardan ötürü de katılmamış. Son derece inancın ve bi-limsel ilkenin bir gereği olarak katılmış ve bu Partileşmeyi gerçekleştirmiş. Hayli farklı biri ve daha çok da bizim çözmeye çalıştığımız insan olmayı bilmiş. Eminim ki yaşasaydı bu büyük irade, büyük düşünce gücüyle en sevilen bir yoldaş olacaktı. Keşke yaşayabilseydi, onları yetiştirebilseydik. Veya en azından biraz katkımız bile olabilseydi veya sizin fazla de-ğerini taktir edemediğiniz nokta bu. Bu da çok çarpıcı.
Halen eğer etkilenmezseniz, onun için diyorum yaklaşmayın gerçeğimize, saygısızlık olur. Gücünüz oranında, bakın diyorlar ki, "biz dışarıda olsaydık". Sanıyorum en iyi bir ko-muta kişiliğinin gereklerini, her savaşta, her çalışmada sergilerlerdi. Bu temelde büyük bir gerçekleştirmedir. Biz bunu e-sas almak zorundayız. Bunların geresinde olan için işte yazı-lıyor; "sahte özeliştirilerle, hele hele bir de düşmanın bel bağladığı kadın ve erkek kişilik ilişki tarzlarıyla olamayız" diyor. Bu şahadetlerin ikisinin de anlamı burada. Size çok sert bir e-leştiri vardır. Kesin dikkate almanız gerekiyor. Ben de tabii ki oportünistlik yapmayacağım. Bunun gereklerini yerine getireceğim.
Daha ilginç bir paragrafı da alalım. Bunu şunun için al-makta yarar var; kendi içinde yoğun bir hem kadın cins sa-vaşını, hem sınıf savaşını yaşatmış bir yoldaş. Sanırım halen yanıbaşındakiler bu savaşımın derinliğini anlamamışlardır. O-nu açmakta yarar görüyorum. Cezaevindeki sorumlu arkada-şımız M.Can Yüce yazıyor;
"Önderliğin 8 Mart'ta yaptığı konuşma Sema arkadaşı çok heyecanlandırmış ve etkilemiştir. Bunun üzerine düşünce ve duygularını 9 Mart 98 tarihinde günlüğüne şu şekilde ya-zıyor; 'Başkanın değerlendirmesi bir eylem klavuzu, yeni bir yaşam manifestosuydu. Önderlik bugüne kadar yaptı-ğı kadın çözümlemelerini ve sosyalizm, ulusal kurtuluşçuluk, özgür yaşam tespitlerini bu gece oldukça cesaretli tes-pitlerle taçlandırarak bir kez daha hepimizin özlemlerinin tutkularının dili ve yüreği oldu. Bu kim ne derse desin APO öğretisinin olgunlaşmış ifadesidir. Kadın eksenli kurtuluş ideolojisi tanımı, sözcükler yeni gelse de bizlerin kavrayamadığı önderlik çizgisinin kısa ve net bir özetidir. Özgürlük arayıcısı olan her insanın, her Kürt'ün ve her kadının kölelikten büyük arınma yolunun müjdesi ve çağ-rısıdır. Bu 8 Mart'ta atılan bu şiarı, verilen müjdeyi, ya-pılan çağrıyı, Newrozlar'a taşımak 8 Mart'tan 21 Mart'ta insan bedenleriyle kurulmuş kızıl köprülerle bağlamak insanlığa, Kürtler'e ve kadınlara taşımak gerekiyor."
Burada günlükten yaptığım alıntıya ara vererek hemen hemen aynı ifadenin son mektubuna da geçtiğini tekrarlamak gerekiyor. Son mektubunda da şunlar yazılı;
"Başkanım bu temelde beynimi, yüreğimi, bedenimi 8 Mart'tan 21 Mart'a ulaşan ateşten bir köprü yapmak is-tiyorum." Arkadaş 9 Mart tarihli günlüğüne düştüğü notta şöyle devam ediyor; "milyonlarca insanın, kadının ve er-keğin basit ve uçuz yaşam alışkanlıkları içinde tükenmekte olan özlerinin bir zerrecik olsun sağ, canlı ve temiz ka-lan yönüne yapılan yeniden dirilirken kendini zaferin te-minatı yapma ve bu erdemli yolda büyüme çağrısıdır. Ben bu çağrıda kendimi, kendi arayışımı, Bese'nin arayışını, Delal'ın arayışını, bizi Lübnan sahasında bir araya çeken arayışı gördüm. Bu gece hep şehitlerimizle olacağım. Be-nim için oldukça güç veren kadın şehitlerimizden Mine, Delal ve Beseler'i anma cesaretini kazandıran bir güç ol-du. Biraz anısından uzak düşmüş bu konuşmayla "bu cesare-tini bana kazandıran güç oldu" diyor.
"Nasıl ki gökyüzünde iki güneş olmayacaksa, bizler için de iki kurtuluş çizgisi, iki ideolojik merkez, iki politik güç olamaz. Kendimize her türden gelenekselliği aşarak tek merkeze bağlanmak zorundayız. Ufkumuzda tek gü-neş Parti Önderliği olmalıdır." Belli ki Sema arkadaş eylemine karar vermeden önce, düşünsel ve ruhsal hazırlığını ön-ceden yapmış ve tamamlamıştır."
Bu biçimde bahsediyor. Çok daha güçlü örgütlüyor kendisini ve başarıyla tamamlıyor. Diğer özeleştiri raporu, 19 Mart raporu var, orada yaşadığı cins ve sınıf savaşımı kırgınlıklarını anlatıyor. Bulamadığı yanıtları onun yarattığı acı ü-züntüleri dile getiriyor. Bir kez daha son cümle; "Partinin her türlü kararını saygıyla karşılayarak irademi kataca-ğımı belirtiyorum, bağlılık andımı tekrarlıyorum"
Burada sadece bu eylem değil, Partinin belirteceği her tür kararı diyor. Her tür kararın içinde, orada Partiyi temsil edenler eğer deseler ki, "senin böyle bir eyleme hazırlandığın belli oluyor. Biz daha faydalı olması açısından bundan sonra bir Partili gibi yapabileceğin işlerin daha da başarılı olacağına inanıyoruz" deseler, bu eylemi gerçekleştirmeyebilir. Ama derinlikten yoksun oldukları için, onunla bu hususu tartışa-mıyorlar. Buna uzun süreden beri güç getirememişler.
Dikkat edilirse çoğunuzun tarzında intiharvari yan ağır basıyor. Ama bizim burada sürekli yaptığımız çözümlemeler, bu intihar eyleminizi durduruyor ve uzun vadedeki bir savaşa dönüştürüyor. Bunu bilen bir arkadaş "dışarda olsam, uzun süreli savaş militanlığını tercih ederim" diyor. Ama orada da mutlaka bir büyüklük yapmak istiyor. Onu da çok büyük biriki seçenek de var. Yani bir seçeneğe kendini mahkum etmi-yor. Bir büyüklük de burada. Tercihini daha zor olandan yapması, büyüklüğünü bir kat daha artırıyor. Ama çok daha çarpıcı. Eğer sizin konumunuzda olsaydı, bunu da başarıyla yü-rütecek. Bu dönemin en çok yapıya, kadro adayalarımıza u-laştırmaya çalıştığımız bir sonuçtu. Burada en iyi anlayan ve ona yanıt olan kişiliktir diyebilirim. Bir düşünce derinliği ka-dar, bir dürüst Partili olmanın çarpıcı ifadesi sözkonusu. Ken-disi ile boğuşmuş sonuçta çok güçlü bir karar ve kendini terbiye etme gücüne ulaşmıştır.
8 Mart konuşmaları önemliydi. Bakın sizin çıkarmadı-ğınız bütün sonuçları, o zor koşullarda çıkarmış bulunuyor. "Kim ne derse desin" diyor. Oradaki "kadın kurtuluş ideolojisi, özgür yaşam manifestosudur" derken, en iyi anlayanlardan biri olduğunu söylemek mümkündür. Orada oldukça çarpıcı ve yenilik içeren bir çok değerlendirmeler yapmıştım. Hepsi-ni çok büyük şeyle özümsüyor. Ve ideolojik-politik merkez, bunu da Parti Önderliği'nin temsilini tarzında dile getirmesi çok büyük karar ve değerlendirme gücüdür.
Görüldüğü üzere, bu şahadetler gerçekten hem de çok büyük, hem de büyük güçlendiren şahadetlerdir. En önemlisi de burada böyle bir umutsuzluğun değil de muazzam bir ya-şam tutkusunun, bir zafer tarzının şehitleri olmasıdır. Burasını çok iyi açığa çıkarmamız gerekiyor. En ufacık bir yetersizli-ğin şahadetleri değil, kendilerini en çok tamamladıkları, en çok kendilerini kusursuz kıldıkları noktanın şahadetleridir. Gerçekten bu Partinin, bu ordunun en üst düzeyde gerçek ko-muta ve savaşçı kişilikleri oluyor. Gözlerinizin önünde bunu savsaklamak, bunu başka kılıflara büründürmek kesinlikle mümkün olamaz. Hiçbirinizin gücü de kurnazlığı da buna yetmez. Ama gereklerini yerine getirmeye de hepinizi çağırı-yorlar.
Benim için söyledikleri daha anlamlı ve daha ağır gö-revler oluyor. Başımızı her zaman büyük sorunlarla uğraştırdık, burada çok daha büyük tabii. Unutmayın, sizin çözüm di-ye dayattıklarınızın hepsi yerle bir edilmiştir. Sevgi, kadın-er-kek ilişkisi boyutunda yapılanlara büyük eleştiri de var. Ama diğer yandan çok büyük bir aşka çağrı da var. Nasıl altından çıkacaksınız? İnkara gelmez çok net! Öyle uyduruk duygular burada yok. Fikirsiz, ucuz yaşamalar burada yok. Savaşsız aşk yok! İlkesiz ucuz güdülere dayalı hiçbir şey yok. Çok bü-yük sevgi var, çok büyük yaşam tutkuları var. Bunların hepsine yanıt olamazsanız, ben sizi bu değerlerle kıyasladığımda tabii hükmümü vereceğim o büyük bir vasiyete karşı. İsterseniz kırk takla atın, numaradan numaraya girişin, çok açık ve doğru gücünü geliştirmenizde bize de rehberdir.
Sema Yüce'nin mücadelesinde, özellikle Parti içi sava-şımında, kısmen Zilan'da da vardır gereken yeterli yaklaşımları bulamıyor. Yani o etrafındakiler de Partili ve doğruları söylüyorlar, ama biraz da ideolojik kuruluk temelinde ve çok somut, gerekli olduğu kadar yerine getiremiyorlar. Bu çok ge-nel bir durumdur ve bu saflarımızı da zoruluyor, ama çok zor bir gerçekleştirme biçimidir. Benim tarzımda bu cevabı iyi yakalıyor. Özgürlükte buluşma olarak değerlendiriliyor. Yal-nız bunu taklit etmeniz bir çok çarpıklığa yolaçmıştır. Bence bu uyarıdan da yola çıkarak bu taklitçiliğe son vermek gere-kiyor.
Nereden bakılırsa bakılısın, erkekte Fikri Baygeldi'deki hem çok değer veriyor, çok seviyor. Dikkat edilirse sevgi, aşk sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Ve bu kadın yoldaşları da çok iyi incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağla-nıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir. Bunu saflarımızda acaba ne kadar uyguluyorlar. Bir sürü kadın mi-litan var aslında. Onları ne kadar inceliyorlar, somutta olduğu gibi değerlendiriyorlar. Erkek kişiliklerinin de bu yönlü çok önemli görevleri var.
Burada Zilan ve Sema -Serhıldan- kişiliğinde ucuz bir kadın olmak istemiyorlar. Diyor ki; "başlangıçta 'kadın dü-şürücüdür' sözünü büyük bir rahatsızlıkla karşıladım ve asla böyle bir kadın olmayacağıma o zaman karar vermiştim. Ne düşen, ne de düşürülen bir kadın olmamaya çok büyük bir çaba harcadım" diyor ve sonuna kadar bu-nunu savaşımıyla yürüyor. Aslında şeyden de vazgeçmiyor. Oradaki yoldaşlarla bir sevgi paylaşımını doğru temelde, bi-raz sanırım bizim gerçekleştirmek istediğimiz temelde ger-çekleştirmek istiyor. Yanıt alamayınca iki duygu arasında eziliyor; bir doğru sevgiye ulaşamama, bir de yanlış anlaşılma. Bu şiddetli kırılmalara, acılara yol acıyor ve karşı taraf bunu anlamıyor. Hep ideolojik doğruları dayatma adı altında, kuru, anlama derinliği olmayan bir yönetim, bir merkez dayatıyor. Onun için diyor; orada iki merkez olmaz. Sanırım bunu kas-tetmek isitiyor. Merkez tektir, güneş tektir. Sonuca buradan gidiyor ve biraz da hatasının telafisi sözkonusu burada. Ne-den bölme kişilik şahsında bir merkez gördü ona özeleştiridir. Son şehidin bunu dile getirmesi ve zaten bir iki cümle sonra kökten kopuştan bahsediliyor. Bu anlayışta onu belirtmesi ö-nemlidir. Bireysel, keyfi kişiler seçme, merkezler seçme, Par-tiyi kişilerin şahsında tanıma, burada şiddetle onu mahkum e-diyor ve kendisine de son bir noktayı koyuyor. Bu çok çarpı-cı.
Önderlik olayındaki gerçekleşen özgürlük, bütünüyle il-kesi ve uygulamalarıyla güneş kadardır. Katılmamız gerekir gibi bir kesin sonuç var. Zilan'da daha teorik, daha ilkeli iken, Sema'da daha sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri'de de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair çok duyarlı, an-lamlı yanıt var. Zaten kendisi de söylüyor. Bunlar büyük ger-çekleşmelerdir. Sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir.
Bize düşen bunun ne kadar gerçekleştirilebileceği sorunudur. Sizlere de bir halk olarak, bir Partili olarak, bir kadın olarak vasiyetleri var. Ama en çok da bana. Kendilerini adamaktan bahsediyor, o zaman ben kendi gücümü bunun için kullanacağım. Sınırsız adamaya karşı, sınırsız bir yanıt olabiliyor, oluyor da. Yani hem erkekten, hem kadından kendi dev-rimcilerinle kendi savaş ustalığında yaşamda özgürlük düze-yini gerçekleştirme ustalığında neler yapabilirim? Bu da biraz bana kalıyor. Dogmatik bağlanmamak gerekir. Zaten bu va-siyetlerin içinde var. Çok somut olmak gerektiği yine dile ge-tiriliyor. Çok sahte özeleştiri dilinin kullanılmaması gerektiğini söylüyorlar. Bu da çok çarpıcı.
Çok büyük yaşam isteği, çok büyük eylem isteği var ve gerçekleşiyor. Çok büyük yaşam isteği, yaşamı çok büyük sevmekten, aşk düzeyinde ve ondan bahsediyorlar. Ama o da işte olmuyor. İlkesi olmadan, örgütsel çabaları olmadan bu büyük yaşam gerçekleşemez. Ben o halde deli değilim. Ne-den bu kadar örgütsel olabiliyorum. Milyonları bile şahsında her tür fedakarlığa yatırabilecek kadar uygulayabiliyorum. İş-te örgütsel gücümle. Çok küçümsediğimiz, hep sıkıldığınız örgüt ilişkileriyle oluyor. Büyük yaşamın başka bir yöntemi yoktur. Sizin bütün yaptıklarınız örgüt gücünü dağıtarak bir yaşama ulaşmak, bu düşmanın ezeli uyguladığı "sen köle kalmaya mahkumsun" ilkesine göre yaşamak. Çünkü güçsüzle-şenin, güçlü büyük yaşamı olamaz. Hanginiz burada kalksa-nız, burada ağır bir cezayla çarptırılsanız birisinin yüreği "ah" bile demez. Çünkü örgütsüzsünüz.
Örgütlülük; yoldaşlarınızla kurduğunuz ilkeli bir bağlı-lıktır. Buna sevgiyi de, duyguyu da katmalıyız. Ama ilkeli ol-mak esastır. İlkelilik nedir? İlkelilik; bir savaş için gerekli o-lan bütün örgütsel bağları, yani köprüleri kurmaktır. Yok! Ha-zır örgütü bile dağıtmak en çok hoşlandığımız işlerdir. De-mek ki, büyük özgür yaşam için en çok gerekli olan önderlikte kendini ifade eder. Örgütselliğin, yani yoldaşlarla halkla bağlaşmasının, ilkeli çok örgütlü biçimini kişide yakalamak. Herkesin biraz değer verebileceği, aslında güneş parlıyor, bizi sonuna kadar temsil eder, akıllıdır, yaptığı işin bilinci, gücündedir. Bunun dışında birey seviyeli, saygılı, sevgili bir yaşa-mın başka yolu yoktur. Örgüt yetkilerini gasp ederek, örgütün kuru tüzük esaslarına dayanarak, hatta hatta biraz da gözükara kendi köhnemiş güdülerini dayatarak, bırakalım büyük bir yaşamın sahibi olmayı, büyük emekle hazırladığımız özgür yaşam olanaklarını yerle bir eder. Hele bir de buna hammalvari veya güdüler sınırına inmiş böyle ne verirsen ona razı, yaşam adına bir kırıntı da bulsa razı bir kimlikle büyük ya-şam talebine asla ulaşılamaz, layık olunamaz. Bunlar da yetmiyor.
Bunlar işin asgari olması veya olmaması gereken hu-susları iken, büyük yaşam aynı zamanda güzel geliştirilmesi gereken yaşamdır. Güzel yaşamın büyük, kutsal ilkeleri kadar onun gergef işlemesi gibi ilmik ilmik dokunması gereği vardır. Gözle, davranışlarla herşeyin estetik, yani güzellik sınırlarında yürütülmesi gerekir. Büyük yaşamın özü örgütse, ör-gütlülük düzeyiyse, bunun elbisesi de güzel nakışlardır veya böyle bir dokumayı gerektirir. Nedir bunlar da? Dildir, dav-ranış güzelliği. Böyle olunmadan büyük sayılır, sevilir bir ya-şamın sahibi olunamaz. Hayret ettiğim nokta; neden bugüne kadar düşünemediniz? Ve çok sevmek ve sevilmek istiyorsunuz, ama gereklerine de bu kadar ters davranıyorsunuz. Ne-den? Bugünde en çok sorgulamanız gereken yönünüz budur. Bu yoldaşların bana kendilerini büyük adaması acaba boşuna mı dersiniz. Değil! Ben onlardan daha fazla, eskiden beri a-damıştım. Onların ki bir yanıttır. Nasıl adadım kendimi? Bu-nu açtım da herhalde, bugün dolayısıyla biraz daha açmakta yarar var.
Genel geçer ölçülerle ne beğenirim, ne de kendimi be-ğendirtirim. Ama çok eskiden beri hem bana hakim olan bir duygu, hem de giderek kişilik pratiği olarak geliştirdiğim hu-sus, özgür veya özgürleşmesi gereken bir kadın kişiliğine gö-re nasıl kendimi anlamsız müthiş yaparım? Bu yoldaşların as-lında biraz dile getirdikleri benim bu çabalarımla olmuştur. Daha ben çocukken bizim erkeklerimizin kendilerini beğendirme ölçülerini halen hatırlıyorum. İsim düzeyinde bile ba-zıları aklımda. Ceplerinde o yuvarlak küçük bir aynaları var-dı, bir de tarakları vardı, ikide bir açar, böyle saçlarını tararlardı. Bunun pek fazla bir çekicilik yaratacağına o zamandan beri inanmadım. Ama o güne göre ölçüler bunlardı. Kadının da bundan farklı değil.
Şüphesiz kendini bir insan olarak, yalnız kadına değil, halka da beğendirmek için akıl almaz bir savaşım yürüttüğüm biliniyor. Ve her düzeydeki bir savaştır. Her boyutta, tek bo-yut da değil. Çok yönlü ustalıkla işlenmiş bir yaşamdı. Ba-zıları halen benim bir sırrım olarak değerlendirmek istiyorlar, ama öyle değil. Emekle kendimi hazırladım. En büyük eleştirilen benim Kürt halk gerçeğinde, genelde de, ama giderek en maruzlarımızın bile bize öykünmekten geri durmadıkları, hat-ta düşmanımızın da oldukça saygılı olmaya çalıştığını bili-yorum. Ve halkımızın da derinden bir bağlılığı, onun büyük bir boşluğunu, zihinsel-ruhsal açlığını büyük gidermenin bü-yük ustalığını göstermekle bağlı.
Şimdi kadın sözkonusu olduğunda bu biraz daha derinleştirilmiş. Özgün bir kişiliği gerektiriyor. Çok değişik bir ka-dın kazanım dilim vardır. Hem kültürü, hem pratiği aslında oldukça kapsamlıdır. Sanmıyorum içinizde bu konuda biraz araştırmak isteyenler olsun. Bu yoldaşlar, -bunu biraz Partiyle olan yoldaşlar olduğu için söylüyorum- bu çok kendi içinde eleştirisel, savaşsaldır. Halen de sürdürüyorum. Benim için beğenmek ve beğenilmek bitmiş bir savaş değildir. Bunun i-çin de ilkeler giderek tanrısal sınırlara kadar da dayanır. Ta-rihin ilk dönemlerine kadar, geleceği de kuşatır. Hoşlandığım bir savaş türü.
Erkek tarih boyunca bir silahı iyi kullanır, onun hoşuna da gider. Erkek egemenlikli çirkin anlayış dediğimiz de bu. Kadının zayıflıklarını kadına karşı bir silah olarak kullanır. Ben bunda hep çirkinlik gördüm. Hep böyle başından beri herhangi bir öğretiyi okumadan önce derinlikte bile böyle ka-dının zayıflıklarını, erkeklerin tek yönünü değerlendirmelerini, kendilerine avantaj çıkarmalarını kesinlikle kendi gururuma yakıştırmadım. Farklı olma gerektiği kararını o zaman verdim. Kadınların alıştırılmış olduğunu erkek olmamayı da-ha o günlerde kafama koydum. Bu nedenle anam, bana göre ve benim kadına göre fazla bir kişilik olamayacağımı dile ge-tiriyordu. Yani ne bu kadına göredir, ne de kadın buna göredir. "Bizim oğlan akranları gibi olamayacak. Yani evelek oğ-lum aile sahibi olamayacak" anlamında endişeleri vardı. As-lında çok ahım-şahım bir kişilik olduğumu söyleyemem, ama toplumun bütün bireylerinin, kadın ve erkeklerinin rahatlıkla içine girdikleri yaşam benim için Kaf dağına, Ağrı dağına çıkmak kadar zor geliyor. Ben sizi esas alamam. Ben böyle o-lamam diyordum. Ve bu beni hep arayışlara itti.
Hemen şunu da belirteyim ki kadından uzak durmak kadar ilgi yüksekliği de atbaşıydı. Feodal, dini ideolojiye gö-re Fatma'nın günahkarlığını halen çok iyi hatırlıyorum. Ge-rektiğinde 300 metre mesafeden bakmak, ama diğer yandan da daha gizli duygularla da. Neden böyle oluyor? Neden şu kızı şu erkek istiyor? Şu adam şu kızı şöyle oldu, bunlar böy-le olmamalı gibi değişik duygular altında da kalıyordu. O gü-nün düzeyi böyleydi. Bunlar devam etti. Bu ortaokulda, liselerde değişik aile ve sınıflardan gelen kızlar benim için ulaşılması da çok zor, benim de onlara ulaşmayı kabul etmem çok zordu. Başkaları için çok rahat olan bir-iki sözcük konuşmayı bile benim gerçekleştirdiğimi düşünemiyorum. Bu üniversite-ye kadar da devam etti, son sınıfa kadar. Ankara gibi bir merkezde bu gücü ne gösterdi? Kendimi de oldukça iyi sakladım. Kadına bu düzeyde verdiğim şey vardı, değer var. Bu daha doğrusudur. Yanıbaşımdakileri çok gözükara, çok rahat kendilerini herhalde düşürdükleri de desem doğru olur, benim i-çin yine umutlarımı yitirmeden bir yaklaşımı elde ediyordum. Daha bu Partiye başlamadan önce kadın gerçeği şahsında bir yurtseverlik duygusunu yakaladığımı veya bir yurtseverlik duygusunun gerekli olduğunun sonuç olarak kendime belirttim. Yani sevebilmenin bir şartının yurtseverlikle bağlantılı olması gerekir. O kadar.
Daha sonra böyle Partileşmeyle birlikte kadınla işe baş-lamam da var. Biraz güçlendiğim bir süreçtir. ama gerçekten en zorlandığımız bir süreç. Bunun hikayesi çok işlenmişti aç-mayacağım. Halen o ilişkiye yönelmemin içinde yurtseverlik var, sosyalizm var, hesaplaşma var. Büyük bir cesaret, fakat böyle kapsanamaz. Sonuçları biliniyor. Devletle savaşa kadar götürdü. Öyle kadın savaşı nedir derseniz her attığım bir i-liş-ki beni TC ile en büyük bir savaşa kadar sürükledi. Bu sava-şın sonuçları özellikle 76'dan 86'ya kadar çok içiçe, adeta cephe savaşı gibi, daha sonraki yıllarda cephe gerisinde yü-rütülen savaşlardır. Sizin bu savaşları sıradan basit vermenize şaşırıyorum. Herhalde diğer savaşları da büyük vermeyişinizin bir nedeni de budur.
İncelemenize açmıştım bu süreçleri, bu yoldaşlarımız sanırım biraz incelemişlerdir. Ve gerçekten bu özellikle ruhsal iradeyi ayakta tutma, özgürlük ruhunu satmama, kadın konusunda genel geçer ölçülerle yetinmeme, ne kendini kullanma, ne de kullandırtma gibi bir duruma yer vermeme. İçinde bambaşka bir sürü şey var. En önemlisi de devletin kendisi var. Şunu da hiçbir zaman unutmayın. Kadın erkek ilişkilerinde, bu ilişkilerin merkezinde, kalbinde devlet vardır. Şahadetleri-miz dolayısıyla bu büyük gerçeği ifade etmem gerekir. Devlet sızmıştır, yani düşman sızmıştır. Bunun bilinçli bir ajanlıkla alakası yok. Objektif olarak devletin en iyi sindiği, sızdığı noktadır. Buradaki devleti göremeyen -hem de görülmesi ger-çekten büyük bir anlayış ve duygu gücü istiyor- bu savaşta herhangi tutarlı bir başarıya gidemez. Ben biraz el yordamıyla, biraz daha baskın çıkan yurtseverlik, Partisellik görevlerimle kendimi yenilmekten alıkoydum. Farkımız burada. Ye-nilmekten alıkoyduğum gibi biraz da devleti yenmeye çalış-tım.
Şimdi devleti yenmek sadece kaba istihbaratını, polisini, JİTEM'ini bilmem MİT'ini, Özel savaş birliklerini atlatmak değildir. Daha fazla güç istiyor. Duygu yükü, ilişki tarzı onu yenmekten daha zor. Bir alışkanlığı yenmek kurulmuş bir savaş düzenini yenmekten bildiğiniz gibi çok daha zor. Eins-tein bile "Bir alışkanlığı yenmek atomu parçalamaktan daha zordur" diyor. Burada bunlar var. Kendi alışkanlıklarımı yenmek. Herhalde en zor savaşlardan biridir. Kendi erkekliğini yenme en ilginci de bu! Ve bende genelde bir Kürt erkeği ol-duğuma göre bazı özelliklerini mutlaka kapmışım, o erkeği yenmek herhalde gerçekten atomu parçalamaktan daha zor. Nasıl yendim? Kendimi sorgulamam gerekiyor. Sorardım; e-ğer sizin böyle bir kadınla ilişkiniz olsaydı ne yapardınız? En zavallı çoban erkeğimiz bile diyor ben anında şöyle bellerdim. Oysa giderek ünü, adı yayılan bir örgüt, bir hareket ön-derliği. Bir çoban kadar bile düşürülmedi. Burada büyük bir farklılaşma var, ayrışma var. Hakim erkeklik dünyasından ko-puyorum. Büyük oranda darbelerle, vura vura, vurula vurula duyguda, düşüncede, örgütlenmede, ama yenik düşmüyorum. Ve daha sonra bir özgürlük alanı kazanıyorum. Gerçekten bu savaş belli bir aşamaya geldikten sonra, büyük oranda TC ö-lümcül bir darbe almıştı. Köleleştirici bir çok ilişki öldürücü bir darbe yemişti. Savaşmayan erkek öldürücü bir darbe ye-mişti. Tıkanan PKK merkezi bir darbe yemişti. Herşey ka-çışla sonuçlandırılmak isteniyordu, kaçış eğilimi büyük bir darbe yemişti. Müthiş! Bunun için kullanılan kadın, en geliş-kin ajan tipi olarak hem objektif, hem subjektif anlamda bir kadın kişiliği, ölümcül bir darbe almıştı. Benim de halim çok zayıftı, ama yine de ayaktaydım.
Bundan sonra kadın çözümlemelerine, 87 Mart'ında başladım. O büyük savaşımın etkisiyle yakından bağlantılıdır. Her çözümlemede bir kadın çözümlemesini birlikte geliştirdim. Ve bu güne kadar da devam etti bu. Herhalde iyi olmuştur. Çünkü büyük kadın kahramanlıklarının ortaya cıkışı, u-zun vadeli savaş gerçeğinin yine gerçekleştirilmesi bu sava-şımla da yine oldukça bağlantılı. Bunu çözemeseydim ondan sonraki süreci çözemezdim.
Unutmayın ki, halen merkezimiz kadrolarımızın ezici bir çoğunluğu bu çözüm gücüne ulaşmaktan uzaktır. Tam tersine merkezimiz ya kof güdülerine düşmüş, bir liberalizm de demiyorum. Düşkün düzenin gerisinde bile bir yaşam, ilişki alışkanlığı. Böyle çok dogmatik, hatta Sema arkadaşımızın öfkesine yolaçan kof bir ideolojik dogmatik sınırda takılmış kalmışlardır. Birileri süper ihanete gidiyor, diğerleri örgütü i-çinden çıkılmaz, pratiksiz, kurutucu bir konumda bırakıyorlar. Ve bundan istifade, yeni yetme kadrolar savaşçılar olarak da sizler akıl almaz hatalar, düşmanın veremeyeceği zararları başta da kendinize vererek çok tehlikeli bir konuma kadar ge-lebiliyorsunuz. Bu büyük çözümleme gücümüz kazandığımız irade, sabır çoktan belki de bin defa PKK'yi, onun savaşım ordusunu yerle bir edebilecek bu tutum ve davranışınızı en üstten en alta kadar her düzeyde yıkıcı, etkisini önlememi sağlamıştır. Yani kendimi hazırlama gücüm, gerçekten herkesin "sırdır, nasıl yaşatılıyor, nasıl bunu yürütüyorsun" dediği noktayı, bu sabır mücadelesinin öğrettiklerinin ışığında yü-rütüyorum.
Gelelim bunun bir parçası olarak kadın yoldaşların a-danma gerçeğine; burada özgürlük olayını netleştirdim. Hatta bir çok yoldaşın kişiliğinde en kahraman kişiliğe, kadında ö-zellikle sembol olabilecek özelliklere doğru da kavuşturduk. Siz belki buna biraz çarpılarak, sersemliyerek bakıyorsunuz. Ama bana göre -buna "ilmi, öğretisi" diyor Sema Yüce yol-daş. "Öğretisi" diyor, kadın kurtuluş öğretisini kastediyor- ö-nemlidir aslında. Bu öğretiye başvurmadan kadınla herhangi bir alış verişiniz olmaz. Özellikle YAJK somutundaki kadınla mümkün değil ilişkilenmeniz. Fikri Baygeldi kadar bir yiğitlikle, mütevazilikle bu öğretinin erkek boyutunda bir öğrencisi olmazsanız sizin için kadın yok. Kadın için de ateşin külle-rinden kendini yaratma deniliyor. Bu çok büyük Parti kişiliği, başta örgütlülük düzeni, bu da yetmiyor. Büyük yaşam tutkuları, -arzular da dahil- herşeyde büyük bir yenilenme var. Ona ulaşmadıkça da adının önderlik gerçeğinde, dolayısıyla tüm insan ilişkilerinde kendini yenilemesi mümkün değildir. Böy-lesine çok çarpıcı bir noktaya gelinmiştir.
Özgürlük tanrıçası adeta bağlılık istiyor, sadakat istiyor. İşte yurtseverlik sadakati, eşitlik sadakati, güzellik sadakati. Bu sadakati, bu bağlılığı göstermeyenin kadınlığı da beş para etmez, erkekliği de. Bu, soylu yaşamın gerçekleştirilmesidir. Ben tam ulaşamadım diye üzülmüyorum. Ben dediğim gibi bunun bir savaşçısıyım. Kendimi sembolize etmiyorum. Ger-çekten bundan da hoşlanmıyorum. Ama savaşçı kurnazlığı benim daha çok bayıldığım bir nokta. Böyle sembolleşen ve-ya özgürleşen yaşam taçlanmasına karşı durumunuza çok ü-zülüyorum. Yetersizlikleriyle savaşmak benim için en gizliden yürüttüğüm bir savaştır. Çok kıskanç, çok ilkeli, çok ye-nilikli bir savaştır. İşte bu adanmışlığı biraz bu izah ediyor. Güzel kadınlarla düşüp kalkmaktan ziyade, güzelleşen kadınla, güzelleşen insanla bir bütün olarak olabilmek benim bir tutkumdur. Öyle çürümüş geleneklerin yaşamı çoktan rezil olmuş bilmem şu ahlaki kuralın ne mal olduğunu ben çözmüş durumdayım. İster tanrı kaynaklı olsun, ister toplumumuzun kendine göre olmazsa olmaz kabilinden gördüğü ne olursa ol-sun, onun önderlik gerçeğinde aşmışız. Daha çok tercih edilen yön bu işin zaferini sağlamak.
Hiç ayıp değil söylemek, ben bir özgür kadın olsam, öl-dürseler beni, biraz da güzelleşen bir kadın isem, mevcut er-kekliği paylaşmam imkansız. Hatta bende yine bu konuda bir duygu vardır. Nasıl oluyor da özellikle tutsak edilmemiş kızlar bu erkeklerle olabiliyor? Henüz olur diyebildiğim veya yanıtını olumlu verdiğim bir sorgu değildir. Olamaz gibi bir yaklaşımım var, olamaz da ve bu dikkat edilirse bu ideolojinin ayrılmaz bir parçasıdır. Erkek için de benzer bir sonuç çı-karırım. O kocaman erkekliği nasıl böyle köleleşme yolunda bir kadında tüketiyor? Hemen herşeyinin odak noktasına alı-yor. En çok yadırgadığım, utanç duyduğum bir yaklaşımdır. İ-deolojimizde buna da çok etkili bir yer verilmiştir.
Katiyen geliştirmeye çalıştığım bir husus, yarışı geliş-tirmeye devam et. Bunda da bence bir vahşilik veya insanı belki çok zorlar ama, bana göre halen geliştirilmesi gereken bir yarış türüdür. En güzeli kim, bunun içinde de en yiğidi, en güçlüsü başta olmak üzere, söz, davranış en güzel heykelleri bile aratmayacak kadar kimde ne kadar gerçekleşiyor. Böyle bir çabam da var. Herhalde güzel bir çabadır bu. Zorlar sizi tabii. Çünkü bu aynada kendinizi seyrettiğiniz de ah-vah de-mekten başka bir çareniz kalmıyor. Ama güzellik tanrıçası, tanrısı yolunda da olmaktan biz vazgeçmiyoruz. Ah-vah edeceğinize bir çare bulun, doğru yola girin.
Ben özellikle bu yoldaşların söylediği kadar adanmış, adanması gereken bir kişi olmayabilirim, ama öyle olmaya çalışıyorum. Bu Fikri'de kendini çarpıcı adıyor. Değerlilik a-dına yarışı sürdürmek gerekiyor. Zaten mevcut haliyle beğenilecek hiçbir yanımız yok. Ve bu vesileyle şunu da açıkça belirtmekten geri durmayacağım. Bir çok beklentileriniz sizi hayal kırıklığına uğratacak. Çünkü önderlik öğretisinde bunların gerçekleşmesi çok zor. Kızları çok büyük bir yarışa zorladığımız kesin. Zorlamak zorundayım. Çünkü bu büyük u-tancı bu büyük zayıflığı ve bu büyük yaşam dışılığı aşmanın başka bir yolu yoktur. Çok sınırlı aşma gücünü göstermeniz, bu adanmışlığa yol açtığı gibi herhalde en büyük kazanımla-rından birisidir dememiz doğrudur, yerindedir ve buna artık dayanarak yarışı sürdürürseniz bu değerli yaşam, hep uğruna bu kadar adanılan yaşam kazanılabilinir.
Kendime çekmek zorundayım. Sanırım bu da çok soru işareti yaratıyor. Neden bana hep adam diyor? Bütün kadınla-rın çekim merkezi haline geliyorum. Şu nedenle; bu biraz ge-rekiyor, ben ne yapayım? Kadının bağlanacağı doğru erkek gerçekleşmiyor. Bu konuda kesinlikle kıskanç değilim. Bü-yük bir sorumluluk ağır bir görev olarak görüyorum. Bu aşamada kadın cehenneminden kadın cennetine yol almak için yapmam gereken bir iş. Zaten bu yoldaşlar bunu bildiği için "kendimizi feda etsek de bu yetmez" diyorlar. Bu noktayı sa-nırım bir vefa bir bağlılık olarak dile getirmek istiyorlar. Siz erkeklerin yarattığı ağırlığı durdurmak insan üstü bir çaba is-ter. Ben bunun ustalığını göstermişim. Siz her gün delmek is-tiyorsunuz bunu. Haksız, çirkin, anlayışsızlık ve zoraki irade dayatmalarını özgür kadın yükselişine karşı durduruyorum. Bu çok büyük çabadır ve gereklidir. Zaten bu yoldaşlar bana bunu vasiyet ediyorlar.
Kendilerini böyle adayarak, kadında da şunu durdurma-ya çalışıyorlar. O da çok dile getiriyor. Düşürücülük rolünüzü oynamayacaksınız. Cinsel açlık en azından diğer açlık kadar gözükaralığa yolaçar. Bunu biliyorum. Bizim soyumuzda, ge-nelde de günümüz dünyasında bütün sınıf mücadelelerinin emperyalizmin lehinde halledilmesinde en etkili faktör olarak kullanılmıştır. Kadın sermayenin herhalde emperyalizmin bulduğu ve hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar topyekün sınıf savaşımına karşı en tehlikeli araç durumuna getirilmiştir. Zilan yoldaş bunu da dile getiriyor. Emperyalizmin kadını kullanması, buna çok daha ilkel dönemlerden kalma, bu son model baştan çıkarılma yollarıyla birleştirirsek, tutarlı bir sosyalizm savaşçısı bu sorunu çözmeden milim kadar adım a-tamaz. Zaten Lenin'de üstesinden gelememişti. Mao bir kü-çük burjuva ilişkiye sahip olmaktan kendini alıkoyamamıştı demesi de bundan ileri geliyor. Çok zor!
Kadını düşüren ve düşürülen bir nesne olmaktan çıkarmak bizim savaşımımızın en önemli bir yönünü teşkil ediyor. Kadını biz böyle terbiye etmek zorundayız. Başka türlüsünü hiç kimse bizden beklememeli. Kendimi bu konuda işte cins savaşımının da en yoğunlaşmış ifadesi haline getirmiş, tıpkı ulusal savaşın yoğunlaşan, tıpkı sosyalizm savaşımının diğer yönü eşitlik, işte özgürlük noktalarındaki o dağ gibi cins sa-vaşımının gerçekten bir odağı durumunda. Ne yapayım? Sos-yalizmi ilerleteceksek, ulusal kurtuluşta çok ciddi engelleri ortadan kaldıracaksak, örgütleşmede bir yıkılma, çözülme ne-deni olmaktan çıkarıp bir sürükleme nedeni haline getireceksek, cins savaşımının yoğunlaşmış ifadesi olmaktan başka ça-rem yok. Önderlik öğretsinin kadın boyutuyla anlaşılması ge-reken bir yanı da budur. Sema yoldaşın bahsettiği noktada yi-ne budur. Bu gücü göstermek gerekir. Çok büyük değerlendiriliyor bu metktuplarda.
Bu, yalnız İsa'nın havarilerinde, rahibelerinde görüldü-ğü gibi ne cinsel perhizle halledilebilinir, ne bilmem tutkuları uğruna dağları delen Ferhatlar'la, bilmem nelerle halledilebilir. Bu, daha fazla olmayı istiyor. Daha büyük bir aşama, işte orada da bu dile getiriliyor. İnsanüstü olma gibi birşey. Ne yapayım? Böyle bir görevde başa düştüğüne göre, elden ge-len yapılmak durumunda. Nereye götürdü bu? YAJK'ın olu-şumuna, önderlikle buluşmasına götürdü. Bunu çok mu isti-yordum önce. Yok! Ama özgürleşme adımları geliştikçe çare olmaktan vazgeçemediğimiz için bu noktaya gelindi. Bu sizleri zorluyor. Zaten her sorun zorlamadıkça çözüme yaklaş-tıramaz. Dolayısıyla kötü bir şey değil, ama çözümsüz bıra-kırsanız bu çok kötü olur. Zorlanma çözüme işarettir. Çözü-mü yakalamaktır. Ayrıca bir uğraş ister.
Bu iş gördüğünüz gibi insanlıkta ender rastlanan böylesine büyük eylemlerle yanıtını bulurken bu yoldaşların şah-sında bizimki de daha değişik kendini yakma demeyeceğim de, eritme, ilkenin giderek en ustalıklı güce dönüşmesine yol-açma. Kadın gücüne dönüşümü çarpıcıdır. Şüphesiz kadın gü-cü elimizde bir silahtır. Zaten vasiyet ediliyor. Bu silahı çok etkili kullanacağız. Niçin? Bu köhnemiş erkeği vatanına, öz-gürlüğüne, gücüne sahip çıkmak şurda kalsın, gücünü en ka-ba bir cins -ki, o da ne kadar güçlüdür belli değil- en kaba bir cins gücüne kadar düşüren bir erkeği yenmek bizim şeref borcumuzdur. Bunu biraz YAJK'la sürdüreceğiz. Bir de düşen, düşüren kadın var. Bunu da yenmeyi bu YAJK'la yürütece-ğim. Belli bir dönem bunlar çok gerekli. Gerektiğinde bir tan-rı, tanrıça gibi kadar bu gerçekleştirmeyi sağlayacağız.
Toplumun hafızası almıyor. Almıyorsa ben ne yapa-yım? Bu toplum sonuna kadar vatansız, sonuna kadar güçsüz, sonuna kadar çirkin. Bu yönleriyle değer verilecek hiçbir yanı yok. Mevcut erkek onun bir parçası olarak, mevcut düzen, statüko, kadın da öyle. Ne yapacağız bunu? Ağlamaktan sızlamaktan çirkinleştirmekten başka hiçbir yanları yok. İşte tanrı, tanrıçanın hükmü bundan sonra başlar. Sen kaybetmiş, sen çok alçaklardasın. Buraya yücelikler gerekir. Biz onun bayrağını kaldırıyoruz. Büyüklükleri burada. Çekim güçleri burada. biz böyle olacağız. Biz köhnemiş değer yargılarına göre hareket etmeyeceğiz. Sema yoldaş şunu da söyledi; "Başkan APO hakkında ne denirse denilsin, o ne derse desin" şeylerinde şu var, yazmış çizmişlerde kadınlara şöyle yapmaktan tutalım -ki bazıları böyle erkek mi olur diye eleştirili-yor- her tür eleştiri saldırı var. Ne denirse denilsin biz kendi yolumuzda yürümeye devam edeceğiz.
Bu yol, gerçekten oldukça farklı inişlerle çıkışlarla dolu bir yüceleşme yolu. İşte kadın için dediğim gibi çekim gücü olma bir öğreti kadar üzerinde duracağız. Yeni bir ahlakı o-luşturacak kadar herşeyin üzerinde duracağız. Cinsi yönden çekici organlarından tutalım, onun beynine, duygularına ka-dar herşeyine yeni bir terbiye, yeni bir ahlak, yeni bir ideolojik öğreti olarak yaklaşabiliriz. Neden? Çünkü ortadakinin yanına yaklaşılacak tarafı yok. İşkence! Bana belki de yaptı-rılacak en derinden işkence nedir? Böylesine bir kadınla bir kaç saatini geçirmek; bundan daha ruhumu baskı altına alabi-lecek bir başka işkence türü görmüyorum. Ama tersi de biraz doğru. Sınırsız beni yaşama çekecek ve savaşta dahil her tür işe koşturacak en güçlü itim nedeni nedir? Özgürleşen, güzelleşen kadın boyutuyla bu yaşam ve savaşta yol alır. Buna da varım, bunu yaratıyorum daha doğrusu. Hayallerimi gerçek-leştirerek savaş gücümü gerçekleştiriyorum. Zor bir iş! Her-kesin belki gücü yetmez, ama bu büyük savaşı başka türlü gö-türmenin de yolu yok.
Üzüldüğüm nokta, siz bunu çok geri, küçük amaçlı bi-raz da bizi taklit mi etmek istiyorsunuz ne, Başkanın yanında da kızlar var, "gel sicil amiri ol, mutfak memuru ol, büyük komutana bir şeyler hazırla kız!" diyorsunuz. Çok ayıp! Ben-de bu yok. Hiçbir kadına kendi hizmetimde, daha kendi istemimde çalıştırma amacım, ilişkim olamaz. Hatta güdülerimi tatmin etmede dahi olamaz olamaz olamaz! Ben yokum bu iş-te. Ama bir güzelliği geliştirmeye sıra geldi mi, sözkonusu ol-du mu, hiçbir ahlaki genel geçer ilkeyi dinlemeden ona sızar ve onunla yol almaya da çalışırım büyük bir savaş ustalığıyla. Sonuçları görüldüğü gibi fena değildir. Bu bizi halen bu sa--vaşın en başında tutuyor. Ne kinimizde azalma vardır, ne ça-lışma aşkımızda, aynı zamanda düşünce derinliğimizde ve güzel davranışların sahibi olmakta sanıyorum durum fena de-ğildir. En karşıtlarımız bile uzattıkları dili artık geriye çeki-yorlar. Bir güzelliği çekiciliği kabul ediyorlar. Burası da o ka-dar önemli değil. Bir çağ sonra anlaşılsa da, anlaşılmasa da o kadar önemli değil. Önemli olan bizim kendimizi tatmin et-memiz. Doğruluğuna ortaya çıkarana kadar bu çok ileri sevi-yeli bir savaştır. Gücünüzün bunu kaldıramayacağını biliyo-rum. Ama bize gerçekten tanrı hükmü kadar, yücelik hükmü de gerekli.
O çok büyük yaşama saygı denilen noktada tam böyle olmak gerekiyor. Büyük yaşam tutkusunda öğretisinden be-nim vazgeçmem olamaz. Hepinizden, hatta toplum, halkın kendisinden de vazgeçebilirim, ama benim bu büyük yaşam tutkum, öğretisinden vazgeçmem beklenmemelidir. Zaten bu-nu esas alarak, bu büyük savaşı göze almışlar. Geriye söyle-necek fazla bir söz yok. Bunu daha da kesinleştirecek zaferlerle götürmek isteyeceğiz. Bu yoldaşlarınızın büyük bir so-ğukkanlılıkla, seve seve ilgi duydukları ve gerçekleşmesi için herşeyini koydukları yaşam savaşımına, ben tabii ki ister bir önderlik, ister bir sıradan askerlik, militanlık olarak gereklerini yerine getireceğim, hem de çok boyutlu şimdiye kadar yaptıklarımız sözlerimize bağlılığın sınırlı bir örneğidir. Daha fazlasını da daha sonra yapacağız. Kesinlikle sizlerin herhangi bir baskı altına almadan, zorlayıcılığın da içine çekmeden eğer bu savaşta siz de yeralmak istiyorsanız ne kadar sorunla-rınız -güdüsel olanından tutalım düşünsel olanına kadar- ağır olursa olsun, sıcak savaşımdan tutalım, ruhunuzun derinliğindeki bir acının savaşımına kadar.
Bunların hepsini hal yoluna girmesinin de bir yolu, bu önderlik tarzındaki savaşla bütünleşmekten geçiyor. Bunlar e-ğer en büyük eylemse düşmanı da en çok korkutansa sınırsız güç fedakarlık, cesaret kaynağıysa, bununla bu düşman vurulup bu savaş kazanılacak. Eğer biz de savaşçıysak bunun ka-zanım tarzından başkasına biz yer vermeyeceğiz. Yaşamın güzelleşmesi de bunun zaten taçlanmasıdır. Güzellik tacımız çoktan başımızdan alınmış, yere çalınmış. Bu savaşla bu tacı tekrar başa geçireceğiz. Başka türlüsü zaten yaşam iğrenilecek, yanına bile varılamayacak kadar ayaklar altında çürütülmüştür. O halde aşkı da, onun savaşımını da bu kadar müthiş olan asıl doğru olmak kadar, olağanüstü irade keskinliği, tarz ustalığı örgütlülük, güzellikle yürütülen bu savaşıma yüce şe-hitlerimizin huzurunda hiç olmazsa bundan sonra onların ma-dem emriyse, biraz da bu önderlik tarzıyla benim de biraz kendimi zorlayarak biraz daha layık olmaya çalışmak, sizle-rinde buna layık çalışmanız için mutlaka gücünüzü kusursuz giderek gücünüzü de iyi ölçe-biçe şimdiye kadar verdiğiniz zararları telafi etmek kadar biraz daha borçlarınızı ödemeyi bilerek yüklenmenizi dileyeceğim bu şehitlerimizin huzurunda.
Bundan sonra sizlere şüphesiz güç vermeye çalışacağım gibi, sizin de yaklaşımlarınızın güce güç katma temelinde ol-masına da özen göstermeniz gerektiğini vurgulayacağım. Ve eminimki bu yoldaşlarımızın şahsında aldığımız güçle her tür zorluğu aşacağız, özgür yaşamın savaşımını başarıyla vere-ceğiz ve mutlaka kazanacağız. Bu şehitlerimiz güzel yaşamın gerçek sahipleridir ve ölümsüzleridir.
Parti Önderliği
30 Haziran 1998
- Ayrıntılar
Bu son büyük bombalamadan ötürü, hem sizlere geçmiş olsun diyorum, hem kutluyorum.
Genel Başkanlık Karargahı olarak değerlendirilen bu sahaya yönelik büyük bombalama, güncel gelişmelerin de ışığında iyice anlaşılıyor ki, çok önemli bir Genel Kurmay planlamasının, yine çok önemli bir halkasıymış. Her geçen an bilgileri bir araya getirdiğimizde ve yeni gelişmeleri de buna eklediğimizde gerçekten kapsamlı bir planla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlıyoruz.
Hiç şüphesiz bu son planlama değildir. Daha da yeni bir planlamayı ardı arkasına geliştirecekleri veya genel planlamanın bir başarısızlık temelinde kendisine yeni bir başlangıç yaptırma biçiminde yürürlükte kılmak isteyeceği açıktır. Kaldı ki buna yabancı değiliz.
PKK tarihi, hemen hemen doğuşundan günümüze kadar böylesine kapsamlı tasfiye planlarıyla karşı karşıya gelmiştir. Tabii, bu son planlamanın kendi özgü yenilikleri var. Hem kapsam, hem katılan güçler bağlamında çok ileri bir düzeyi temsil ediyor. Ve aynı zamanda bizim de genişleyen ittifak sistemimizi hedefliyor.
Daha önceki planlamalar, Türk Genel Kurmayı’nın kendi öz güçlerine dayanarak ve salt PKK’yi ve Önderliği’ni özel olarak hedefleyerek geliştiriyordu. Fakat bu son planlama çok kapsamlı bir uluslararası hazırlık ittifakı temelinde geliştiği gibi, yalnız PKK Genel Başkanlığı’nı ve onun temel karargahlarını hedeflemiyor. Geliştirdiği ittifak sistemini de kesin kapsamına alıyor. Yenilik burada, ayrıca kullandığı teknikte bir sınır tanımaz çılgınca yaklaşım var.
Hiç şüphesiz bunlar bastırılamayan PKK ve onun askeri gelişmesiyle de çok sıkı bağlantılıdır. Gelişmelerin önü açık tutulup, hız kazandırılınca planın da kapsamı uluslararasılaşıyor ve tekniği de yoğunlaştırılıyor. Böyle bir değerlendirmeyi yapmak mümkündür.
Tasfiye planları tarihine baktığımızda biraz daha netleşmemiz mümkün. Çok kısa ana hatlarıyla değinecek olursak; PKK’nin bir grup olarak gelişme durumu ortaya çıktığında ki, bu 1975’lerin ortalarına denk geliyor, o zamanki tasfiye planı, grubun özellikleri ve biraz da bizim başlatma konumumuzu, dolayısıyla kişiliğimizi inceleyerek, içine sızma ve kontrol altına alma, tehlikeli olanlarını saptırıcı veya kendi kontrollerindeki eylemlerle bitirme, kalanı da elde tutma mantığına dayanıyor. Çokça incelendiği gibi, PKK’nin bir bağımsız grup olması aşağı-yukarı 1975’lerde netleşti. Ve o zaman grubumuza dahil olan bazı öğeler, grubu tamamen kontrol altına alma, etkisizleştirme, fazla gelişme şansı vermeme, gelişme olmuşsa saptırma, önde gelenlerini ya katlettirme, ya da kontrollerindeki eylemlerle bitirme ve yine son söz hakkını da ellerinde bulundurma çabalarına giriştiler. Bunu, aşağı-yukarı bizim yurt dışına çıkmamıza denk bir anlayış ve bir plan olarak yürüttüler.
1977’lerin ortalarından itibaren biz, bizzat böyle bir tasfiye ile karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. Dolayısıyla biraz daha bilinçli yaklaşarak ömrümüzü yurt dışına çıkıncaya kadar, bu plana karşı bir planla, bizi saptırmaya karşı onları saptırmayla karşılık vererek, denilebilir ki, en iyi karşılığı verdik.
Tabii burada en belirgin yön, hata yapmamaktı. Anlayışları böyle yumuşak bir biçimde sonuçlandırmak. Yumuşak derken de, içinde Haki Karer arkadaşımızın öldürülmesi gibi cinayetler var, yine kirli, kullanılmış silahlarla içeri atıp otuz yılla cezalandırmalar var, bazı soygun eylemlerini, cinayet eylemlerini bizim kararımıza dayandırarak yaptırıp ve bizi böyle ağır eylemlerde olsun, cinayetlerde olsun cezayla cezalandırmak istediler. Hepsi mümkündür.
Tabii bunu yapmayınca, bunların sıkıntısı başladı. Özellikle Fatma ve Pilot gibi, sanırım bu işin önde gelen yürütücüleri epey sıkıldılar ve zamanın uzatılmasına büyük bir hoşnutsuzlukla yaklaşım gösterdiler. Bizim de olağanüstü sabrımız ve onları böyle nihai karara götürebilecek hatalar yapmayışımız, yine “kontrolünüzdeyiz”, “istediğinizi yapabiliriz, ama hele dur!” İşte çeşitli acabalarla, soru işaretleriyle, “öyle yaşasak daha iyi olmaz mı?” umudu veriyoruz. Onlar, yine işlerinin kontrollerinde yürüdüğünü sanıyorlar. Her ne kadar çok tehlikeli, kontrol dışı gelişmeler oluyorsa da, son çıkışımıza kadar, aslında kontrol var. Bunu oldukça bilinçli bir şekilde onlara yansıtmış olmamız, onların nihai darbeyi vurma gibi bir eğilim içine girmelerini önledi. Grup aşamasındayken, PKK tasfiyesini daha çok bunlara dayanarak boşa çıkarma.
Bu konuda sanıyorum bizim karşıt planımız veya yaklaşımlarımız son derece hayati bir rol oynamıştır. Düşmanın saldırı tarzını, yine yönelim taktiklerini en uygun bir taktikle karşılamıştır. O da, onların eylem anlayışlarına girmeyişimiz, yine, provakatif davranışlarına geleneksel Kürt kişiliği ile cevap vermeyişimiz, -hem kadın, hem erkek boyutunda- daha özgün bir davranış biçimini sergilememiz, derin endişelerle ve tabii bunun doğurduğu tedbirlerle grubun şansını artırmaya çalışmamız, belki de hem sol, hem Kürt grupları tarihinde görülmemiş böylesine bir anlayışla onları karşılamamamızdır ki, ne polis literatüründe, ne de MİT literatüründe bunun başka bir özgün örneği yoktur. Bu, sanırım onları bir kargaşaya, bir değerlendirme hatasına götürüyordu. Zaten, günlük merkezlerine giden raporların da saptırmalı raporlar olduğu ve kararların da böyle raporlara dayandırılarak gelişmesi, onları gittikçe daha fazla hataya götürdüğünü söyleyebilirim.
Biz böylece uzatmalı savaş taktiğine göre ömrü uzatıyoruz, grubun yaşama şansını geliştiriyoruz. Hatta grubu da oldukça büyütüyoruz. Elazığ tutuklanması gibi, yine Şahin’in itirafları gibi bir tehlikeli durum bile bizim için son derece uyartıcı bir etki oluyor. Oradan çıkardığımız sonuç; dışarı çıkma kararıdır. Bir-iki ay daha gecikirse, grubun tasfiyesi gelişecek. Ciddi bir olayı -bu da PKK içine düşmüş büyük bir operasyon diyelim- doğru bir kararla karşılamamız ve bu çok önemli adımı atmamız, bu dönem düşman planlamasını boşa çıkardı. Ki bu daha çok MİT ve dar bir kontr-gerilla birimi tarafından yürütülüyor, henüz tüm Genel Kurmay’ı etkilemiş olduğunu, yine tüm partileri, siyasi sistemi etkilemiş olduğunu sanmıyorum. Dar bir kontr-gerilla birimi ve MİT çabalarının planıdır. Böylece bu planın etkisinden sıyrılınca, PKK için artık yeni bir dönem başlıyor.
Bildiğiniz gibi sıcak savaşım sahası Ortadoğu, TC’nin kontrolü dışındadır. İlk altı ayda sanırım pek de Türk Genel Kurmayı’nın ve MİT’in fark edemeyeceği bir çalışma yürütülüyor. Kendimiz için bir temel kazanıyoruz. Bazı önemli ilişkileri ve bazı grup aktarmalarını gerçekleştiriyoruz. Bunlar, bizim açımızdan yeni bir gelişmenin ilk adımlarıdır.
1980’lerin başlarından itibaren PKK’nin Ortadoğu sahasına dayalı olarak gelişeceği aşağı-yukarı anlaşılıyor. Bu yıllardan itibaren de yeni bir planlama ile karşı karşıyayız. Zaten biz, ihtiyatı elden bırakmadan aynı yöntemi dışarıdan da sürdürdük. Özellikle Semir’in devreye girişi var. Yine bazı böyle Antep grubuna dayalı olarak Terzi Cemal, Ali Çetiner gibileri de var, -sanırım kuşkulu yönleri var- onlar da çıkıyorlar. Fatma yine çıkıyor, bazı öğelerle birlikte ki bunlar içimizi karıştırabilecek öğeler. Semir ile Fatma, 1980 sonrası ülkeye yönelişi bu sefer boşa çıkarmanın en etkili isimleri olarak değerlendirilebilir. Daha sonra anlaşıldı ki, bunlar zindanla özellikle bağlantı kurabilmişler. Önemli bir PKK karargahı olarak nitelenen Diyarbakır zindanı başta olmak üzere, dayatılan zindan tasfiyeciliği planı oldukça acımasızdı.
Aynı şekilde bu yıllarda bazı zindan dışı gelişmeler de var. Bu sahada, söylediğim isimlerin yanı sıra muhtemelen Avrupa’da Doğan Karakoç’un itirafı vardı. Bu, Ali Çetiner ve Terzi ile aynı grubun elemanıydı, üçlüydüler, onun Avrupa’yı kontrol etme durumları olabilir. Her ne kadar bizim inisiyatifimiz artıyorsa da, onların da kendilerini toparlama ve tekrar içerden PKK’yi etkisizleştirmeye ağırlık vermeleri, bu planın önemli bir parçası. Zaten PKK’nin de dağda savaşacak gerillası yok, kitlesi yok, hepsini pasifize etmiş. Geriye PKK’nin kadrosunun organize etmeye çalıştığımız bir Ortadoğu sahası var. Avrupa’nın da öyle ciddi bir çalışması yok. Tümü, benim etrafımdaki gruplaşma ve kadrolaşmadır. İçerde çekirdeği yozlaştırma, çekirdeği büyük bir kafa karışıklığına itme, çekiştirme, ülkeye değil Avrupa’ya yöneltme, yine kendi aralarında basit yaşam güdüleriyle uğraştırma, yöneltme, bu kişilerin en çok dikkat ettikleri bir yaklaşımdır.
Türk Genel Kurmayı’nın daha fazla planı olamazdı. Olabilmesi için bizim ilişkilerimizin olduğu Filistinli örgütlere el atması lazımdı. Zaten altı ayı geçmeden el attılar, bu bildiğimiz Arafat’la ilişki kurdular. Ecevit döneminde Ankara’da bir elçilik verdiler ki, bu bize yönelik bir planlamaydı. Suriye sahasını bize kapatmak için Suudi’yi devreye sokuyorlardı. Bu dönemi hatırlıyoruz, ama Filistinlilerin belli bir inisiyatifi var, Suriye ise bunu pek dinleyecek durumda değil. Dolayısıyla dışarıdan hükümetin, Genel Kurmay’ın mücadelesi sınırlı.
İçerdeki elemanları da ülke içinde olduğu kadar etkili değiller. Çok önemli yozlaştırmayı, kafa karışıklığını yürütüyorlarsa da, bizim de tabii amansız, örgütsel, ideolojik, diplomatik çalışmalarımız var. Bizim gelişme şansımız bu kez daha yüksek.
1981-‘82 yoğun bir mücadele sürecidir. Çok iyi hatırlanıyor ki, bu yıllarda bir ekip, işte “Hakkari’ye tek bir grup göndertmeyeceğiz” sloganı adı altında faaliyet gösterdiler ve oldukça da önde gelen bazı kadro adaylarımızı baştan çıkardılar, basit yaşam güdülerini ayaklandırdılar. Avrupa’ya yönelme, sahte yaşam anlayışlarını tahrik ettiler. “Bir şey yapılamaz, en iyisi ancak idare edebiliriz” anlayışına saptırdılar. Apolitik, fazla örgüt endişesi olmayan önde gelen birçok öğemizi, hatta merkezi diyelim, boğuntuya getirdiler. Bütün ilkel kişilik düzeylerini çok iyi değerlendirdiler. Zor süreçte güdülere hitap ettirilerek, kişilerin yozlaştırılarak devrim dışına taşırılabileceğini iyi gördüler ve bu konuda da oldukça önemli bir çalışma yürüttüler.
Dışarıda da dediğim gibi Filistinli örgütler elde edilmeye çalışıldı. Suudi ile Suriye üzerine etkide bulunulmak istenildi. Doğu Kürdistan üzerinden bazı birimlerimizin ilişkide oldukları -ki Mehmet Hoca vardı, onlarla ilişkide- KDP ile ilişkilerini yeniden geliştirdiler. O tedbiri de aldılar. İşte “Hakkari’ye tek bir adam çıkartmama” konusunda KDP bağlantısını iyi kurdular. Şahin Kılavuz’un sorumluluğundaki on kişilik ilk grubumuzu imha ettiler. Yine 1982’lerdeki yoğunlaşan grubumuzu kendi kontrolleri dışına çıkarmamaya, TC ile birlikte onu daha da hakimiyet altında tutmaya büyük özen gösterdiler. Çok iyi hatırlardadır, hatta bizim grubun sorumlusu arkadaşımız bile, o gün tutulması gereken stratejik yerlere hiç girmiyor. Hatta eylem yapmama sözünü veriyorlar. “Botan hududunun her iki yanına yaklaşmama” -ki sanırım bu KDP’nin TC’ye verdiği bir söz- durumunu bizim gruba kabul ettiriyorlar. Dolayısıyla çok önemli bir süreci burada boşa çıkartıyorlar. Bunu daha sonra bize de dayattılar. “Eylem yapılmazsa çok iyi olur” diye hatta rica ettiler.
Anlayışın tehlikesini biz sezdik ve gereken sonuçları çıkartmıştık. Velhasıl 15 Ağustos Atılımı’nın eksik de olsa gerçekleştirilmesi ile bu ikinci büyük tasfiye planı boşa çıkarıldı. Birincisinde nasıl yurt dışına çıkmayı başardıysak, boşa çıkarıldıysa, bunu da 15 Ağustos Atılımı’nı başlatmakla boşa çıkardık diyebiliriz.
Tabii buna verilen karşılık daha kapsamlı olacaktı. Nitekim ordu önemli oranda devreye sokuldu. Klasik isyanı ezme planı biçiminde bir planla gelindi. KDP, Güney’de tamamen kontrole alındı. O bildiğiniz ilk bombalamalar bu ilişkiye dayalı olarak yapıldı. KDP ile ilişkilerimiz gittikçe bozuldu. Yine, Suriye üzerinde yoğun görüşmeler yürütüldü. Arap gericiliği ile ilişkiler geliştirilerek, bizim üzerimizde çok etkili olunmak istenildi. Kürt reformistleriyle ilişkiye geçildi. KUK gibi, işte Peşeng, hatta bu Özgürlük-Yolu hem Ortadoğu’da, hem Avrupa’da bize karşıt bir duruma getirildi. Hatta Paris’te gizli görüşmeler yaptırıldı. Yine bu yeni dönemde KDP bünyesinde -içimizde de- gizli görüşmeler yaptırıldı. Bildiğimiz öğeler faaliyetlerini son perdeyi oynamak biçiminde gösterdiler. Özellikle Fatma son perdeyi oynamakta kararlıydı. Yine bu son dönemde Antep grubundan Ali Çetinerler de daha dikkatli değerlendirilebilir. Semir yine Avrupa’da özellikle oynamaya devam ediyor. Bir yerde ilk dönem tasfiye planlarının son perdeleri oluyor. Hem dışımızdaki reformistler, KDP, bilmem ordunun seferber edilmesi, içimizdeki tüm güçlerini kullanmaları 1986’da Agit arkadaşın şahadeti, sanırım bir de Botan’da kuşkulu katılımlar vardı. Onlar muhtemelen bir sızma olabilirdi. Guyine köyünde çıkan bir çete vardı. Onların da Botan’ı böyle kontrol altına alma çabaları 1984 15 Ağustos Atılımı bir yılını doldurmadan tasfiye planını hayata geçirecek çalışmalardı. Sanıyoruz bütün bölgeler mükemmel çalıştılar.
Yine uluslararası alanda PKK’nin teröristliğini geliştirmek için o Palme cinayeti geliştirildi. Yoğun olarak CİA, Alman polisiyle ilişkiye geçildi, anlaşmalar yapıldı, Avrupa’da yayılmanın önlenmesi için. Ortadoğu’da, özellikle Fatma’nın yine provakatif davranışları son haddine kadar gelmişti. Gerillada, Agit’in şahadetin de de görüldüğü gibi, orada da kontrol neredeyse ellerindeydi. Bunların kapsamlı bir plan olduğu net. Bu plan sanıyorum en geç kendilerine göre 1987’ye ulaşmadan, 1986’nın başlarında bizi tamamen yine etkisizleştirme, tasfiye etmeyi amaçlıyor, öyle daha fazla bir ömür biçtikleri söylenemez. Zaten planların yaklaşık olarak altı ay veya bir yıl gibi bir süreyi kapsadığını söylemek gerekir. Bize fazla ömür biçeceklerini tahmin etmiyoruz. Daha önceki de öyleydi, ömür belki de bir-iki aylıktı. Belki 1984’ten sonraki bir yıldır ki, nitekim 1985’in sonlarına geldiğimizde bizim gerillamız kendi kendini tasfiye eder hale gelmişti.
Bizim o zaman buna verdiğimiz karşılık, bütün bu kargaşayı göz önüne getirerek, -büyük bir kargaşa- yani içte, dışta, adeta düşüncede bile süreci iyi tahlil edip kavramak ve ne yapılması gerektiğini cevaplandırmak büyük bir sorun. Tabii epey çağrılar yapılmıştı, gitseydik, sanıyorum mevziiyi zamansız terk etme olurdu ve onlar için sonuçları tam olabilirdi. Yine mevziimizi derinleştirmeyi esas aldık. 15 Ağustos’tan sonra nerdeyse on-on beş kişi kalmıştı. Hiçbir gücü bırakmamıştık. Bir yıl sonra tekrar grubu burada çekirdekleştirmeye özen gösterdik.
O III. Kongre süreci gibi daha geniş ideolojik netleşme ve daha geniş bir kadroyu burada oluşturmanın en doğru bir yaklaşım olabileceğini hissettik, düşündük ve yoğun çabası içine girdik. Yine bu konuda bizim daha planlı, böyle oldukça sabırlı, son derece örgütsel çalışmaya ağırlık veren, onu esas alan, partiyle uzun süre oynayanları biraz daha yakın takibe almamız, onlara teslim olma şurada kalsın, onları giderek daraltma ve nefes alamaz duruma getirmemiz, tahrikçileri tahrik etmek ve böylece de “bize erken doğum -ki, bunu Semir söylüyordu- yaptırdınız” diye erken doğum yaptırmak istedik. Bir-iki sefer hem de erken doğum yaptırma gibi bir sürece onları tabi kılmamız, tamamen renklerini açığa çıkardı. Ve 1986 Kongresi’ne giderken, Fatma zaten tamamen deşifre edildi. Diğerleri de, Ali Çetiner sanırım, tüm bu içten kemirici öğeler önemli oranda netleştirildi. Çekirdek biraz geliştirildi.
Tekrar 1987’den itibaren yeni bir gerilla atağına başladık. Ona verilen karşılık bu sefer Olağanüstü Hal Yönetimiydi. Sanırım bunun da ömrü bir yıllık planlamaydı. Olağanüstü Hal bu planlamanın önemli bir halkasıydı. İçimizdeki dayanabilecekleri öğeleri kaybedince, susturdukları öğelerin artık tamamen etkisizleştirildiği ortaya çıkınca zindandaki gelişmeleri hızlandırdılar. Zindanda özellikle elde ettikleri öğeleri, partinin dışarısını da etkileyecek bir biçimde örgütleyip, planlamanın esası haline getirmek istediler. Bilindiği üzere 1984’ten sonra zindan tasfiyesi neredeyse tamamlanıyor. Bir sahte bölünme yaratılıyor; Hilvan grubu, Batman grubu adı altında. Aynı öğe iki grubu tahrik ediyor, geliştiriyor. 1986’da -ki önemli bir tarih- ilk darbeyi vurduğunda içerde geri çekiliyor, adam tekrar geliyor.
1987’de bu sahada işler tamamlanınca, Dilaver’i yeni lider olarak lanse etmeye, onun için çok köklü bir hazırlık yapılıyor. Komünist Parti liderleriyle tanıştırılıyor. İçerde sanırım değişik kişiliklerle tanıştırılıyor ve dışarı çıktığında -ki o zaman ancak gelişme biraz Sovyetler Birliği’ne, İşte bu KDP gibi solculuğa dayanarak çıkış yapılabilirdi. Tahminen Şener’de zaten KDP konumuna ağırlık veriyor; içerde ve İstanbul’da KDP’nin içindeki uzlaşan kesimleri bir araya getiriyor, bizzat beraber kalmaları sağlanıyor. Zaten 1987’de de TKP, Haydar Kutlu onlar gelip tam teslim oluyorlar veya anlaşıyorlar. Bunların içinde bu öğeler de var. Zaten bizi boğacak olan da TKP veya o kanalla Sovyetlerdir.
TKP ile anlaştıktan sonra Sovyetlerle de anlaşma olur. TKP’nin de tasfiye edilmesi, Kemalistler döneminde Stalin’le biraz geliştirilen ilişkilere, 1950’lerden sonra da, hatta Demirel döneminde de Brejnev gibilerle geliştirilen işlere bağlı. Sanırım bir araştırmada netleşmiş, TİP’in bile artık işlevsiz bırakılması Türkiye’nin Sovyetlerle geliştirilen ilişkilerine bağlanıyor ki doğrudur. Aynı model işte PKK’ye, Sovyet bağlantısı, -ki Suriye’de hakim, Lübnan’da, Filistin de hakim- Sovyet halkasını iyi yakalarsak, o halkada TKP’yi kullanırsak, TKP’nin de PKK uzantıları var, Şener zaten girmiş, Dilaver tamamen giriyor. Böylece Sovyet ilişkisini arkasına alarak, TKP’yi arkasına alarak.
PKK içinde de epey itibarlı bir adı var, ünü var. Avrupa’da sosyal-demokratları Avukat benzeri ayarlamış. Zaten onlar enderdir, yani NATO çerçevesinde kullanılmaları zor değil. Buna kafa tutacak Palme gibi olanlar da katledilmiş. Ki onun da uluslararası boyutu var. Onun katli bizimle de, Kürt meselesiyle de bağlantılıdır. Çünkü Palme az-çok NATO’ya ve Kürt meselesinde sisteme alet olamayacak belli bir onuru yaşıyor. Yani Vietnam’da da bunu göstermiş, diğer ulusal kurtuluş hareketlerinde de göstermiş. Muhtemelen İsveç’e dayanabiliriz. Palme ile ilişkiler kötü olmayabilir. Onu bize yöneltmek istiyorlardı ve Palme tavır almadığı için o cinayet geliştirildi. Kürtlere ve PKK’ye mal edilmek istendi.
1987’ye geldiğimizde Şener’in hazırlıkları var, Dilaver dışarıya çıkmış, Avukatın da Avrupa’daki faaliyetleri yoğun. Olağanüstü Hal bastırıyor, bizim gerilla hamlemiz var. 1988’in ortalarına geldiğimizde bizim yine genel karargahımıza geldiler. Halen hatırlıyorum, birisi şunu diyordu; “üç ay içinde duman olacaksınız”. Resmen şunu demeye getiriyorlardı; “bu yeni gelişmelere uyun!” “Sosyal-demokratlar ne istiyor, TKP ne istiyorsa, o noktaya gelin. Bırakın o silahı, mücadeleyi, belki bazı haklar düşünülebilir”. Ki, M. Ali Birand böyle gelmişti, bazı kültürel haklar düşünülebilir, ama her şeyden önce bu gerillayı bırakın. Mesaj buydu. Avukat bunu çok açık söyledi, tehditlerle birlikte.
Kresky, ki bu sanırım Yahudi kökenli ve İsrail İşçi Partisi’yle de bağlantılı, yani dostane işte. “Gel sana Avrupa’da davetiye de aldık” diyordu. “Ortadoğu sahasını terk edersen, orada yaşarsın”. Hatta Nargo May diye bir Fransız örgütüyle ilişki kurmuşlardı, “helikopter bile var, dağda kamp da açmışız” diyorlardı. Hatta bir tanesi de Stalinci, kırk yıl Fransa adına çalışmış. Öyle radikal bir örgütmüş. Tamamen bir avlanma örgütü olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bunlar da işte 1988’in ortalarına doğrudur ki, bir yılda bizi tamamen bitirmeyi hedeflemişler.
NATO işin içine bulaştırılmış. Sosyal-demokratlar elde edilmiş. Sovyetler Birliği’ndeki o TKP eğilimi Türkiye’ye gelmiş, o tamamen sağlama alınmış, zindanda tamamen kontrol ele geçirilmiş, Şener mutlak yönlendiriliyor. Dağdaki gerillada da buna benzer durumlar var. Agit’in şahadetinden sonra bu gruplar inisiyatifsiz, fazla gerillayı geliştirmiyorlar, yine gruplar içinde bazı kuşkulu yaklaşımlar var. Zaten gerilla da 1988’in ortalarına kadar fazla açılım göstermemiştir. Böyle bir kuşatılmışlık altında, sanırım 15 Ağustos Atılımı’na gelmeden bitecek. Nitekim Avukat şunu diyordu; “APO gidicidir, biz Avrupa’yı ele geçirdik, zindan kontrolümüzde, dağdaki birçok eyalet de”.
İşte Amed, ki o zaman haklı da, bazı öğeler tamamen onlara çalışıyorlardı. Biz gülünç bulduk. Fakat şimdi anlaşılıyor ki, o plan gerçekten kapsamlı ve o çağrıyı yaptıklarında yürütülecek güçte onlar da. Nitekim buna bir de Almanya’daki tutuklamalar eklenirse, geriye bırakılan öğeler, kontrol altındaki öğeler, içerdekiler de teslim olur. Bunu açık söylemişler, “APO’ya karşı çıkın, sizi iki günde bırakırız”. Bütün bunlar tabii bu planın hem uluslararası boyutunu; Sovyetler kontrole alınmış, Avrupa alınmış, içimizde kontrol gelişmiş. Tabii bu dört dörtlük bir plan. Neden başarıya gitmedi? Yine bu bence benim mevziiyi değerlendirme tarzımla bağlantılı. Eğer burada mevziiyi yine zamansız terk etseydim, örneğin Avrupa çağrısına uysaydım, 1986’dan önce de yine KDP mevzilerine gitseydim büyük bir ihtimalle ne kadar iyi çalışsak da, temel hata yapıldığı için kaybetme riski daha fazla olurdu. Temel taktik veya temel mevziiyi değerlendirişimiz, daha sabırlı olmamız; tabii mevzi yalnız coğrafi anlamda bir yerde kalmak değil.
Mevzilenme; örgütün ideolojik, örgütsel çalışmalarının amansız sürdürülmesidir. Coğrafya olarak da en azından emperyalizmin kontrolünde olmayan bir yerdedir. Bütün girişimleri direniş duvarlarına çarpıyor, geri kalıyor. Boşluklar var, biz ha bire onu değerlendiriyoruz. Dolayısıyla bu isabetli bir mevzi değerlendirmesidir.
Ben geçen gün ‘Savaş Sanatı’ adlı bir kitap okudum. 2000 yıl öncesini anlatıyor. Onu yazan Isu Sun adındaki Çinli generalin bir-iki cümlesini okudum. Onu ders kitabı olarak mutlak işlemelisiniz ve her arkadaşın cebinde bulunmalı. Biz o kitaba göre davranmışız. Orada bazı temel stratejik ilkeler vardır. Savaş sanatında ona göre aslında mevziiyi değerlendiriyoruz. Bu tabii düşmanın gücünün muazzam kullanılmasına ve bizim de -orada bir söz var işte- “savaşmadan savaşı kazanmak”, bu ilkeye göre mükemmel bir savaş yürütüyorum. Yani savaşmadan savaşı kazanmak ilkesini hayata geçiriyoruz. Ve mükemmel sonuçlar veriyor.
Tabii bu savaşmadan savaşmak, çalışmamak anlamında değil. Tam tersine düşmanın istediği pençeleşmeyi, istediği yerde savaşmayı kabul etmemek anlamında savaşmamaktır. Yoksa kendimize göre müthiş bir savaş yürütüyoruz. Nedir mevzi savaşı? İşte sizin hiçbir zaman yapmadığınız bizim gerillamıza hakim olan bir anlayış vardı; düşmanın tedbirinin en çok aldığı noktaya saldırmak. Bunu yapmayan gerilla birimi var mı? Halbuki intihardır ve bu savaşı kaybetmedir. O kitapta çok güzel işliyordu. Benim ki tabii bunun tam tersi, düşman bütün hamlelerini, bütün kılıçlarını savuruyor, ama ortada hedef diye bir şey yok, kılıcı boşa çakılıyor. Bir anlamda savaşmadan savaşın bütün inceliklerini uyguluyoruz.
Birimlerimiz ise, tersine, ben buna Donkişot yöntemi diyorum. Yel değirmenine saldırır gibi düşman birimlerine saldırma. Temel hatayı böyle işliyorlardı. Ama tabii savaşın kaderi bizim elimizde olduğu için, stratejik olarak biz yönettiğimiz için gerillanın o kadar kayıp vermeleri ve rolünü oynamamaları fazla etkili olmadı veya bizim savaş tarzımızın kazanmasını önleyemedi. İşte bu anlayış gereği, biz mevziimizi sağlam tuttuğumuz için, 1989 ortalarından itibaren onların hiç beklemediği yerden çıkış yapıyoruz. Bütün değerlendirmeler; -sanırım emin yerlerden alınmıştır- “siz biteceksiniz” diyordu. Avukat kesin konuşuyordu. Birand kesin konuşuyordu “mucizedir yaşamınız” filan diyordu. Ve sanırım bunu söylerken de boş konuşmuyorlardı.
Biz siyasi mülteci olarak Avrupa’ya yığılmış olsaydık, Burkay gibi olurduk, bu Haydar Kutlu gibi olurduk. Tabii bu da bitmedir. Avrupa’nın elinde oyuncak olmadır ve bu bir gerçek. Yani bunu bozan; bizim mevzide ısrar ve 1988 sonrası tekrar bu sefer daha da çalışma tarzımıza yüklenerek böyle nicelik olarak tekrar bir yoğunlaşmayı başlattık. Kampı çok daha geliştirdik. Çözümlemeler derinleştirildi. Çekirdeğin biraz daha yoğunlaşması 1989’u iyi başlattı. 1989’da bir gelişme vardır. O, bu çabaların ürünüdür. 1988 tasfiye planının boşa çıkarılmasıyla bağlantılıdır.
Tam bu noktada, yine bizim bu planı boşa çıkartacağımız anlaşılınca ki, Dilaver’de 1988’in başlangıcında intihar etti. Avukat-Fatma tümüyle yer altına kaçtılar, halen de açığa çıkmıyorlar. O Şener olayı meydana geldi. Sanırım, Şener 1989’da çıkarıldı, tabii 1988 planıyla bağlantılı. İçerde onun rolü çok büyüktür, fakat dışarıda elemanları var, onlar boşa çıkarılınca Şener’in dışarıya çıkarılışı, aslında hukuki değil. En önemli yön budur. Hukuk dışı bir görüşle dışarı çıkarılmıştır. Yani politik amaçla dışarı çıkıyor veya bu söylediğimiz yeni politika gereği liderlik yapması için dışarıya çıkarılıyor. 1989’da geldi. Onun geliş tarzı ilginçtir. İncelemeye değer, artık bazı arkadaşların incelemesine bağlı. Biz aldık yanımıza ve bir yıl kadar ona karşı da çok duyarlı bir yaklaşım gösterdik. Hata yapmamak için büyük hassasiyet gösterdiğimi hatırlıyorum.
1989 boyunca onu -bana göre anlamlıydı tabii- anlamadan bırakmak, olumlu veya olumsuz yönde olsun hatalı bir yaklaşım göstermek yerinde değildi. Ve mükemmel bir portre çizdi. Yani bu dürüst olsa, en azından Kemal Pir kadar hassas birisi olabilirdi dedim. Daha doğrusu o imajı veriyordu. Ama şu bazı zaaflarını tespit ettik; arkamızı döndüğümüzde müthiş numara çevirdiğini gördük. Belki kişilik zaaflarındandır, zindan etkisidir diyorduk, öyle kuşku verici yönleri vardı, anormal yönleri vardı. O da giderek sabırsızlandı, mutlaka sonuca gitmek istiyordu. Alenen anlaşma var demek istiyordu. İki-üç sefer dilinin ucuna getirdi, fakat daha sonra çakıl taşı gibi tekrar yuttu. İki-üç defa denedi, halen hatırlarda, “anlaşma yaptık TC’yle”, işte bu Özal’ın yeni yaklaşımları filan vardı, “gel sen de uy!” diyordu.
Zindanda işte yavaş yavaş bırakmalar vardı, yumuşamalar vardı. Sanırım o sözde taleplerin karşılanması, ama tamamen PKK’nin tasfiye edilmesi var. Bu dönemde Şener kilit adamdır. Gerillayı tasfiye etmeyi bir no’lu görev olarak kafasına koyuyor. Bunun için benden güç almayı taktiğinin en önemli parçası olarak kabul ediyor. Yani mükemmel kavrayan birisi. Çok zeki daha doğrusu, Fatma gibi böyle kurt bir kişilik. 1989’un sonlarında, 1990’ın başında bu plan aslında tamamen hayata geçirilecekti. 1988’in ortalarından sonra ve 1990’ın başına kadar biçilen bir yeni planlama sürecidir.
1990 sonu, bu planın da artık tam hayata geçildiği, IV. Kongre’yi gerçekleştirmeden PKK’nin tasfiyesinin gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir süreyi kapsıyor. Avrupa’daki yargılamalar devam ediyor. Zaten önüne gelenler tutuklanmış, üzerinde teslim alma operasyonları devam ediyor. Avukat, Fatma onlar gizli çalışıyorlar. Avrupa’da bilinen faaliyetler böyle gidiyor. Dağda kuşkulu gelişmeler var. Kör Cemal gibi, Metin gibi, ya direkt ya dolaylı yönlendiren, yönlendirilen tiplerin yaklaşımları var. Gerilla zaten fazla güçlü değil. Yine Baran onların çabaları var. Özellikle Hakkari’de, Çukurca’da zırnık kadar gerillaya adım attırmama ki çok önemli bir çalışmadır, 1990’lara kadar diğer bölgelerdeki gerillanın da tutunma şansı fazla değil. Ama olanı da işte çok yönlü bir kontrolle etkisizleştirmeyi yöneldiler.
Dediğim gibi bizim Anakarargaha dayalı olarak bu yeni tasfiye planı etrafında o zaman Beka’ya çok sayıda ajan gönderildiğini biliyoruz. Kampın içine epey sızmaların yapıldığı belliydi. Hatırımdadır, yine Starda birisi çıkıp konuştu, Ersever’in öldürülmesinden sonra şunu diyordu; “biz APO’yu aslında 1990’larda yakalamıştık. Bize dirisini isteriz dediler”. Benim o zaman yaptığım yorum; diri değil de, Şenergilin tam hakimiyeti elde etmeleri için benim biraz daha yaşamam veya benden güç almaları gerekiyordu. Güç almadan Şener tam hakimiyetini kuramazdı. Şiddetle bağlıydı, çünkü hareketin tüm kadrolarını kontrol altına alabilecek imkanları elde etmemişti.
Hasan Bindal’ın şahadeti de bunun bir parçası. Muhtemelen bundaki kitle ve katılımlar bize bağlı olabilecek tiplere bağlanabilirler, dolayısıyla bir prova olarak onun katledilmesi söz konusu. Geriye bağlanmayacak veya farklı bağlanacak bir kişi olup-olmadığını denemiş, Güney kitlesi, bilmem gidip temel eğitim sahasında denemiş hepsini, özellikle kızlarla da epey oynayarak bağlamış. Semir de aynı yöntemi uyguluyordu. Fatma da kadın zaafını çok iyi kullanarak bunları etkilerine alabileceklerini ve bize bağlı kadroları da boşa çıkarabileceklerini kesinleştirmişti.
Denemeler başarılı tabii, burada bizim aldığımız bir karar Şener’i tam böyle kendini kanıtlayacak bir ortamın içine sokmaktı. Kemal Pir rolünü oyna dedim, tamam dedi, yaparım filan, çünkü o imajı geçirmek, sınamak gerekiyordu. Bu tabii onun planlarının allak-bullak olmasına yol açtı. Hemen şunu belirtebilirim ki; Şener bir general kadar etkili bence. Çok politik, kurt gibi birisi, yani taktikte ben ne isem, o da karşı tarafta odur. Yani hem de çok zeki, böyle hem de adım adım geliyor. Hamleye karşı hamleyle, ilişkiye karşı ilişkiyle cevap veriyordu. Ama halen ipler elimde tabii. Ve benim onun hakkında aldığım karar, onu planladığı gibi çalışmaktan alıkoyuyor. Çünkü kamp önemli, yine Güney faaliyetleri var.
Beni kontrole almak için ona söylenmişti, çünkü o zaman Cem Ersever’le yanında o öldürülen bir bayan vardı, işte onu bile yanımıza getirecek kadar etrafımızı kolluyor. Kürtçe öğrenmiş, birçok Güney’li KDP ilişkileri ile ilişki kurmuş, birçok ajan göndermiş. Burada mesele hal edilecek. Temel taktik bu. Şener de bunun önde geleni, esas hareketin başı gibi hareket edecek. Baş kopunca geride yaptığı çalışmalar var. Hatırlardadır yani, bir not, geçerken düşüyor mu, bir yere mi gönderiyor, işte oradan gönderilmiş bir not diye gönderdiler. Biz açtık, bir bayan arkadaştı -halen yaşıyor- kıyamet koparıyor, APO’nun ajanları arkamızda, işte keşfedildik. Aman Şener, şöyle Şener. Tabii ilahlaştırmış, “bizi bir an önce al, bizi mahvedecek”. O zaman bu, tıpkı Fatma olayında olduğu gibi suçüstü yakalanma gibi bir şey. Yani böyle gizli çalıştığı açığa çıktı. Tabii o zaman biraz daha tedbir alındı. Tekrar dönmek istiyordu. “Mutlaka gelmeliyim yanına”. Sanırım o da kaybettiği noktada kazanmak, yani biraz zaman olsaydı herhalde fiziki tasfiye de dahil, tüm yöntemleri deneyecekti. Bizim de tedbirlerimiz, yine ihtiyatlı, duyarlı yaklaşımımız var. Bunu da sanırım engelledi ve 1991’in Mart’ında kaçtı zaten.
Tabii onun öyle kaçması, tam örgütü ele geçirmemesidir. Taktik şu; örgütü ele geçirecek. İşte sağ bırakılması, APO’nun işte hemen tasfiye edilmesi, örgütün ele geçirilmesi için gerekiyor. Ele geçirebilmesi için zamana ihtiyacı var. Benden aldığı güce ihtiyacı var. Bunun için mutlaka ilişkileri benimle sürdürmesi gerekir. Bütün bunlar denk gelmiyor, giderek açık veriyor. Kongrede “bunu uygulamaya alalım” diyordu, “gerillaya saldırısı var”. IV. Kongre’de birçok arkadaş bunu fark etmiş, belgeler de var. Kuşkulanıyor. Dilaver gibi, diğerleri gibi, yani Semir onlar gibi mosmor kesiliyor ve işi kaçmakta buluyor. Dolayısıyla o kontrgerillanın diğer çalışmaları yarım kalıyor. Bazı tipler vardı, epey gelmişlerdi. Onları örgütlemeden veya fiziki saldırıya yönelmeden -ki güçleri var mı, yok mu, o da ayrı bir mesele- tedbirlerimiz vardı. Bir sürü böyle planlama çalışmaları 1991’in başlarından itibaren boşa çıktı.
Şimdi bu planlama dönemi de, çok önemli bir planlama dönemi ve gerçek bir tasfiye planlamasıdır. Ki birçok ayrıntı da söylenebilir ama esas itibarıyla böyle 1988’in ortalarından itibaren oldukça kapsamlı geliştirmiştir. Birçok boyutu vardır, özü budur. Karargahı ele geçirmekle giderek kongrede de tümüyle ele geçirmek. Hedef gerillayı hemen tasfiye etmek, PKK’yi işbirlikçi KDP türü bir örgüte dönüştürmek.
Başaramadılar tabii. Biz yine 1991’de daha da güçlenmiştik. Bu körfez savaşı dolayısıyla Irak’ın durumu önem kazandı. Yeni gelişmeler orada ortaya çıktı. Değerlendirmelerini istedik, yeterince değerlendirmediler. Bu sahayı biraz daha iyi kullanmaya çalıştık. Çok yoğun kullandık. Tecrübe artmış, olanaklar artmış, neredeyse her yıl 1000’e yakın kadro savaşçıyı burada çıkardık. Güney halkında gelişme hızlı, 1990’da bildiğiniz gibi Cizre, Nusaybin serhıldanları başlamış, ülkeye tümüyle yayılıyor. Kısaca, Özal’ın son planı da, kısmi bazı reformlar içerse de, başarısızlığa uğruyor. Özal hakkında, aslında yeni bir tavır geliştirdiler, “istemeyiz” diye.
Bildiğiniz gibi Demirel ve İnönü’nün yeniden hazırlanışı var. Genel Kurmay tarafından bu bir darbedir. Güreş hakeza, Özal ekibi yavaş yavaş gözden çıkarılıyor. Kesin başarısızlık nedeniyle Özal ekibi, özellikle Jandarma General Komutanlığı’ndakiler -ki savaşı yönetenler de onlardı- gözden düşürülüyor. Sanırım bazıları tasfiye ediliyor. Özal da Cumhurbaşkanı, birden bire tasfiye edemezler. Ama tamamen etrafını kuşattılar. Demirel, İnönü taktik icabı, önce “Kürt kimliğini tanıyoruz” dediler, o süreç 1992 oluyor. Bildiğiniz gibi Lice, Şırnak Newroz katliamı başladı. Ama halen hareket sürekli yeni bir planlama peşindeydi. Bu aşağı-yukarı 1993’e kadar geliştirildi. Onun ilk uygulaması Güney savaşımıydı.
1992’de Güney savaşı KDP ile birlikte yürütülüyordu. YNK’yi dahil etmişlerdi. Celal’i çağırdılar. Yalnız aralarında çelişki vardı. Özal kısmi reformlarla bu işin yürüyebileceği -ki Amerika görüşüydü ve bu halen devam ediyor. Demirel-İnönü ise klasik Kemalist politikayı sürdürüyorlardı, şimdi bunu Ecevit yürütüyor. “İmha edelim, bitirelim”, diğerleri ise, “bazı açılımlar sağlayalım” diyorlardı. Bu Özal’ın sonunu getirdi. Özal bunda ısrar etti. Yani askeri yolla bu iş tamamen halledilmez, jandarma komutanlığının hepsi bunu söyledi. Hatta en son Mete Sayar da bunu söyledi. Bu da tamamen tasfiyesiydi, bu da çok nettir.
Geriye 1993 darbesi -ki bu yalnız biz değil, bir çoklarının dikkatini çekmiş- 1993’ün farkı şurada; Özal’ın tamamen indirilmesidir. Çiller gibi bir çılgının Başbakanlığa doğru tırmandırılması, Demirel’in Cumhurbaşkanı olması, İnönü’nün babasının başbakanlık rolüne benzer bir rolü oynaması söz konusu. O DEP’li milletvekillerinin yine içeriye alınmaları ve faili meçhul cinayetlerinin çığ gibi büyütülmesi, büyük köy boşaltmaları, her gün katliam türü böyle yüklenmeler, Özal’ın tam tasfiyesi ile yani o eğilimin tamamen kırılması ve bu Kemalist-faşist ekibin bütünüyle işleri denetim altına almasıyla başlıyor. Bunlar 1994’te bunu doruk noktasına vardırdılar. Planın en şiddetli bu kısmı 1994 ve 1995’te, sanırım artık kendilerine göre plan tamamlandı. 1995 Newroz operasyonları vardı. KDP ile bağlantılı yürütülüyordu.
KDP’nin o zaman TC’ye çok bağlı olduğu net karşımıza çıkıyor. Celal, ABD ile İngiltere ile biraz bağlantılı. Bu ise yine Özal yönetimi, “PKK’yi siyasi bir güç haline getirelim, gerilladan uzaklaştıralım”. Ama ekip bunu kabul etmiyor, “tamam tasfiye edelim” diyor. Böyle bir çatışma da devam ediyor. Bu savaşa yansıyor, bu çelişkiyi görüyoruz, değerlendiriyoruz. Burada kilit rol KDP’ye düşüyor. Artık içimizde dayanabilecekleri fazla adam yok, örgüt içi sağlamlaştırılıyor. Çok geri, apolitik kadrolar da olsa, merkez rolünü oynamasa da, ama esas itibariyle de çalkalandırmayı yapabilecek yeni bir isim yok.
Esas rol KDP’ye düşüyor. Zaten o kaçanlar da KDP’nin yanında, Baran ve diğerleri orada üsleniyorlar. Kaçan tüm diğerleri orada, sahte bir PKK altında, diğerleri Almanya’da, Alman polisinin denetiminde -ki Alman-KDP ilişkisi Almanya-Türkiye ilişkisi, Türkiye ile KDP ilişkisi bu konuda ittifak diye sürdürüyor. Henüz ciddi bir yarık yok.
1995 Mart operasyonu, bu anlamda tarihin en kapsamlı bir operasyonu olmak yanında, siyasi sonuçları itibariyle de artık PKK’nin tamamen işinin bitirildiği bir son plan olması gibi bir anlama da sahiptir. Buna karşı tabii bizim gösterdiğimiz karşılık bellidir. Ortadoğu sahasına dayalı yaptığımız çalışmalar var, mevzi geliştirmesi var. Güney Kürdistan faaliyetlerine çok özel bir ağırlık vermemiz var. Orada çalışanların yozluklarına, sorumsuzluklarına rağmen, bizzat kendimiz olağanüstü ağırlık verdik. Unutmayalım ki, karargahımız bile savaşın anlam ve önemi konusunda kafa karışıklığını aşamadığı gibi, olanakları savaşa tam yatırmıyor.
Bu savaşın böyle yürüdüğünü hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Çok apolitik, düşmanın genel planını anlamaktan uzak, en önemlisi kendi rollerini kavramaktan uzak, fakat buna rağmen, bizzat bizim çok kapsamlı yaydığımız bir güç vardı, onlar direneceklerdi. Yekitiyle ilişkili, taktik ilişkiyi de çok iyi değerlendirdik. Diğer, ülkeye, her alana, eyalete yakın dört-beş müdahale vardı.
Bütün bunlar birleştirildiğinde çok zorlansa da, aslında gerillanın yok edilemeyeceği açıktı. KDP’nin yine Güney’de yok edemeyeceği açıktı. Bilinen durum ortaya çıktı. TC birliklerinin uzun işgali kaldıramayacağı kadar, zorlanması vardı, uluslararası alanda da, maddi anlamda da geri çekilmeleri ardından bizim 1995’in ortalarından itibaren daha büyük müdahalelerimiz ve illa 1995 Ağustos’unu Güney hamlesi olarak ilan etmemiz, ilk bu adımı atmamız oldu. Biz çok iyi biliyorduk ki, KDP’yi, temel bir tasfiye halkası olduğu için halletmemiz gerekiyordu. Bu isabetli bir karar. KDP demek, aslında TC’nin en zayıf yerinden veya en can alıcı kısmından vurulması demektir. Planlarının belkemiği idi ve bunun kırılması demekti. Ve nitekim biz yine istediğimiz gibi savaşmamakla birlikte, çok hata olmakla birlikte KDP’yi önemli oranda etkisizleştirecek, düşürecek noktaya kadar getirdik. Ki bunda İran’ın rolü var.
İran tehlikeyi oldukça iyi sezdi. Eğer PKK tümüyle tasfiye edilirse, Irak’taki denetimi tümüyle yitireceği, Suriye’de bunu fark etti, dolayısıyla en azından faaliyetlerimize göz yumma veya bazı adımlarımızı atmamıza engel koymama biçiminde karşılık vermeleri buna eklenirse ki, hatırladığım kadarıyla Barzani “PKK gücünü İran’dan alıyor” diyordu. Aslında bu objektif olarak böyledir. Güç olmamız sınırlıdır. Ama ittifak yavaş yavaş gelişiyor. Bu ittifak KDP’yi de çok zorladı. Sonuç; derhal ateşkese geldi ve bizim yoğun etkimiz altındaydı. 1995’in 15 Aralık’ıydı. Bu ateşkes ilanıyla birlikte KDP’nin ve KDP’ye dayalı Türk planının, Türk Genelkurmay planının, buna bir de ABD-İsrail de eklenmeli, otuz yıldır PKK’ye dayalı Kürt planı, TC’nin KDP’ye son beş yılda ağırlıklı olarak esas aldığı Kürt planı felç oldu. Bu çok açık. Celal devreye girmek istedi. KDP büyük bir darbe aldı.
PKK de epey zorlandı. Yekiti kendisine dayalı bir plan geliştirmek istedi. Seçimler zamanında Ankara’ya temsilcilerini yolladı. Fakat işte bilinen seçim, daha değişik durumların ortaya çıkışı ve KDP ile bizim ateşkesle birlikte daha böyle yakın ilişki geliştirme durumumuz, Yekiti’nin, Celal’in de fazla etkili olmayacağı ortaya çıkıyordu. Ki, onu da kontrol altına almaya çalıştık, hem İran, hem burası üzeri. Öyle kendi başına fazla rol oynayamayacağını az-çok ortaya koyduk.
Şimdi gelelim bu yeni planlamaya. Bu durum açığa çıkınca, Türk Genel Kurmayı’nın yeni planı kesin hatlarıyla, bu en son büyük bombalamaya yol açacak kadar kapsamlı ele alınıyor. 1996 itibariyle, yılbaşından itibaren gelişmeler bir kez daha gözden geçirilirse, Çevik Bir’in bazı gizli temasları var. İsrail’e bir kaç defa gidip geliyor. Neden bu plan için İsrail ilişkisi çok önemli görülüyor?
Yeni dönem planlaması için Şam, temel hedef olarak belirleniyor. İsrailsiz Şam’ı vurmak mümkün değil. Hem siyasi, hem teknik nedenlerle. Ayrıca buraya kafa tutmak, kesin ABD desteğini zorunlu kılıyor. ABD desteğini sağlamak için öyle bir ilişki geliştirmek gerekir ki, -bu da İsrailsiz mümkün değil- bu plan temel bir aracısını elde etsin. Türk Genelkurmayı ki, daha sonraki açıklamalarında netleşti. Burayı hedeflemek istiyordu. Burayı hedeflemek için ABD’nin onayını almak, ABD’nin onayını almak için ise, İsrail’i devreye geçirmek gerekiyordu. İsrail’i devreye geçirmek için de, İsrail’le stratejik bir anlaşmaya izin vermek. Ve bu da çok popüler ve günümüzde İran’ı, tüm Arap alemini de ayağa kaldıran, işte “benim uçaklarım Türkiye’de eğitim verecekler, üslerde havalanıp denetleme yapacaklar”. Bu İsrail için çok önemli bir gelişmedir.
Türkiye’yi çok önemli bir riskin altına sokmak, bilakis İsrail’in emrine vermek, tabii bunun siyasi sonuçları da Arap alemini karşılarına almak. Ama eğer destek elde edilmek isteniyorsa, Türkiye’nin de bu tavizi vermesi gerekir. Buna bazı bahaneler de uyduruldu. Mısır’da, bilmem İsrail’le anlaşma yaptı. Ve Suriye de İsrail’le görüşmeler halindedir. “Ben de görüştüm, böyle bir anlaşma yaptım” diye geçiştirmek istedi ama, kimsenin bunu fazla yutacak hali yoktu. Bu temelde açığa çıkmış İsrail-Türkiye stratejik ittifakı, ABD’nin desteğini getirdi. Zaten Çevik Bir ertesi gün, yani bu stratejik anlaşmanın açıklığa kavuşturulmasından sonra geldi. Yine bu İsrail’in bir talebidir. En üst düzeyde, son elli yılda yapılan en üst ziyaret! Birçok anlaşma daha imzalandı; ekonomik, sosyal, ticari, bilmem turistik birçok anlaşma karşılığında.
Bunun en önemli bir parçası da, Mısır’daki o Şarl El Şeyhteki zirvedir. O zirvenin esas bir amacı, Türkiye-İsrail stratejik anlaşmasına geniş bir emperyalist devletle ve işbirlikçiler koalisyonuyla destek olmaktır. Dikkat edilirse, bu zirvenin en önemli bir amacı Suriye’yi çekmekti. Hatırlıyorum, Suriye’de bu kargaşaya yol açtı. Bu zirve aniden çıktı. Amacı nedir? Bunda bir karışıklık vardı. Ne yapılmak isteniliyordu? Tereddüt geçirildi. Tabii ardından tuzak olduğu anlaşıldı. Suriye yönetimi bunu anladı ve Hafız Esat gitmedi. Bu anlamda boşa çıktı.
Eğer gitseydi, Suriye’ye bazı kararlar kabul ettireceklerdi; “PKK’yi bırak, Hamas’ı bırak, Hizbullah’ı bırak, sana istediğin imkanları vereceğiz”. Tabii Suriye’nin bunu yapması, kendisinin direniş çizgisinden çekilmesi demektir. Ve ardından ne gelir, pek belli değildir. Hafız Esat gibi çok tecrübeli bir politika kurdunun bu oyuna gelmesi son derece zor. İran zaten karşı, Libya karşı. Geliştirilen bir plan vardı, Kürt meselesine ilişkin. Ürdün-İsrail-Türkiye planı. Celal Talabani bu konuda Londra’da melikle görüştü. Sanırım bu plan üzerinde ittifakları da oluştu.
Tabii Suriye zirveye gitmeyince, alınan karar artık Şam hedef olabilir. Taktik icabı, önce Güney Lübnan’da vurdular. O günkü basına da yansıdı. “Güney Lübnan’a vurursak, Şam’dan nasıl çıkacağını anlarız”. Fakat bu da umdukları gibi olmadı. Özellikle o mülteci kampların, vurulması vahşetin ortaya çıkması, uluslararası alanda İsrail’i güç duruma düşürdü. Fransa devreye girdi ve ABD’ye karşılık daha çok Arap yanlısı bir tutum içine girdi. Almanya pek o kadar rahat değildi. Bu yeni gelişmelerden, stratejik ittifaktan, Avrupa giderek sesini biraz daha farklı çıkarmak durumunda kaldı. Peş peşe heyetler burayı, Ortadoğu’yu ziyaret etti. Geriye daha sert bir adım atmak ki, bunun ilk işaretleri Mesut Yılmaz’ın 20 Nisan tarihindeki Antalya ziyaretinde yaptığı konuşmada ortaya konuldu. Çok açık; “Suriye PKK’dan vazgeçmezse cezasını çekecektir”.
Bir-kaç gün önce ABD basınını izlediğimizde, Güney Lübnan’da ateşkes olması hiçbir şey ifade etmez, asıl bela, tehlike Şam’dadır. Şam hedef alınmalı. Ve bu patlama olayı gerçekleştirildi. Ana hatlarıyla gelişmeler böyledir. Ve gerçekten çok kapsamlı bir plan olduğu, tüm bu gelişmelerde ana hatlarıyla da ayrıntılı işlenebilir. Görülecektir ki, bir çok önemli plan var. Şimdi bombalamayla elde edilmek istenen nedir? Onu biraz daha yakından değerlendirirsek; teknik olarak bombanın çapı değerlendirildiğinde ve biraz da hedeflediği durumlar ortaya konulduğunda bazı gerçekler karşımıza daha net çıkıyor.
Sanırım en az bir ton patlayıcı ki, yepyeni bir model, Amerikan tekniği ile hazırlanan bir patlayıcı olabilir. Yakıcılığa da yol açması için tüp gazları bağlanmış. Bizim o akşam yaptığımız bir telefon konuşması vardı. O konuşmanın burada yapıldığını sanıyor, bizim diğer ev var. Buranın Anakarargah olduğu, telsiz-telefonun sürekli burada konuştuğu, dolayısıyla bizim burada olduğumuz kesinleşiyor. Teknik olarak buraya etkisi, hemen yanına değil de, metre olarak buraya göre ayarlanıyor, fakat birbirine benzeyen iki kapı var, orada bir teknik hata yapılıyor. O diğer kapının önüne bırakılıyor. Bomba patlıyor bildiğiniz gibi. Aslında etkisi çok büyük, fakat uzakta patlaması bu yerleri sarsmış, camları, bilmem tavan düşmüş.
En az Güney Kurmay planlamasına göre yapımızın büyük bir kısmının imhası, eğer yeni bir patlama olsa gerçekleşecek. Şimdi bu önemli bir halka. Bugünkü basın özetlerini okuduğumuzda şu bilgileri görüyoruz; Genelkurmay Başkanı Diyarbakır’a geliyor, Dersim operasyonu başlıyor, yine Barzan köyüne yönelik, Gerdi mıntıkasından, Şemdinli’den başlayan kapsamlı bir operasyon var. Hürriyet’in bir başyazısındaydı, hemen dikkatimi çekti, bir başlık; “hareket kararı!” Ki okumadım, Ertuğrul Özkök, genellikle sağlam yerlerden bilgi almayla ünlüdür. Galiba burayı bombalamayla birlikte, çok kapsamlı bir hareket kararı alındığı açık. Dersim operasyonu, Güney operasyonu 6 Mayıs akşamı burada başlıyor. 7 Mayıs’ta da ülke genelinde başlatılıyor. Büyük hareket kararı, ondan bir gün önce Barzanilerle yapılan görüşmeler vardır. Hareketin bu görüşmenin bir gün sonrasına rast gelmesi de tesadüf değil.
Barzani’yi sadece kontrolden çıkarmakla kalmıyoruz. İran-Suriye’nin yakın ilişkileriyle birlikte, PKK’yi de yakın ilişki kurması, onların son otuz-kırk yıllık KDP aracılığıyla oynadıkları oyunun tamamen boşa çıkarılması kadar, TC’nin de son beş yıllık KDP’yi kullanma silahının ters teptiği görülüyor. Aynı zamanda ise Suriye yönetimi, Barzani’yi buraya çağırıyor. Bizimle görüşme gerçekleşiyor. Sonuç; “yirmi dört yaşatmayacağız”. Oradan sabahın yedisinde, Barzan köyüne doğru çok büyük bir askeri güç harekete geçiyor. Burada hedeflenmiş, devlet de, biz de, diğer alanlarda operasyonlar yoğunlaştırılıyor.
Büyük ihtimalle burası başarıya ulaşsa, işte baş kaybedilirse, organlar kolay etkisizleştirilecek. Hızla 40.000 kişilik ordu Barzan köyüne ulaşacak, orada da Mesut ya teslim alınacak, ya vurulacak, ya da kaçacak, başka hiçbir şansı yok. Tam kesinleştiremediğimiz bir diğer gelişme, Yekiti cephesindedir. En önemli bir adamı buraya geliyor. Büyük ihtimalle süreci gözetlemeye çalışıyor. Kendi gücünü topluyor, büyük ihtimalle plan başarıya ulaşsa, şu veya bu biçimde Barzani etkisizleştirilirse, kendisinin onun yerine hızla doldurmaya kalkışması ihtimal dahilinde. Türkiye ile yaptığı görüşmeler var. ABD ile yakın ilişki içinde. ABD’nin kesin tekrar Güney Kürdistan’ı kontrol altına alma planı var. Talabani’yle anlaşma, -ki, Ürdün anlaşması ile zaten ilişki belli- büyük ihtimalle bu plan içinde yer tutabilir.
Eğer burası tasfiye olursa ve Türk ordusu da Güney’e girerse, Mesut’u etkisizleştirirse, Talabani önderliğinde anlaşabilirler ve bu anlaşma olur mu, olmaz mı bu ayrı bir şey. Talabani kendini sık kandıran birisidir. Her tür plana da oynar. İyi plana da oynar, kötü plana da. Öyle karakterli bir kişilik. Tabii bir Ecevit planı vardır, bu arada. Yine günlük basına konu. Güya bugün on iki şart daha ileri sürmüş. Bu plan kesinlikle Kemalist tenkil, bastırma planı. Ki Mesut’u da bu konuda yönlendiren odur. Hükümeti yönlendiren “ikinci Atatürk” diye bir deyim çıkardı. Kürdistan’a gittiğinde şunu demeye getiriyordu; birinci Atatürk nasıl Batı’yı, Yunan’ı hallettiyse, ikinci Atatürk de Doğu’ya geldi dolaştı”.
Öyle kimsenin üç yıldır geçemediği Diyarbakır, Bingöl yolunu kullandı. Yine Bitlis yolunu kullandı. İddialı sözler söyledi. Başaran ikinci Atatürk olur denildi. Planını sundu. Amerika da planımızı kabul etmek durumunda dedi. Neydi o plan? Ki Saddam’ı da dahil ettirebiliriz. “Tutarız Güney’i, Güney Lübnan gibi, boydan boya huduttan 40 km içeri gireriz”, bütün stratejik dağlık saha Ecevit planının Güney’e yönelik yönü bu açıdan önemlidir ki, Genelkurmay planıdır. Zaten brifing verilmiş, “anlaştık” diyor. Gezisi de başlatmış oluyor, hazırlıkları çok yoğun. Müthiş askeri hazırlıklar. Herkesin dikkatini çekecek kadar, dünyanın haksızı. Şimdi anlaşılıyor ki, bütün bu hazırlıklar var, plan da var.
Mesut’u biz buraya çektik, kontrol altına aldık. Yekiti’yi tekrar bir işbirlikçi gibi kullanmak isteyebilirler, o konuda tedbirler alınmış. ABD temsilcisi Dutch gitti, geldi. Clinton bir gün öncesinde demeç verdi, “Kuzey Irak’ta PKK ve İran’ın çok faaliyetleri var” bu demektir ki, “ortadan kaldırmamız gerekir’” Hepsi böyle üst üste geldiğinde, işte bu bombalamanın başarısıyla birlikte, plan gereği Güney’e girilecek. Barzani bir hafta bile dayanamaz, yirmi dört saattir. Ya İran’a çeker gider, ya Türkiye’ye teslim olur, ya da imha olur. Şimdi Güney’de Talabani güçlerini topluyor. Büyük ihtimalle bir koz olarak, işte yine kaçan PKK’liler yanıma gelsin diyecek, tıpkı 1992-‘93’te olduğu gibi. PKK’yi yedekleyecek.
Türkiye Güney’de denetimi kesinleştirecek, Saddam’la ilişkiler de halledilinceye kadar veya boyun eğdirinceye kadar, işte orada yetmiş yıllık cumhuriyet tarihi ne yapmışsa, onu tam sağlama alıncaya kadar. ABD’de de kabul edecek. ABD’ye başka seçenek yok. Belki çelişki olur, ama PKK tehlikesinde anlaşma ihtimali de yüksek. Tabii böyle bir konum elde etme, hem İsrail-Türkiye stratejik anlaşmasının bir gereği olarak, ABD’nin de onaylamasıyla ile İran tamamen sıkıştırılacak. Bir muazzam güç İran sınırına kaydırılmış Güney’in halledilmesiyle birlikte Güney’den de yine tamamen kuşatmaya alınacak Suriye kuşatmaya alınacak, bunlar da ortak amaç gereğidir. Ve işte Dersim’deki planı da yürüyor diyelim, çok darbeyi vurmuş, kalan gruplar dağda sıkışıp yozlaşacak gruplardır, fazla direnme şansları yok. Olsa olsa beş-altı aylık olur. Garzan’a yönelik var, zaten Serhat’a yönelik günlüktür.
PKK gücünün yoğunlaştığı Güney Anakarargahı var. Oralarda askeri gücü kontrol altına alınacak, büyük ihtimalle tamamen etkisizleştirilecek ve böylece de bu büyük bir stratejik plana göre, bütün bu Batı emperyalist devletlerin zirvede buluşması, Türkiye-İsrail’in başını çekmesi, muazzam askeri yığınak ve Şam’ın böyle burada vurulması. Tabii bunlar plan. Gerçeklikle tıpatıp aynı olamaz. Her alanın başarıya gidip gitmemesi apayrı bir sorun. Şimdi bu son planın diğerlerinden farkı çok açık, işin içine tümüyle Türk Genelkurmayı girmiş, tüm ordu birliklerini harekete geçirmiş ABD’nin onayını almış. İsrail’in desteğini tam almış ve yine hedef yalnız PKK değil, İran ve Suriye’yi hedef almış, KDP’yi artık gözden çıkarmış veya en azından ya teslim olur ya da biter.
Yine Kürt işbirlikçileri “olsa da olmasa da yürüteceğiz” diyor. Kısaca eski anlayışı aşıyor. Özellikle ABD belki rahatsız olabilir, ama o da kabul etmek zorunda. Çünkü PKK’nin tasfiyesi ABD’nin de İsrail’le stratejik çıkarlarına uygun. Çünkü Irak kontrol altına alınıyor, İran kuşatılıyor, Suriye kuşatılıyor. Bunun karşılığında da ABD’nin bu planı desteklememesi de düşünülemez. İsrail var, tek stratejik müttefik olarak İsrail yoluyla ABD’nin de bu plana yatırılmaması düşünülemez. Fransa belki, Almanya belki tam buna yatmayabilir, nitekim bizim bazı Almanlarla yaptığımız görüşmeler, sanırım bu gerçeği ifade ediyor. Fransa biraz daha farklı davranmak istiyor. Muhtemelen bundan sonra bu fark daha da gelişecektir ve böylece plan şimdiki haliyle en temel halkasından başarıya gitmedi.
En temel halkası başarıya gitmeyince tabii halkalarda fazla başarılı olacağı düşünülemez. Planlamanın kilit noktası bizim burada darbe yememizdi. Baş daha güçlü, sağlam kalınca, çalışmalar bir çok karargahta da sağlam yürüyünce, Dersim’e saldırmış, Amed’e saldırmış, şuraya saldırmış, budama kabilinden bazı darbeler olabilir. Esas hamlemizin önüne geçilmez veya yürüttüğümüz hazırlıklar bizi rahatlıkla önümüzdeki süreci gerillada daha sağlam mevziler tutmaya götürür. Doğru gerilla tarzına zaten ulaştırma ihtimali yüksek, siyasi ittifakımız müthiş gelişti. Boşa çıkarılınca, önemli bir kazanımın, siyasi ittifakımızın Ortadoğu’da gelişmesidir. Biz fiilen bir savaş müttefiki gibi konum arz edeceğiz. İran-Suriye halkası arasında üçüncü bir halka olarak yer tutacağız ve KDP’yi daha sıkı denetime alacağız. Yekiti de gelmek zorunda, gelmezse bitmek zorundadır.
Almanya, özellikle Fransa bu konuda farklılaşabilir. Bunlarla diplomatik ilişkilerin gelişme durumu var. Rusya’yla zaten gelişiyor. Bu tabii siyasi ve diplomatik anlamda da TC için büyük bir başarısızlıktır. Hatta denilebilinir ki, plan son derece ters tepmiştir.
Stratejik ittifak, stratejik plan TC için belki de tarihin en olumsuz bir adımı olarak rol oynayabilecek. Tabii vazgeçer mi plandan? Vazgeçeceğini sanmıyoruz, zaten birlikleri hareket halinde. Burada bu bombalamayı yapan başka bir bombayı da şimdi hazırlıyordur. Belki de gölgemizi takip eder. Operasyonları Güneye doğru sarkıyor, genişletebilir. Dersim daha da geniş bir operasyona tabi tutulabilir. Barzani, Suriye burayı yönetebilir. Ama en önemli adım başarıya ulaşmayınca diğer adımların başarı şansı gittikçe azalır.
Bizim yoğunca hazırlıklarımızın daha da geliştirilmesi, karargahların rolünü artık iyi oynamaya başlamaları, gerillanın gerçekten doğru tarzı yakalaması, gelişmeleri bizim adımıza lehimize hızlandıracaktır.
…
Herhalde şunu artık görüyoruz ki, demek ki, gelişmeler umduğumuzun da, kavradığımızın da çok üstünde, çok yüksek bir gelişme temposunda yürüyor. Bu bombalamayı bizzat kendi gözlerinizle gördünüz. Bunu bütün PKK içine düşmüş bir bomba gibi değerlendirebilirsiniz. Bombanın örgütleniş şekline bakın, arabanın bütün parçalarını karış karış ufalayabiliyor. Bunu siyasi, örgütsel anlama getirirsek, her örgüt imkanımız ne kadar büyük olursa olun, bir karış kadar, ufalayacak kadar şiddetlidir. Bombanın örgütleniş düzeyini, genelde operasyonlar, işte biz PKK’ye dayatılan her tür baskıya, işkenceye benzetirsek, karar, uygulama, yönetimi un edecek şiddettedir.
Yani beyniniz, biraz yorumlama gücünüz varsa, bu anlamda düşmanı tanıma, hissetme dürüstlüğünü gösterirseniz, öküzün trene baktığı gibi değil de, insan duyarlılığının yüksek, özellikle askeri, siyasi duyarlılığın gereklerine göre düşünür ve duyarsanız düşman, demek ki un gibi hücrelerinize kadar dağılmak istiyor. Tabii dediğim gibi ideolojik, örgütsel, askeri fiziki dağıtmadır. Siz burada Önderlik gerçeğini de biraz gördünüz, Önderlik gerçeğinin de bu dağıtmaya karşı kendini yoğunlaştırma, çelikleştirme, bir atom çekirdeği halinde yoğunlaştırma durumu var. Yoğunlaştırma aslında düşmanın un-ufak etme yöntemlerini etkisizleştiriyor.
Demek ki, her militan, yoğunlaştığı düzeyde askeri, siyasi, ruhsal olarak kendisini son derece çelikleştirdiği, çekirdekleştirdiği, ufuk, irade, olanak, azim ve bilinç gücü olarak sağladığı gelişme karşısındaki düşman planını boşa çıkartabilir. Bunu sanırım çarpıcı olarak gördünüz ve o gökten saçan alevler, uzun süre her tarafımızı boğan is, başımıza düşen parçalar, sadece bunu size biraz hissettirdi. Biz bunu uzun süredir, söz gücüyle size hissettirmeye çalışıyorduk. Tabii söze tam gelmiyorsunuz. Kafalarınızı yıllardır vuruyorsunuz dağa-taşa, o da sizi fazla yumuşatmadı. Ama bu bombalama sanırım biraz başınızı yumuşattı, yani öyle tahmin ediyorum.
Önderi yumuşatması ve Önderi biraz daha anlayışa çekmesi sizin gibi değil. Çünkü ben eskiden beri düşmanı doğru değerlendirmeye çalışırım. Düşünce gücü, duygu gücü, düşmanı an be an hesaba katar ve bu da benim işte mevziimi kullanmama, sözümü sarf etmeme, ilişkilerimi kurmama, bütün adımlarımı ayarlamama yol açar. Sizde olmayan bu işte. Bu bomba sanırsam bu konuda sizin için de çok parlak, eğitici bir örnektir. Bütün parti için, halk için, hatta eğer anlamak mümkünse bir hikaye gibi de anlatabiliriz. Edebiyatı güçlü olanlar bir bomba hikayesi adı altında değerlendirmeye konu edebilirler. Hatta romantize ederek, işte benim de anlattığım gibi bu bomba tam içinize düşebilirdi de. Yani tesadüfen veya bizim geneldeki tedbirlerimiz, buradaki mevzilenmemiz etkisini mutlaka sınırlandıracaktır. Öyle oldu. Ama düşman istediği gibi yaptı ki, başka yerlerde yapıyor da.
Düşmanı böyle savaşa çekmek, işte savaş ve kazanma sanatı dedim ya, öyle bir savaşçılık tarzını yürütmekle mümkün. Yani ben aslında savaşmadan kazanıyorum. İlke bu. En son, düşmana attırdığımız bir adım da budur. Onun buraya bomba atması, mükemmel bir savaşmadan kazanmak için bana verilen en büyük hediyelerden biridir. Daha doğrusu bu noktaya geldi. Benim için bu müthiş bir güçlendirme bombasıdır. TC Genelkurmayı’nın göbeğine vursaydı, beni buraya vurduğundan daha fazla güçlendirmezdi. Çok paradoksal geliyor ama gerçek sonuç da bu. İşte düşmanın bombasıyla kendini güçlendirme sanatı buna denilir.
Kendi payımıza ben savaşı, savaşmadan kazandığımı, en az şimdiye kadar bunu başarıya götürdüğümü söyleyebilirim. Ama sizin de, sanırım artık kendi gerilla tarzınızı da kazanma noktasını yakalamanız gerekir. Gerek bu bombadan, gerekse bu “savaş sanatı” tecrübemizden çıkarmanız gereken, en önemli sonuç budur. PKK’nin hazır imkanlarını düşmana kaybettirme sanatının önüne geçmeniz, kendinizi ucuz savaştırmanın da, daha çok da “savaştırmadan kaybetme” diyorsunuz değil mi, sizin çokça kendiniz için kullandığınız bir değerlendirme var; “savaşarak değil, savaşmadığımız için kaybettik”. Benim için tersinedir. Savaşmadan savaşı kazanmak diyorum ben ona. Siz ise tersini uyguluyorsunuz. İşte şimdi bunu düzeltmek gerekir. Hem de çok çarpıcı, çok hızlı bir biçimde.
Bu büyük patlama bütün bu konularda bizim için en uyartıcı bir ders olmuştur. Düşmanın bu planı, bu patlamayla en büyük başarısızlığa doğru gitmiştir. Gerisini tamamlamak, şimdi her zamankinden daha fazla imkan dahilindedir. Bu son bombanın alevi içinde düşmanın bu insanlık dışı politikasını ve onun uygulayıcılarını yerle bir etmek mümkündür. Bu aynı zamanda tarihle en şiddetli hesaplaşmadır. Ne mutlu ki, bu imkanı bize verdi. Ben bu temelde tekrar diyorum ki; hem bu bomba nedeniyle partimize, halkımıza geçmiş olsun ve aynı zamanda ortaya çıkan bu çok önemli gelişmeler nedeniyle de kutlu olsun.
Mayıs 1996
Reber Apo
- Ayrıntılar
PKK Önderlik gerçeğinin de fiilen başlamasının yirmi beşinci yılına girerken, bunun Kızıldere şehitlerinin anısıyla bağlantılarını söylerken, aynı zamanda dönemin güçlü Türkiye devrimciliğinin bu şahadetle büyük kaybını değerlendiriyor ve en önemlisi de, günümüzde nasıl ileri bir atılımla cevap vermemiz gerektiğini, devrimci sorumluluğumuzun bir gereği olarak, tarihe karşı görevlerimizi gözler önüne getirerek cevap verme gereğini duyuyoruz.
Türkiye devrimciliği, günümüzde çok cılız, zavallıca durumdadır. Halbuki biz fiilen başladığımızda bu devrimcilik, öldürücü bir darbe yemesine rağmen, güçlüydü ve sıcağı sıcağına biz de bu etki altındaydık. Hiç şüphesiz bir darbeyle bir devrimcilik eğer bu kadar öldürücü bir etkiye maruz kalıyorsa, bunun temelinde, o devrimin ve önderlerinin bazı zayıflıkları, hataları aranmalıdır.
Türkiye devrimciliği 1970'lerde teorik olduğu kadar, pratikte de birçok yanlışlığı ve en önemlisi de eksikliği, hazırlıksızlığı içeriyordu. Ama devrime inançlılık, kararlılık da bazı kişiliklerde ve hatta örgütlenmelerde kahramanca düzeydeydi. Öyle ki, bu bizi oldukça etkilemişti.
Bugün yürüttüğümüz Kürdistan Ulusal Demokratik ve Sosyalist Devrimi, büyük bir aşama kaydetmiştir ve Ortadoğu’da büyük bir etkiye ulaşmıştır. Ama Türkiye devrimciliğini dalga geçmek için burjuvazi ağzına almaktadır. Eski devrimciler şimdi nasıl basit bir iş karşılığında kendilerine hizmet ediyorlar. Ancak anılarını şenlendirmek için, eğlendirmek için kullanıyorlar. Kendini bu duruma düşüren devrimcilik, hem öfkelenmesi, hem de gülünmesi gereken devrimciliktir. O direnmeler, o şahadetler, bu işkenceler böylesine karşılıksız kalmamalıydı.
Biz Türkiye devrimciliği üzerine epey değerlendirme sunduk. Onları tekrarlayacak değiliz. Ama bir çeyrek asrın yakıcı derslerini de göz önüne getirmek hayli önemlidir. Türkiye’de bugün devrimci hareketler vardır. Ama o kadar cılız, ideolojik içerikten ve devrimci atılımdan yoksun ki veya en azından, bunlara yol göstermekle yükümlü olan sözüm ona tecrübeli kişilikler o kadar düzene boyun eğmiş ki, 1970'lerin şahlanışını beklemek hayaldir. 70'ler devrimciliği gerçekten bütün kusurlarına ve yanlışlıklarına rağmen kahramancaydı, inançlıydılar, oldukça düzene de kafa tutuyorlardı ve çok iyi de öğrenmek istiyorlardı. Ama zaman bulamadılar ve en önemlisi de kişiliklerinin oluştuğu zemin onları her türlü hata yapmaya adeta teşvik ediyordu. O zemin, dayanılır bir zemin değildi. O zemin üzerinde savaş da fazla yükseltilebilirdi, ama başarıya götürecek bir savaş değildi.
Bu anlamda o kahramanları da kesinlikle suçlamıyoruz. Bu zemine rağmen bu büyük başkaldırı soyludur ve halkların belleğinden asla silinemez. Ve bizim mücadelemizin tarihinde de her zaman saygıyla, minnetle anılacak bir baş kaldırıştır. Ama buna rağmen bu kadar kısa sürede tasfiyeleri, adlarının tarihin karanlıklarında anılmaz oluşları üzerinde burjuvazinin çok çeşitli partilerinin en faşistinden en sağda Müslüman’ına kadar hesap sormaları, bu mirası yemeleri hayli üzüntülüdür. Ve en önemlisi de devrimciliği bir gayri-ciddiyet, bir alay konusu olarak belleyenlerin bu miras üzerinde hâlâ oynamaları da o denli öfkelendiricidir. O halde yapılması gereken; bu kahramanca başkaldırının dayandığı zemini ve eğer illa ders çıkarılacaksa, onun başarısının nelere bağlı olduğunu gösterebilmektir.
PKK devriminin çözümlenmesinde de ortaya çıkan, düzene ne kadar isyanla baş kaldırılırsa kaldırılsın, düzenden etkilenen kişilikler, düzenin tuzaklarını yenemezler. Militan savaşımını düzenin tüm etkilerine karşı amansız veremeyenler; er geç bu düzenin dolaylı veya direkt tuzaklarına düşüp amaçlarına, inançlarına ters düşmeye veya en azından miraslarının çarçur edilmesine uğramaktan kurtulamazlar. Bunun için şunu çok açıkça görüyoruz; PKK deneyimi başına da yüzlerce böylesine olumsuz gelişme kendisini dayatabilirdi, ama bizim hem çözümleme, hem de inatçı pratiğimiz, zemini öz zeminimiz haline getirme savaşı, kişilikleri tamamen devrime teslim olmuş, onunla bütünleşmiş kişilikler haline getirme savaşımımız; bu zaaflara da, onun zeminine de en büyük cevap olmuştur.
Denilebilir ki, PKK’nin büyüklüğü bu zaaflı, kaypak ve yiğit insanları bile rahatlıkla götürebilecek zemini kendi somutunda kırmak, bunun yerine devrimci bir zemini her düzeyde egemen kılmak için derinlik savaşımını ve bundan çıkarak kişilik savaşımını en ileri düzeye getirmektir. Bunu başardığı oranda da kendi gelişmesini sürdürmektir. İşte cevap buydu, başarının da temelinde bu yatıyordu.
Tekrar Türkiye devrimciliği bu gücü gösterebilecek mi? Öyle anlaşılıyor ki, bu çok zor olacak ve verilen birçok sözün de hayat bulması Kürt-Kürdistan kişiliğinden daha etkili bir biçimde kendi kişiliğini yaratmış, günde bin defa kendi yaşamını “Amentü” gibi belletmiş, adeta onsuz yaşam olamaz, alternatif yaşam tipi olamaz biçiminde bir egemenliği ruhlara, beyinlere sonuna kadar egemen kılmış ve alternatif adına, söz adına söylenen her şeyi havada kalmaya mahkum bırakmıştır.
Devrimcilik, Türkiye koşullarında bir lafazanlık örneği olarak incelenir. Yaşamda yeri olan, yeni yaşamın iddialı bir kimliği, kişiliği olarak asla değerlendirilemez. Bu gerçeklik en iddialı başkaldırı kişiliklerini bile kısa bir süre sonra karikatürize olmak durumunda bırakmıştır. Bu çok acıdır, ama bir gerçektir. Buna rağmen devrime inananlar, devrimle yaşamak gerektiğine karar verenler, eğer samimilerse, bu talihsizlik zincirini kırmak zorundadırlar. Bu yiğitliği gösteremeyenler eylemde, örgütlenmede sürekli başarı sağlamayacaklarını da başından bilmek durumundadırlar.
Her koşul altında ideolojik-siyasi gerçekliği başarıyla tüm koşullarına uyarlanacak kadar sürekli geliştiremeyenler devrimde alternatif olamazlar. Arada-sırada devrimci lafazanlıklarla genelde olduğu gibi Türkiye devrimciliğinde de milim kadar adım atılamayacağını peşinen bilmek zorundadırlar. Devrimcilik bir kişilik düzeyinde de olsa, kendini en kudretli bir biçimde düzene alternatif kılmaktan geçer.
Yanı başındaki yaşama karşı, düşmüş, bitmiş, yenilmiş yaşama karşı kendini alternatif haline getirmeyenler, onun inancını, onun ruhunu, onun bizzat yaşam gücünü gösteremeyenler, asla düzene başkaldırıda bulunamaz, bir anlam ifade edemezler.
PKK Önderliğinin bu konuda en bariz yönü; kendi içinde düzene teslim olmama, düzenin zeminine yaklaşmama, tek de kalsa kendi zeminini esas alma ve bu zemini başarısı için olağanüstü bir duyarlılıkla kitleye ulaşma, örgüte ulaşma eylemi yaratma olarak da tarif edilebilir. Hiçbir şey yapamıyorsan, kendi kişilik zemininde sağlam kal, düzene teslim olma, etkisi altında kalma. Yapabilirsen düşüncenle başkaldır. Daha da güçlü isen eylemini, örgütünü geliştir, savaşını geliştir. Yoksa ağır düzen etkileriyle, iki de bir düzenin şu veya bu etkisi, ailenin, toplumun gerici etkileri demekle hiç kimse kendini aldatmamalıdır. Artık bu tip sözleri bırakmak gerekir.
Madem düzenin bu kadar etkisi altındaysan, madem ilk adımda devrime başlarken yapman gereken ilk işin olan bıçakla keser gibi düzenle ilişkilerini kesmesini ruhta, düşüncede yapamıyorsan; o zaman ayak bağı olma, kendini aldatma! Halen utanılası etkilerden bahsediyorsunuz. İşte bundan bahsetmek, bizde binlerce örneğinde olduğu gibi, Kızıldere'de olduğu gibi, kan revan içinde kalmak gibi bir sonuca götürür. Devrimci militan kişilik, kendini büyük hesabın sahibi yapmak zorundadır. Kaba bir isyancılık yetmiyor, daha da kötüsünün başa gelmesine karşılık olamıyor.
O günleri hatırlıyorum, 31 Mart’ta biz bir boykotla karşılık vermiştik. O gün bugündür, bu fiili Önderlik sorumluluğu bizim omzumuza yıkıldı. Biz o anılara ters düşmek istemedik. Devrimciliğin sorumluluk anlayışıyla elimizden geldiğince bir şeyler yapalım dedik. İlk günü bir boykot gerçekleştirdik. İşte bugün yirmi beşinci yılındayız. En kapsamlı bir savaşı, her şeyin bittiği, yenilgiye gittiği günlerden günümüze doğru getirdik ki; bize de, adımıza hareket edenler de binlerce Kızıldere'yi dayattılar. Onların yenilgi anlayışına karşı direnerek, bugün yenilmez bir savaşım düzeyini ortaya çıkardık. PKK Önderlik gerçeğinin en belirgin yönü budur. Türkiye tarihinde de, Kürt tarihinde de yenilmiş eylem anlayışını aşmak, başkaldırı anlayışını aşmaktır. Hep buna daha fazla büyük bir tepkiyle karşılık verdik.
Kızıldere'de çıkarılması gereken önemli bir ders de, bizde artık anılmak bile istenilmeyen bu intihar pratiğini geliştirmektir. Bunu mahkum etmeye çalışıyoruz. Bunu anlamanız gerekir. Varsa şahadetlerden bir ders çıkarma, bunun yolunu bulmak zorundasınız. Anlayışla, saygıyla anarak, minnet duyarak, yoksa kendi kaprisli, çoktan yenilmiş, bitmiş kişiliğini ölüm çizgisinde tutarak hiç kimse şahadetlere layık olamaz, hatta o şahadetlerin karikatürü bile olamazsınız. Maalesef bizim başımıza gelen, böyle ucuz şahadetler gerçeği oluyor.
O ilk şahadetlerin anlamı büyüktür. Biz onun ürünüyüz. Ama daha sonraki şahadetlerin anlamı küçüktür, kıymeti yoktur. Çünkü karikatürün karikatürü oluyor. Şahadetlerden ders çıkarmasını bilenler ordu kurar, yeni toplum kurar. Ama onların anısına doğru karşılık vermeyenler er-geç ihanete, yenilgiye gider. Sorumlu olmak zorundayız. Bu şahadetleri kesinlikle küçük göremeyiz.
PKK Önderliği özellikle sorumluluk Önderliğidir. Şahadetlerin anısına bağlı Önderliktir.
Her şeyi buna göre ayarlayan tarihi bir yürüyüş Önderliğidir.
Bunu anlamamak küstahlıktır, gereklerin yerine getirmemek sorumsuzluktur, hafifliktir. PKK’nin Önderlik gerçeği zincir gibi bu yirmi beşinci yılında bağlanmış, halka halka birbirine eklenmiş, sökülemez bir gerçekliğin de ifadesidir. Öyle sandığınız gibi kendisini bela yaparak, kırık halkalar gibi her gün sökülerek PKK Önderlik gerçeği anlaşılamaz ve kırılamaz. Yapılması gereken doğru anlamak, mümkünse bir halka olup eklenmektir.
Biz de bu büyük şahadetlere büyük değer biçtik, büyük üzüldük; ama bağlılığı da büyük bir adımla başlattık ve günümüze kadar getirdik. Sizlerin yanı başında binlerce şahadet yaşandı, bir tanesini büyük ele alsaydınız ve büyük bir olayda büyük bir başarıyla cevap verseydiniz, onu zincirleme yaşamınıza yer açtırsaydınız, bugün Kızıldereler yirmi beşinci yılında böyle sönük karşılanmazdı ve bir çok zafer yılı olarak değerlendirilebilirdi. Ama zayıf devrimcilik, tarihi büyüklüklere cevap olmasını bilmeyen, maalesef Türk Solu’nda ondan da öteye bu mirası daha da kötü kötü yiyen burjuvaziye peşkeş çeken kişiler, böylesine görkemli adımları, çok kahramanca direnişleri bir kez daha ancak katlederler. Ve yaşanan budur. Ne kadar yazık!
Ben adım gibi biliyorum ki, o şahadetler büyüktü. Ve hepsi henüz yirmi-yirmi beşinde büyük bir tutkuyla, cesaretle sonuna kadar direndiler, teslim olmadılar. O büyüklüğü hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Ama şimdi sanki olmamış gibi yerinde yeller esiyor. Böyle binlerce şahadet var. Onların da yerinde sanki yeller esiyor. Çoğunuz farkında olmak istemiyorsunuz. Bunlar gaflettir ve bellekler böyle yitirilirse, bu kişilikler asla tarihe bir cevap olamazlar.
Büyük kişilikler, şahadetleri, al kızıl kaynağı haline getirenler, bu büyüklüğü, dürüstlüğü gösterenler asla yenilmezler. Demek ki, çıkarılması gereken en temel ders de bu şahadetlerdendir. Biz bağlılığımızı gösterdik. Bunu büyüttükçe anılarına yaraşırcasına yaptık ve büyük gururla bunu söylüyoruz ki, PKK Önderliği şahadetler Önderliği olarak da değerlidir. Yalnız Kürdistan'ın değil, Türkiye’nin de devriminin en etkili ismidir. Neden? Çünkü şahadetlerin anısına bağlı kalınmıştır.
Lafla değil, amansız bir savaşımla bağlı kalınmıştır. Bunun için sadece kaba bir direniş gösterilmemiştir, tarihi didik didik etmiştir. Onları yanılgıya götüren Kemalizm’i incelemiştir. Türkiye kapitalizminin bütün esaslarını incelemiştir. Halk savaşı adına incelemiştir. Türkiye kişiliğini ve bunun içinde en başta da kendi kişiliğini masaya yatırmıştır. Bütün yönleriyle didik didik incelemiştir, gözden geçirmiştir ve sonuçta alternatif kişiliği ortaya çıkararak, bu büyüklüğe en sağlam yolu döşemiştir. Neden anlaşılmasın? Ciddi olanlar, “ben de bu işte varım” diyenler, neden aynı kendi savaşımı yaşamlarında göstermesinler? Bana göre şahadetleri esas almak gerekir. Anlam ve önemine an be an bağlı kalınarak göstermek gerekir.
Bugün Türkiye ağır bunalımlar içerisindedir. Halkı 1970'lerden bin kat daha kötü koşullarda yaşıyor. Hele onun sahibi, sözcüsü olması gereken devrimcilerin durumu çok zavallıcadır. En temel hakları elinden alınıyor, ses bile çıkaramıyorlar. Her bakımdan yaşam düzeyleri düşmüş, sendikalar çoktan işlevini yitirmişler. Sermaye baskı ve sömürü gerçekleştirirken, en ufak soldan bana bir tehdit gelir diye korkmamaktadır. Türkiye emperyalizme peşkeş çekilirken, tek bir onurlu bağımsızlık savaşçısının olmadığını bilerek satmaktadır. Türkiye başbakanı bir Amerikan vatandaşıdır. O adeta Türkiye'nin gülü olarak sunuluyor. Bu kadar düşürülmüşlük vardır. Peşkeş çekilmeyen hiçbir değer kalmadı. Bu piyasanın en geçerli dilidir. Emek bütünüyle ihanete uğramış, gözden düşürülmüş, sahipleri ona anlam vermeyi, ona bir tepkiyle karşılık vermeyi bile ne düşünebilmekte, ne de cesaret edebilmektedir.
Neden bu böyle oldu? İşte şahadetlerin anlamı yitirilirse ve üzerine de kötü bir miras yedicilik gibi oturulursa, bunun böyle olması kaçınılmazdır. Devrimlerin mantığında ya zafer vardır, ya karşı-devrimciliğin zaferi vardır. Orta yolu yoktur. Muğlaklık, karşı-devrimin mükemmel bir zaferidir. Sonuç; halkın içinde bulunduğu bu acıklı sefalet durumudur.
Bugün Kürdistan halkı yükselen bir halktır. O da bu gerçekliklerle bağlantılıdır. Onun için ortaya koyuyoruz. O halde, bunlar gün gibi açıkken, yapılması gereken, varsa Türkiye ortamı içinde somut bir devrimci planı olanlar ve “ben de devrimi esas alacağım” diye ısrar edenler, bunu kendi kişiliğinde, kimliğinde, yıllarca da sürse tek başına bir savaşımda nasıl anlamlı göstermek gerektiğini PKK deneyiminden mükemmel dersler çıkararak, yine mükemmel bir uygulamayla adım adım ilerleyerek, yenerek gösterelim.
Kaldı ki, bu tüm ihanetlere rağmen biraz üzeri eşelenirse canlıdır, akkor halde kızgındır. Sınıfsal çelişkiler çok ileri düzeydedir. Yine demokratik istekler çok güçlüdür. Her an pırıldatılabilir, alevlendirilebilir. Dolayısıyla ne kadar durum olumsuz da olsa, Türkiye’de devrimci gelenek, yeni anlayış, tutum kişiliğiyle büyük gelişmeye de uğratılabilir. Örgütlenmeler ve eylemlilikler daha da hızlı geliştirilebilir. Yeter ki doğru bir Önderlik anlayışıyla karşılık vermeyi bilelim.
PKK tarihi incelenerek, bir kez daha Türkiye Sol pratiğinin bu temelde gözden geçirilmesi sağlanarak, doğrular çarpıcı bir biçimde yakalanıp temsil edilebilir. Bu hiç şüphesiz yüzlerce kayıplar vermektense, sağlıklı bir incelemeyle en kestirme yoldan hızla gelişen bir devrimci pratiğe, onun örgütlenmesine ve savaşımına götürebilir. Görev budur!
Günlük savaşım, Kürdistan’da özel savaş birliklerini yendiği oranda, Türkiye’deki demokratik savaşımın da zaferinin yolunu ardına kadar açmaktadır. Kürdistan Devrimi her zamankinden daha fazla Türkiye Devrimi’dir. Bu oldukça kendisini açıkça gösteriyor. Yapılması gereken Türkiye kolunu daha fazla çalıştırmaktır. Oldukça hazır bir zemin ve Kürdistan Devrimi'nin günlük etkilerini doğru bir anlayışla, özellikle örgüt ve çalışma tarzıyla hayata geçirmektir. Görülecektir ki, burada vurulacak etkili birkaç darbe, devrimi daha da yakınlaştıracaktır. O çokça söylenen ortaklaşa devrimi, omuz omuza devrimi, halkların kardeşliğini, özgürlüğünü birlikte sağlayacaktır. Kızıldere Şehitlerinin anısından çıkarılması gereken en temel bir görev de budur.
Burada çok iyi bildiğiniz gibi halkları temsil eden militanlar da vardır. Bizzat halkların kardeşliğini sözleriyle söyleyen ve bunu kendi örgütlerine taşıran kişiliklerin şahadetiydi. Halkların adeta mozaiğiydi o grup. Çeşitli etnik topluluklardan geliyorlardı. Türkiye halkının, yine özgür Kürdistan halkının bir şafağı durumundaydılar. Onu da ben iyi hatırlıyorum. İnandığım için de bu eylemi düzenlemeyi amansız görev belledim zaten. Eminim ki, bu görevleri gerçekleştirmekle, onların ruhu şimdi şaddır ve rahattır. Dökülen kanlar boşa gitmemiştir. Ama isterdik ki, bu bizim yalnız PKK’nin direniş gerçeğinden ifade edilmesin, öz örgütüyle Türkiye halkının da bünyesinde anlam bulsun.
Yine inancımız odur ki, bu temelde daha hızlı Türkiye somutuna da yüklenilerek, görevleri bilince çıkararak, eğitim, örgütlenme başta olmak üzere, küçük adımlardan savaşçı eylemi geliştirerek gereken karşılığı verebileceğiz. Yıllardır biz de Türkiye Devrimi üzerine söylüyoruz. Şimdi daha kararlı bazı adımları da atıyoruz. Umuyoruz ki, gerilla da dahil olmak üzere, ideolojik, siyasal atılımlar peş peşe bu önümüzdeki yirmi beşinci yılda anlamlı bir biçimde başarıyla yer bulacaktır. Zaten kıpırdama, öğrenci hareketleri, memur ve işçi, köylü tepkileri de hızla kendini dışa vurmaktadır. Bu sağlam devrimci mirasın yeniden işlenmesiyle ve doğru bir teorik ifade kadar, sağlam siyasi esaslara bağlanarak, yine sağlam örgüt anlayışı kişiliğine kavuşturularak, en önemlisi de doğru eylem biçimleri, taktikleri kullanılarak, devrimin bu kolu da hızlı çalıştırılacaktır. Ve halkların ortak zaferine her günden daha fazla yakınlaşılacaktır.
Biz bu temelde bu günü anıyor ve o günden beri bağlılığımızı bir eylemle başlayarak göstermeyi, bugün en kapsamlı bir savaşa yansıtarak göstermeyle devam ettiriyoruz. Bu, zafere kadar da böyle gidecektir.
Bu anlamda diyoruz ki, Kızıldere Şehitleri de ölümsüzdür ve bu temelde devrimin yirmi beşinci yılında tüm şehitleri de PKK devriminde, onun zaferle yürüyüşünde ölümsüzdür.
30 Mart 1996
Rêber Apo
- Ayrıntılar