Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim sürekli sulanıyor, biber sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini bilmiyorum. Daha önceleri doktor her gün rutin kontrol yapardı ama bir süredir sistem değişti, artık her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji olabilir ama bilemiyorum.
Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şerzan Kurt’un yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer saldırılar var. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak devam edebilir, buna karşı tedbirler alınabilmelidir.
Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu, halkımızın ve gençliğin iradesini kırmak için bu tür linç kampanyalarının giderek yoğunlaştığı, toplumu katliama hazırlamanın hedeflendiğini herkes söylüyor. Evet, öyledir. Kürtlere uygulanmak istenen siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir soykırımdır. İşte görülüyor 1500 Kürt siyasetçisi içeride, yüzlerce çocuk, kadın içeride. Bu saldırıların hepsi birbirleriyle bağlantılı ve tek merkezlidir. Siirt’teki olaylar, bu linç olayları, operasyonlar, hatta İran’daki idamlara kadar hepsi aynı merkezi kararla gerçekleşmektedir.
Bir kez daha söylüyorum. Karşımda muhatap olmadığından dolayı bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş falan başlatmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarım da ortada. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir. Sonuçta ben burada yönetemem. Ne yapacaklarına kendileri karar verecekler. Bayık, Karayılan, Abbas, Haydar onlar samimidirler, halkın önderliği rolünü üstlenmişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk onlardadır. Bulunduğum şartlardan dolayı haklarında olumlu, olumsuz bir şey demek istemiyorum. Osman-Botan gibi alçaklar ise yanlarına kadın ve milyonlarca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuz bunların izi hala Avrupa’da çıkıyor. Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarak gittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum kendilerini bir şekilde affetirsinler, yoksa bunları bu haliyle bundan sonra ne yer, ne gök kabul eder.
Bana dayanarak bir şey yapılmamalıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisi için yapsın artık kendi siyasetlerine kendileri karar vermeliler. Bir kez daha belirtiyorum, ben muhatap bulamadığım için çekiliyorum. Eğer şartlar değişir ve muhatap çıkarsa ben görüşmeye hazırım.
Kürtler arasında birlik çok önemlidir. İran’da, Türkiye’de, Kerkük’de, Erbil’deki saldırılar, Ezidi katliamları hepsi aynı merkezden yapılıyor. Türkiye-İran-Suriye ittifakının sonucudur bunlar. Tüm Kürtler hedeflenmektedir. Bu nedenle dört parçadaki tüm Kürtlerin kendi iç birliklerini sağlamaları, bir Ulusal Birlik Kongresi’nin Erbil’de düzenlenmesi bu süreçte önemlidir.
Uluslararası kamuoyu, aydın ve demokrat çevreler Kürt sorununa sadece bir etnik mücadele olarak bakmamalılar. Kürt devrimi Ortadoğu’nun kalbindedir. Öyle Filistin, Afganistan falan gibi değildir. Bu devrimin sonuçları en az Fransız Devrimi, Rus Devrimi gibi geniş, kapsamlı sonuçlar yaratacaktır, ancak onların aksine milliyetçilikten arınmış olacaktır. Benim çözüm projem demokratik özerkliği esas almaktadır. Benim demokratik özerklik projem bir yandan kendi içinde sınırlarla çatışmayan bir çözüm, öte yandan esasında evrensel hegemonyayı reddeden ama çatışmayan, kendi ilkelerini korumak şartıyla, “imparatorluk” da denen Küresel hegemonyanın içinde erimeden, varlığını sürdürebilen bir çözümdür. Bu çözüm demokratik konfederalizmin ilkelerini de ihtiva ediyor. Siyasal, sosyal-kültürel, ekonomik, diplomatik, güvenlik beş ilke demiştim, bunları ihtiva eder. Bu meselenin demokratik özerklik temelinde çözümü bütün Ortadoğu’yu aydınlatacak, İtalya için de, İspanya için de bir model olacaktır. Benim devlet ve iktidar konusundaki görüşlerim Gramsci’nin görüşleriyle paraleldir. Marks, ulus-devleti kabul etmişken, ben bunu kabul etmiyorum. Avrupa’nın şu an yaşadığı krizin sebebi de yine bu ulus-devlet yapılanması, anlayışıdır.
Anayasa referandumuyla ilgili olarakta: Kürtler AKP’nin bu sahte anayasa refarandumuna gitmemelidir. Bu anayasa değişikliği Kürtlere yönelik gerçekleştirilen siyasal ve kültürel soykırım örtbas eden, soykırımı gizleyen sahte bir adımdır. Ayrıca yeni demokratik bir anayasanın koşullarını ortadan kaldırıp, öteleyen bir girişimdir. Buna karşı BDP, Kürtler bir alternatif yaratabilirler. Kendi anayasalarını, demokratik özerkliklerini ilan edip bunu referanduma götürebilirler. Halkın oyuna başvurulur, bizim de alternatif çözüm paketimiz budur, diye halka sorulabilir. Bu bir anket tarzında da olabilir. Bu anayasa değişikliği içinde Kürtlere dair bir şey yoktur. Yapılan, tamamen bir iktidar, yargının kontrolünü ele alma savaşıdır. AKP bürokrasiyi kendi eline almaya çalışıyor. Yargının kontrolünün CHP’nin veya AKP’nin elinde olmasının Kürtler açısıdan hiç bir farkı yoktur. Hatta bu şekilde yargı daha da kötüye gidecektir. Şunu anlamak gerekir. Kürtlere karşı AKP, CHP ve MHP arasında faşist oligarşik bir ittifak vardır. Normalde bu ittifaklar fazla uzun sürmezdi, en fazla bir yıl sürebilirdi. Oysa bu ittifak 2002’den günümüze kadar 8 yıldır sürmüştür. Şimdi Deniz Baykal’ın gitmesiyle birlikte bu ittifak da çözülmeye başlamıştır. Kılıçdaroğlu ile ilgili ise şu anda kesin bir şey söylemek istemiyorum. Başbuğ’un temsilcisini yönetime almış; olumlu da olabilir, olumsuz da olabilir, ama sonuç itibariyle bu üçlü faşist ittifak çözülmüştür.
- Ayrıntılar
Rêber APO
Tüm şehit anne ve babaları!
Tüm şehitlerin yoldaşları!
Tarihimizde şimdiye kadar ülke içinde ve ülke dışında birçok şehit verdik. Halkımız şehitlerin halkıdır. Onların açışı budur. Biz bu acının üstünde büyüdük.. Bizim halkımız kadar şehit veren hiçbir halk olmamasına rağmen, halkımız bunun karşılığını alamamıştır. Bu, halkımızın acısını daha da arttırmaktadır. Burada biz böyle bir şehitliği yapacak kadar şehit vermeyi istemezdik. Bu yeri dışarıda yapmayı hiç mi hiç istemezdik. Amacımız buydu. Fakat gerçek olan, mücadelenin bizden, içte de dışta da şehit istediğidir. Eğer biz burada bu kadar şehidimizi vermeseydik, bunca işi de yapamazdık. Bu şehitlerimiz, her şeyden önce bizim dost halklarla bağlarımızın kurulmasını, birlik ve dayanışmanın gelişmesini sağladılar. Bizim ismimizi dost halklara duyurdular. Bunun için, buradaki şehitlerimiz en değerli şehitlerimizdirler.
Ülkede düşman, şehitlerimizi yıkamadan, kefensiz toprağa gömüyor. Düşman korktuğu için bunu yapıyor. Bu düşmanın korkusudur. Bizim şehitlerimizden, ölülerimizden bile bu derece korkuyor. Bu, şehitlerimizin büyüklüğünü gösteriyor.
En zor olay insanın şehit vermesidir ve biz bunu yaptık, ilk şehidimizi verdiğimiz zamanı iyi hatırlıyorum. Haki'yi şehit verdiğimiz zaman sanki dünya başımıza yıkıldı. Sanki gök üstümüzde ters döndü. Tabii ki mesele, hazır olmadığımız bir anda bir arkadaşın aramızdan ayrılması değildi. Mesele; dökülen kana nasıl sahip çıkılacak? İlk atılan adımlar devam ettirilecek mi, ettirilmeyecek mi? Oluşturduğu birlik yürüyecek mi, yürümeyecek mi? Yıkılacak mısın, yıkılmayacak mısın? Eğer sen, burada kendi şehitlerinin kanı üzerinde durmazsan, onların kanına sahip çıkmazsan, ondan sonra nefes bile alamazsın. Düşman da, üzerimize geldiği ve ilk yoldaşlarımızı böyle şehit ettiği zaman istedi ki, biz böyle yapalım ve kendimizi uzaklaştıralım, pişman olalım ve eski yaşamımıza dönelim. Amacı buydu. Biz bunu başlangıçta fark ettik. Arkada devlet ve her yönüyle üzerimize geliyor. O halde, biz de kan üzerinde yürüyeceğiz. Mücadelemizi daha da yayacağız, genişleteceğiz, bir adım daha ileriye atacağız. Bunun dışında şehitlerin anısına sahip çıkamazdık ve biz öyle yaptık. Orada insan tek bir şey söyleyebilirdir. İlk şehidimizin anısına bağlılığın bir gereği olarak dedik ki, "PKK'yi kuracağız, ilan edeceğiz. Ne kadar yetersizliklerimiz de olsa, ne kadar hazır da olmasak, partiyi, Partiya Karkeren Kürdistan'ı ilan edeceğiz." Onların anısına sahip çıkmak, ancak PKK'yi ilan etmekle mümkündü. Başka türlü anıya sahip çıkılamazdı ve öyle de yaptık.
Şimdiye kadar ispatlanan ne oldu? Kendi şehitlerinin anısına yerinde ve zamanında mücadeleyi yükselten, anılarına anında sahip çıkan, büyük bir davanın sahibi, yürütücüsü olur. Onlar büyük bir yaşam, halkın tümünün yaşamı olurlar. İnsan kendi tarihi üzerinde bir kez daha durduğunda, yine parti tarihi üzerinde durduğunda rahatlıkla diyebilir ki, bu tarih şehitlerin tarihidir. Hepimizi bırakalım, bu tarihi kendi kanlarıyla yazanlar şehitlerin kendileridir.
PKK'yi ilan ettik. Şehit Mazlum'u andık; ülkeye erken dönüşü gerçekleştirdik. Şehit Mahsum Korkmaz'ı andık; eskiden ülkede on kişi barınamıyordu; dedik ki, silahlı 50 kişi, 100 kişi gece-gündüz kalacağız ve kesinlikle çıkmayacağız. Önümüzdeki yıllarda, onların anısına amacımıza ulaşacağız diyorum. Agit'in anısının gereklerini, gücü on misline ulaştırarak yerine getireceğiz dedik. Gerilla oluştu, O'na sahiplik ettik. Şehit düşenler bunu yerine getirdiler.
Gece-gündüz demeden mücadelemizi güçlendireceğiz dedik. Mademki hedef budur, ne kadar yokluk olursa olsun biz yine de var edeceğiz. Biz öyle yaptık. Birçoğu böyle değil. Bizim önderliğimiz zaten siyasi olarak güçlüdür. Bunu biz mi yarattık? Hayır, her şeyden önce şehitlerin yaşamı, bizim için bir emirdir. Biz onların emirleri doğrultusunda yürüdük. Ben kendim mücadeleyi bu aşamaya vardırdım. Bu neyi ispatlıyor? En büyük kuvvet şehitlerdir. Benim şehitlere olan bağlılığım, ortaya çıkardığım mücadele ve yürüttüğüm iştir. Her şeyden önce neden budur diyorum? İnsan kendi yoldaşının kanını unutamaz. Unutmak, insanın yanlışlıklara girmesidir, erken düşmesidir, erken şehit olmasıdır. Şehitlerin istediği yaşam nedir? Erken düşmeyeceksin, çok gelişeceksin, gün be gün düşmanı vuracaksın, ondan alan kurtaracaksın. Şehitlere bağlılık gerçekten budur. Onlar ne diyor. "Biz mücadeleyi belli bir aşamaya kadar getirdik, bundan sonra siz devam ettireceksiniz, erken şehit düşmeyin." Şehitler bize şunu emrediyorlar: "Daha erken yürüyün, yanlışlıklara, eksikliklere az düşün. Bizi düşüren eksiklikler farklıydı ama düşürdüler, siz düşmeyin. Bizim dönemimiz dardı, olanaklar da azdı. Bundan sonra imkanlarımız çoktur. Bizim kamınız üzerinde imkanlar çoğalmıştır. Biz kan verdik size, siz üzerinde yürüyün" diyorlar. Bu ne anlama gelir? Bu, onların emirleri, manevi komutanlıkları altında yürünmesi anlamına gelir. O arkadaşlar ki, her biri birer kahraman. Onları kelimelerle ifade etmek olanaksızdır. Onları erken unutmak, onlar için "gittiler" demek hakarettir, büyük bir hakarettir. Şehitler karşısında içine girilebilecek en büyük namussuzluktur. Her bir arkadaşımız şehit düştüğünde, yaşamla ölüm iç içe gelip eşitleniyor bizde. PKK'nin yaşamında biz bir şey çıkardık ortaya; ölü kimdir, yaşayan kimdir? Her şeyden önce, kalan arkadaşlar ve tüm Kürdistan halkı, onların amaç ve arzularını yerine getirmezlerse, onların yaşam hakları yoktur. Benim yeminim böyledir. Öleni erken unutuyorlardı, kalanlar da zaten kendilerini ölümden çok uzak tutuyorlardı. Fakat bir aldatmacaydı. Kendi mücadelemizle bu gerçeği ortaya çıkardık. Bizim mücadelemizde ne ölüm öyle ölümdür, ne de yaşam öyle yaşamdır. Ne biz öyle yaşamı kabul ederiz, ne de öyle ölümü kabul ederiz. Biz bunu ortadan kaldırdık. Bir yerde biz, ölümü ortadan kaldırdık. O sahte yaşamı ortadan kaldırdık.
Söylemek istediğim; mücadelemizin bu düzeye ulaşmasının, halk ayaklanmamızın bugün bu aşamaya ulaşmasının, şehitlerin kanı temelinde gerçekleştiğidir. Bu önderlik, şehitlerin kanı pahasına oluşmuştur. Halkların davaları üzerine insan yalan söylememelidir. Tüm bu gelişmeler, kanların dökenlerin emeklerine bağlıdır. İnsan bunu unutmamalıdır. Şimdiye kadar hep başkaları için kan döküldü. Birileri geçenlerde şöyle bir şey söylüyordu; "Kürt insanı başka halkın askeri olunca utanıyor." Tabii, doğrudur. Biz şimdiye kadar başkalarının askeriydik. Döktüğümüz kan, bizim için değildi. Bizim döktüğümüz kan kötülüğümüz içindi. Fakat PKK şehitlerinin döktüğü kan bizim içindi; onlar bizim şehitlerimizdir. Bir kabile, aşiret veya bir ailenin şehitleri değildirler. Yüzde yüz Kürdistan halkının şehitleridirler. Ne kadar halk şehitleri olmuşlarsa, o kadar da dönemin şehitleri olmuşlardır.
Burada onların eksikliği nedir? Gençtiler, insan o eksiklikleri ortadan kaldırabilmelidir. Bundan böyle tüm arkadaşlar ve dostlar, şehitlere yetersiz yaklaşımı ortadan kaldıracaklar. Şehitlere yaraşır tarzda işlerini yürütecekler, az hata yapacaklar. Şehitlerin içine düştükleri hataları ortadan kaldıracaklar. Büyük şehidimiz Mehmet Hayri, "Ben devrime borçluyum, mezar taşıma bunu yazın" diyordu. Bu çok doğru bir sözdür. Hepimizin borcu var. Ve şimdi, borçlu gitmememiz için, bir fırsat, bir imkan var elimizde. Ben kendi üzerimde duruyorum. Borcum var mıdır diye her gün kendime soruyorum ve diyorum ki, ben bir şeyler vermişim. Belki henüz küçük borçlarım olabilir, ama en büyük borcumu ödediğimi sanıyorum, Benden daha çok sizin borçlarınız var. Bu borçları nasıl ödeyeceksiniz? Mücadelede az hata yaparak ödeyeceksiniz. Eğer kanınızı erken dökerseniz, ödeyemezsiniz.
Şimdi kendimiz için bir yaşam yarattık. Ölümü kaldırdık ortadan, ölümsüzlüğü yarattık. Kürt halkı için bu zorunluydu ve lazımdı. Bundan böyle de kötü ölümden kendinizi kurtarın, şerefli yolda, şehitlerin yolunda yürüyün, ama güçlü yürüyün. Böyle yaparsanız, bir günlük ömür yeter size. Biz bu yaşamı kabul ediyoruz; bu şerefli bir yaşamdır, insan bu yaşamı kabul eder. Bunun dışındaki bir yaşam haramdır. Şehitler için ettiğimiz yeminin gereklerini yerine getirmek için, onların yaşamlarını Kürdistan'a değil, gücümüz yettiğince dünyaya mal edeceğiz. Bizim şehitlere verdiğimiz söz budur.
İşte bu temeller üstünde Kürdistan'da yeni bir yaşam doğacak. Yeni özgür toplumda her biri bir gül gibi, hani derler ya "Muhammed gülü" gibi dipdiri yaşayacak, kıpkızıl bir gül gibi her biri toplumun bir köşesini süsleyecek. Onlar özgür Kürdistan'ın, vatanın çiçekleridirler. Şimdiye kadar, inanıyorum ki, ben şehitlerin yolunda yürümüşüm, PKK'yi şehitlerin yolundan yürütmüşüm. Bugün Kürt halkını da şehitlerin yolunda ayağa kaldırdık. Bundan sonra, bu kadar şehit için diyorum ki, PKK'de geçmişten daha fazla şehitlere yoldaşlık yapacağız. Halk ayaklanmalarıyla şehitlerin yaşamını sürdüreceğiz.
Her zaman söylüyorum: PKK şehitleri ölümsüzdür! Doğru yaşam şehitlerin kendileridir.
26 Mart 1990 Tarihli PKK Ortadoğu Şehitliği'nin açılış töreninde yapılan konuşmadan derlenmiştir...- Ayrıntılar
Önder APO
Doğumgünü kutlamaları olmuş. Aslında mesele benim doğum günüm de değil, halk kendi doğuşu olarak görüyor. Mesele benim o şehirde, o köyde, o toprakta doğmuş olmam meselesi değil, halk kendi doğuşunu kutluyor, bunu kendi doğuş günü olarak görüyor, kendi rönesansı gibi görüyor. Gidenlere, kutlayanlara, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, şükranlarımı sunuyorum. Ama içinin boşaltılmaması gerekir. Ortadoğu’nun böyle bir kültürü var, ben bu kültüre saygılıyım ama içi boşaltılmış bir kült haline dönüştürülmemesi gerekir. Benim bir anlamım var, ki böyle bir anlamım olduğuna inanıyorum. Benim bu anlamım üzerinde durmaları önemlidir, bunu anlamaları önemlidir. Ben bu 61 yıllık ömrüme bir çok şey sığdırdığıma inanıyorum. Halk bununla kendini özdeşleştirmiş.
Aslında Paskalya dolayısıyla Süryanilere ilişkin bir mesaj vermeyi düşünüyordum. Sadece Süryanilerle ilgili de değil, bütün Hıristiyanlara ilişkin bir mesaj vermek istiyordum. Ben Hıristiyanlık üzerinde epeyce duruyorum, araştırmalarım var. Islam ile Hıristiyanlığı ve Yahudiliği kıyaslıyorum. Hıristiyanlığa bazı haksızlıklar yapıldığını da düşünüyorum. Süryaniler Doğu Hıristiyanlığını temsil ediyor, Doğu’ya aittir. Batı Hıristiyanlığı özel olarak Doğu Hıristiyanlığını anlamalıdır. Ortadoğu’nun da bir Rönesansa ihtiyacı var; sadece Kürtler açısından değil, Süryaniler ve tüm Ortadoğu halkları için. Onların bayramlarını da bu temelde kutluyorum.
Savunmalarımda yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğini geniş olarak açıkladım. Devletin bir uzantısı olan belediyeler değil, topluma dayalı bir belediyecilik, bir yerel yönetim olmalıdır. Yerel komünler oluşturulmalıdır. Bu çalışmalar topluma dayanarak gerçekleştirilirse devlet de saygı gösterir. Devlet para vermedi, vermiyor şeklinde devletten para bekleyerek bir şey yapılmaz. Bu anlayıştan vazgeçilmesi gerekir. Güney’de oluşturulan model devlet-merkezlidir, bir ulus-devlet taslağıdır. Başarılı olmaz, yozlaşır, çürür gider. Ama bizim modelimiz topluma dayandığı için sürekli gelişir. Demokratik komünler kurulduktan sonra buna ihtiyaç da kalmaz. Her yerde güçlü bir örgütlenmeye gidildiği zaman para gibi diğer yan şeyler de gelir. Yerel komünler demokratik konfederasyon şeklinde de örgütlenebilirler. Toplumun sorunlarını ancak böyle çözebilirler. Ben, böyle yapılırsa, herşey yüzde yüz çözülecek demiyorum. Belki Türkiye şartlarında her şey yüzde yüz çözülmez ama yüzde elli oranında çözüm gelişebilir. Bunun için çok yoğun çaba olmalı ve yoğunca örgütlülük içinde olunmalıdır.
Avrupa’daki halkımız yoğun bir örgütlülük içinde olmalıdır. Kendi demokratik örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Avrupa’daki örgütlenme bir KCK örgütlenmesidir. Oradaki yasaları da dikkate alarak bir örgütlenme içerisinde olmalıdır. Avrupa’daki örgütlenme belki tam başarılamıyor ama oradaki yasaları da dikkate alan bir KCK tarzında örgütlenme olabilir. Ben oradaki yasaları dikkate almayın demiyorum. Zaten orada her şey açıktır. Burada da yerelde bu örgütlenme tarzı başarılı olursa, birbirlerini etkiler, birbirlerine yansır. Benim savunmam en çok bu konular üzerinedir.
Kadın sorunu konusunda şunu söyleyebilirim: Aslında benim 61 yıllık yaşamım kadına dayatılan sahte namus anlayışıyla mücadele ile geçti. Köyden çıkışım da bununla bağlantılıydı. Ben bu konuda çok yoğunlaştım. Kadının kendi özgürlük bilincini ortaya çıkardığıma inanıyorum. Benim 61 yıllık yaşamımın bir başka özeti de budur. Adıyaman’daki kadının diri diri gömülmesi, yine küçük kız çocuklarına yapılanlar ortadadır. Kadınlar kendi örgütlülüklerini yaratmak kadar, küçük kızlar dahil, bütün kadınların eğitimleriyle de ilgilenmelidirler. Daha önce Özgür Kadın Akademilerinden bahsetmiştim. Bu basite alınmamalıdır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim olmalıdır. Geçenlerde Batman’da açılan bir mağaza için Ukrayna’dan getirilen bir kadın-modele ilişkin haber okumuştum. Bu bana çok gülünç geldi. Oysaki modanın doğduğu yer, Batman’ın da içinde olduğu Mezopotamya’dır. Önemli olan bunu ortaya çıkarmaktır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim olmalıdır, bunu kıyafetlerine de yansıtmalıdır.
Ben kadında bireyselliğin önemini yadsımıyorum, bireysellik tabii ki önemlidir. Ama toplumsallık olmadan bireysellik tek başına bir anlam ifade etmez. Böyle bir anlayış PKK’de de yerleştirilmeye çalışıldı. O bizim kaçkınların yaptığı basit evlilikler, birliktelikler bana göre kadının bitirilişidir. Böyle basit evliliklere, birliktelik değil, en ucuz tabiriyle birbirinin bitirilmesi diyorum. Kendilerine başarılar diliyorum, selamlarımı iletiyorum.
Solun, Mustafa Suphilerin neden ve nasıl tasfiye edildiğini iyi anlamaları ve çözmeleri gerekir. Sol bunu çözmeden bir atılım yapamaz.
Güney Kürdistanlıların tek blok olmaları iyidir, kutluyorum. Kürtlerin toplam sandalye sayıları Toplam 57 sanırım. Sandalye sayısı biraz düşmüş. Daha önce söylemiştim, bu şekilde başarmaları zor görünüyor. Kürtlerin ulusal birliğe ihtiyacı var. Kürtlerin bundan böyle ulusal birlik için çalışmaları gerekiyor. Talabani ve Barzani’nin de bu yönde çalışmaları gerekiyor. Onları seçimlerden dolayı da kutluyorum, başarılar diliyorum.
Anayasa tartışmaları konusunda öncelikle şunu belirtmek istiyorum, anayasa tartışmalarında Kürtlere yer yok. Kürtleri tanıyan bir anayasa değişiklik paketi değil bu. Sadece Kürtler de değil, bunun dışında diğer demokratik alanlarda da açılımlar yok, yeni şeyler yok. Bir tarafta CHP-MHP’nin temsil ettiği Beyaz Türk faşizmi var. Diğer tarafta ise AKP’nin başını çektiği bir iktidar-İslam çizgisi var. Ben, AKP’nin temsil ettiği bu çizgi, Beyaz Türk faşizm çizgisinden daha az tehlikelidir diyemem. Bana göre her ikisi de demokratik değil, hegemonik anlayıştır. Birincisi Ankara merkezlidir. Ikincisi de Kayseri-Konya hattında oluşturulan Suudi sermayesi tarafından desteklenen çizgidir. Bu her iki anlayışın da tarihsel geçmişi vardır.
Birinci anlayış Beyaz Türk oligarşisi ve faşizmidir. Bunlar İttihat-Terakki’nin devam eden zihniyetidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra bunlar M. Kemal’i de kuşatarak etkisiz hale getirdiler. Kurtuluş Savaşı’nda M. Kemal dört yıl, 1916,17,18,19 boyunca Kürtlere dayanarak poltitka yapmıştır. Kürtlere dayanan bir politika ve savaş olmasaydı, kurtuluş mücadelesi denen bir mücadele de olmayacaktı. Bu ortaklaşma siyasal ifadesini 1921 Anayasasında buldu. Bu nedenle ben İttihat-Terakki ve bu Beyaz Türk faşizm çizgisinden bahsederken 1921 Anayasasını kastetmiyorum. 1921 Anayasası demokratiktir, devlet ve Kürtlerin ortaklaşması sonucunda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 1921 Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi gerektiğini söylüyorum. BDP’nin 1921 Anayasası ve bugüne güncellenmesi konusunda çok yoğun bir çalışma içinde olması gerekmektedir. Bahsettiğim o dönemde devlet içinde Kürtlere karşı iki çizgi vardı: Birisi İnönü’nün başını çektiği İngiliz yanlsısı çizgiydi. İttihat-Terakki kadroları bu çizgiyi yürütüyordu. Diğeri de M. Kemal ve Fethi Okyar’ın çizgisiydi. Hatta Fethi Okyar Kürtlere karşı yumuşak davrandığı için onu başbakanlıktan alıp, yerine İnönü’yü geçirdiler. Cibranlı Halit’in iki torunu bana mektup göndermişler. Onlar da bizim dedelerimiz nasıl tasfiye oldular diye soruyorlar bana. Işte söylüyorum. Yine Şeyh Sait’in torunları var. Onların da durumu aynı. Bunlar bahsettiğim laik beyaz Türk faşizm çizgisi tarafından tasfiye edildiler. 1924 Anayasası bu İttihatçı oligarşik beyaz Türk faşizmi çizgisinin anayasal ifadesidir. Bu anlayış, bu 1924 Anayasası, daha sonra ufak değişiklikler olsa da çizgisini koruyarak geldi. Bugün de temsilini CHP-MHP çizgisinde buluyor.
İkinci çizgiye gelince; AKP’nin temsil ettiği bu çizgi İslamo-faşizm de denilen ve Emevilere kadar giden bir devlet İslamıdır, iktidar İslamıdır, karşı-İslam’dır. Her iki çizgide de Kürtlere yer verilmiyor. BDP’nin ve tüm demokrat kesimin bunu iyi anlaması gerekir. Her iki çizgide de demokratik açılımlar yok. Kürtler ve demokratik güçler bunların birinden birini tercih etmek zorunda değiller. BDP ve demokratik güçler anayasa için yoğun bir çaba içerisinde olur ve kendi önerilerini sunarlar. Izlediğim kadarıyla da zaten sunuyorlar. Baraj ve parti içi demokrasi meselesi bu anlamda önemlidir. Kürtler eğer kendilerini tanıyan, demokratik açılımlar getiren bir anayasayı kim yaparsa yapsın desteklemelidir. Bunu AKP de yapsa destekler, CHP ve MHP de yapsa destekler. Ama kendilerini tanımayan, demokratik açılımları bünyesinde taşımayan bir anayasayı da desteklemezler.
Daha önceki haftalarda da dile getirmiştim. Bizim mücadele tarihimizi üç döneme ayırmıştım. Birinci dönem, 93’e kadar devam eden ikinci dönem, 93’ten bu yana da devam eden üçüncü dönem. Bu üçüncü dönem aslında 2002’ye kadardır. Ben 2002’de bu üçüncü dönemi sonlandıracaktım ancak o dönemde AKP yeni iktidar oldu. AKP’ye şans vermek istedim ama AKP bizi oyaladı ve bugüne kadar oyalayarak getirdiler. AKP kesinlikle tasfiyeyi amaçlıyor demiştim. 17 yıldan beri ben rolümü yerine getiriyorum. Bir çok şey benim omzuma binmiş durumda. Herşeyin benim üzerimden yürütülmesi ya da herşeyin benim omzuma bindirilmesi doğru değil. Benim burada yerine getirebileceğim şeyler, barış için oynayacağım rol imkanlardan dolayı sınırlıdır. Bu önümüzdeki süreçte onlar her ne karar vereceklerse, mücadelelerini, politikalarını nasıl yürüteceklerse, nasıl bir seyir izleyeceklerse bunları kendileri belirlerler, kendileri karar verirler.
Mayıs’a doğru gidiyoruz, Mayıs’ta bazı kritik şeyler olabilir. Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler de gelişebilir. AKP bir yandan da binlerce Kürdü tutukladı, tutuklamaya da devam ediyor. Ben fiziksel yönelimleri de saymıyorum.
Devlet 1920’lerde Mustafa Suphiler şahsında solu, 1924 anayasasıyla birlikte Kürtleri, daha sonra da Mehmet Akif ve Said-i Nursi şahsında da İslamcıları tasfiye etti.
Çatı partisi ile ilgili çalışmalar var sanırım. Çatının çatısı diye bir öneride bulunmuştum. Birçok parti ve çevre vardı. Şimdi EDP de var. Hepsi birlikte ortak çalışmalar yürütebilir.
Kürtler kendi içindeki sorunlarına yönelebilirler. Iç barışın sağlanması için çalışmalar yürütülmelidir. Sadece buradaki Kürtleri kastetmiyorum. Her parçadaki bütün Kürtlerin iç barışı ve birliğinin sağlanmasına ilişkin çalışmalara ağırlık verilmelidir. Mesela korucular var, bir çok suç işlemişler ama bir araya gelip barış sağlanabilir. Demokratik Toplum Kongresi bu çalışmaları yürütebilir.
Diyarbakır Cezaevindekilerin hepsine de selamlarımı iletiyorum. Bana Newrozla ilgili çok sayıda kart geldi, ben de herkesin Newrozunu kutluyorum. Bismil’den de gelen mektuplar vardı. Bismil ve Hasankeyf halkı bu Ilısu Barajı’na karşı durmalı. Bunun sulamayla ilgisi yoktur. Askeri amaçlı ve stratejiktir. Sincan Cezaevinden gelen, Nilüfer Şahin isimli Malatyalı bir kadın arkadaşın mektubu vardı. Yazdıklarını oldukça beğendim, değerli buldum. Savunmalarımdaki Marx değerlendirmelerimi yorumlamış. Doğru, Marx emek-değer teorisi ve sosyoloji konusunda epey kafa yormuş ve yetkindir ancak Marx ulus-devlet ve endüstriyalizm konusunda sınıfta kalmıştır.
İstanbul’un tüm ilçelerindeki halkımıza selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar
Parti Merkez Okulumuz, Mahsum Korkmaz Akademisi’nin değerli öğrencileri, partililer ve tüm ARGK’liler, Newroz’unuz kutlu olsun!
Tüm Partililer, ARGK’liler, Halkımız, Dostlarımız!
Kutsal direniş, diriliş savaşımımız, 25. Newroz’unu da büyük bir başarıyla karşılama gücünü göstermiştir. Büyük tarihi düşüşü belki de Med’lerin yıkılışıyla başlatırsak, -ki bu bir Mezopotamya uygarlığıydı- 2500 yıllık gibi bir düşüşün ardından; belki de onun tam karşılığı olan, yani her bir yılı bir yüzyılı bulan bu 25. yıl gerçekten bir diriliş oluyor ve oldukça da kurtuluşa yakındır. Nerden geldiğimizi, nasıl bir duruma sokulduğumuzu anlayabilir ve nasıl olmamız gerektiğine dair düşünebilir ve neler yapabileceğimizi kararlaştırabilirsek göreceğiz ki, adına yaşam denilen ama ölümden beter bu durumdan, kendi insanlığımıza ve toprakla karışmış özgür kimliğimize ulaşırsak; bunun sınırlı bir nefes alışverişinin bile ne kadar değerli olduğunu mutlaka takdir etmek gerekir.
Büyük bir minnettarlıkla başta büyük Newroz şehitlerimiz Mazlum Doğan’ın, Zekiyelerin, Rahşan, Ronahi ve Berivanların o büyük şahadetlerini ve hemen her yıl o kutsal serhıldan isyanlarımızın son ifadesi, ’90’ yıllarındaki Nusaybin, Cizre, Şırnak, Lice, Van ve giderek bütün Kürdistan kent ve köylülerinin o şehitlerini de bu Newroz’un özüne yerleştirirsek göreceğiz ki; yaşamın başka türlü anlaşılması, savaşın da başka türlü verilmesi gerekiyor. Bu yirmi beş yıl üzerinde sürekli durulmalı, dersler çıkarılmalı ve varsa insanlık iddiamız, gerçekten ana topraklarımızda bir yaşamaya güç getirmek, yürekten ve irade ile bunu başarmak istiyorsak; kesinlikle bu yıllar, kendimizi yeniden yapma, yaratma ve hemen hemen kaybedilen her şeyi bulma yıllarıdır. Bu savaşın, bir özlü düşünceden tutalım, özgürce bir nefes alışverişe kadar, esasta bunun en son çabası olduğunu bilerek anlayabilmelisiniz.
Bu anlamda PKK; bir diriliş olayı, yeni gün olayı ve bir Newroz olayıdır. Biz bugüne boşuna PKK’yle başlamadık. Ama aynı zamanda bu, korkunç bitişin ve karanlığın eşiğindeki zayıf insanımızın, kendisine dürüst bir ad vermesidir. Kendine ‘ben dürüst olacağım’ sözünü vermesidir. İnsanımızın hiçbir umut işaretinin olmadığı bir dönemde bile, inandırıcılığı ve hiç bir şansı bile olmasa, ‘ben bu kimlikle ve bu söz için yaşayacağım, gerekirse savaşacağım’, diyebilmesi işin özüdür. Başka türlü olmuyor.
Ben o günü şu an gibi hatırlıyorum: Düşmanın başkentinde silik, iddiasız ve yutulmayla karşı karşıya olan bir gençlik döneminde, hem de sömürgeciliğin bütün çekici imkanlarıyla karşı karşıyken ve sizin hiçbir ilginize değmeyecek kadar geriyken, bitmişken böylesine bir günde bir tercih yaptım. İmhacı sömürgeciliğin oldukça imkan dahiline giren yaşamına hayır dedim. Oldukça umutsuz, olanaksız ve belki de imkansız gibi gözüken bu özgürlük umuduna, herkesin, mensupları da dahil hiç inanmadıkları, belki her şeye anlam verseler de anlam veremeyecekleri bir adıma, biz başlasak ne olur dedim. Belki de bunun tarihte eşi bile yoktur. Biz bu kararı verdik. İki sözcükle olacaksa, ana topraklı ve kimlikli bir yaşam, özgürlükle olsun dedik. Ve gerçekten o büyük umut savaşına giriştik.
Bu tarihi, şüphesiz bir hitapla dile getirmek mümkün değil. Bu yirmi beş yılı mümkünse sürekli incelemeye, değerlendirmeye almak ve gittikçe daha da derinleşen teorisini ortaya çıkarmak kadar, ki başlangıcından itibaren de iradesi vardır. Onun siyasetteki ifadesi nedir? Geliştirmek istediği yaşam ve askerlik dilindeki ifadesi nedir? Neyi gerçekleştiriyor. Gerçekleştirilen; bütün yönleriyle bir değil bin daire çizerek daha derin ve giderek yükselen bir biçimde bu yılları böyle anlayabilmek, bu yıllarla büyüyebilmek, bu yıllarla yeniden yaratılmaktır. Önderlik gerçeği denilen, PKK gerçeği denilen olay bu. İçinde neler yok ki: Silik insandan tutalım en hainine, eşsiz kahramanlarından tutalım en düşkününe, en güzelinden tutalım en çirkinine, en korkağından tutalım en kahramanına, en dirisinden tutalım en ölüsüne kadar her şey var. Bu yıllar, bu çağdaş Kürdistan yılları; PKK dışında her şeyin bittiği, adının bile kalmadığı son bir çare olarak, olacaksa insanlığımız, yaşayacaksa kimliğimiz, mümkün olacaksa kurtuluşumuz, her şeyden önce gelin bunu tartışın deme hareketidir. Daha sonra mümkünse bir karara, ondan da daha ötesi bir iradeye ve bir savaşa yol açabilir miyiz hareketidir.
Bugün büyük öfkelerimizi az da olsa dindirmişiz. Ama asıl büyük kavga için, kurtuluş için bu günleri yaratmanın bir başlangıç olduğunun da bilincindeyiz. Çağdaş partiler için yirmi beş yıl, zafer yıllarıdır. 20. asrın, hemen hemen büyük devrim yapan bütün partileri bu işi, on yıl, on beş yıl bilemedin yirmi yıla sığdırmışlardır. Bazıları da başarısız olmuş, hatta devlet kuranlar bile, devletini de kaybetmişlerdir. Biz ne devlet kurabildik, ne de tam başarısız olduk. İkisinin orta yerindeyiz. Önemli olan burası da değil. Önemli olan ve bizi ilgilendiren; bu büyük tartışmayı, aydınlamayı, iradeleşmeyi ve daha da önemlisi gerçekler ne ise olduğu gibi görmeyi ortaya çıkarmaktır. Kürdistan’daki çok kirli, işgalci ve imhacı gücün savaşı kadar, yine Kürt gerçeğindeki sosyal bir anlamı olmayan, bir eşkıya kavgası kadar değeri kalmayan o çok çirkin, bitik ve hiçbir amacı olmayan kavgacılığı ve bütün bunların Partimizin içine bir daha hesaplaşmak üzere çekilmesi bayıldığımız işlerdendi. Anlamsız kavgalara sınır çekmek istedik, kavga olacaksa bir çizgi temelinde, bir anlamı olan ve tarafları olan bir kavga olsun dedik. Bunu yapmak, sanırım hayırlı bir işti.
- Ayrıntılar
Benim kadınla ilişkilenmem farklıdır. Kendini özgürleşmeye, özgürlük mücadelesine adamış insanlar için ne olursa olsun iki kişi arasındaki tutku, kimseyi hiç bir yere götürmez ancak hiyerarşiye, patriarkal tutuma, baskıya, tecavüz kültürüne götürür. Kadınla erkek arasında ancak felsefik temelde bir buluşma olabileceğine inanıyorum. Geçende Taraf’ın yirmi soruluk anketine felsefeci Zizek bir cevap veriyor. Sizin için güzellik nedir diye soruyorlar, “benden güzel ve akıllı bir kadınla felsefe tartışmak” diyor. İlginçtir ama ben de aynen böyle düşünmüştüm. Benim kadınla buluşmam da tabi yeterince anlaşılmıyorsa da ama bu temeldedir. Kadınla felsefi buluşma dışında bütün buluşmalar, doğru bir buluşma değildir. Kadınla felsefi buluşma dışındaki bütün ilişkilerin, evliliklerin geleceği yer patriarkal, hiyerarşik ilişkidir ve bu tür ilişkiler eninde sonunda ilişkiyi tüketir, bitirmeye götürür. Felsefik buluşma dışında hiç bir buluşma bunu kurtarmaz.
- Ayrıntılar
Davaya girmek öyle kolay bir iş değildir, getirdiği birçok zorluk var, yaşamın kendi zorlukları da var. Duyuyorum, izliyorum korkunç bir işsizlik var. Üniversite mezunu gençler kahve köşelerinde yaşam tüketiyor, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kapitalizm böyledir, insanı tüketir. Biliyorum hala sigara içen arkadaşlarımız var. Kapitalizme yanılmamak gerekir. Yaşlanma bence beyinle ilgilidir. İnsanın zihninin güçlü olması gerekir. Zihin ne kadar güçlü olursa beden de o kadar zinde kalır. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Zihin güçlü olmazsa, sistemi iyi çözememişse beden de erken çöker. Kapitalist sistemde gerçeği bulmak, gerçeği doğru yorumlamak çok zordur, bireyleri saptırır. Saptırılmış birey de artık hiç bir şey yapamaz hale gelir.
Gelişmeler, ABD’nin kontrolünde gelişiyor. Balyoz planı ortada. Çıldırmış bunlar. Camileri bombalamaktan bahsediyorlar. Tam çılgınlık. Kürtleri de tamamen yok etmeyi planlamışlar, Kürtleri Yunanlıların yerine koymuşlar, Yunanlılar gibi sürmeyi düşünmüşler. Bu kadar kişi sürelim, öldürelim diye plan yapmışlar. Korkunç bir şey bu. Benim burada yıllarca Kemalizmi yeniden ele almak gerekir düşüncemin doğruluğu ortaya çıkıyor. Türkiye mevcut haliyle devam edemez demiştim. Bunlar şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bunlar bu korkunç planlarına NATO’nun destek vereceğini de düşünmüşler, hayal etmişler. Bu kadar katliama NATO bile destek vermez. Bu fikrin, planın çılgınlığı ortada ama bir defa işin içine girmişler şimdi çıkamıyorlar. Amerika da bunu kabul etmez. Veli Küçük onlar zaten daha önce tasfiye oldular. Bu Balyoz Planı Ergenekon’dan biraz farklı. ABD bunlarla bu şekilde artık işlerin yürüyemeyeceğini gördüğü için Başbakanı zorladılar, bunları tasfiye et diye, Başbuğ’u da uyarmışlardır. Ona da bu şekilde devam edilemeyeceğini söylemişlerdir. Bunlar şimdi tasfiye oluyor. Bir taraftan CHP, MHP ve ordu içindeki Kemalistlerin daha doğrusu ittihatçı artıkların olduğu, ulusalcı katliamdan yana olan kesim. Diğer taraftan AKP’nin olduğu muhafazakar kesim. Üçüncüsü de bizim ve demokratların temsil ettiği demokratik çizgi. Türkiye’deki durum şu anda tam bir karmaşa halidir. Bir yandan o katı ulusalcı kesim, bunların gücü az değildir. Haberde duydum Çetin Doğan son anda Meksika’ya kaçmayı planlamış. Bedrettin Dalan onlar da çalışma içindeler, İsrail’in sağcı kesiminin onlara desteği var. Amerika’da en uç kesim olan Neo-conlar bunlara destek veriyor. İsrail’de Netenyahu onlar da AKP’ye destek veriyor. Diğer taraftan da AKP ve Fethullah. Aslında tam Fethullah da değil. Birçok cemaat var, bir organizasyon halindeler. Diğer taraftan da Kürt hareketi var. Kürt Hareketi üzerinde birçok oyunlar oynandı, tasfiye edilmeye çalışıldı. Fakat ne oldu? PKK ve halk direndi, demokratik alanda büyük güçlenme yaşandı. Ben de burada büyük bir sabırla direndim. Ve oyun bozuldu. Artık Kürtler tasfiye olmaz. Kürt hareketinin de artık tasfiye olunamayacağı gerçeği var. Bu görüldü. Ama bu gerçekle ne yapacaklarını, bu gerçekle nasıl yaşayacaklarını bilemiyorlar. Her iki taraf da Amerika’nın kontrolünde. Bütün bu gelişmeler Amerikanın kontrolünde gelişiyor. Türkiye’de MHP ve laik kesim güçsüz değildir, AKP de güçlüdür, peki bu gelişmelerle bu süreç nasıl sonuçlanacak? Kanaatimce sonuçta demokrasi üzerinde uzlaştıracaklar. Bir demokratik şey üzerine uzlaşma olacak. Türkiye değişecek. Değişen Türkiye’de Kürtler de demokratik bir güç olarak kabul görecek. Kürtleri kabul ederler. Ben yol haritamda da belirtmiştim. Demokratik özerklik Kürtler için uygun bir çözümdür.
Aslında Cumhuriyet üç kesimi hep tasfiye etmek istedi. “İrtica” adı altında İslamcı çizgi, “yıkıcılar” diyerek Sol-Komünist kesimi, “bölücü” diyerek de Kürtleri tasfiye etmek istedi. Ama ne oldu? Erbakan üzerinden bir tasfiye oldu ama, AKP ABD ile bir şekilde ilişkilenerek kendisini korudu ve daha da güçlendi. Sol önemli oranda zayıflatıldı ama hala epey bir grupları, partileri var, kalıntıları var. Kürt halkı da tasfiye olmadı, tasfiye olmayacağı da anlaşıldı. Dolayısıyla Cumhuriyet bu gerçekleri kabul etmek zorunda kalıyor. AKP Kürtlerle uzlaşır mı, bu sorunu demokratik olarak çözer mi? AKP’de herşey Tayip Erdoğan’ın tutumuna bağlı. Ama AKP de demokratik davranmıyor. AKP kendi içindeki Kürt milletvekillerine, işbirlikçi Kürtlere dayanarak birşeyler yapmaya çalışıyor. Ama bunlar sorunu çözemez. Kürtlere ilişkin nasıl bir tutum takınır, bu önemli.
Kürt sorunu konusunda üç yol var. Birincisi 80-90 yıldır devam eden inkar-imha politikası, anlayışı. İkincisi küçük Kürdistan kurup tüm Kürtleri oraya bağlamak. Yani küçük Kürdistan’ı kurararak Büyük Kürdistan hayaliyle Kürtleri bir yüz yıl daha oyalamak. Tıpkı Yunanlıların megalo ideası gibi. Küçük Yunanistan’ı kurup, megalo ideasını yaşatmak. Yine tıpkı küçük Ermenistan’ı kurdurarak Büyük Ermenistan hayaliyle Ermenileri oyalamak gibi. Burada da küçük Kürdistan’ı kurup Büyük Kürdistan hayalini yaşatmak istiyorlar. Küçük Kürdistan’ı kurup bütün Kürtleri orası üzerinden kontrol edecekler. Bunu ortaya çıkarmak hayati önemdedir. On yıldır bunu söylüyorum. Kaçanların birçoğuna her türlü imkân verdiler. Birçok kişiye de orada şirket kurdurup kendilerine bağlıyorlar. Geçmişte nasıl ki ülkü ocakları üzerinden Sol pasifize edildiyse, bugün de bu cemaatler eliyle hareketimiz pasifize edilmek isteniyor. Çok güçlü ekonomik imkanları da var. Bunu da devreye sokuyorlar. Bazı aileleri bu çerçevede kendilerine bağlıyorlar. Osman “benim önümü açın ben gidip Muhafazakar Kürtleri örgütleyeyim” diyordu. Bunun gibi birçok oyun oynandı ama hiçbirisi tutmadı.
Üçüncü yol da bizim savunduğumuz demokratik çözümdür. Biz burada demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik toplum diyoruz.
Şu an yaşanan bu karmaşa halinden muazzam politika üretenler büyük gelişme kaydeder. Erdoğan ortalığı ayağa kaldırıyor. Bahçeli Baykal hergün feveran ediyorlar. Neden? Çünkü şu anki siyaset bunu gerektiriyor, onlar bunu biliyor. Günün siyaseti için böyle yapmaları gerekiyor. Bizimkiler gün gün muazzam politika yürütmelidirler. Kim bu karmaşa halinde çok iyi örgütlenirse iyi ve doğru politika yürütürse o kazançlı çıkar. Akademi kurun diye o kadar çok söyledim, bugün akademi ihtiyacı nasıl hissediliyor, ortadadır. Bu yaşananları süreci doğru kavrarlarsa tutuklamaları da boşa çıkarırlar. Kendi yerel demokratik önderliklerini ortaya çıkarmaları gerekir. Bu tutuklamalar devletin bir taktiğidir. İyi bir siyaset yürütümüyle bu tutuklamalar rahatlıkla boşa çıkarılabilir. Ben siyaseti iyi yürütün derken kimseye illegal bir alanı işaret etmiyorum. Demokratik zeminde yapılabilecek muazzam çalışmalar var, bunlar yapılmalı diyorum. Ama çok iyi anlaşılmıyor, hantal çalışılıyor. Yerel demokratik önderlikler ortaya çıkmadı. Teorik olarak da çok dogmatikler.
DTK Kürt toplumunun yasal demokratik örgütlenmesinin adıdır. Yine BDP yasal ve Türkiye’nin tümünde çalışmalarını yürüten bir siyasal partidir, Türkiye partisidir. Bunlar KCK’dan ayrı çalışmalardır, birbirine karıştırılmamalıdır.
Ben burada on yıldır hep söylüyorum, ortada bir çalışma göremiyorum. Sol’un geleneksel durumudur bu. Bir şeyler ezberlemişler habire aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Ben burada muazzam bir çaba sarfettim. Ben Stalinizmi katbe kat, fersah fersah aşmışım, dünya düşüncesine mal olacak kadar düşünce üretmişim, kendi düşüncemi oluşturmuşum. Ezbercilik ve dogmatizm diyorum ben buna. Önemli olan pratikleşmedir. Türkiye siyasetinde şu anda en önemli olan husus pratikleşmedir, pratik politikadır. Üç ana çizgi ve güçten söz etmiştim. Birincisi katı-ulasalcı milliyetçi çizgi, ikincisi AKP’nin temsil ettiği ılımlı-islamcı-muhafazakar çizgi. Türkiye’yi bu iki hegemonyadan kurtaralım diyordum, diyorum. Bunlara karşı bir çıkış olarak üçüncü yol ve çizgiyi önerdik, geliştirdik. Demokratların birlik çizgisidir bu. İşte dağ gibi kitle var ortada, ben daha ne yapabilirim! İster BDP içinde ister dışarıda önemli olan ortak çalışma yürütülmesidir. Bunun için bir koordinasyon kurulu kurulabilir, paralel çalışmalar yapılabilir, yürütülebilir.
Geçen gün de Aktüel’de Avni Özgürel’in yazısını okudum. Özgürel de Kürtler, PKK ve Öcalan konularının ayrı konular olduğunu ancak bunların bağlantılı, iç içe oluğunu, bir arada ele alınmazsa sorunun çözülemeyeceğini belirtiyor. İyi bir tespit yapmış, söylediği doğru. “Öcalan’ı devre dışı bırakan her seçenek Öcalan’ı güçlendiriyor” diyor. Bu da doğru. Bugüne kadar da güçlendirdi zaten. Ben burada kimseye, devlete falan yalvarmıyorum. Yol haritamda da belirttim, sağlığım hala elverişliyken rolümü oynamak istiyorum.
Adıyaman’da Malatya Yazıhan’lı bir lise öğrencisi bedenini ateşe vererek hayatını kaybetmiş. Ailesine sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.
Dil, bedendir. Coğrafya bedendir. Kültür bedendir. Bedenlerinize sahip çıkın. Öyle tek başına kuru bir dil bir anlam ifade etmez. Bunlar hepsi bütünlüklüdür. Bir arada düşünülürse demokratik bir toplulukla bunlar birlikte bir anlam ifade eder. Dil, coğrafya, kültür, bunların hepsine ben beden diyorum. Bedeninize sahip çıkmazsanız baş bir işe yaramaz bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar DTK’nın çalışma alanlarıdır; dil, kültür, sanat, spor her alanda toplum içinde çalışmalarını yürütürler.
Kadın ile erkek ilişkisinde -bir yazar da belirtiyor– kadın mı erkeğe teslim oluyor yoksa erkek mi kadına teslim oluyor? diye. Burası tartışılabilir, bence günümüzde ikisi de birbirine teslim olmuştur. Kadın erkek ilişkisi doğru anlaşılmalıdır. Bir kadınla hangi temelde yan yana gelineceği önemli. Bu yaşıma geldim hala bir kadınla hangi temelde biraraya gelinebilir, bir kadınla bir araya gelirsek ne konuşacağız, hangi konuları konuşuruz kendisiyle diye düşünüyorum. Slovaj Zizek “beni en çok heyecanlandıran şey benden daha zeki bir kadınla felsefe konuşmaktır” diyor. Kadınla belli bir temelde diyalog ve ilişki kurulmalıdır. Doğru yaklaşımla yani kadınla erkeğin bir araya gelme konusunda, ben buna evrenin oluşum dili diyorum. Yani evrenin oluş tarzıdır diyorum. Ben kadın erkek ilişkisine böyle bakıyorum. Bu ilişki tarzı bu özgürlük temelinde yakalanırsa Nirvana’ya o zaman ulaşılabilir. Ben kadına saygı temelinde yaklaşıyorum. Kadınlar beni bu kadar takip ettiklerine göre demek ki bende bazı yönleri keşfetmişler. Ben kadına çok değer veriyorum. Kadın, özgürlüğünü savunmalıdır. Ben buna değer veriyorum. Kadın her türlü özgürlüğünü geliştirebilmelidir, kendini bu konuda yetkin hale getirmelidir. Ben buna örnek vermek istiyorum. İskenderiyeli Hypatia isimli bir kadın M.S. 415’te dönemin ilk Hıristiyanları tarafından fikirlerinden dolayı ölüme mahkum ediliyor. Kadına diyorlar ki, “sen bizim yasalarımıza karşı geldin”. Onların şiddetine karşı kadın felsefeyle cevap veriyor. Onlar saldırdıkça kadın felsefeye sarılıyor, felsefeyle kendini savunuyor, kendi felsefesini ortaya koyuyor. Etrafını saran gençlere de “siz bana faydacı, kaba cinsellik temelinde yaklaşıyorsunuz, ben bunu kabul edemem” diyor. Sonra kadını taşlarla linç ederek öldürüyorlar. İşte kadın özgürlüğü için kendini böyle savunmalıdır. Adıyaman’da kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüşler, diri diri! Üzerine atılan toprak boğazına, iç organlarına kadar dolmuş, diriyken. Aslında toprağa gömülen kadındır, kadınlıktır, bütün insanlıktır. Bir kişinin toprağa gömülmesiyle bir milyon kişinin toprağa gömülmesi arasında fark yoktur. Dinsel dogma o dönemde de bu dönemde de tehlikelidir. Bu kızın anısını, hayatını roman yapabilirler. Adıyaman cezaevindekiler bunun üzerinde durabilir. Bunun için kadınlar kendilerini çok iyi yetiştirmelidir diyorum.
Kars halkına selamlarımı iletiyorum. Bütün cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar