Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Ağustos günü gece 23.00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nogelya Köyü kırsalına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmışmıştır. Havan ve obüs atışları desteğinde başlatılan operasyon kapsamında 21 Ağustos günü sabah saatlerinde kobra tipi helikopterler ile alana bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Kürt toplumu 30 yılı aşkın bir süredir yürüttüğü mücadelede tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar örgütlü, organizeli, birlik içinde hareket ediyor. Kendine ait kurumları, siyasi partileri, yayın organları, ekonomik-kültürel sahaları ve herşeyden önemlisi de yıllardır yenilmezliği ispatlanmış bir savunma gücüne sahip. Bunlar şüphesiz paha biçilmez emek ve çabalarla, binlerin, on binlerin kanıyla yaratılan değerlerdir. Kürt halkı yaratılan bu tablodan elbetteki gurur duyuyor. Amansız zorluklar karşısında, inkar ve imha sistemine rağmen yaratılan bu değerler için verdiği bedeller göz önüne getirildiğinde bunda ne kadar haklı olduğu da görülebilir.
Dolu dolu geçen bu mücadele sürecinde Kürtler dış güçlerin, düşmanlarının yanında, belki de daha fazla kendi içinden çıkan ihanet odaklarına karşı mücadele etti. Çeşitli dönemlerde, farklı isimler altında birileri çıkıp PKK ile Kürt halkının, Önderimiz ile Kürt halkının arasını açmak için türlü ve umulmaz hile ve yöntemlerle mücadele etti. Pek tabii ki bunların da hiçbirisi başarılı olamadı. Mücadeleyi daha da yükselterek ve sahiplenerek yürüyen Kürt halkı bu tür kesimlere karşı da kimliğini koruyan, onurlu, insanca bir yaşamın yaratılmasında öncülük yapan poziyonunu koruyarak gücüne güç kattı.
Günümüzde gelinen aşama itibarıyla da artık bu değerlerin kalıcılaştırılması ve Kürt halkının özgürlüğünün elde edilmesine ramak kalmıştır. Bu anlamıyla yılların mücadele tecrübesinden çıkarılacak dersler doğrultusunda son ve en büyük mücadele için Kürt halkı yediden yetmişe ayakta ve 15 Ağustos ruhuyla davasına sahip çıkıyor. Bu görkemli tablo karşısında inkar ve imha zihniyetini sürdürmek isteyen kesimlerle birlikte halkımızın içinden yetişen ve Beko’luk suyundan içmiş kesimler işbirliği halinde yeni saldırı dalgaları planlayıp uygulamaya çalışıyorlar. Planlarını dayandırdıkları olgu da PKK’nin silahlı mücadelesinin zamanının geçtiği argümanıdır. Bir yanıyla Apocu kültürün Kürt halkı içinde yarattığı etkiyi zayıflatıp yaratılan değerleri, ilkeleri revize etmekle uğraşırken diğer yandan Kürt halkının paha biçilmez bedellerle yarattığı demokratik siyaset zemininden nemalanarak bireysel ve ailesel çıkarlar peşinde koşuyorlar.
PKK öncesi dönemlerde gönüllü asimilasyonla birlikte çok basit, yüzeysel haklar temelinde sözde mücadele eden bu kesimler günümüzde de “Bizim dediklerimiz çıktı, PKK de hattımıza geldi” gibi Kürt halk gerçeğinden, düşman gerçeğinden uzak değerlendirmeler yapma yüzsüzlüğünü gösteriyorlar. Bu da yetmezmiş gibi PKK’ye karşılıksız ve şartsız silah bırakma çağrısı yapıyorlar.
PKK’nin silah bırakması gibi bir durum asla sözkonusu değildir. Kürt halkı insanlık ailesi içinde yerini onurlu ve direngen kimliğiyle kalıcı bir şekilde elde etmeyene kadar da bu böyle devam edecektir.
13 Ağustos ile birlikte müzakere ve diyalog yönteminin öne çıkması için son bir şans veren hareketimizin bu tavrının zayıflığından ya da kimi kesimlerin baskılarından kaynaklandığını zanedenler büyük bir yanılgı yaşıyorlar. Bu eylemsizlik kararının silahsızlanmaya giden bir yaklaşım olduğunu düşünmek bile düşman ve süreç gerçeğinden kopukluğun bir göstergesidir. Bu hareket birkaç kişi ile tüm toplumsal gerilik ve amansız bir düşman gerçeğine karşı kendi öz iradesi ile, öz düşünce ve gücüyle mücadeleye atıldı. Birçokları yapılanın bozgunculuk, intihar, delilik olduğunu kabul ettirmeye çalıştıysa da geçen otuz yılı aşkın süre çok iyi gösterdi ki bu yol ve kararlılık kesinlikle doğru olanıdır.
Uzun yıllar yürütülen mücadele hep bu ilkeye bağlı kaldı. Net bir amaç ve uygulama konusunda kararlılık. Bizleri bu yoldan döndürmek için sadece TC devleti değil, bölgesel statükocu devletler ve uluslar arası güçler amansız saldırılarda bulundular. Kürt toplumu içinde yuvalanan işbirlikçi kesimler ise düşmandan önce savaştığımız kesimlerdi. Biliyorduk ki kendi içindeki ihanet ve işbirliği bitirmeden düşmanına karşı mücadele yürütmen imkansızdır. İşte bu gerçekten yola çıkarak PKK hareketi de amansız ve paha biçilmez fedakarlıklarla bu kararlı mücadelesini yürüttü.
Gelinen aşamada PKK Kürt halkını özgürleştirme amacına çok daha yakın. Bu yakınlık tabii ki salt PKK’nin kadrolarıyla yürütülen mücadelenin eseri değil. Kürt halkı Kürdistan ve Türkiye metropollerinde yıllardır devlete karşı, kendi içimizdeki gericiliğe karşı mücadele yürütüyor. Ve karşılıklı yürütülen bu mücadelenin yarattığı enerji bugün Kürt halkının özgürlüğü amacını daha da yakınlaştıran yegane birliktir.
Tabii ki bu aşamanın büyük kazandırma imkanı olduğu gibi çok büyük riskleri taşıdığı da gizli değil. Düşmanımız her türlü kirli ittifak çerçevesinde hergünü yeni bir işkence ve imhaya dönüştürmeye çalışıyor. Çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız, yaşlılarımız her gün ölüm riskiyle, baskı ve işkenceyle, dejenere kültür ve asimilasyonla yüz yüze bırakılıyor. Her türlü yöntem kullanılarak Kürt halkının yarattığı değerler yok edilmek isteniyor. Kürt halkının kazanımları tekrar elden alınmaya çalışılıyor. Bu kimi zaman direkt düşman yönelimi şeklinde gelişebiliyorken kimi zaman da bazı Kürt halkı adına konuştuğunu iddia eden revizyonistler tarafından gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Kürt halkı büyük bedellerle elde ettiği kazanımlarını korumak için bizleri bir güvence olarak gördüğü müddetçe kesinlikle bu görevi layıkıyla yerine getireceğimiz asla unutulmamalıdır. Her yeni günü yeni bir saldırı dalgası altında karşılayan Kürt halkının savunmasız bırakılamayacağı, bunun teklifinin bile yapılamayacağı dönemin değişmez gerçeği olarak görülmek zorundadır. Şüphesiz PKK sonsuza dek varolmayacak ve silahlı bir şekilde savaşmayacaktır. Fakat günümüz gerçeği bu silahlı varlığın korunmasını olmazsa olmaz bir gerçek olarak ortaya koyuyor. Bu anlamıyla PKK ve HPG militanları Kürt halkı kendi öz savunmasını oluşturana, kendi güvenliğini sağlayana, düşman ve işbirlikçiler karşısında kazanımlarını koruma düzeyine ulaşana kadar biz Kürdistan gerillaları Kürdistan dağlarında bu görevi yerine getirmeye devam edeceğiz.
Böylesi gerçek dışı, süreci saptırıcı, mücadeleyi sekteye uğratıcı sözleri söyleyenlerin de Kürt halkının savunulmasının temel bir görev olarak ele alınması gerektiğini bilerek bu konuda yaşadıkları yanılgıları aşmak zorundadır. Eğer şu anda Kürt kimliğiyle yaşıyor ve kendinizi kabul ettiriyorsanız bunun PKK’nin yürüttüğü bu silahlı savaşım sonucu oluşan bir durum olduğunu kafalarınıza koymalısınız. Eğer PKK’nin silahlı gücü olmazsa değil Kürt adına çıkıp konuşmak siyaset yapmak, en büyük katliamlarla yüzyüze kalacağınızı görmelisiniz. Bugün yıllarca savaştığımız güneyli Kürt örgütleri bile bu gerçeği görmüş ve PKK’nin Kürdistan dağlarındaki varlığını kendileri için bir güvence sayarken bu beyaz Kürtlerin bu tür söylemlerinin ancak iktidara yaranmacı bir yaklaşım olduğu rahatlıkla görülüyor. Fakat yine de hem kendilerinin, hem de demokratik yurtsever kamuoyumuzun bu konularda hassas yaklaşması adına bu yaklaşımın deşifre edilmesi gereği vardır.
PKK özüne uygun bir şekilde amacına bağlılığını koruyarak dün olduğu gibi bugün ve yarın da Kürt halkının özgürlüğü mücadelesinde gereken özveri ve fedakarlıkla yürümeye devam edecektir. PKK’nin özü budur. Ve öz her zaman için vazgeçilmezimizdir.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Kürt özgürlük hareketi, 15 Ağustos eyleminin 27. Yılına, 20 Eylüle kadar sürecek olan eylemsizlik kararı ile girdi. Dördüncü stratejik dönemin başladığı bir dönemde eylemsizlik kararı, Kürtlerdeki iradenin ve örgütlülüğün ortaya çıkması anlamına geliyor.
Her şeyden önce anlaşılması gereken şudur! Kürt gerillası 1 Haziranda başlattığı eylemlilik sürecini oldukça başarılı bir şekilde geçirdi. Kimsenin beklemediği bir tempo ve taktik ile savaşımını sürdürebileceğini gösterdi. Fedai bir ruh ile her şeyi göze alarak, kontrollü bir savaş yürüttü. Şimdi ise 13 Ağustostan itibaren 20 Eylüle kadar, KCK’nin eylemsizlik kararına uyarak savunma pozisyonuna geçti.
Hükümet yanlısı medya organları HPG gerillaları karşısında çaresiz kalan Türk ordusunun zaafiyetlerini örtbas etmek için kendilerince senaryolar geliştirip, bilmem hangi eylemi kimler yapmış dediler. Yine bazı eylemlerde heronlar görmüş de birileri müdahale etmemiş, dediler. Lafla peynir gemisi yürümez. Gerillanın eylemleri karşısında biçare kalan ordunun da durumu aynen öyle oldu. Birileri lafla orduyu kurtarmaya çalışıyor, ama bütün kamuoyu biliyor ki bunlar beyhude çabalardır. Birileri istedikleri kadar yanıltmaya çalışsınlar gerçek kendini her zaman hissettirecektir. Kimse hakikati örtbas edemez.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok, daha geçenlerde yapılan Yüksek Askeri Şura(YAŞ) toplantısında neden devlet atama yapamadı. Aslında nedenini herkes biliyor da, kimse gerçeği dile getirmiyor. Gerçek şudur ki, Kürt özgürlük savaşı karşısında başarısız olan orduya yeniden çeki düzen verilmeye çalışıldı. Hatta gerillaya karşı başarısız olanlara başarısızlığın hesabını sordular. Bütün mesele buydu. Daha neyi saklayacaksınız ki!
Kürt gerillası Kürdistan dağları ile sınırlı kalmamış Karadeniz’den, Amanoslar’a kadar kendini örgütlemiştir. Dördüncü stratejik sürece göre kendisini hazır hale getirmiştir. 26 yılı geride bırakan bir gerillacılık deneyimi olan HPG gerillası, her koşulda, her türlü eylemi yapabilecek kapasiteye sahiptir. Örgütlü ve donanımlı bir güçtür. Yaptığı eylemlerde gerillacılıkta yakaladığı başarıyı göstermektedir. Devlet istediği tekniği veya silahı kullansın gerillayı engelleyemez. Hele bir gerilla grubu bir eylem planı yapmış ve hayata geçirmeye başlamışsa, o eylemi hiç kimse durduramaz, çünkü ok yaydan fırlamıştır. Özgürlük aşkı ile yanan insanın önünde değil dağlar, dünya bile dayanamaz. Karşımızda duran Kürt gerillasının da tanımı biraz böyledir.
Dördüncü stratejik dönem diye tanımlanan süreç her şeyin yeniden ele alınıp farklı yaklaşımların olduğu bir süreçtir. Artık, Kürt halkı kendi varlığını ve iradesini başkalarının eline bırakmayacaktır. Demokratik Özerklik temelinde geliştirilen proje kapsamında bu halkın diline, kimliğine, kültürüne sahip çıkılmaktadır. Kürt halkı, kendi kendini yönetebilecek bir politik bilince ulaştı. Bu politik bilinç sayesinde nerede ve nasıl tavır alması gerektiğini çok iyi bilmektedir.
Kürtler, var olan örgütlülükleri ile devlete ihtiyaç duymadan kendi iradeleri ile yaşayabileceklerini ve ayakta kalabileceklerini ortaya koymaktalar. 1 Haziran ile başlayan dördüncü stratejik sürecin iki buçuk ayı sonrası eylemsizlik kararı verildi. Örgütlü ve politik olan bir hareketin dönem ihtiyaçlarına göre karar alma ve bu kararları uygulayabilme gücünü göstermektedir. Ve bu karara bütün Kürt oluşumlarının tabi olması Kürtlerdeki birlikteliği de ifade etmektedir. Yine Kürdistan ve Türkiye’nin birçok yerinde birimler halinde gezen HPG gerillalarının eylemlerini durdurmaları ve Kürt özgürlük hareketinin kararına tabi olmalarını göstermeleri Kürt örgütlülüğünün tablosunu çizmektedir.
Her dönem olduğu gibi bu dönemde de süreci sabote etmek isteyen kesimler ortalıkta gezmektedir. Kürt halkının özgürlük savaşında nemalanan kişi ve kurumlar, çözüm sürecinden her zamanki gibi rahatsız olmaktadırlar. Gelişebilecek süreci bozmak için ellerinden gelen her türlü tahrik edici yaklaşımları kullanmaktalar. Kanla beslenen ve Kürt halkının değer yargılarını kendi çıkarları için kullanmak isteyen bu kişiler, Kürt halkının önünde engel olmak, ortalığı buğulandırmak istemektedirler. Ama bu kesimler bilmelidirler ki, dünyada yaşanmış ve sonunda haklının kazandığı birçok halk mücadelesi yürütülmüş. Oralarda da çürük cevizler çıkmış ve sonunda gereken yerlere gereken hesapları vermişlerdir. Kimse sanmasın bir halkın kaderi ile oynamak öyle basittir. Gün gelir, Kürt halkı da kendisine karşı kirli savaş yürüten kesimlere karşı kendi mahkemelerini kuracak ve hesabını soracaktır.
Hüseyin Boran
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Ağustos günü 18.30-20.00 saatleri arasında Şırnak’ın Besta alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
15 Ağustos günü Van’ın Erciş ilçesine bağlı Şahpazar köyü çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 19 Ağustos gecesi operasyona çıkan düşman askeri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ağustos günü 06.00-07.00 saatleri arasında Şırnak’ın Besta alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Ağustos günü Şırnak’ın Gabar alanına bağlı Sipîvyan köyü çevresine yönelik olarak TC ordusuna ait kobralar tarafından bombardıman yapılmıştır. Yapılan bombardıman sonucunda arazide çıkan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Şahadetinin 7.yılını geride bırakıyoruz. Tam yedi yıl önce, aynı bugünler. Bir toplantı esnasında öğreniyorum. O yani çocukluk, gençlik ve de gerilla da birlikte olduğum arkadaşım ve yoldaşım olan ERDAL-ENGİN SİNCER’in şahadetini.
Bizde gelenektir gidenlerin ardından ağlanmaz. Ağlama Ortadoğulu olan biz erkeklerinde ayıplanır, zayıflık işareti olarak algılanır. Bunun için ağlayan erkeğe biraz da kem gözle bakılır. Giden bir daha size dönmeyecek olsa da ağlanmaz.
Ancak biz Kürdistan gerillaları öğrendik ki Ortadoğulu erkekler herkesten daha fazla ağlarmış. Meğer ağlamalarını içlerine akıttıkları için dışarıya yansıtmazlarmış. Meğerse kendilerini böyle kamufle ederlermiş. Dediğimiz gibi biz Kürdistan gerillaları olarak bunu öğrendik. Yaşayarak öğrendik. Çıplak olan kavga ortamında öğrendik. Nasıl ki en iyi yoldaşlıkların, dostlukların da kurulabileceğini kavganın tam ortasında öğrenmişsek ağlamaların nasıl bir taşın arkasında-gözlerden ırak-yürütüldüğünü, kendini geri çekerek dünyalardan koparak kimseye çaktırmadan yapıldığını da öğrendik. Ve de dediğim gibi içimize akıttığımız gözyaşlarında öğrendik.
Devrim bizde aynı zamanda kendini değiştirme, dönüştürme ve de yaratma zemini olduğu için bu zeminde ilk iş olarak kendimizi öğreniyoruz, yanımızdakini öğreniyoruz, halkımızı ve giderek insanı ve insanlığı öğreniyoruz. Öğrendikçe en ücra köşelerde gizli saklı tutulan duyguların nasıl yaşatıldığını da öğreniyoruz. Ve böylece bizim için yani gerillalar için insana ait olan ne varsa gizli saklı kalmıyor. Hızlı yaşanan bir yaratım tarihinde kendimizi görerek başka yoldaşlarımızı da görüyoruz. Bu ise ayrı bir öğrenme yolu oluyor. Daha derin, daha kalıcı ve daha duygu yüklü…
Erdal yoldaşın çocukluk, gençlik ve militanlıkta bir arkadaşı ve yoldaşı olarak onun şahadetini aşmanın ne kadar zor olduğunu yaşayarak öğreniyorum. Ne kadar aşıp aşmadığımı ise bilemiyorum. Bu duygunun sadece bana ait olmadığını yine yaşayarak öğreniyorum. Onlarca yoldaş, hatta Erdal’la kalan yüzlerce yoldaş onunla bir anını geçirmişler ise onun nasıl unutulamayacaklarını günlük olarak onunla paylaştıkları anı dile getirerek ifade ediyorlar. Böylece hem Erdal yoldaşla yaşanılan an ölümsüzleşiyor hem de kendileri o ölümsüz anın bir parçası ve kendileri oluyorlar.
Evet, Erdal’ı anıyorum. 7 yıl öncesine giderek bugünlere bakıyorum. Ya da bugünlerde 7 yıl öncesine gidiyorum. Ve Erdal yoldaşımı anıyorum, onunla yaşadıklarımı tazeliyorum. Bugünlerde geçmişe gittiğimde Erdal’ın boşluğunu daha iyi hissediyorum. “Bir militanın militanlık görevlerini yapması gerektiğini” söyleyen o, her zaman bir militan olarak üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmiştir. Mücadelemiz içerisinde acaba yaşarken bu kadar çok sevilen bir arkadaş var mıydı diye hep kendime soruyorum? Erdal’la çocukluk arkadaşlığı yaptığım için ara sıra tereddüde giriyorum. Acaba yakinen tanımışlığın verdiği sevgi olmasın onu benim yanımda kutsallaştıran d…
Böyle de düşünsem onun herhalde parti tarihimiz içerisinde gelmiş geçmiş militanlar arasında yaşarken de en çok sevilenlerin arasında yer aldığı kesindir. Onunla bir anını yaşayan bir birey, bir yurtsever bu denli etkileniyorsa orada durup düşünmek gerekir.
Örneğin çok sonraları tanıştığım değerli bir yurtsever bana “İki gün sonra bir arkadaş refakatinde karmaşık duygularla Belçika'ya gittim. ERDAL arkadaşla ilk karsılaşmamda“Örgüt beni bu çocukla muhatap etti. Ben bu çocukla hangi sorunumu çözebilirim? “Çocuk ruhlu. Çocuğumsu bir duruş, güleç yüzlü, candan, minyon tipli biriyle karsılaştım. Kısa bir tanışmadan sonra yanından ayrıldım. İçimde farklı bir duygu oluştu. Beni ona çeken bir şeylerin olduğunu fark ettim. Sabırsızlıkla aksamı bekledim. Aksam ki buluşmamız daha da ilginçti. Konuşmaya baslar başlamaz dur dedim. „Biz tanışıyor muyuz?“ dedim. Hiç duraksamadan „evet“ dedi. „Ben Zınar’ım, Serhat’ım, Hayri’yim, Karasungur’um. Ben PKK’yim. Biz dogmadan tanışıyoruz“ dedi. „Hiç vakit kayıp etme hemen öz geçmişini yaz KNK üyeliği için müracaat et. Fazla vaktimiz yok. Sonra oturup beraber neler yapabiliriz. Onu tartışırız. İste ERDAL böyle bir kişilikti. Yaratıcı, çözümleyici, birleştirici, bütünleştirici, moral gücü, direnme ruhuydu. O PKK’ydi.“
Yine başka bir örneği vereyim. Kürt halkının Avrupa’da da dostları vardır. Ülkede gerilla da verilen eğitim biçimini incelemek için dağa gelen bir eğitimci profesör kadın vardı. Oldukça sıcak, sempatik biriydi. Yaşça bize göre büyüktü. Onu karşılamaya ben gönderilmiştim. PKK okuluna getirdim. Birçok yoldaşla eğitim üzerine tartışmaları oldu. Bir ara onu PKK okulunun geneliyle toplantı yapabileceğini söyledik. Kabul etti ve PKK okulumuzla bir toplantı yaptı. Esasta biraz gözlemlerini aktaracaktı ve tabii ki soruları da vardı. Tartışmanın bir anında okul öğrencileri Avrupa’da gelen öğretim üyesi kadın profesöre sorular sordular. Sorular derinleştikçe özele indi. Tartışmanın bir anında bir bayan yoldaş “PKK ile nasıl tanıştınız?” sorusunu sordu. Ortam sessizleşti. Herkese kadın dostun vereceğe cevaba kilitlendi. Kadın dost İngilizce konuşuyordu. Yanında oturan bir yoldaşımız vardı. Daha önceleri İngilizce öğretmenliği yapmıştı. Kadın dostun ses tonu değişti duygusallaştı. Yüz hatlarında rengi farklılaştı. Hüzünlendiği her halinde belliydi. Ancak anlattı. Örgütü, partiyi, önderliği nasıl öğrendiğini anlattı. Anlatırken ona tüm bunları öğretenin kim olduğu merakı herkesi sardı. Bir ara kafasını kaldırarak, gözleri dolu olarak tam okulun arka kısmında duran büyük boy resme baktı ve Erdal arkadaşın resmini göstererek “sizin çok sevdiğiniz, benim de çok sevdiğim ve saydığım Erdal arkadaş beni partiyle tanıştırdı” diye bildi. Gözleri doldu. Konuşma kesildi. Tercümeyi yapan arkadaşın ise Avrupa’da ilk karşılaştığı arkadaş Erdal’dı. Bunu biz bilmiyorduk. Birlikte çalışmışlar. Erdal’ı çok seven bir arkadaş. Tercüme ederken gözleri doluyor, ağlamalarını tutamıyor ve tercüme etmeden dışarıya kendini zor bela atı veriyor. Ve ortam bir anda korkunç derecede bir duygusallığa kapılmıştı.
Evet Erdal işte budur. Onunla bir gün de kalan onu bir daha unutamaz. Onunla anıları hep zirvede capcanlı yaşar. Başka da olamaz.
Evet Erdal yoldaşın 7. şahadet yıl dönümünü yaşıyoruz. Ve bugünleri yaşadıkça Erdalsız bir yaşamın ne kadar zor olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Erdallı yaşamak için ise Erdal gibi yaşamaktan da başka yol olmadığını her geçen gün daha iyi anlıyor ve ona karşı olan sevdamız saygımız daha da artıyor.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Ağustos günü (bugün) sabah saatlerinde Muş’un Varto ilçesine bağlı Kirmeçok, Başkent, Benzen, Mila Koxê ve Geliyê Gulik köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından özel harekat timleri ile sivil askerlerin katıldığı kapsamlı bir operasyon başlatılmıştır. Operasyonun kapsamı genişletilerek devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Kolay değil 26 yıl boyunca sürekli direniş halinde bulunmak. Nefes nefese yaşamak ve bu şekilde mücadele etmek. Binlerce bedeni toprağa düşürüp, onbinlercesini ise çeşitli nedenlerle mağdur bırakıldığı halde yine de bu büyük coşkunun içinde, özünde ve hatta yüreğinde tutabilmek. Dünya da tüm bu sayılanların içinde yer aldığı herhangi bir özgürlük hareketi yoktur. Ne bugün vardır, ne de tarihte olmuştur. Bundan sonrasında olur mu? (ideolojik boşluğun bu kadar yoğun yaşandığı bir çağ gerçekliğinde bundan bahsetmek her geçen gün daha da zorlaşıyor) Tüm bunları kendi karakterinde, eyleminin dilinde ve mücadele çizgisinde somutlaştıran, milyonlarca halk kitlesine dönüştüren ve gerçek anlamıyla ete kemiğe kavuşturan hareketin adıdır; PKK.
Doğal olarak bu görkemli mazinin ve destan gibi geçen son 26 yılın haklı coşkusunu yaşıyor bütün Kürtler! Ellerine bayrakları alanlar gece gündüz demeden sokağa dökülüyor ve soydaşlarıyla birlikte bu bayram havasını yediden yetmişe teneffüs etmeye çalışıyorlar.
Sadece yürüyorlar ve yaşadıkları coşkuyu onlarla, yüzlerle, binlerle, on binlerle birlikte paylaşmaya çalışıyorlar.
Bazıları bunun için gövde gösterisi, örgüt propagandası veya örgütün yandaşlarının provokasyonu gibi çok maksatlı yorumları daha ilk dakikadan itibaren geliştirmeye çalışıyorlar.
Halbuki yetmiş yaşında bir nineyi ve on yaşındaki bir çocuğu el ele, aynı bayraklarla ve aynı sevinç gösterileriyle bir sokakta ya da bir caddede bütünleştiren bir şeyler varsa, orada elbette bir örgütlülüğün olduğu muhakkaktır. Fakat bunun sadece sığ düşüncelerin çeşitli formel açıklamalarıyla tedhiş edilmek istenen bir organizasyon kışkırtmacılığı olduğunu düşünmek, işte neden sürekli barış olmuyor, neden gencecik insanlar ölüyor sorularının yanıtını da oluşturan basit tılsımlar olmaktadır. Bu soruların cevabı elbette önemlidir ama…
Aması Mersin’de Kürtlerin yaşadığı bu coşku seline devletin polisinin gösterdiği tepki de yatmakta.
Biliniyor yakın geçmişe kadar da yapılan tartışmaların gündeminde; taş atan çocuklar vardı. Sonrası malum çeşitli yasal zikzaklar ve hukuksal al gülüm-ver gülümlerle bir alabora oluşturuldu.
Şimdi Mersin’de de yaşayan Kürtlerin bu görkemli coşkusu karşısında yine polisler bunu engelleyerek hani o nineyle, çocuğun buluştuğu çerçeve vardı ya, işte onun dağılmasını istiyorlar.
Resmi tarih yazmasa ve kabul etmese de, Kürtler 15 Ağustos’u bir milat olarak görmekte ve diriliş bayramı olarak kutlamakta. Bütün bayramların ve bunların coşkuları resmi tarihe göre olmayacağını bilmede de fayda var…
Tabi bu dağıtmaya yönelik baskılarda kolluk güçleri nam-ı diğer polisler sonuç alamayınca son bir iki ikazı da isteksiz bir şekilde yapıyorlar…
Bu dağıtma isteminin su üstündeki nedenleri çok basittir; ya izinsiz bir gösteridir, ya da verilen izin (çizilen sınırın dışına çıkılmak istendiği gibi varsayımlarla) alanının dışına taşmıştır gösteriler.
Fakat kimsenin can güvenliği ya da kamu mallarına yönelik herhangi bir yaklaşım söz konusu değildir. Bir halk bayramı olarak algılanan böylesi bir güne, devlet organizasyonunda resmi görevleri olan polisler tarafından husumet duyuluyor ve insanların o coşkusu bir düşman hedef olarak okunuyor.
Sonrasında ise bayramını kutlayanlarla polis arasındaki yaşanan gerginlik bir sokak çatışmasına dönüşüyor.
İşin rengi de nedense bundan sonra değişiyor;
Bazılarına göre bundan sonrasında ortaya çıkan tabloda, görevi başındaki polise mukavemet gösteriliyor. Halbuki insanların bu coşkusu karşısındaki polisin yaklaşımına duyulan bir öfkenin patlaması yaşanıyor. Doğal olarak o on yaşındaki çocuklar taşlarla birlikte polisin bu yaklaşımına cılız da olsa direnmeye çalışıyor.
Peki devletin resmi polisi ne yapıyor bunların karşısında!
Onlarda o çocuklarla taşlarla saldırıyorlar. ( sanki mahalle arasındaki bir futbol maçında basit nedenlerle ortaya çıkmış bir sokak kavgasını andırıyor görüntüler)
İşin astarı kesindir; bir devletin kolluk güçleri sokak arasındaki çocuklara yönelik taşlarla dahi saldırabilecek kadar işi tırmandırıyorsa orada her şeyden önce toplumsal geleceğin ciddi bir şekilde travma yaşamasına neden olabilecek hususlar yaşanmaktadır.
Daha öncesinde taş atan çocuklar diye bir tartışma vardı, şimdi taş atan polisler diye bir tartışmaya başlamak gerekir.
Yani 15 Ağustos’un nedenlerini, niyelerini zaten kimse tartışmıyor. Fakat 15 Ağustos’tan günümüze değin yaşananların bilançolarını herkes kendi menzilinden ortaya döküyor. İşte bugün insanların coşkusu karşısında taş atan polisler diye bir şeyler ortaya çıkıyorsa, bundan sonrasında yapılması gerekenlere yönelik biraz tartışmak gerekiyor. Yoksa her sene 15 Ağustos’larda bilanço hazırlamanın çok fazla bir anlamı olmuyor, insanların hayatları bu şekilde kurtulmuyor.
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar