Milliyetçilik ulus devletle gelişen toplumsal hatta ruhsal bir hastalıktır. Doğuşu ise kapitalizmin kendisini ulus devlet biçiminde örgütlendirilmesi zamanına götürülebilir. Bu bağlamda milliyetçilik-insanlık tarihi göz önüne getirildiğinde-yeni bir hastalıktır. Yeni ve taze bir hastalık olmasına rağmen, suni olarak doğuşundan bugüne kadar belki de insanlığın başına bela olmuş en büyük hastalıkların da başında gelir.
Bu öyle bir hastalıktır ki, bir devletin sınırları içerisinde yaşayan insanlara, ulus devleti gerçekten de kendi devleti bilir hale getirir. Kendisini ulus devletin sahibi olarak görür. Halbuki: “Ulus kavramından türetilen milliyetçilikle tüm bir ulus iktidarın kendisine ait olduğuna inandırılmıştır. Özünde hiçbir zaman iktidar ulusun olamaz. Her yerde ve her zamanda etnik grupların, hanedanların, ulusların azınlık kesimi iktidarın gerçek sahibidir. Fakat öyle bir sistem yaratılır ki, en alttaki ezilene kadar her birey bir anlamda kendini iktidar sahibi kılmak durumundadır. En alttaki bir ailede en yoksul bir koca karısı karşısında kendini ‘küçük imparator’ rolünde rahatlıkla görebilir. Karı da zincirleme tarzda çocuklarına karşı bu rolü oynar. Ya çocuklar? Onlar büyürlerse aynı sistemi oynamaktan başka ne yapabilirler? İktidarlaşma zincirinin böyle kurulması sistemin bir özelliğidir.”
Daha da açacak olursak: “Kapitalizmin gelişim aşamasında ortak dil ve geleneklerle çevrili bir sınır, ideal birikim için tercih edilen coğrafi büyüklüklerdir. Kutsal vatan anlayışı değil, elverişli kâr, birikim alanı kavramı esastır. Dış rakiplerine kapatılan bu alan sermaye birikimini güvene almak, iktidarını güçlendirmek için idealdir. Milliyetçiliğin doğuşu bu maddi gelişmenin sonucudur. Laiklikle -dünyalaşma- dini zihniyetin gerilemesi yeni bir ideolojik örtüye ihtiyaç gösterir. Milliyetçi ideoloji ulus olgusu ile bağlantısı nedeniyle hızlı gelişme gösterir. Özünde eskinin etnik -aşiret- duygusunun daha geliştirilmiş bir biçimi olarak düşünülmesi gereken milliyetçilik, ortak etnik duygu ve dinin yerini tutan bir inanç hizmeti gösterir.”
Yukarıda dile getirilenlerden yola çıkarsak o zaman bizler: “Milliyetçiliği kapitalist devletin ideolojik silahı olarak anlamak, yayıldığı dönemleri doğru kavramak açısından önemlidir” tespitini esas almamız gerekecektir. Çünkü biz biliyoruz ki: “Milliyetçilik aynı zamanda devletteki merkeziyetçiliği güçlendirir. Daha demokratik federal yapılara karşı devlet milliyetçiliği, merkezi-üniter yapılara kayar. Buradan faşist ve totaliter devlet anlayışına geçilir. Toplumsal hastalığın histeriye dönüşmesi, kapitalist sistemin faşist ve totaliter devlet biçimine yönelmesiyle at başı gider. Sonuç, kapitalizmin intiharıdır. Birinci ve ikinci dünya savaşları bu anlamda milliyetçilik dozajının aşırı kullanılmasından doğan sistemin intihar eylemleri olarak da düşünülebilir. Kendisi uygarlık krizi olan kapitalizmin en genel ve derinlikli krize, kaosa girme sürecidir.”
Söylenen ve yazılanların özü itibariyle birer ruh hastalığı yansımaları olduğu da açıktır. Tekleştirme adına neredeyse dünyanın tamamını ateşe vermek, gerçek manada akıl kârı olamaz. Milliyetçilik hastalığıyla insanlık ateşe verilmiştir. Sadece birinci ve ikinci dünya savaşlarını ele alacak olursak; milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarcasının sakat kaldığı ve de milyonlarcasının ise halen akıbetlerinin belli olmadığını dile getirdiğimizde, yaşanmış olan ruh hastalığının ne kadar derin olduğu daha çıplak biçimde kendiliğinden anlaşılır.
Bu hastalığın bir şekilde üstünün örtülmesi gerekir. Çıplak bir hastalık olarak görülmesi yerine tam tersine sanki milliyetçilik din gibi kutsalmışçasına öyle bir propaganda yapılır ki, milliyetçiliğin büyük tehlikelerine karşı toplumun-büyük bölümü-korunmasız ve savunmasız bırakılır. “Ulusçuluk ya da milliyetçilik zayıflayan dini bağların yerini tutmaktadır. Bir nevi seküler-dünyevi- dindir. Devletin en temel meşruiyet aracıdır. Dine ve milliyetçiliğe dayanmadan devleti yürütmek zordur. Din zaten devletin genidir. Milliyetçilik de onun modern biçimidir” tespitleri dile getirdiklerimizi ifade etmektedir.
Başka bir şekilde ifadeye kavuşturacak olursak: “Ortaçağlarda din adına yürütülen savaşlar, kapitalizm çağında milliyetçilik adına daha kapsamlı ve acımasız sürdürüldü.” Nedenleri elbette vardır. Bir nedeninin iktidarla bağı olduğu kesindir. “Ne kadar süslü kelimelerle ifade edilse de, milliyetçilik aşiret şovenizminin gelişmiş bir biçimidir; onun daha da büyütülmüş ve siyasallaştırılmış ifadesidir. Bu da dar görüşlülük ve kendinden başkasını görmemektir” kendisini beğenmektir, başka halklara ve renklere karşı düşmanlıktır, tanımamaktır yani kendini dünyanın merkezine koymaktır. Bunun için: “Milliyetçiliği kapitalist devletin ideolojik silahı olarak anlamak, yayıldığı dönemleri doğru kavramak açısından önemlidir.” Bu silahın nasıl kullanıldığını ise bizler son iki yüz yıllık pratikte gayet iyi biliyoruz. En çokta biz Kürtler, Ermeniler, Asüriler, Çerkezler, Aleviler olup bitenleri iyi biliyoruz. Çünkü son iki yüz yıldır ve özelde de son yüzyılda kaç yüz bin Kürt insanının bu hastalıklı ruhsal bakıştan dolayı katledildiği verileriyle ortadadır.
Halbuki Başkan Apo: “Egemenlerin sahte milliyetçilikleri uğruna değil, halkların ortak vatanı uğruna özgürlüğü ve hak eşitliğini esas alan, her düzeyde ortak birliktelik ve eylemlilik yöntemiyle mücadele etmek, gerçek yurtseverlik anlamına gelmektedir” demektedir.
Halkların ortak vatanı uğruna özgürlüğü ve hak eşitliğini esas almak, sözünü sıkça ettiğimiz Demokratik Ulus kavramlarıyla yakinen ilgilidir. Demokratik Ulus kavramı halkları ulus devlet temelinde zehirleyen kapitalist modernist çağa karşı -gerçek manada- bir mücadele stratejisidir. Öyle ki tekçiliğe karşı ortaklığı ve komünal olmayı savunur. Kendini beğenmenin yerine insanlığı sevmeyi savunur. Renksizliklere karşı çok ama çok renkli olmayı ilke edinir. Birçok farklı rengin bir arada, hem de çok güçlü bir şekilde ortak yaşayabileceğine inanır. Yani tekçiliğin bir milliyetçilik zirveleşmesi olarak halklara sadece acı getirdiğini bilerek, bu tekçiliklere ve tekleşmelere karşı en ileri düzeyde karşı koymasını da bilir.
Özcesi bizler bugün dünyada insanlığın başına bela olmuş milliyetçiliklere karşı durmak istiyorsak önce demokrat olacağız. Ancak bu demokratlığı tüm farklı toplumsal yapılarla birleştirerek sağlam kurumsal yapılar haline getirirsek orada gelişen ve gelişecek olan Demokratik Ulusçuluktur. Anti Milliyetçilik olarak Demokratik Ulusçuluk ise gerçek manada halkların renkli bir şekilde açan gül bahçesidir.
Halkların Gül Bahçesi’nde tüm renklerin bir arada, aynı anda açması ve yaşaması dileğiyle…
ŞIHO DİRLİK
- Ayrıntılar
Birileri ısrarla topluma ideolojik duruştan uzak durmaya, politikayı ve tabi doğası gereği kendilerini takip etmeye çağrı yapıyor. Bunu yaparken de kendi dünya görüşü, içerisinde yerini aldığı topluluk ya da toplumun ve hatta devletin bakışını temsil ettiğini de sinsice yaptığını da unutuyor.
Peki; İdeoloji nedir, ideolojik olmak ne demektir?
“İnsan gelişmesinin, tasarım gücüyle yakından bağlantısı vardır. İnsansal gelişmenin tasarım veya diğer bir deyişle düşünce ve onun iradesi, ruhsal durumu üzerindeki etkileşimi olmadan pratik yaşam gelişemez. İnsan söz konusu olduğunda öncellikle böyle bir tasarıma, düşünsel gelişmeye ihtiyaç vardır.”
Hiç şüphe yoktur ki: “İnsan, toplumsallaşmaya başladığında kesinlikle düşünce yönü ağır basan bir var olma olayıdır.” Başka bir deyişle: “Düşünce, tasarlama, hayal etme olmadan yaşam olmaz.”
Yani: “Düşünce; genel tasarımlar, genel fikirlerdir.” Ancak: “İdeoloji ise; bir toplumun maddi koşullarına uyarlanmış, o toplumun çıkarı olarak düşünülmüş ve hatta formüle edilmiş düşüncelerdir. Yani bir toplumun gerçekliğini ister ilerleme, ister geriletme veya muhafazakarlık yönündeki bir yaklaşımı, onun düşüncesini ifade ediyor.” Başka bir formülasyonla belirtecek olursak: “İdeolojiler somut toplumsal düzeyle ilintilidir.”
Bu olmazsa, yani insan ideolojiden kopuk olursa, ideolojiden kopuk yaşarsa orada yaşanacak olan özü itibariyle toplumsallıktan yani insanlıktan ve insan olmaktan kopmaktır, insan olmaktan çıkmaktır. Hatta: “Bilmek gerekir ki, ideolojiyle bağlantınızı koparırsanız hayvanlaşırsınız.” Hayvanlaşmayı, düşünceden kopuk olma, düşünceden kopuk yaşamak olarak ifade ettiğimiz doğası gereğidir.
İnsanların bir araya gelişini, ortak yaşamasını sağlayanın da özü itibariyle ideoloji ve ideolojiler olduğu açıktır. Farklı farklı çevreleri, gurupları, kesimleri, halkları başka bir araya getirmek olanaksızlaşır. “İdeoloji irade haline gelmiş ortak fikirler paketi olarak da tanımlanabilir” tespitinin özü de zaten budur.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu olmazsa orada yaşanacak olan gerçek manada insanlıktan kopuştur. Ve dikkat edelim, insanlığa ve değerlerine karşı nerede bir kayış yaşanmış ise orada yaşanmış olan kesinlikle, faşizm türü yapılardır. Faşizmin: ”Çok erken çözülmüş bir burjuva ideolojisi” olduğu bilinmektedir. İnsanlık varoluşsal olarak komünal iken, ortakçı iken liberalizm özü itibariyle bireycidir, bireyi esas alır, bireyi ne kadar toplumdan uzaklaştırabilirse o kadar etkili olacağına inanır. Ve bu durumun moralle yani toplumsal değer yargılarla birebir bağlantısının olduğu tartışmasızdır.
“İnsan doğası gerektiği kadar hayale, dogmaya, kutsal değerler diye tabir edilen dini konulara, hatta ahlaka, morale kesin yer vermek zorundadır.” Dinler de "insan tümüyle moralle yaşar, kutsal ilkeye göre yaşar" derler. “İnsanı alabildiğine maddiyatla doyurmaya çalıştın mı, doymaz” bunun ise insanı sadece güdülerini yaşayan bir varlık haline götüreceği açıktır. Yani moralden kopmak demek, insanlıktan kopmak olduğu bir daha görülmektedir.
Bu olmazsa insanlar bir araya gelerek toplum olamazlar, toplumsallığı kuramazlar. Yani: “Moral diye tabir ettiğimiz kavram gerçekleşmeden insanın sağlıklı gelişmesi ve hatta yaşaması oldukça sorunlu olacaktır.” Ve unutmayalım ki nerede insanlar moral değerlerinden kopmuşlarsa orada, tam bir baş aşağıya gidiş yaşanmıştır. İnsanlık tarihi bunun bolca deneyiyle doludur. Belirttiğimiz gibi bu baş aşağıya gidişin altında bireycilik vardır. İktidar odaklı yaşamak, devlet odaklı yaşamak hep bir şekilde biriktirmeyle ilgili olduğunu düşündüğümüzde bu bireyciliği insanlığın ilk çatallaşmasına kadar götürebiliriz. Çatallaşma derken, insanın doğasında kopartılarak; bireycileşmesi, bencilleşmesi, ata erk yapılara everilmesi, iktidara yürümesi ve sonuçta da iktidarın ve bireyciliğin en muntazam örgütlülüğü olan devlete kadar bunu götürebiliriz.
Ve bunu daha da ileriye götürseniz, ileriye taşırsanız; bir topluluğun, bir toplumun, bir ulusun, bir devletin tekleşmesine kadar götürebiliriz ki, yeryüzünde çıkmış olan bütün faşizan pratiklerin altında da bu bireycilik yani liberalizm gerçekliği vardır. Liberalizm elbette kapitalist çağın bir ideolojisidir. Ama her çağın kendine has bir kapitalistliği yani tekelciliği, tek eldenciliği olduğunu unutmayalım. Bu gerçekliği o çağın bireyciliği dolasıyla liberalciliği ve sonuç itibariyle faşizmi olarak nitelemek yanlış olmaz.
Liberalizme ve kapitalist hegemonyaya karşı çıkışlara bunun için boşuna: “Anti-liberalizm olarak sosyalizm, özgürlüğü kolektif eylemde ve ahlâkta yaşamanın ideolojisidir” denilmemiştir.
Ve: “PKK nedir? PKK, ideolojisi ve morali yıkılan halk gerçekliğinin öncelikle ideolojiyi ve morali bulma hareketidir” denilmiştir.
Rêber Apo: “Dikkat edilirse aslında ben kaba silahla iş yapmadım. Yine parayla da iş yapmadım. Benim iş yapma tarzım ideolojiyledir. Benim büyük ve oldukça maddi gerçekliğimize uygun düşünce gücü olmam, düşünce üretmem ve onu uygulama gücüne kendimi vardırmam beni büyük bir patlamaya dönüştürdü” demiştir. Yine başka bir yerde ise: “Birileri çıkar, tam da bu süreçte ideolojiden, moralden kopanların ideolojik, moral öncülüğüne soyunur ve o tek veya birkaç kişi de olsa, kısa bir sürede büyük bir toplumsal patlamaya dönüşür” derken dile getirdiği bu gerçekliktir.
Şimdi burada yazımızın başına geri dönersek, birilerinin neden “ideolojiktirler” dedikleri daha iyi anlaşılmaktadır.
Kendileri bir devletin tüm imkanlarını halkları alt etmek için kullanırken, ezilen ve horlanmışların ellerinde tek silah olarak duran ideolojik duruşa saldırış bundan kaynaklıdır. Bunun için gittikleri her yerde, “bunlar ideolojiktir, bunları dinlemeyin” demektedirler. Çok tuhaftır ancak ideolojiktir derken de sadece kendilerini düşünen, dar ve çıkarcı insanları kast ettikleri de açıktır.
İfade ettiğimiz gibi, “bunlar ideolojiktir” derken kendileri ve kendisi Türk İslam Sentezciliğini günlük olarak herkese-hem de kimsenin rızasını almadan-dayattığını unutuyorlar.
Erdoğan ismindeki kişiliğin tüm hareketlerinin baştan sonuna kadar tamamen baskın, hakaret edici, küçümseyici, alay edici, hor görücü, tekçi olduğunu herkes görüyor ve biliyor. Bunların altında tekçi, milliyetçi, burjuva ve tüccar sınıfının buyurgan ideolojisinin yattığı ortadayken, her gittiği yerde “bunlar ideolojiktir” sözlerinin altında; bir, toplumları yanıltma vardır. İki; kendi çıkarlarını örgütleme vardır. Üçüncü olarak ise; tüm halkları beyin gücü, yürek gücü, moral değerleri, insanlıktan kopmaya davetiye olduğu açıktır. Yani Erdoğan ve ekibi Türkiye ve Kürdistan’da çok rahat bir şekilde güdülecek bir yapı istedikleri bu sözleriyle açıkça beyan ederlerken, topluma kendi ideolojik bakışlarının ne olduğunu da göstermiş oluyorlar.
Başka da neden ısrarla: “İdeolojiyle bağlantınızı koparırsanız hayvanlaşırsınız” gerçekliği dururken, bunu toplumlarımıza, halklarımıza dayattıklarını anlamlandırmak gerçekten de çok zordur.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Mayıs günü saat 14:30 - 15:30 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde İran ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Mayıs günü saat 11:00 - 12:00 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde İran ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Mayıs günü saat 16:30'da Kerlük'ün Beşiri ilçesine bağlı Omeryan köyünde gerilla güçlerimiz Daiş çetelerine yönelik 1 suikast eylemi gerçekleştirmiş ve 1 çete öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Mayıs günü Xeyr Nasır mahallesi civarında yaşanan çatışmalar sonucunda 14 çete öldürülmüş 10'un üzerinde çete yaralanmıştı ve çatışmaların detaylarını açıklamıştık.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Mayıs günü HPG Şengal Komutanlığı & YBŞ Genel Komutanlığı'nın yaptığı son açıklamada toplam 5 çete öldürülmüştü. Yaşanan çatışmalardaki son detaylar şöyledir;
- Ayrıntılar
1993'ün sıcak kışına girdiğimiz bu aşamada, her bakımdan zafer umutları ülkede adım adım yükselen devrimsel yürüyüşümüzün çabalarıyla gerçekleşmeye yüz tutuyor. Öte yandan gerçekten bir gerileme veya başarısızlık ortaya çıkacaksa, bunun da düşmandan değil halen utanılası etkilerini kişiliklerimizde çeşitli düzeylerde sürdüren, ama yerle bir edilmesi, mutlaka aşılması gereken özelliklerden kaynaklanabileceği, tabii ki bu durumun da hiçbir gerekçeyle savunulamayacağı bir tarzda dönemi kavrıyoruz, gereklerinin ne olduğunu çok açık bir biçimde hem bilince çıkarıyor ve hem de bunu kendimize mal ediyoruz.
Denilebilir ki, tarih bizim için hiçbir zaman bu kadar bağımsızlaşmaya ve her sahada özgürleşmeye imkan vaat eden bir durumda değildi. Yine bilinçli, örgütlü ve tek irade haline gelen partimiz önderliğinde ordulaşmamızla halkımızı hiçbir dönem bu kadar kavramış, ayağa kaldırmış ve başarı yoluna sokmuş değildik. Ayrıca parti tarihimizde, hiçbir yıldönümü, bu kadar kendine güvenme, bunu doğrular temelinde yakalama, başarı için ne gerekliyse ona sahip olma ve böylece yürümeye güç kazanma özelliğine sahip değildir. Yine belirtilebilir ki, 15 yıl, bir çocuk da olsa ne olup olmadığını ortaya çıkarabileceği gibi, bir partinin de bir devrime yeterli olup olmayacağını, onun zaferini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini kanıtlayabilecek bir zaman kesitidir. Yani 15 yılda bir parti ya zaferi imkan dahiline sokar ya da bunun tersi olarak aşılır. Çok iyi biliyoruz ki, sadece ülkemizde ve bölgede de değil, dünyanın birçok alanında mevcut partiler başaramaz, hatta dağılırken, özellikle de reel sosyalistlik temelinde kurulan bütün partiler çözülürken, yaratıcı sosyalizmin en yetkin temsilcisi partimizin, bu yıllarda emperyalist-kapitalist sisteme böylesine kafa tutması, bu sisteme karşı irade sergilemesi ve yine her türlü iç gericiliğe, tutuculuğa karşı kendini yenileyerek, yaratarak sürdürmesi sadece ulusal kurtuluşun sorumlusu bir parti olarak değil, oldukça enternasyonalist bir parti olmanın da seçkin örneğini sunmuştur.
Partimizin tarihini her bakımdan öğrenmekte, öğretmekte ve özümsetmekte sayısız yarar vardır. Şu çok açıkça söylenebilir ki; aslında bizim için tarih parti tarihidir. Bin yılların kaybedilmiş nesi varsa kazanılmış biçimiyle yeniden yaratılan tarih de bu parti tarihi içinde biriktirilmiş, gizlenmiş ve gün ışığına çıkarılmış bulunmaktadır. Kaybedilen tarih, kaybedilen kimlik, kaybedilen her türlü bağımsızlık ve özgürlük parti tarihimizle başlatılıyor, yüceltiliyor ve zaferin eşiğine kadar getiriliyor. Eğer insanlık diye bir davamız varsa ve eğer bu iddiamızdan vazgeçmemişsek, bileceğiz ki bunu ilk defa yakalıyoruz. İnsan olmak şerefinden asla vazgeçilemeyeceği, bunun ekmek, su ve havadan daha çok gerekli olduğu ve bizim de bu onurdan ne kadar yoksun bırakılıp hayvanlara yaraşır bir sömürge düzeni içinde tutulduğumuzu göz önüne getirirsek, bu parti tarihinin ne kadar diriltici, güçlendirici ve böylelikle başarıya götürücü bir kuvvet, çok kıymetli bir güç olduğunu sadece kavramak da değil, yaşamımızın ta kendisi, partililerle birlikte bütün halkımızın gerçek kimliği olduğunu kavrıyoruz, kabul ediyoruz ve adeta içimize işliyoruz. Ayrıca şu da çok açık ki elimizde aslında halk olarak fazla değer yoktu. Ülke zaten sadece harap olarak değil tanınmış olmaktan da çıkarılmıştı. Neye benzediği, kimin olduğu belli olmaz bir konuma getirilmişti. Kişi olarak her türlü alçaltıcılık, her türlü yoksullaştırıcılık kendine yakıştırılmıştı. Sadece yaşamın en basiti, en yüzeyselini değil, en hor görüleninin utanılası biçimini iliklerine kadar yaşamış bir toplumun içinden gelen bireyler olarak, aslında sadece bir partinin siyasi çizgisinin başarısı değil, bir insan olmanın, insanlığı başarmanın bizim açımızdan ikinci bir doğuş değil de, doğuşun ta kendisi olduğunun bilincine şimdi daha iyi ulaşmış bulunuyoruz. Unutmayalım ki bu doğuş, bu bilinç olmazsa aslında beş paralık değerimiz yoktur.
Hiç kimse yanlış bir yaşam felsefesiyle, "param olsa şöyle yaşarım, apartmanlarım olsa şöyle keyiflenirim, şu ülkede, şu yetkilerde, şu mevkilerde şöyle rahatlık vardır" deyip de kendini aldatmasın. Özellikle "şöyle keyfime göre bir aile yaşamı, cemaat yaşamı tutturursam benden daha iyisi yoktur" deyip de kendi kendini kandırmasın. Bütün bunların bir sahtekarlıktan, kendine ihanet etmekten ve en iyi ifadeyle bir gafletten ibaret olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyoruz. PKK tarihinin süzülmüş bir ifadesi aslında bu gerçeği dile getiriyor ve en doğrusu da bu tanımdır. Kaldı ki, eğer sen ismine bile sahip çıkamayacak, en basit kimlik bilincine bile yaklaşamaz duruma getirildiğini, insanlıktan çıkarılmaktan daha kötü bir duruma düştüğünü görmüşsen buna duyacağın büyük öfkeyle ve bundan kurtulmak için sergileyeceğin çok amansız bir çabayla karşı karşıya olduğunu da anlarsın ve böylelikle PKK denilen yola girersin. Bunu şunun için söylüyoruz: Büyük çabalar harcanıyor, büyük kahramanlıklar sergileniyor, insan soyunun ender görebileceği fedakarlık ve cesaret örnekleri ortaya çıkıyor. Eğer nasıl ve neye dayanılarak bunlar başarılıyor diye soruluyorsa cevap olarak bunun temelinde böyle bir yaklaşımın olduğunu söylüyoruz. Partimizin temelinde esasta böylesine bir amaç gizlidir ve bu çok açıktır.
Tüm bunları şunun için söylüyorum: Ulusal kimliğin kanıtlanması, herkesin meseleye az çok ilgi göstermesi, "ben bu işte varım" diyebilecek noktaya gelmesi ve "başarılı da olabiliriz" diyecek bir yüreğe ve inanca sahip olması yine partinin bu özelliği sayesindedir. Yani şu noktaya geliyoruz: Bu aşamada parti bizim için her şeydir. Teneffüs ettiğimiz hava, içtiğimiz su kadar yaşamımız için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Eğer başaramayacaksak, bu söz konusu ihtiyacın gereklerini yerine getiremediğimizden ötürüdür.
Parti davasında iddialı olmak demek, bu temelde insanlığı yüceltmede iddialı olmak demektir. Parti gerçeğini yaşamak demek, insan olma durumunu yakalamak veya yaşamak demektir. Hiç kimse bunu sadece bir siyasal, örgütsel olay olarak anlama darlığına düşmesin. Ve özellikle de "partinin dışında da bir yaşam mümkünmüş, partinin özelliklerinden fazla etkilenmemiş bazı bireysel tutumlarla aslında kendimizi yaşatabiliriz" demek gafletine düşmesin. Eğer bu mümkün olsaydı, bin yıllık tarih herhalde böyle gelişmezdi. Ve yine herhalde bu kadar sadece dünyanın gerisinde de değil, altında kalmazdık.
Çok iyi biliniyor ki, PKK var ediyor. Şimdi dostun da düşmanın da çok iyi gördüğü ve bizim için de tam bir yaşam tarzı olan bu gerçeği böyle kavrayıp anarken, hiç şüphesiz geçmiş başarılarımızla övünemeyeceğimizi, böyle bir partimiz var diye kendi kendimizi yeterli görmek durumunda olmadığımızı biliyoruz. Daha çok da kazanılması gerekenin bir gelecek olduğunu, önümüzde başarılması gereken görevlerin yaman olduğunu, bu temelde parti tarihinin bir anlam ifade ettiğini bunun da doğru bir parti militanlığı olarak anlaşılması gerektiğini unutmuyoruz.
Sorunlar ağır, büyük çaba istiyor. Ulusal düzeyden tutalım uluslararası düzeye, ideolojik sorunlardan tutalım askeri sorunlara ve hatta pratikte yaşadığımız küçük maddi sorunlardan tutalım ruhi sorunları aşmaya kadar, bütün bu sahalarda çok kapsamlı sorunlar kendini dayatıyor. Ama burada bir şansımız vardır, o da, bütün bu sorunlara çözüm gücü olabilecek olanaklara sahip olmamızdır. Tarihimizde hiçbir zaman sahip olamadığımız bu olanakları sorunları çözecek tarzda elde etmiş bulunuyoruz. Bu büyük farkı görmek çok önemli, görüp de gereklerini yerine getirmek daha da önemlidir.
KÜRT HALK ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Mayıs günü saat 16:00'da Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke alanı sınır hattında bulunan Gomanê Karakoluna bağlı bir korucu birliği alanda operasyona çıkmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1.Şengal’de süren direniş kapsamında gerilla güçlerimiz tarafından 2 eylem yapılmıştır. 3 Mayıs ve 5 Mayıs tarihlerinde öğlen saatlerinde gerçekleşen eylemler sonucunda 2 Daiş çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar