Basına ve Kamuoyuna
1. 20 Haziran günü saat 19:00 ile gece yarısı 00:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 18 Haziran itibariyle şimdiye kadar işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Hakkari'nin Şemzinan ilçesi ile Medya Savunma Alanlarımız sınır hattında yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmektedir.
- Ayrıntılar
ŞEHİT ŞÎYAR ÊLİH YOLDAŞIN ANISINA
Dünyaya Kürt olarak doğmanın ayrıcalıklı trajedisi; yaşanan beş bin yıllık tarihsel sapmanın karşısına dikilip dur demek ve sonrada toprağa düşmektir.
Özellikle son iki yüz yılda gerçekleşen bütün insanlaşma mücadeleleri şöyle ve ya böyle yeterince başarılı olamadan, tarihsel sapma ve urlaşmanın ta kendisi oldular.
Önder APO’nun özelde Kürtlerde genelde dünya insanlığında yarattığı sıçrama şimdiden başarısını kesinleştirmiştir. Bu başarının da en hesapsız katılımcıları PKK’de gerçekleşen binlerce şehittir.
Şimdide ben bunlardan birini yazacağım.
Adı Şîyar olan bu şehidimizin tarihsel, coğrafik ve toplumsal arka planını bildiğim kadarıyla yazarak başlamak istiyorum. Bu tarz bir ele alışı da yöntemsel olarak önder Apo’dan öğrendik. Diğeri kapitalizmin parçalara ayırarak yaptığı anlatım yöntemidir ki daha çok hakikati gizlemeye yarar. Gerçekte öğretici değil cahilleştirici ve ezbercidir.
Şîyar arkadaş Êlih’li (isimleri Kurdî halleriyle yazmayı da ayrıca tercih ediyorum, Batman yerine Êlih diyeceğim)bir arkadaş olduğu için Êlih’le sınırlı tutacağım bu yazımı.
Êlih bundan yaklaşık olarak yüz yıl önce bir köydür. Bu yıllarda aşırı yağış sonucu köyün sel altında kaldığı da söylenir. Daha sonra 1950’ler öncesi olsa gerek Êlih bir ilçe olarak Sêrt’e bağlanır. Ama Êlih’liler Sêrt’ten çok kendilerini Amed’e bağlı gibi görürler.
Êlih’te petrol yataklarının bulunmasıyla beraber ki bu da 1950’ler sonrası oluyor, Êlih’ın nüfusunda belli bir artış yaşanıyor. 1990’lar sonrası ise yaşanan yoğun köy boşaltmaları nedeniyle Êlih daha çok kalabalıklaşıyor. Buna Koçerlere yaylaya çıkma yasağı da eklenince, birçok Koçer aşireti de Êlih’e yerleşiyorlar. Mevcut durumda giderek büyüyen bir il olduğu da bilinir.
Êlih’ın coğrafyası genelde ovalıktır ve oldukça verimlidir.Êlih petrollerinin ağırlıklı olarak çıktığı dağ ise Raman dağıdır. Dağ dediğim de Botan, Garzan’daki dağlar gibi değildir. Kendi çapında dağdır işte. Raman da, doğu ve batı diye ikiye ayrılır. Raman dağı oldukça da uzundur. Êlih’ten itibaren Eskîf ilçesine kadar uzanır. Êlih ile Kubînî arasında ise Qîre adında uzunca bir sırt vardır ki bu da Eskîf’e kadar uzanır, Eskîf’in karşısında doğu Raman ile Kîre birleşir. Dicle nehri, Êlih çayı ve Hezo çayı da Êlih arazisinden geçen çaylardır.
Êlih genelde aşiretlerden oluşur. Etnik olarak geneli Kürt’tür ama kuzeyinde Mehelmi’ler vardır. Dini açıdan büyük çoğunluğu Müslümandır. Ancak zincir biçiminde ardı sıra sıralanmış yezidi köyleri de vardır. Bunlar Kubînî ve İstasyon nahiyelerinde bulunur. Uzantıları Raman dağına kadar gider.
Göçlerin il merkezine yığılmasıyla beraber sosyal yaşamda dalgalanmalar olur. Her yıl birçok insan ırgatlık işçi olarak batı illerine çalışmaya gider. İstanbul tekstil işçiliği de ihtiyacını buradan karşılar. Koçer aşiretler ile diğer alanın yerleşik aşiretleri artık iç içe geçmiş bulunmaktadır. Êlih’e Mardin’in bazı ilçelerinden de göçler yoğun bir şekilde olmuştur.
Êlih Haki Karer ve Mazlum Doğan gibi büyük şehitlerin faaliyet yürüttüğü alanlardandır. Büyük komutan Egît’de Mazlum Doğan’ın yetiştirdiği bir kişiliktir. Daha sonra Hozan Şehit Mizgîn de Êlih’ın yetiştirdiği tarihsel bir semboldür. Mazlum Doğan’ın ev ev dolaşarak yaydığı PKK ideolojisi ve yaşam tarzı, bu gün milyonlarca halka ulaşmıştır.
Êlih başlangıçtan günümüze birçok şehit mücadeleye vermiş, birçok devrimci de vermektedir. Êlih Edip Solmaz’ın PKK adına ilk defa belediye başkanı olduğu ildir. Mevcut siyasal duruşuyla da yurtseverliğin kalelerinden biridir. Bu nedenle de “Êlih ovası Apocuların yuvası” diye slogan atarlar.
Şehit Şîyar da Êlih’e yakın Batı Raman’ın yamacında bulunan küçük bir mezradandır. Mezra verimsiz olunca da Êlih’ınYavuz Selim mahallesine göç ederler. Şîyar arkadaş burada gerillalar ile ilişki kurarak uzun süre milislik yapar. Daha sonra da tutuklanarak ceza evine girer. Cezaevinden çıktıktan sonra da bir süre normal yaşamını sürdürür ama özel yaşam örgütlemeye niyeti yoktur. Çünkü o mücadelesine kaldığı yerden devam edecektir.
Bende 98-2000 yıllarında Mava alanındaydım. Ova çalışmalarında yer alıyordum. Êlih’e ise kendisini çevreleyen Amed, Mardin, Xerzan ve Botan eyaletlerinden hiç kimse giremiyordu.2010’lu yıllarda o dönemin alay komutanı olsa gerek “bir tek terörist bile Êlih’te bırakmadım” diyecekti TV programlarında. Bizde Mava dağında yaptığımız tartışmaların ve aldığımız kararların bir gereği olarak Êlih’e gerilla olarak girecektik. Bunun için ovaya indik.
Ovaya indiğimizde bizim için gerekli olan sağlam bir ilişkiydi. Bütün olasılıkları değerlendirdik, bize yardımcı olacak milis veya yurtsever arıyorduk. Tam bu arada cezaevinden yeni çıkmış bir arkadaşın bizi görmek istediği tarafımıza bildirildi. Kendisi için bir köyde randevu ayarlayıp gelmesini istedik. Akşam olduğunda bizde sığınaktan çıkıp köyde randevu verdiğimiz eve gittik. Evde şişman yanakları al al, sonradan kod adı Şîyar olacak olan arkadaşla görüştük. Şişmanlığını cezaevinde kalmış olmasına bağladığım ama her şeye “evet” demesini pek anlayamadığım o anki adı Selahattin olan arkadaşla uzun uzadıya konuştuk. Ne dediysek “yaparım” dedi, ne istediysek “olur” dedi. Sohbetine doyamadık, gece ilerlemesine rağmen biz halen daha konuşuyorduk. Gece boyu konuşup tartışırken hep bir şeyleri eksik tartışıyormuşuz gibi geldi bana. Yapacağımız iş bir milisin yapacaklarını çok çok aşıyordu. O gece her şeye “evet” diyen Şîyar arkadaşa “bize katılmaz mısın” diye sordum, ona da “evet” katılabilirim dedi; “siz nasıl isterseniz!” O andan itibaren evde kalmamızın bir anlamı kalmamıştı ve de sığınakta bol bol zamanımız olacaktı tartışmak ve daha ayrıntılı tanışmak için. Evden günlük tüketeceğimiz peyniri alıp ayrıldık.
Böyle başladı Şehit Şîyar ile devrimci gerilla yaşamımız. Sanki birilerinin kendisine “gel gerilla ol” demesini bekler gibi bir hali vardı. Onun hayalinde evlenmek aile kurmak yoktu, sadece ve sadece halka insanlığa hizmet etmek istiyordu. Düşmana kini ve öfkesi cezaevine girdikten sonra daha da artmıştı. Bir evde ilk defa beline palaska bağladığımda, beline dolanmış şutik olmamasına rağmen ve palaskayı da en son ayarına getirmemize rağmen yine de palaska dar gelmişti. Ben ve ev sahibi Şîyar arkadaşa muzipçe espriler yapmaya başladık. Ev sahibi;“heval Şîyar arkadaş çok şişman” dedikçe ben, “zayıflayacak ince belli olacak” diyordum. Birkaç ay sonra da Şîyar arkadaşın beli incecik oldu ve bütün fazla kilolarından kurtuldu. Çünkü Mava ile Êlih hattında oldukça yoğun ve yorucu bir pratiğin içine girmiştik.
Örgütsel ihtiyaçlar nedeniyle Şîyar arkadaşın katılımı normal bir katılım gibi olmadı. Savaşçı temel eğitimini ve ideolojik, siyasal eğitim görmeden direk pratiğe girdi. Kendisi hem milis, hem de cezaevinde kalmış olduğu için, belli bir bilinç düzeyi vardı. Geriye askeri eğitim kalıyor ki bunu da her Mava dağına gittiğimizde açığını kapatmaya çalışıyorduk.
Bütün arkadaşların ilk etapta dikkatini çeken şey Şîyar arkadaşın kişiliğiydi. Çok mütevazı ve alçakgönüllü bir arkadaştı. Şîyar arkadaşın çok hesapsız ve içten gelen bir mütevazılığı vardı. Sanki hiç devlet ve egemenliği tanımamış gibi bir alçakgönüllülüktü kendisinde var olan. Hiyerarşik, sınıflı, devletçi toplum formlarının daha hiç belirmediği dönemdeki insan kişiliği mevcuttu, Şîyar arkadaşta. Gerilla ve dağ yaşamına olan yabancılığı hemen göze çarpıyor ve arkadaşların dikkatini çekiyordu. Bu haliyle de yaşam içerisinde hem ilgi odağı oluyor, hem de arkadaşlar istekle kendisine yardımcı olmak istiyorlardı. Şîyar arkadaş da büyüklük taslamaz ve yaşamın ayrıntılarını öğrenmeye çalışırdı. Arkadaşın bu durumu ortamımıza ayrı bir hava veriyordu. Bu durumda hem kendisi moralli ve coşkulu pratiğe katılırdı hem de arkadaşların daha fazla motive olmasını sağlardı. Şehir, ova ve dağ arasında geçen pratiğimiz hareketli ve oldukça da canlıydı.
Bir gece yine Êlih’te iken yanına gideceğimiz aile evinde değildi, bu nedenle gece geç saatte sokakta kalmıştık. Gidebileceğimiz aileler vardı ama bulunduğumuzyerin çok ters tarafına düşüyorlardı. 1999 yılının sıcak ortamı olduğu için de düşman zırhlı araçlarla sokaklarda devriye geziyordu. Biz de mümkün mertebe ara sokakları kullanıyoruz ve duraksamak için de kuytulukları seçiyoruz.“Nereye gidelim, hangi aileye gidip kalalım” diye düşünüyor iken üç katlı bir binanın arkasına geçtik ki kuytu bir yer ve korunaklıdır. Binayı biraz inceledim ve alt katta koyunlar olduğunu gördüm. Bu iyiye işarettir. Çünkü Êlih gibi bir yerde sadece Koçerler koyun beslerler ve eğer evde Koçerlerin ise,Koçerler yüzde doksan yurtsever olurlar ve de eğer aile Koçer ailesiyse bize kucak açar sahip çıkarlardı. Evin ikinci katında bulunan oturma odasındaki televizyona kulak kabarttım, tam istediğim gibi, bizim televizyonu dinliyorlardı. Televizyondan Kurmanci lehçemizde sesler yükseliyordu.
Kafamda bir şeyler evirdim çevirdim ve pratik planımı şehit Şîyar’a anlattım. O da bana “neden olmasın” dedi ve harekete geçti. Şîyar arkadaş henüz daha tam olarak dağ gerillasına benzemediği için “konuşma aksanı ve fiziki duruş itibariyle” eve gidip kapıyı çalarak kendisini koyun tüccarı olarak tanıtacak ve bu arada ailenin durumunu tahmin etmeye çalışacaktı. Daha sonra eğer uygun olursa biz ailede gece ve sonraki gündüz kalacaktık. Şîyar arkadaş gitti gitmesine ama gelişi de gecikti. Ben de meraklanıyorum, acaba ne oldu diye. Derken evin köşesinden bir genç “heval gel içeri gidelim” diyerek beni çağırdı. O an rahatladım ve işimizin iyi gideceğinden emin oldum. Çünkü beni çağıran genç kırk yıllık dostummuş gibi bir ses tonuyla çağırıyordu. Bu da ailenin gerillaya ve devrimcilere aşina olduğunu gösteriyor. Oturma odasına geçip oturduk ve aile ile Şîyar arkadaş tanış oldukları için de koyu bir sohbete başladılar.
Yine bir gece hem de dolunayda “bu gerilla için oldukça risklidir” Raman dağının yamaçlarında yürüyorduk. Benim kulaklarım çok yakınımda patlayan patlayıcılar nedeniyle biraz sorunlu, Şîyar arkadaşın ise bu konuda bir sorunu yok. Yamaçlardan yürüyor iken, küçük bir tepenin yanında bulunan bir boğazdan geçmemiz gerekti. Tepecik ve boğaz düşmanın pusu atabileceği yerlerden bir yer. Tepeye ve boğaza yakınlaştığımız zaman elimdeki gündüz dürbünüyle “gece dürbünümüz yok, dolunayda gündüz dürbünü de iş görüyor” tepeyi ve boğazı kontrol ettim. Herhangi bir şey görmedim. Daha sonra ben önde, Şîyar arkadaş arkada yürüdük ve tam boğazın üstüne geldik. İşte o anda Şîyar arkadaş bana seslenerek “heval Azad tepeden sesler geliyor” dedi. Benimde o anda tepeye bakmamla “koş” demem bir oldu. Çünkü tepede hareket eden bir görüntü görmüştüm. Yaklaşık olarak yüz metre koştuktan sonra yere oturup o neydi diye kendimize sormaya başladık. Eğer düşman askeri olsaydı çok kısa olan o mesafeden bizi görmemesi ve ateş etmemesi mümkün değildi. “Acaba düşman askeri daha yeni tepeye gelmiş yerleşmeye çalışıyor o nedenle mi bizi görmedi” diye de yorumladık. Daha sonra da mevsim sonbahar olduğu için köylüler geceden gelip çilo kesiyorlar ve eşeklere yükleyip köye götürüyorlar. Zaten eşekler kendisini çevreleyen çilo nedeniyle görünmez ve uzaktan bakınca ağaç yürüyor zannediyor insan. Tepede duyduğumuz ses ve gördüğümüz görüntünün çilo kesen köylüler de olabileceğini hesapladık bu nedenle. Daha fazla da oturmadan kalkıp ay ışığının geceyi yarı gündüz yaptığı, görsel olarak da insanı oldukça bir hoş eden manzaralı gecede sığınağımıza doğru yürüdük gittik.
Zamanı gece ve gündüz olarak ayırmak bana yetersizmiş gibi geliyor; gece gündüz evet ama bunun yanına dolunayı da eklemek gerekir. Çünkü gündüz her şey bir şekilde görünür, gece ise bir başka şekil. Bir şeyleri görseniz de geceleyin yine de karanlıktır veya karadır. Ama ay ışığında “ben buna dolunay” da diyeyim görsellik bambaşkadır. Ne tam karanlık ne de tam aydınlıktır, biraz aydınlık birazda karanlıktır. Doğanın veya evrenin bu hali insanın ruh ve duygu dünyasına bir başka etki eder. Gündüz gerilla için hele hele ovalık alanlarda, düşmanın tam hâkim olduğu zaman dilimidir. Bu nedenle düşmandır gerillaya gündüz. Gece ise gerillanın adeta hâkimler hâkimi olduğu zamanlardır, karanlık ve gözle görmekten çok hissiyatın ön plana çıktığı anlar. Kara bulutlu yağışlı gecelerde adım atmak bile mucizevi bir olaydır gerilla için, ama durmaz gerilla bütün doğa olaylarının kendisini gösterdiği her gecede yürür yürür ve yürür. Gece ay lambasının altında olduğu zamanlarda ise; ilk önce dolunayın ilk çıkışını görürsünüz ki bu görüntü her bir coğrafyada ve her bir mevsimde farklı, farklıdır. Ayın yükselişi ve batışını görürüsünüz. Ay doğar ve batar ama gerilla halen daha yürüyordur ülkesini baştanbaşa arşın arşın gezerek. Şehit Şîyar ise severdi böyle dolunaylı geceleri ve her ay, yeniden doğduğunda ay, Şîyar daha bir Şîyar olurdu; dağda ovada ve şehirde.
Şehidin ailesi de tipik bir Kurdî aile idi. Anne, baba, erkek ve kız kardeşler.
Evli olanlar aileden kopmuş kendi aile düzenlerini kurmuşlardı.Yeni evlenen ise aile ile beraber evin bir gözeneğinde kalıyordu.Ta ki sırası gelen evlenene kadar bu böyledir. Yeni evlenen baba-ana evinde kalır.Diğeri ise ana-baba evinden ayrılmıştır artık.Anne ve baba; erkek ve kız kardeşler, çemberi genişletirsek.Amca, hala, teyze çocukları; hepsi sıcak hepsi daha bir insan gibi insandılar.Çünkü hiyerarşik, sınıfçılık ve sermayecilik oyunları; daha kirletmemiştir henüz.Tertemiz dünyalarını.
Gerilla yaşamım boyunca ilk ve son defa Şîyar arkadaşla ortaklaşa tek bir çanta taşırdık. Hem benim hem de Şîyar arkadaşın kendimize ait olan eşyaları “o da nedir ki; fotoğraf albümü, tıraş gereçleri vb.” şeyler vardı çantada. Çoğunlukla da erzak gibi ihtiyaçları taşırdık çantamızda.
Şîyar arkadaş giderek tecrübe kazandı ve artık tek başına ovadan dağa grup götürecek hale gelmişti. Hem araziyi tanımış hem de hareket tarzına hâkim olmuştu. Sık sık daörgütlediğimiz çeşitli savaşçı kanallarından yeni arkadaşlar gelip saflara katılıyordu. Yine böyle bir günün akşamı hem iki yeni arkadaş Adana’dan gelmiş ve saflara katılmıştı, hem de bizim bir başka ova birimimiz yanımıza gelmişti. Buna göre oturup birkaç günlük planlama yaptık. Ben yanımıza gelen birimimizle kalacaktım, Şîyar arkadaş ise Nasır arkadaşla birlikte yeni savaşçı grubunu alıp Mava dağına gidecekti. Bunun için tartışıp dikkat edilmesi gereken konulara tekrardan parmak bastık ki, grubu götürmede herhangi bir sorun çıkmasın.
Daha isimlerini bile soramadan ve gece karanlığında daha henüz yüzlerini bile tam olarak tanıyamadığım iki tane gencecik devrimci olmaya aday insan ile birlikte Şîyar ve Nasır arkadaşı uğurladık ve bizde yapmamız gereken çalışmamıza döndük. Ertesi gün saat on civarı kaldığımız yerden görülebilen yola gözle baktığımda anormal bir araç geçişlerinin olduğunu gördüm. Bunun üzerine dürbünü elime aldım ve yolda geçmekte olan araçları kontrol ettim. Araçlar askeriydi ve aceleleri varmış gibi gidiyorlardı. Dağınık ve düzensiz bir şekildeydiler. O an durumun ne olduğunu anlayamadık ve herhangi bir tahminde de bulunamadık. Akşam olduğunda ancak yerimizden hareket edip köydeki köylülerle temasa geçtik ve arkadaşların şehit düşmüş olduklarını anladık. Daha sonraki olaya ilişkin araştırmalarımızda ise arkadaşların şahadet yerlerine yakın bir köyden erzak aldıklarını öğrendik. Biraz ekmek, birkaç tane de domates ile peynir alıp gitmişlerdi.
Öyle ya gerillasındır ve hep bilinmeze yol alır gidersin, sabaha ne olacağını, doğacak güneşin nelere gebe olduğunu kim bilebilir ki. Araştırmalarımızı derinleştirip şahadete neden olan olguları bilmeliydik ki yeni şahadetlerin önüne geçebilelim. Ve tespit ettiğimiz önemli bir nokta şuydu ki; arkadaşların gündüz konaklamak için seçtikleri yer tam da düşmanın gece termal kamera (gece görüş) koyduğu yerin karşısındaymış. Gece termal kamera ile şehit Şîyar’ın ve grubunun kaldığı yeri tespit edince düşman sabaha kadar beklemiş ve müdahale etmemişti. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber arazinin hâkim bir noktasından, mahkûm bir yerde olan arkadaşlara operasyon düzenlemişti. Silahlı olan Şîyar ve Nasır arkadaşlar çatışıyorlar düşmanla. Diğer yeni arkadaşlar ise daha gerilla elbisesi bile giymemişlerdi. Kurdistan dağları hep bir ana gibi olmuştur Kurd halkı için; tarihte ve günümüzde. Bu realite PKK gerillaları için daha fazla geçerlidir. Ve düşmanla karşılaşınca her bir gerilla koruyucu ananın kucağında olmak ister, doyasıya çarpışmak geçmişin ve bu günün intikamını almak için. Ama Şîyar arkadaşların içinde hareket ettikleri arazi yapısı yarı ovalıktır. Hava da aydınlık olunca yapacak pek bir şey yoktur aslında. Ve her dört arkadaş da yaklaşık olarak yarım saat çarpışarak iki düşman askeri öldürüyorlar. Biri teğmen olmak üzere iki askeri de yaralıyorlar. Akşam hoş beş şakalaşıyorken, sabaha yitirmek en güzide canları, can mı dayanır böyle derin ve tarifsiz acılara; olmasa daha büyük amaç ve yaşam aşkı.
Hani derler ya “delikli namlu çıktı mertlik bozuldu” diye. Bu söz karşısında gelişen savaş teknolojisine ne denir bilemiyorum. Çağımızın asimetrik savaşları savaş tarihinin en namert savaşlarıdır. En duygudan yoksun, en vahşi savaşlar bu yüzyılda yapılıyor ve yapılacak. Gelişen savaş teknolojisi insanlık tarihine en barbar çağını yaşatıyor ve yaşatacak. Şîyar arkadaş da diğer daha dağların kokusunu alamadan şehit düşen arkadaşlarla beraber çağın en ileri adeta toplumlara nefes aldırmayan teknolojisine karşı yeniden var olma mücadelesine fiziki anlamda son verdiler. Ve kendilerini halkın ve de ilerici insanlığın kalbine “Milenyuma” birkaç ay kala altın harflerle yazdırdılar.Mücadelemiz de devam ediyor hem de dünyanın ilk önce Kürdistan’da denenen en ileri savaş teknolojisine rağmen. Halkçı ve haklı yöntemlerle mücadelelerine ay ay, yıl yıl devam eden Şîyar’ın yoldaşları bu gün en ileri gece görme tekniklerine karşı basit bir şemsiyeyle cevap vermekteler ve onları boşa çıkarabilmekteler. Dedim ya “haklı ve halkçı mücadelemiz” diye, bedeli kan da olsa çare ve çözümler tükenmiyor Kürdistan’ın en doruklarında hep yükseklerde seyredenler için.
Şîyar arkadaşların grubunun cenazeleri şehit edilmeleri ardından, bölgeye yakın olan bir karakola getiriliyor. Cenazeler; bazı kısımları dışarıda olacak şekilde toprağa veriliyor. Ölüye bile saygısı olmayan TC askerleri tarafından.
Şîyar arkadaşın şahadetinden sonra ailesine haber vermemiz gerekiyordu, cenazelerini düşmanın elinden almaları için. Ancak bu o kadar kolay değildir. Bir aileye “oğlunuz şehit düştü” demek, en karmaşık duyguları yaşamak demektir. Ancak yapacak başka bir şey de yoktur; gecenin bir saati aldım elime telefonu ve aslında ne dediğimi şu an bilemiyorum. Telefonu kaldıran şehidin genç ve yeni evli kardeşi ise benden çok daha sakindi ve dolaylı olarak söylemek istediklerimi daha ben telaffuz bile etmeden anlamıştı. Böyle bir haberin kendilerine verilmesini bekler gibiydi. Belki de yeni doğacak olan çocuğuna onun adını verecek ve her Şîyar dediğinde onu anacaktı.
Şehit Şiyar şimdi Êlih’e yakın Bleyder köyündedir. Kısa ama anlamlı devrimci yaşamınla yarattığın değerler birikerek genişliyor ve yayılıyor. Önemli olan da bu değil mi zaten. “Ne kadar yaşadığın değil, nasıl yaşadığın önemlidir” derler ya sen onlardan biri oldun. Bir gün mutlaka mezar taşına baş koyma umuduyla…
KOD AD: ŞİYAR
ADI SOYADI: SELAHATTİN ATACAN
DOĞUM YERİ:ÊLIH
AZAT ARARAT
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 17 Haziran günü saat 03:30 ile 04:00 arası işgalci TC ordusu Hakkari'nin Çukurca ilçesi ile Medya Savunma alanlarımız sınırında bulunan Tepe Sor'a A-4 ve Doçka Silahları ile ateş açmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 17 Haziran günü saat 06:30 ile 09:30 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçlar Medya Savunma Alanlarımızda Xakurke bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Zilan, önünde eğilmesi gereken bir tanrıçadır. Tarihte biliyorsunuz kıble gahlar var kutsal mabediler var. Onların içinde kutsal tanrı veya tanrıçalar vardır. Ve onların ardılları, onların mensupları uygun günlerde gidip, o mabedlere kapanırlar. Affet bizi diye secde ederler, yalvarırlar yakarırlar. Bu yoldaşlar öyle yoldaşlardır. Bir mabede gider gibi huzurlarında eğileceksiniz. Secdeye kapanacaksınız. Artık böyle bir dininizin, imanınızın olması gerekiyor. Kesinlikle bunu hem hak etmiş büyüklerdir, hem de çok ihtiyacımız olan kutsallık derecesindeki mabetsel değerlerimizdir. Neden bunun büyüklüğüne inanmayalım ve iman etmeyelim ve yine gerekleri için secdeye kapanmayalım, emir komutasında yürümeyelim. Biliyorsunuz tarihte böyle değerlerin önce inançla ve sonra imanla secdesi gerçekleştikten sonra emri altındaki askerle müthiş bir saldırıya geçmeleri vardır. Zilan ateşinde her şey yaratılıyor. Mesela duygularda O, ateş her şeyi bütün kirleri temizliyor. Bir kadın kişiliği tanrıça kişiliği oldukça etkileyicidir. Çünkü O, ateşte bütün kirler, bütün zayıflıklar yakılmıştır.
İnsanlığı tercih etmek Zilanların dilinden olmak, düşüncesinden olmakla mümkündür. Şahadetlerin toplam ifadesi, ideolojik donanımın üst düzeyde temsili, duygunun, düşüncenin bireyi aşarak, toplumun örgütlü dili haline geldiği Zilan gerçeği ile kurumlaşarak, kurtuluş çizgisinin somut ifadesi olmuştur. Bu nedenle özgür yaşam uğruna ne varsa, ulusal aşk, özgür kadın ve erkek, her türlü geriliğin reddine dayalı ilkeli bir yaşam, bunun için de düşmana karşı müthiş bir kin ve kıyasıya savaşım Zilanlaşma çizgisinin kapsamıdır. Bu çizgi, ideolojik, felsefik olduğu kadar duygunun en üst düzeyde temsilidir. Onunla yürüyenler, eylemde yaşamda, örgütlülükte sevgi anlayışında, tarz ve tempoda militanca yaklaşımların sahibi olmaya çalışanlardır. Zilan eylemi, intihar eylemi değil, saldırı eylemidir. Eylem tamamen dönemsel, tarihi, planlı, oldukça örgütlü, çok cesur ve fedakarlık, soğuk kanlılıkla yapılmış bir eylemdir. Ancak bir gerilla bölüğünün yada taburunun yapabileceği saldırıyı tek başına gerçekleştirme gibi bir saldırı eylemi olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Zilan sembolize zafer kişiliğidir. Zaferle yaşamın büyük birliktenliğini veya diğer deyişle zaferi, aşkı birleştirmenin adıdır. Sembol olarak böyledir. Ama bizim için sembollerde önemlidir. Özgürlük sembollerine ne kadar değer verelirse, hatta ne kadar tapınılırsa o kadar yücelir. Yaşam adına yücelen ne varsa bu eylemdedir. Özgürleşme ve kendini gerçekleştirmenin, bu savaştan geçtiğini, bu savaşı verirken yaşayacağına inanıyor, o noktada tamamen kabul edilmesi gereken yaşam sınırlarına doğru yüceliyor. Anlam olarak, parti olarak yükseliyor. Daha önceki düşmanın egemenliği altında çizilen yaşam, zaten, eğer kül olan bir şey varsa odur. Yaşam adına yücelen ne varsa o da buradadır. Ölen, ölmesi gereken, kül edilmesi gereken bırakılmıştır. Yüceltilmesi gereken, gerçekten müthiş, şahane bir biçimde çıkarılmıştır. Yaşama büyük sevgisi onu böyle bir eyleme götürüyor. Yaşamın özgürlüğe dayalı büyük sevgisi yine yaşamın dirilişiyle bağlantısı çok büyük olmasa bu eyleme karar verilemez. Yaşamı sevenler böyle büyük eylem sahibidirler. Yaşamdan vazgeçenler asla eylemci, örgütçü olamazlar. Zilan’daki yaşamın büyük sevgisi onu böyle büyük bir eyleme götürüyor. Yine yaşamın özgürlüğe dayalı büyük sevgisi yaşamın dirilişle bağlantısı, yaşamın güzellikle bağlantısı çok büyük olmazsa bu eyleme karar verilemez.
Zilan bir manifestodur. Mektuplarında müthiş bir parti tanımı var. Parti içinde böyle net olmak, parti içinde böyle lafazanlıkla, demagojiyle asla kendini hastalıklı kılmama, her türlü ideolojik, siyasal, örgütsel esaslarımızla bağdaşmayan tutum ve davranışlara fırsat vermeyen ve müthiş bir direniş kişiliği ile yaşamak “topyekün üzerimize gelen düşmana karşı, topyekün direnmek, akıl sınırlarını zorlayan direniş, kahramanlık, emek, kararlılık ve inanç yaratılmıştır direniş PKK’nin temel karakteridir” derken, burada hakiki militanlık özelliklerine kesin sahip çıkıyor. Son suikast eylemine bir cevap olarak düşünüyor. “Düşmanın topyekün üzerimize gelişi var” diyor. Düşmanın son 96 operasyonlarının bilincine ulaştığını, buna karşı PKK militanlığında gelişmesi gereken eylemlilik tarzının nasıl olması gerektiğini kanıtlamak için de “böyle eylemlilik gerekiyordu” diyor. Tamamen taktiksel bir çıkıştır. En büyük eylemciler esasta güvendikleri değerler için eylem yaparlar. Veya o değerlerin sembolize edildiği, birleştiği, yoğunlaştığı kişilikleri esas alırlar. Demek istediğim canlarını boşuna ateşe atmazlar. Onu müthiş bağlayan, onu temsil eden sonsuz güven veren, bir değer, bir sembol, bir Önderlik olmazsa hiç kimse böyle bir şeye cesaret edemez. Önderlik gerçeğini hemen hemen bütün paragraflarda işlemiş. Beni tanımaz bu yoldaş ve yeni yoldaşlardan bir yıllık arkadaşlardan biridir. Fakat mükemmel incelemiş, ben bu yoldaşla sanırım uzaktan da olsa hiç konuşmadım. Ama buna rağmen bu kadar anlayabilen, anlamakla yetinmeyen, yorumlayabilen, özümseyebilen ve bunu böyle bir militan kişiliğe dönüştürebilen, PKK’nin hakiki militanı olarak değerlendirmek gerekir.
Çok doğru bir tarih anlayışına sahip mükemmel bir tarih özetlemesi yapıyor. “Tarihi bir temele dayanmayan bir dava adamı köksüzdür” bu büyük yoldaş kesinlikle tarihi temelini görmüş, terihe kök salmak gerektiğine de sonuna kadar ulaşmıştır, onun farkındadır, onun bilincindedir. Onun sorumluluğundadır. Mükemmel yapmıştır ve özgürlüğü kavramıştır. Zilan tarihin ve kadının dirilişidir. Yer olarak Dersim’in olması da önemlidir. Dersim’in dirilişi için unutulmaz ve belki de yaşamın biricik kaynağı olarak bu kişilik ve eylem değerlendirilecektir. Kahramanca olanlar tarihe böyle etki bırakır. Bitmez tükenmez bir halka bir ulusa ve hatta insanlığa, kadına güç veren bir kaynak olarak değerinin takdir edilmesi gerektiği çok açık. Çünkü tümüyle insanlık adına düşürülmüş insanlığa, müthiş bir faşist rejime karşı, orduya karşı, emperyalizme karşı, kadın cinsinin düşürülmüşlüğüne karşı bir eylemdir. Kadın cephesinin de sesi fazla çıkmasa da, fazla gücü olmasa da Zilan gerçeğinin vasiyetine bağlı olmanın gereği olarak seslenmek, gerçekten anlama ve yapma gereğini sorgulamak yerindedir. Tabi bunu tüm YAJK için seslendiriyoruz. Anlamı oldukça aydınlatıyor ve zaten sizde, YAJK da sorgulanıyor. Herhalde bunun büyüklüğünden kimse kuşkusu artık olmaz. PKK gerçeğinde yer almak onun ordu gerçeğinde yer almak, kesinlikle bu anlamla, bu ilkelerle bağlantılıdır. YAJK çağrısı Zilan gerçeğindedir. YAJK zafer özelliğidir. YAJK zafere bir çağrıdır. YAJK’a ulaşmak isteyen, önce zafere yakın olacaktır. Zaferi örgütlemede, siyasette, savaşta sağlayamayan, YAJK’tan anlayamaz ve YAJK’a yaklaşamaz. Yine bunun çağrısı Zilan gerçeğindedir. Bunları ben icad etmiyorum. Temsili yapılmıştır, YAJK’a ve özgür kadına ulaşmak isteyen, yaratmak isteyen kadında da erkeğinde de zafere ulaşacak.Bunun başka yolu yoktur. Ben sıkça bazı erkeklere yaklaşım için de bunu söyledim. Erkeklik manevi anlamda veya bir cinsel olgu olmaktan öteye, moral bir değer olarak, sözüne daha fazla bağlılık anlamına gelir. Şimdi bu temelde sizin erkekliğinizi bu kadının kadınlığıyla karşı karşıya getirelim. En beter bir şekilde karı durumunu yaşayan sizsiniz. Yani bu benim öngörüm. Aslında doğrulanıyor. En yiğitçe bir davranış veya halk tabiriyle bir erkeklikten bahsedeceksek, aslında böyle kanıtlanabilir. Zilan kişiliği netleştikten sonra eski erkeklik ölmüştür. Bütün kadınların bağlılığı kadınların daha fazla güzelliği çekiciliği daha fazla savaşçılığı benim için heyecan vericidir. Bu anlamda artık kadın klasik anlamda karı da olamaz. Zilan kişiliğinde bunun ifadesi artık çok çarpıcıdır. Erkek de bu anlamda artık bitmiştir. Aklınız olsaydı, erkeğin de eskisi gibi erkek olarak yaşamayacağı o, eylemle noktalanmıştır. Zilan kimliği netleştikten sonra bütün eski erkeklik ölmüştür. Zilan’ın eylemi kadın-erkek arasındaki yaşama darbedir. Özgür kadının şekillenmesine yaklaşım çok çarpıcıdır. Kesin bir yeni yaşam arayışıdır. Müthiş bir “özgürlük istemidir” var olan düzen dâhilindeki standart yaşamlara tepkidir. Zaten o yaşama iğne ucu kadar değer verse bu eyleme cesaret edemezdi. Bu eylem aynı zamanda geçerli yaşama müthiş bir darbedir. Kadın-erkek arasındaki yaşama darbedir. Düzen dahilindeki kadın-erkek evliliktir, cinselliktir, bilmem sevgidir, duygudur onlara büyük bir darbedir. Çünkü o küçük bir yaşamdır. Kendisi evlilik denemesini geçirmiştir. Herhalde ona hiç çekici gelmiyor, müthiş itici geliyor dolayısıyla eylem üzerinde etkili oluyor. Bunun yanında büyük arayışı çok net, bunun için güzel yaşam savaşla bağlantılı yaşam, eylemle bağlantılı yaşam çok çarpıcı bunun üzerinde tabii salt siyasi değerlendirmeler yapmakla açıklığa kavuşturma işini sağlayamayız. Bu biraz da edebiyatın konusu oluyor. Romanlaştırılarak, daha iyi dile getireceği kanısındayım.
Çare Zilan kimliğindedir. Büyük eylemlilik, büyük yaşam, büyük aşk istemi oldu. Bu bir başlangıç ise, başarabilirsek toplumsal gerçekliğimizde yaygınlaştıracağı, bütün kadınlarımızı erkeklerimizi, bu temelde yeniden yapılandıracağız, şekillendireceğiz. Zaten ulusların özgürleşmesi de ancak böyle mümkündür. Her halkın tarihinde böyle dönüştürücü değerler vardır. Zilan kişiliği bizim çerçevemizdir. Gereklerine canı gönülden katılacağız. Zilan kişiliği ister teorik, ister pratik yönleri ile emredicidir. Ve netleşmiştir. Herkes buna anlam da verebilir. Büyük bir şans ve grurla gereklerini yerine getirebilir. Kadın cephemizden, militanlarımızdan beklediğimiz, Zilan kişiliğinin her geçen gün fazla somutlaşmasıdır. Buna kişiliği el vermeyenler kesinlikle aşılacaktır. Ve kendileri bu kişileri görev dışı bırakacaktır.
Önderlik olayındaki gerçekleşen özgürlük, bütünüyle ilkesi ve uygulamalarıyla güneş kadardır. Katılmamız gerekir gibi kesin bir sonuç vardır. Zilan’da daha teorik, daha ilkeliyken Sema’da daha fazla sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri Baygeldi’de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair, çok duyarlı anlamlı yanıt var. Zaten kendisi de söylüyor. Bunlar büyük gerçekleşmelerdir. Sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir. Sema: “Zilan’ın eylemine sadece özü ile değil, biçimi itibariyle cevap olmak isterdim” biçim derken pratik yaşam, savaşım noktasında diyor. Fakat zindan koşullarında bu mümkün değil yani “zindan olmasaydı taktikte savaşta zafer, yaşamda özgürlük” bunu denerdim, yani “böyle bir eylemim olmadan da ben bunun gereklerini özgür savaş, yaşam koşullarında yapmayı da çok isterdim” diyor. Sema arkadaş ; kendi içinde yoğun hem kadın cinsi savaşını, hem sınıf savaşını yaşatmış bir yoldaş. Belki eylemine karar vermeden önce, düşünsel ve ruhsal hazırlığını önceden yapmış ve tamamlamıştır. Halka hibatı var. Emekçi Anadolu halklarına hitabı var. Hepsi çok değerli ve bir manifesto gibi insanlığa da var, herkese var, en son kadın yoldaşlara mesajı vardır.
Fikri Baygeldi arkadaş; eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sade bir askeri olmak. Şimdi burada tabi anlam derinliği var. Büyüklük burada öyle hemen bir günde hisse kapılarak eyleme geçmemiş. Aydın bir kişilik. Fazla sınıf sorunu, yani maddi zorluklardan ötürü de katılmamış. Son derece inancın ve bilimsel bir ilkenin gereği olarak katılmış. Ve pratikleşmeyi gerçekleştirmiş. Hayli farklı biri ve daha çok da bizim çözmeye çalıştığımız insan olmayı bilmiş “erkek kişiliğindeki eksiklik çok” diyor. Çözümlediğimiz Amed kişiliği temelinde böyle kahramanlık eylemi ile tamamlamayı hem düşünmesi hem onu muazzam hazırlıkla pratikleştirmesi gerçekten destansıdır. Nereden bakılırsa bakılsın, erkek de Fikri Baygeldi’yi hem çok değer veriyor, hem de çok seviyor. Dikkat edilirse sevgi aşk sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Ve bu kadın yoldaşları da çok incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağlanıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir. Bunu saflarımızda acaba ne kadar uyguluyorlar. Bir sürü kadın militan var aslında onları ne kadar inceliyorlar somutta olduğu gibi değerlendiriyorlar. Erkek kişiliklerinin de bu yönlü çok önemli görevleri vardır.
Bu çerçeve temelinde eğer söz konusu olan Zilan kişiliğiyse ve onun en güçlü ardılı Sema Yüce ve kısmen de Fikri Baygeldi yoldaşsa, daha özgü olanı da dile getirmekte gereklilik vardır. Genel ilkeye bu yoldaşların bağlılığı tartışmasızdır ve yüce değerdedir. Yüce kuvvette, cesarette, fedakârlıktadır. Özgü olan yanını da bizim aşmamız gerekir. Özellikle benim için kendilerini adamaktan bahsediyorlar en büyük güvenceleri olarak bizzat ismen bizi zikrediyorlar. Bir yerde bu eylemlerini bize vasiyet ediyorlar. Esasta bu eylemin büyüklüğünü benim halka, isyanlığa ve partiye taşırabileceğime çok büyük bir güven duyuyorlar. Daha da önemlisi çözebileceğim, gereken sonuçları çıkarabileceğimi bana yüklüyorlar. Bunlar yazılmış hepsi belgeli özlü mektuplardır.
Reber APO
- Ayrıntılar
Türk tarihinde ister Osmanlılar döneminde, isterse Cumhuriyet döneminde olsun, bir çok direnme yaşanmıştır. Bize tarih bilinci de gereklidir. İncelerseniz göreceksiniz ki, en değme başkaldırıların bile uzun vadeli gelişimi şurada kalsın, parlayıp sönmekten ve derin çöküşlere yol açmaktan öteye gidememiştir. Tarihin bir diyalektiği vardır. Türkiye tarihinin, Türk egemenlik sisteminin bir diyalektiği vardır. Bunun gelişimi vardır. Halk yığınları ve halklar üzerinde uygulamaları söz konusudur. Gittikçe ustalaşan, kitleleri başkaldıramaz bir duruma getiren; ideolojik, siyasi, eylemsel alanlarda onları mahkûm eden, adeta tüketen bir egemenliktir bu. Afrika'da, Asya'da, Latin Amerika'daki halklar, bırakın böyle sürekli zamlara ve dayanılmaz yaşam koşullarına boyun eğmeği, hepsi de bir günlük hükümet uygulamasına bir ihtilal ile karşılık veriyor. Türkiye'de ise, yıllardır bütün bunlar uygulanıyor, ama kitlelerden ses seda yok. Türkiye insanının düşürüldüğü kadar, hiçbir halk düşürülmemiştir. Bu durum, biraz tarihte ifadesini bulduğu gibi, günümüzün iktidarının özelliklerinde ve halk adına yola çıkanların gerçekliğinde izahını bulur. Bunları ortaya koymaya çalışıyoruz, halktan yana olduğumuzu ve düzene karşı isyanı örgütlemek gerektiğini söylüyoruz.
Bu noktada PKK'nin tarihsel önemi ortaya çıkıyor. Günlük olarak tüm gücümüzle bunun başarısını garantiye alacak çalışma biçimini, bunu mümkün kılacak militan tipi ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu çok önemlidir. Yalnızca Kürdistan veya PKK meselesi de değildir. Bölgemiz açısından çok ihtiyaç duyulan bir kurumlaşmanın ortaya çıkarılması meselesidir. Bu yüzden zaman çok önemlidir. Çocuk olmamak gerekir. Bugün, yenilgili yaşamı ve yenilgili kafayı tamamen bertaraf etmek, zafer için uzun ve kısa vadeli çalışmaların nasıl yürütülebileceğini belirlemek bir örgüt meselesi değildir; bir halkın tarihinin ciddi bir ihtiyacını giderme meselesidir. Kendinizi günlük basit işlerle oyalayamazsınız. Mademki halklar adına yola çıktınız, o halde bu sanatı hakkıyla icra etmek zorundasınız.
Çok çeşitli düzeylerde sorunlarınız var, hatta basitlikleriniz var. Ben de kendi gerçeklerimi söylüyorum. Mühim olan sizin bireysel özelliklerinizi ortaya koymanız değil, bir halkın, halkların zaferini mümkün kılacak bir çalışmanın ortaya konmasıdır. Emredici olan, esas alınması gereken budur. Burada bireyin kendine sevdalanmışlığı, sadece yüzyıllardan beri bin defa yenilmiş olan, hiçbir sonuç almamış olan bir kısır döngüyü tekrarlanmaktan başka bir anlam taşımaz. Bu da bir tükenmişliği ifade eder. Ama Parti'nin ısrarla dayattığı gerçekler ve emrettiği yaşam, her gün yeni gelişmeleri mümkün kılan ve yeni yaşamı yaratacak olan bir tipi ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla tercih edilmesi gereken bu oluyor. Bunu, burada yoğunca yaşamaya çalışıyoruz.
Çoğunuz çok çeşitli nedenlerle belki de bazıları mazur görülebilinir gelişmeye sınırlı yaklaşıyorsunuz, onu adeta kendi bireysel imbiğinizden geçiriyorsunuz, bireysel çıkarlarınıza göre ayarlıyorsunuz. Bu belki kaba anlamda çıkar değil, belki havsalası* ruhu ancak bu kadarını alıyor, yeterli görüyor, ama bu da bir bireysel çıkardır. "Fazlasını kaldıramam, fazlasına hükmedemem" demek, kişinin kendisi için durmak, ilerlemeyi kabul etmemek anlamına gelir. Bu anlayışla güçlü hareket, güçlü örgüt ortaya çıkmaz, onun örgüt temelleri giderek tıkanır, büzülür ve tasfiyecilik biçiminde ürünlerini bol bol ortaya çıkarır. Kendisiyle birlikte örgüte de büyük zararlar verir. Yakın pratiğimizi incelerseniz; bu konudaki çözümlemelerin anlamının ne kadar önemli ve hayati olduğunu, devrimle oynanamayacağını bir kez daha göreceksiniz. Bu konuda ölmenin, yaşamanın pek bu kadar anlam ifade etmediğini; önemli olanın göreve doğru yaklaşıp, doğru gerçekleştirmek olduğunu göreceksiniz. Bunun her şeyden üstün olduğunu göreceksiniz. Üstün görev anlayışı ve onun doğru yöntemlerle başarılmasının her şeyden önde geldiğini, burada bireysel özelliklerin ve içinde bulunulan koşulların olumlu ve olumsuz yönlerinin fazla anlam ifade etmediğini, bunun sadece işlerimizi daha iyi ele alıp ilerletmek için, somut durum değerlendirilmesi itibarıyla hesaba alınabileceğini, bundan başka bir sonucun çıkarılamayacağını göreceksiniz. Demek oluyor ki, faaliyetlerimizin merkezine, mevcut iktidar karşısında devrimin zaferini mümkün kılacak ideolojik ve pratik uygulama düzeyindeki gelişmelerin nasıl sağlama alınacağını yerleştiriyoruz. Bu konuda tüm sorunları ortaya koymada ve çözüm yollarını göstermede çabamızı yoğunlaştırıyoruz.
Temel Parti okulunun bu konuda rolünü mutlaka oynaması ve burada bulunan bütün öğelerin bu işi tüm ciddiyetiyle benimsemeleri gerekiyor. Bunu sadece bir yükümlülük değil, aynı zamanda büyük bir onur ve herkese nasip olmayan bir çalışma olarak kavramak gerekiyor. Çok ileri düzeyde bir katılımın gösterilmesi, bunun coşkusuyla başarılması gerekiyor. Bunun böyle bir çalışma olarak telaki edilmesini ve gereğinin yapılmasını belirtirken, sadece herkesin daha baştan benimsemesi gereken bir tutum olduğunu dile getiriyoruz. Eğer özgürlük denen olayı çok özlüyorsanız ve buna her şeyden daha fazla değer biçiyorsanız, bu böyledir. Ama eski yaşamın şu veya bu kalıntıları sizde güçlüyse, elbette ki yapıyla ve gelişmeyle çatışacaksınız. Elbette ki fazla bir ilerlemeyi yaşayamayacaksınız. Burada sorunlar ve bunalımlar dediğimiz olayla karşı karşıya geleceksiniz. Bu durumda birey sadece kendi yenilgisini ve bundan sonraki iddiasızlığını kanıtlamış olur ki, bunun da tercih edilecek hiçbir yönü yoktur.
1988, gerek TC için, gerekse bizim için önemli niteliksel dönüşümlerin yaşanacağı bir dönemi ifade etmektedir. Bunun üzerinde epeyce duracağız. İçinde yaşadığımız bu yıl kendine has özellikleri olan bir yıldır. Kürdistan halkının ulusal kurtuluşu, Partimiz'in olgunlaşması ve Türkiye'de demokrasi hareketinin gelişimi açısından, hatta Kürdistan geneli itibarıyla devrimin bölgede biraz daha atılım kaydetmesi açısından hayati bir yıl oluyor. Onun için de, bu dönemi çok çeşitli yönleriyle değerlendirmeye tabi tutacağız. Gelişmeleri lehimize çevirmek için kendimizi olağanüstü vermemiz gerekiyor.
Karşı kuvvetler, hatta dostluk adı altında yaklaşanlar bile çok çalışıyorlar. Bunların hepsinin politik gerçekleri kendi çıkar gerçekliğidir. Dostların da çıkarları vardır. Düşmanın çıkarları bizim yok olmamız temelindedir. Bu kuvvetler çok şiddetli çalışıyorlar. Kürdistan halkı ise, tarihin ve günümüzün en çok gadre*, zulme uğramış, ulusal toplumsal hakları, temel insanlık hakları şurada kalsın, varlığı bile kabul edilmeyen bir halk konumundadır. Hiçbir halk açısından kabul edilmesi mümkün olmayan, çok talihsiz ve haksız bir yargılamanın, uygulamanın hedefi durumundadır. Halkımız bu dönemde bunu yırtmaya çalışıyor. Bunun için başını kaldırıyor ve sesini yükseltiyor. Böylece geleneksel ve toplumsal yapıyı, bölgeyi sarsıyor, çağa soru işaretleri yağdırıyor.
Bir hesaplaşma olacak ve bu hesaplaşmada herkes kendine göre cevaplar verecektir. Bu yıl, bu açıdan çok önemli bir imtihan dönemi oluyor. Biz bu imtihanı kaybetmemek için, her şeyimizi ortaya koyarak, basit bir hatanın bile nelere yol açtığını görerek değerlendirme yapacağız. Sınırlı bir gelişmenin ve bir olanağın nasıl kullanılması gerektiğini açık olarak ortaya koymaya çalışacağız. Çalışanlarımızın çalışma tarzının nasıl olması gerektiğini; oynamak şurada kalsın, daha disiplinli bir çalışma yürütmenin neden zorunlu olduğunu ortaya koyacağız. Bu yeni bir yaşamdır. Yalnızca Partimiz'in içinde gerçekleşen bir yaşam değil, bütünüyle Kürdistan halkının günlük olarak yaşamını altüst eden ve devrime çağıran bir yaşamdır. Aynı şekilde Türkiye'de yıllardır süregelen ve günümüzde de 12 Eylül faşizminin tam bir karşıdevrim uygulamasından ibaret olan, toplumu büyük bir kaosa sürükleyen, görülmemiş sömürü ve baskı yöntemleriyle sürdürdüğü düzenini alt edebilecek olan yaşamdır. Bunun önemi ortadadır ve bunlardan birinci dereceden sorumluyuz. Sorumluluğuzu derinden duyacak ve gerekeni yapacağız. Çünkü kazanmak zorundayız.
Türkiye'de insan küçültülmüştür dedik. Kürdistan'da daha da küçültülmüştür. Küçülme bir hakarettir. Küçültülen, ezilen emekçi sınıftır, onların ruhsal, kültürel dünyalarıdır. Büyüyenler, oburlaşanlar ise, Türk egemenlerinin işbirlikçileridir. Bunlar tarihte görülmemiş yöntemlerle çok ucuza satın alınmaktadırlar. Sömürgeciler, köleci ve feodal sömürü yöntemlerini bile çok çok geride bırakan bir sömürü yürütmektedirler. Bu anormal bir sömürü sistemidir. Bununla toplum gerçekten tam bir sömürü altına alınmıştır. Bu bir de katmerli baskı ve ideolojik saptırmalarla iç içe yürütülünce, küçülmenin, kendi kendini kaybetmenin düzeyi daha da büyümektedir. Çoğunuz böylesi bir gerçeklikten geliyorsunuz. O halde bu küçüklük temelinde gelmeyi savunmak hakarettir. En azından kişinin kendisine karşı bile hakarettir.
Biz düzenin bu niteliklerini ortaya koyarken, aynı zamanda halkı büyütmenin ve halkı büyütmek için hareket edenlerin büyütülmesinin büyük önemini de ortaya koyduk. Onurlu ve iyi yaşamak istiyorsanız büyüyeceksiniz. Halk önderi büyümek zorundadır. Halk önderi, halkı küçülten tüm güçlere ve onların politikalarına karşı, halkı büyütecek politikalara ulaşmayı bilen adamdır. Çoğunuzun özlemleri var, yaşama isteğiniz var. O zaman, buna bir gerçeklik kazandırmak için, kitle temelimizi büyüteceğiz. Bu, örgütle, ideolojik faaliyetle, eylemle büyütülür. Bunun başka anahtarı, başka bir bilimi söz konusu değildir. Partimiz, bu konuda bazı gelişmelerin mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Bireyin nasıl büyüyüp gelişebileceğini burada göstermek istiyoruz. Onu burada gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Parti silahı nedir, bu silah nasıl kullanılır, kullandığında nelere kadirdir? Pratiğimiz bunu ispatlıyor. Biz çok adam vurmak, ya da kelle sayısını arttırmak için faaliyet yürütmüyoruz. insanımızı Biz, elinden her şeyi alınan ve gittikçe daha çok yitirilen kazanmak istiyoruz. Bunun için eylem, bunun için örgütlenme diyoruz. Ve biraz bunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Eğitimin özü bunu vermektir, sizlerin de bunu almasını sağlamaktır. Devrimci eğitimin özü budur. Yoksa bilgilerin biriktirilmesi, bazı tekniklerin elde edilmesi değildir. Bunlar, ancak bu amaca hizmet ettiği sürece bir anlam ifade eder.
Eğitimin ve gelişmelerin böyle ele alınması gerekirken, yalnızca buradakilerin değil, ülkede savaşanların ve yurt dışında faaliyet yürütenlerin içine düştükleri durum da bunun tam tersidir. Bunu kabul etmekte son derece zorluk çektiğimiz bilinmelidir. Kabul etmek bir yana, bilakis üzerine gitmemize rağmen, ağırlığını gittikçe daha da fazla duyuran budur. Israrla böyle davrandıkları için de çok büyük zararlara yol açmaktadırlar. Parti'yi temsil etmek şurada kalsın, onunla çok çelişen, ancak örgüt adına hareket ettiğini söyleyen öğelerimiz az değildir. Onların yarattığı sıkıntı ve olumsuzlukların düşmanı umutlu kıldığı ortadadır. Bunu görüyoruz.
Düşman bugün, Parti'yi direkt baskı kuvvetleriyle ve politikalarıyla değil, yetmezlik ve hatalara dayanarak, Parti'yi yıkıp dağıtmayı sağlayamasa bile, geriletme umuduna kapılmıştır. Bu umudu düşmana veren, içimizdeki yaramaz öğelerin durumudur. Parti çizgimiz, TC'yi dehşetle korkutuyor ve onu son derece geriletiyor, ama pratik uygulayıcıların muazzam yaramazlıkları da bilakis onu umutlandırıyor. Bu durumun tasfiyesi üzerinde duracağız. Yapımız içinde yer alan ve genelde Türkiye için de söz konusu olan, bu tipin üzerine gideceğiz.
Bu tip derken, şu veya bu şahsı kastetmiyoruz, kastedilen özelliklerdir. Şu veya bu kişide, şu veya bu kadar etkisini gösterir.
Reber APO
1998 HAZİRAN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 15 Haziran gününden bu yana Hakkâri'nin Gever ve Şemzinan ilçeleri arasında işgalci TC ordusuna ait kobra, skorsky ve insansız hava araçlarının yoğun hareketliliği yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Değirmen yapımında en önemli faktör suyun akışı ve suyun kanal yatağıdır. Çünkü değirmenin öğütme taşını çevirecek olan suyun akış gücüdür. Bundan dolayı değirmen yapımında su kanalı yapımının taşı çevirecek hacimde olması gerekir, ne fazla ne de az. Fazlası suyun taşı çevirmeyi dengesiz çevirir, hızlandır, bu da dönen taşı kontrolde zorluk çıkarır. Ununuz etrafa saçar, sapla samanı karışır. Azı ise taşı çeviremez, ya da çok yavaş çevirir o da unu öğütmeye yetmez. Demek ki kanalı öğütme taşını çevirmedeki su gücüne göre ayarlamak gerekir, su kanalındaki bir engel sizi undan eder.
Buğday, arpa ve mısır el emeği göz nurudur. Bir tanesi heder olmamalıdır, iyi un çıkması değirmenin öğütme taşına bağlıdır. Çiftçi emek vermiştir, tarlada güneş altında ter dökmüş, harmanda elemiş, çuvallara doldurmuş, içinde taş toprak nedir bırakmamış ama sonucu belirleyecek olan dönen değirmen taşıdır. Tabi arpanın, buğdayın da karıştırılmadan öğütülmesi de önemlidir. Önemlidir! arpa unu karın ağrısı yapar.
Şimdilerde gelişen teknikle kimse suyla değirmen taşını pek kullanmıyor, elektrikli değirmenler, sanayileşmiş un fabrikaları toplumun ihtiyacını karşılıyor. O zaman yukarıdaki anlatı niye? Anlatı her doğasal devinim ve toplumsala inşa çalışmalarının kendi işleyiş akışı vardır. Tersi durum verimsizliği ve sizi yolda bırakmaya sevk eder. Hani halk dilinde derler “taşınan suyla değirmen taşı dönmez diye” yani el atacağınız her çalışmanın kendi kimyası-yasası vardır onun içine girmeden, doğrudan temas yapmadan atacağınız her adım nafiledir. Bu, toplumun politik çalışmalarında yüzde yüz böyledir. Sorunsallıkları kendi yerinde, kendi muhataplarıyla ele almazsanız, uzaktan taş değirmene kovayla su serpmeye benzer.
T. C. 1924'ten bu yana Türkiye toplumunu kendince bir kanalda akıtmaya çalıştı, pozitivizmin ulus-devlet ideolojisiyle toplum mühendisliği yaparak tek tip toplum yaratmaya çalıştı. Hikayesi biliniyor, halklar kültürel katliamların yanında fiziki katliamlara ve sürgünlere uğradılar. Bu değirmen kanalına aşağıdan yukarı su taşımaya zorlaması gibi oldu. Her zorakilikte değirmen taşına değen su sesine kendini inandırarak “oluyor oluyor” diye sevinç naraları atıldı. Halkların- toplumun sindirilmiş sessizliğinden tek tip yaratığına kendini inandırdı. Ama toplumların kültürel varlıkları sesiz akan nehir yatağının alttan hızını belirleyen itmeleri olarak akışı belirledi, somutta Kürtler ve diğer kültürel kimlikler olarak “Kürt teşisi’nin dönüşü” ne katıldılar.
Şimdi dünyamız taş değirmen çağı değil, kara saban da paslandı, öküz nalları üretilmiyor ve boğalar öküzleşmiyor. İletişim öyle bir duruma geldiki çoban artık sadece kara ve ak koyunu bilen değil, cebindeki iletişim aletiyle dünyalıdır.
Artık 1915’lerde sessizce yüz binlerce Ermeni halkını adressiz, bilinmeyene gömdü, Kürt halkını 1925, 1927-30, 1938 deki ölüm sessizliği dönemi olarak kimseyi bilinmez kıldı. Dünya ulus-devlet çıkarları gereği olana ortak oldu. Ancak artık dünya halkları olanı anında biliyor ve ulus devlet sınırlarını eylemleriyle anlamsız kıldı.
Bakın Lice'de sıkılan kurşun dahi anında tüm dünyaya duyuruluyor. Kürtlerin kendi rengine, toplumsal değerlerine sahiplenişi, anında yaşanan hem acıyı hem de sevinci paylaşıyor. Anlaşılması gereken, tarihsel seyir Mezopotamya halkına yeniden yeşerme fırsatı vermiştir. O zaman yapılması gereken düşmanın kof- tehdit naralarına kanmadan yerinden, halkın içinden olmak ve halkla birlikte kendi demokratik siteminin inşa çalışmalarında değirmene suyu taşıma değil; sürekli akacak su kanalları açmak gerekir. Bu da eğitim, örgütlenme ve eylem, yani demokratik kurumları, örgütleri inşa etmektir.
Lice'deki serhildan, mesken dağındaki direniş ve sonrasındaki gelişmeler, Kürt halkının artık “kendisi için savaşıyor” dönemine girilmiştir. Buna verilecek cevap halkın kendisini inşa çalışmalarının önünde engelleri etkisizleştirmek gerekir. Devrimci olmanın birincil görevi de halkı irade sahibi yapmaktır, bunun için de halkın irade olması önündeki engelleri de kaldırmak birinci görevimiz oluyor. Bundan dolayı toplum işlerinde birincisi, “devlete dayanarak devrimcilik yapılamaz, idare edilir. İkincisi, toplumun hayati çıkarlarını ilgilendirmeyen işler esas devrimciliği oluşturmaz. Diğer toplumsal kurumlarca yerine getirilen rutin işler seviyesindedir. Üçüncüsü, özgürlük, eşitlik ve demokratikle bağlantılı olmayan işler devrimciliği esas olarak ilgilendirmez. Bu işlerin tersi ise devrimciliği esastan ilgilendirir”. Değirmen taşının bir özelliği de, ellerini dönme hızına-yasasına göre hareket ettirmezsen taş elini kapar önce el parçalanır peşi sıra tüm kol çekilir ve kafa ile gövde birlikte imhaya tabi olur.
Medet Serhad
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 15 Haziran günü saat 07:00 ile 10:00 arası ve 20:00 ile 22:00 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Hakkari'nin Çukurca ilçesi ile Medya Savunma Alanlarımız sınır hattında yoğunca keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar