Hamaset siyaseti almış başını gidiyor. Ağzına gelenleri kulaklar duymadan söyleniyor. Öyle ki kim ne kadar büyük söylerse büyük olunuyormuş gibi laf ebeliği yapılıyor. Ve tuhaf ama bunu yapanlar lafı eveleyip geveleyip üzerimize getiriyorlar. Bizim böyle yaptığımızı, söylediğimizi kızarmadan söylüyorlar.
Bir kere yiğitlik temelinde konuşmak bunu yaşayanlara mahsus olmalıdır. Bunda yanlışlık yok ancak yiğitlik yapmış diye ikide bir bunu başkalarını bastırmak için ele almak çokta şık bir davranış biçimi değildir. Neysen o’sundur ve böyleysen zaten hakkın teslim edilir. Ne var ki böyle bir şeye başvurma ihtiyacı duymadığımız halde özel savaşın bir özel politikası olarak, ar perdesi düşmüş bazı tipleri ekranlara getirerek bize saldırtılıyorlar.
Yapılanlar bununla sınırlı değildir. Birde nasıl vesayetçi bir siyaset güttüğümüzün hikâyesi saat başı ekranlara medya ve sözde siyasetçilerin ağzıyla pompalanıyor. Sözde, sergilenen yiğitlikler bazılarını baskılamak için kullanıyormuşuz. Başkalarının iradelerine hükmetmek istiyormuşuz ve bunun için kimsenin konuşmasını istemiyormuşuz. Ve bize yakın, özgürlükçü, kendine güvenen, olup bitene onay vermeyen, gerektiğinde restini çeken, gerektiğinde sokaklara dökülen bu insanları arka perdeden yönetmeye çalışıyormuşuz. Ve daha da böyle abuk sabuk bir sürü şeyi sıralayabiliriz.
Bir kere şunu açıkça ve alenen söyleyelim: biz bir avuç gerilla olarak dünyanın tümüne kafa tutmuş bir hareketin evlatlarıyız. Ve tüm dünya da üzerimize gelse tek bir adım geri atmayacak bir gelenekten geliyoruz. Kelle koltukta yürüyenler olarak biliniyoruz. Ve bunu yaparken tek bir menfaat istemeden halkımızın fedaileri olarak yaşıyoruz. Böyle de yaşayacağız. Kimilerin bir lokma bir hırka diye destanlaştırdıkları yaşamı, binlerce gerillayla dağlarda yaşıyoruz. Bunun için büyüklük lafları etmenin gereğini hiç duymuyoruz. Duymadık. Bundan böyle de duymayacağız.
Ve şunu da alenen söyleyelim: Biz kitlesel olarak bir direniş kültürünü ve kendine öz güveni yaratmak için ilk günden beri inanılmaz çabalar sürdürdük. Ve tüm çabamız yine bu olacaktır. Hareket ve gerillalar olarak tüm çalışmamız kendini bilen, kendisine güvenen, kendisi olmuş bir insan tipi yaratmaktır. Kimseye ama kimseye boyun eğmeyen bir tip ortaya çıkardığımız an misyonumuzun gereklerini yerine getirmiş olacağız.
Ekranlarda özel savaşın bilmem neyin karşılığı özgürlük hareketine saldırmalarının kuyruk acısının özü, esasen ortaya çıkan bu iradedir. Kürt artık kendisi olmanın erdemini giderek daha fazla yaşıyor. Kürt giderek artık birilerine öykünmüyor. Kürt artık katline aşık olmuyor. Kürt özgürlük ruhunu artık tatmaya başlamıştır. Ve kimse ama hiç kimse onu bu ruhu tatmaktan vazgeçiremez.
Tekrar konuya dönelim: hamaset siyasetin en sahtesini cümle cemaat kendilerine güveni yitirmiş bu özel savaş sistemi yaşamaktadır. Bu özel savaşın hem de çok özel seçerek öne çıkardıkları bir elin parmak sayısı kadar olan bu tipler kendilerine güvenlerini yitirmişlerdir. Kişilik olarak erozyona uğramışlardır. Neyin karşılığı olarak özgürlük hareketine saldırdıklarını bilmeyen yoktur. Hangi kanala geçerseniz geçin piyasaya sürülenler bu tiplerdir. Özelde “Kürt” cephesinde öne sürdükleri kesinlikle böyle olanlardır. Bir Mehmet Metiner, Ümit Fırat, Muhsin Kızılkaya böyle olanlardır. Büyük laf üzerine büyük laf üretmek büyüklük olmuyor. Literatürde bunların bazılarına eğer özel bir görevle konuşturulmuyorlarsa, boş boğaz diyorlar.
Kendine bu kadar yabancılaşmış, kendilerine ihanet etmiş bu tipler ısrarla işte Kürt özgürlük hareketinin vesayetçi siyasetinde bahsediyorlar. Kürtlerin ve aydınlarının nasıl bir iradesizliği yaşadığını pişirip pişirip dile getiriyorlar. Özgürlük hareketine karşı çıkmaları için tahrik üzerine tahrikler yapıyorlar.
Beyler, hem de özel savaşın en özel beyleri boşuna uğraşmayın. Kürt özgürlük hareketi sadece birkaç gerillayla sınırlı değildir. O sizin ısrarla parçalamaya ve bölmeye çalıştığınız Kürt aydınları ve siyasetçilerin tümü özgürlükçüdür, hem de Kürt özgürlük hareketinin kendileridir. Mal çalan mağribi gibi çalmalarınız beyhudedir. Boşunadır.
Sizin son zamanlarda ağzınıza doladığınız vesayet siyasetinden en çok siz nemalanıyorsunuz. Türk devletinin ve onun sahte partisi olan AKP olmazsa kaç dakika daha konuşabilirdiniz onu bir kendinize sorun.
Ve eğer vesayet siyasetini madem bu kadar eleştiriyorsunuz o zaman Kürdistan’da cümle cemaat TC devletine ait güvenlik güçlerini çekmeyi bir dile getirin bakalım. O zaman kimin ne olduğunu göreceksiniz. Biz kendimize düşen payı uygulamaya hazırız. Kendimizi tümden geri çekmeye de hazırız. Peki, bu devletin güvenlik güçleri Kürdistan’da çekilecek mi? İşte asıl soru budur.
Şunu alenen size ve size bel bağlayan TC devletine ve onun hükümetine alenen söyleyelim: öyle bir halk ve öyle bir irade yaratılmış ki yeter ki siz kan emmici güçlerinizi bir geri çekin. O zaman Kürdistan’da Kürt halkı size ne kadar oy verir ya da sizi burada ne kadar kabul eder o zaman görürsünüz.
Hodri meydan…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
28 Kasım günü hem sabah hem de akşam saatlerinde Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın Çiyareş, Cehennem Tepesi Dıtaza ile Sêrne köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
28 Kasım günü 14.30-17.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Partizan Tepesi, Ava Guzê ile Kaniya Êrê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Kasım günü 11.00-12.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Erdevê köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda alanda başlayan yangın halen devem etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 Kasım gününden beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Kunişka, Kela Mêrganış, Havan Tepesi, Reşmê Köyü, Xeregol ile Şikefta Bırindara yamaçlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
…Bu çizgiyi resmen kendi içimde, düşüncede başlattığımda, karar veriş sürecim 1972 sonlarıdır. Ve ondan sonra her günü nefes nefese bir çabadır. Kaldırımları dershane gibi kullanıyordum. Yatakhaneleri, tuttuğumuz bazı küçük evler vardı, tek oda da on kişi kalırdık, hepsini bir okula dönüştürdük. Ve derslerdeki tüm oturuşum mücadele anlamına gelirdi. Etrafımıza kim gelirse ideoloji saçıyorduk.
1973’ü düşünüyorum; büyük bir cesaretle bu ideolojiyi dilimden dökme, 1974 daha cesaretli gruplaşmasını ortaya çıkarma, 1975 resmi bir Yüksek Öğrenim Derneği’nde en önde gelen bir görev alma... 1976 büyük bir mitinge öncülük etme, 1977 Haki Karer şahadetiyle birlikte, program taslağını bizzat kaleme alma, 1978, artık PKK ismiyle kuruluş bildirisiyle dönülmez bir adım atma... 1979 güçlü bir eylemle, Hilvan-Siverek direnişçiliğiyle, bunu düşmana resmi açık bir savaş halinde, PKK adı altında bir süreç ile başlatma ve ağır sonuçlarını kaldırabilmek için Ortadoğu sahasına açılma...
1980 büyük 12 Eylül faşist darbesini göğüsleme, 1981 ülkeye yönelişin tekrar pratik hazırlığını yapma, bir derli-toplu konferansı Ortadoğu sahasında gerçekleştirme... 1982 ülkeye dönüşün hem teoriyi daha da derinleştirerek, hem de büyük bir çabayla hazırladığımız grupları ülkeye taşırma. 1984, 15 Ağustos Atılımı’nı zorla da olsa veya istediğimiz gibi olmasa da gerçekleştirme...
1985-86 düşmanın dayattığı o büyük operasyona rağmen, 15 Ağustos’u kesintiye uğratmamak için tekrar Ortadoğu sahasında çalışmaları derinleştirme ve III. Kongreyi gerçekleştirme... 1987, tekrar, hem de bu sefer silahlı propagandayı aşan gerillayı kalıcılaştırma savaşımı verme, Olağanüstü Halin uygulamalarını boşa çıkarma... 1987 düşmanın adeta Olağanüstü Halin birinci yılında bitirme planına, zindanda, dağlarda bitirme planına karşı, biraz daha derinlikle süreklilik kazandırarak bir adım daha atma... 1989’un kader olarak bir kez daha gerillanın yenilmezliğini, kalıcılığını kesinleştirme...
1990’a Serhildan olayını da ekleme, düşmanın bütün tasfiye planına karşı, gerilla ile serihildanı iç içe geliştirme, yenilmezliği ortaya çıkarma... 1991, düşmanın yeni bir arayışa, hükümet değişikliğine, hatta yeni bir darbeye yönelmesine karşın bunu karşılama... 1992, bir ileri adımı daha oldu ve Güney savaşımını aleyhimize gelişmesini önleme. 1993, mücadele mevzilerinde taviz vermememiz, düşmanın özellikle Güney hamlesini boşa çıkarma... 1994, bu büyük “ya bitecekler, ya bitecekler” politikasını boşa çıkarma... 1995, artık bu politikanın sahiplerini bunalım içine atarak, geriletme... Ve şimdi de yeni bir hamleyi nasıl hazırladığımı görüyorsunuz.
Bir çırpıda bunları belirttim. Ayrıca her yıl için önemli ideolojik cevaplar vardır: Sömürgecilik tezlerini 1973’te bilince çıkardım, 1974’te bir gruba mal ettim. 1975’te ilk yazılı hale getirme, 1976’da bildiriler biçiminde yayma, 1977’de program taslağına dönüştürme, 1978 manifestoya dönüştürmedir. 1979’da broşürler haline getirme, 1980’de daha kapsamlı Kürdistan’ın sömürge gerçekliğini ve PKK ideolojisini, politikasını belgelendirme, 1981 politik raporunda kapsamlı, sistemli bir biçimde bunu yazma vardır.
1982’de “Gelişme Sorunları ve Görevlerimiz” adlı değerlendirmeyle ortaya çıkan sorunlara cevap verme, 1983’de kişilik problemini daha da derinliğine ele alarak çözmeye girişme... Yine 1982’de “Zorun Rolü”nü kaleme alma, 1983’de “Ulusal Kurtuluş Probleminin Çözüm Yolu”nu daha derinliğine işleme var. 1984’de çok geliştirilmiş bir politik raporla başlama, merkezileşme sorunlarına daha ağırlıklı yer verme, 1985’de çok sayıda broşürü çeşitli konulara ilişkin hazırlayabilme... 1986’da Kongre konuşmaları, karar düzeyini çok ileri düzeyde çözümleme, 1987’de daha derli-toplu çözümlemeleri geliştirme sürecini başlatma ve ondan sonraki hemen her yıl, beş-altı ciltlik, giderek derinleşen çözümlemelerle sorunlara cevap arama... Ve hızından hiçbir şey kaybetmeksizin, günümüzde de bir ay neredeyse birkaç ciltlik kapsamlı çözümlemelere ulaşarak ideolojik yetkinliği, belki de dünyada böyle en güçlü bir konuma getirme...
Politik olarak da bu yıllarda büyük adımlar atıldı: 1973’ün o dar grup adımı bile sömürgecilik politikasına indirilmiş büyük bir darbe oldu. Daha doğrusu küçük bir ideolojik adım, politik etkilerin çok büyük bir temeli atma anlamına gelir. Sömürgeci ideolojiden ve onun sosyal-şovenizminden kopuşun büyük bir adımı, bir temel politik başlangıç oluyor. 1974’te grubun gelişmesi çok cesaretli bir politik tavır oluyor. İnsanlarımız artık köle olma politikasının yerine, düşmanın birer esiri olmaktan kurtulup özgücüne dayalı olarak yaşama gücünü gösteriyorlar.
1975’te bunu daha da akıllı bir taktikle veya solla değişik bir birliğin geliştirilip düşmanı da yanıltarak, çok önemli bir sıçramaya yol açıyoruz. Ve biz biraz daha kitleye açılma adımı atıyoruz. 1976’da yine çok cesur ve oldukça düşmanı şaşırtan bir kitlesel gelişmeye götürüyoruz. Politik etkinlikli ve Kürdistan halkının giderek yeni bir politikasının şekillendiği ortaya çıkıyor. 1977 Kürdistan'da oldukça iyi saçıldığımız, her tarafta bağımsız eylemin gelişmeye başladığı görülüyor.
1978’de buna bir de giderek gelişen silahlı politikayı, şiddet temelinde politikayı geliştirmeyi ekliyoruz. Yerel işbirlikçiliğin artık korkulu bir rüyasıydı. 1979 adeta kasıp kavuruyor, işbirlikçiliği ve geleneksel düşman etkilerini müthiş bir politik güç haline geliyor. PKK’nin ilanı zaten yüksek bir politik eylem oluyor. 1980, daha da tırmandırılan, işe biraz büyük silahlar karıştırılarak, yaygınlaştırılan bir savaş konumuna getiriliyor ve bu 12 Eylül faşist karşı-devrimci darbesine yol açıyor.
1980-81 geri çekilme ve uluslararası açılmanın büyük bir politik adımı oluyor. İsyanın ezilmemesi, süreklilik kazanması için alınan ciddi bir politik tedbir oluyor ve Kürdistan tarihinde ilk defa bir isyanın yenilmemesi, tam tersine sürekli kazanmasını teşkil eden temel politik adımı oluyor.
1982, ülkeye yeniden dönüş, yurtseverlik temelinde çok köklü tarihi bir adım oluyor. Yüksek bir politik tavırdır dönüş. Çünkü her isyan, daha sonra ardından bir iz bile bırakmadan yitirilirken ve giden de bir daha dönmezken, bu sefer ne isyanın sürekliliği engelleniyor, ne de geriye gidenler dönmeme gibi bir olumsuzluğa düşüyorlar. 1983’te ülke içinde silahlı propaganda temelinde muazzam bir politikleşme dönemi başlattık ve bütün kitleler yeni bir politik, yeni bir tarihi döneme gözünü açıyorlar. 1984 de bunun atılım yılı oluyor.
1985, düşmanın bütün yıldırıcı seferlerine rağmen Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan vazgeçmeme, ulusal kurtuluş politikasını ısrarla dayatma oluyor. 1986 çok zorlu bir süreci aynı kararlılıkla sürdürme, Kürdistan'ın diplomaside ve siyasette artık giderek nefes alma imkânlarını genişletme, içerde, dışarıda yeni bir dönemin artık geliştirilebileceğini kanıtlamak oluyor. Tabii düşmanın bu yıllara dayattıkları vardır. Provoke etme ve etkisiz bırakma, bunlara yine aynı şekilde politik taktiklerle cevap verme gelişiyor.
1989-90’da devrimci yurtsever politikayı kitleselleştirmedir. 1991-92’de kitleselleştirmeyi, serhildanlaşmayı daha yükseltme söz konusudur. Yüksek devrimci bir politika, politik bir sürecin içine girilmiştir. Kürt halkı tarihinde ilk defa çok büyük bir politikleşme sürecine tabii tutulmuştur ve kitle temelinde birlik tutumu geliştirilmiştir. 1992-93’de savaş artık Güney ve Kuzeye de yayılmıştır. Tüm Kürdistan çapında PKK’nin politikası ilgi görüyor ve etkiliyor. PKK’ye dayatılan PKK’siz politika yapmak ve PKK’siz ulusal çözüm arayışları nihai darbeyi yiyorlar. Her türlü işbirlikçi politikalar etkisiz kalıyor. Onların en son umudu 1992 savaşıydı. Bu konuda da alınan tedbirlerle boşa çıkarılmalarıyla birlikte, PKK’nin yurtsever politikası kesin öncülük düzeyinde kalıyor.
Pratikte de 1994-95 düşmanın “ya bitireceğiz, ya bitireceğiz” adı altındaki imha politikasının boşa çıkarılarak, bu konuda yarattığı büyük şovenist dalgayı da kırarak, halkın umudunu yerle bir etme çabalarını da önleyerek, ardına kadar Türkiye kitlesinin de, Kürdistan kitlesinin de artık kaçınılmaz, geri dönülmez bir biçimde devrimci yurtsever politikanın etkisi altına alınması, onun temel bir güç haline getirilmesi, 1995’le birlikte, artık tarihin en büyük operasyonlarına rağmen, devrimci yurtsever politikanın kitlelerden kopartılamayacağının anlaşıldığı, düşmanın bitirdiğini ilan etmek için düzenlediği sahte seçimlerin tersini kanıtladığı bir durumu yakaladık.
Görüyorsunuz, böylesine her yıla muazzam politik gelişmeler sığdırılmıştır. Aynı zamanda taktik savaş yıllarıdır. TC’nin tarihinde, her başkaldırıya, her devrimci harekete dayattığı provokasyonlar vardır. Bu yıllar aynı zamanda sürekli provokasyonları dayatma yıllarıdır.
1972’de 73’te Türk Solu’nun kendisi şovenist, sosyal-şovenist hareketleriyle bir provokasyon dayatması içindeydi. Onların etkisine karşı direnme, 1974’te bunu artık örgütsel bir direnme gücü haline getirme, “ayrı ideolojiler, ayrı örgütlenme olamaz” komplosunu boşa çıkarmaydı. 1975’te devletin bizzat içimize kadar sızarak, kendi kontrolü altına almak için, özellikle Ankara yıllarını bu taktikle kesin etkisizleştirmek, ama 1975-76-77-78’de bu devlet taktiğini ona karşı bir silaha dönüştürmek, bence tarihin en önemli gelişme adımlarını bu temelde atabilmek ve Ankara’dan sağlam çıkmayı başarmak önemliydi. Başarılan buydu.
Dayatılan Hilvan-Siverek komplosunu tekrar silahlı bir mücadeleyle karşılık vererek boşa çıkarmak, aynı zamanda KUK, Beş Parçacılar, Tekoşinciler gibi başka birçok örgütün dayatmalarına karşı direnme vardı. Tüm bu komplo örgütlerini bu yıllarda boşa çıkarma, artık Türk Solu eliyle dayatılan komplocuları boşa çıkardığımız gibi, sözüm ona Kürt Solculuğu adı altındaki komplo örgütlerini de etkisizleştirme yaşandı.
1980’de bizzat 12 Eylül komplosu söz konusu, buna karşı zamanında tedbir alarak yurtdışına açılma ve yine silahlı mücadeleyi doğru temelde geliştirme adımına gitme yaşandı. Aynı komploların yurtdışında gelişmemesi için son derece inatçı bir savaş yürütme söz konusuydu. Semir komplosundan tutalım her yıl neredeyse dayatılan kapsamlı bir komplo yılını boşa çıkarma yaşandı. İçe taşınan düşmanın dolaylı veya direkt “ülkeye dönemezsiniz, PKK’yi yeniden kuramazsınız” dayatmalarına karşı çok inatçı bir mücadele sergilendi. “Bir teki bile Kürdistan’a adım atamaz” dediklerinde; ülkeye dönüş hamlesini yüksek bir biçimde başlatma gerçekleşti.
Ülkeye ulaşır ulaşmaz dayatılan Komünist Parti komploları, KDP komplolarını önleyebilme, uluslararası dayanaklarıyla birlikte, 1984-85 Sol Birlik adı altında dayatılan PKK’yi Avrupa’dan tecrit etme komplosuna karşı büyük bir savaş içine girme yaşandı. Hem ülkede, hem ülke dışında, hem de zindanda büyük direnişlerle karşılaşan bu komplo çabaları, yine büyük bir çabayla boşa çıkarmaya çalışıldı. 1985-86, özellikle başından beri sızdırılan komployu sonuca götürme karşısında, devleti tarihinde en köklü bir başarısızlığa uğratmayla sonuçlandı.
1986’da artık komplo sahiplerinin teşhir ve tecridini kesinleştirme gerçekleşti. 1987’de bunlardan önemli oranda kurtulma yaşandı. 1987-88’de yeni komploları, özellikle zindan ağırlıklı geliştirilen komploları boşa çıkarmayla uğraşıldı. Yine dağlarda geliştirilen komplolar vardı, onları da boşa çıkarma gerçekleşti.
1988’de neredeyse komploların kader yılını tersine çevirdik. Devletin en çok umut bağladığı bu komplo yılının, özellikle Avrupa'nın gücüyle, ilkel-milliyetçiliğin gücüyle, hatta her türlü soydan Kürt, Türk Solculuğuyla birlikte yürütülen bu komployu bu yılda da başarıya uğratmama, yenilgiye götürme gerçekleşti. 1989’da, bu anlamda komploculuğa büyük bir darbe indirerek partimizin önünü açmak yaşandı.
1990’lara dayatılan, zindanda başarıya ulaşmış komplonun ele başılığını 1992’de parti içinde yakalama, giderek teşhir ve tecridini geliştirme gerçekleşti. Tabii her birisi çok büyük saldırı ve çözümleme kabiliyeti istiyordu. 1991’de bu komployu aşmak, düşmanın, en üst düzeyde Özal’ın bizzat bir anayasa ilkesini bile gerektiğinde göz önüne getirmeyerek yardımcı biçimindeki yaklaşımlarını etkisizleştirme gerçekleşti. 1992 Güney savaşındaki komplo ve bunun içteki yansımalarını görme söz konusuydu.
1993’te bununla mücadele etme, aşma yaşandı. 1994’te içe dayalı etkileri tamamen aşma ve küçük komplocukları görüldüğü yerde ve zeminde silip süpürmeyle uğraşıldı. Bu anlamda da tarih boyunca komplolarla, darbelerle iş görmüş sömürgeciliği büyük bir başarısızlığa uğratma, PKK tarihinde çok çarpıcı bir biçimde başarılmıştır.
Görülüyor ki, bütün bu konularda parti tarihi büyük savaşım tarihi oluyor. Hepsinde de gelişme var ve bütün bunlar et ile tırnak gibi birbirine bağlıdır. Hepsi de büyük bir ideolojik savaş ve bu savaşın dolaylı yansımaları olarak da değerlendirilebilir.
Parti tarihini inceliyorsanız, bu yönleriyle ana başlıklar altında, kalın kırmızıçizgi temelinde beyninize kazımanız gerekiyor ki, sağlam bir tarih bilincine ulaşasınız. Kaldı ki her yıl için daha da söylenecek, yazılacak yüzlerce öykü, romanla ancak yakalayabiliriz. Üzerinde destan yazılacak çok olay var. Biz belki de yüzde birini yazıma, anlatıma getiremedik.
Parti tarihi aslında fazla bilince çıkarılmış, yazılmış değildir. Genel hatlarıyla değiniyoruz. Üzerinde ne bilimsel ne de edebi çalışmalar fazla yürütülememiştir, daha sahibini bekliyor. İleride koşullar elverirse, eminim ki her yıl için beş on ciltlik bilimsel ve edebi, diğer sanatsal değerlendirmeler, çalışmalar ortaya çıkacaktır.
Demek ki parti tarihine bu kadar kapsamlı yaklaşacaksınız, saygılı olacaksınız ki, bu büyüklükten payınızı alasınız ve bu büyüklükle yürüyesiniz. Bu büyüklükte ne kadar şehit var, ne kadar işkenceye karşı dayanma var, bunların adını bile söyleyemiyoruz. Fiiliyatta şehit kanıdır, işkenceye karşı direniştir. Açlığa, susuzluğa karşı direnme savaşıdır. Büyük sabır, fedakarlık, cesarettir. İnsanoğlunun tanık olamayacağı düzeyde, insanlık emelleri uğruna hiçbir bireysel çıkara yer vermeyen bir savaşımın da adıdır. Birçok adsız kahramanın emekleriyle bugüne kadar getirilmiş bir tarihtir. Kesinlikle bu tarihi, bu yüce değerlerin toplamı biçiminde görmek gerekiyor.
Bütün bu değerlerin bir bileşkesi olarak parti tarihini yüreğinize, beyninize kazıyamazsanız hakiki bir PKK’li olamazsınız ve dolayısıyla büyük bir militan haline gelemezsiniz. Ben belki çok genel bir dökümünü yaptım, mümkünse sizler kat be kat bu tarihin dökümünü daha fazla yaparak, PKK nedir, nasıl ulaşılır ve nasıl temsil edilir sorusuna mutlaka yetkin cevaplar vermelisiniz. Aksi halde bu büyük tarihe hakaret etmiş olursunuz. Bu büyük tarihi böyle özümseyemezseniz, kesinlikle bu kadar büyük değere hakkını vermemiş, layık olmamış olursunuz ki, herhalde bu da en sığ, en saygısız, değersiz bir yaklaşım olur.
Bu anlattığım size çok açık gösteriyor ki, bu yüce değerlere böyle yaklaşan çarpılır. Nitekim örnekleri de her gün ortaya çıkıyor.
Bu tarih sıradan kullanılacak bir tarih değildir. Görmezlikten gelinecek bir tarih değildir. Görülüp de gerekleri yerine getirilmeyecek bir tarih de değildir. Çünkü bir iradedir, hem de en canlı yaşayan bir irade. Kim ki buna iradesini katmazsa, bu iradeyle kendini güçlendirmezse bu parti içinde savaşamaz. Yaşadığınız zorlukların temelinde demek ki parti tarihini bu zenginlikle anlayamamanız, kendinizi katamamanız ve özümseyememeniz, irade gücü haline getirememeniz gerçeği vardır.
Eğer bunu şimdiye kadar doğru temelde yeterince sağlamış olsaydınız, PKK dünyanın en büyük devrimci örgütü olurdu. Nitekim emperyalizm boşuna korkmuyor; boşuna “dünyanın bir numaralı terörist örgütü” demiyor. Bu nedenle söylüyor. Çünkü biliyor, korkunç bir direnmenin, dayanmanın partisidir. Aynı zamanda büyük bir fedakârlığın, özverinin partisidir. Hem de dayandığı zemin yitirilmiş bir halk gerçeğinde, umudun bile kırıntısının kalmadığı bir ulusal dava, bir bitmiş insanlık ortamında böylesine gerçekleştiriliyor. Parti gerçeği budur. Emperyalizmin büyük korkusu, işbirlikçilerin en büyük korkusu olması, bu gerçeklik nedeniyledir.
PKK büyük bir parti ve çok büyük kapsamı var. Bu kadar çaba harcıyorum. Layık olup olmadığımı kestiremiyorum. Unutmayın ki, biz çıplak yüreğimizle veya bireyciliğimizle savaşmıyoruz. Böyle bir savaşçılık yoktur. Bu bir yanılgıdır; bugün halen yürütülen, savaştıran bu partinin temel değerleridir, şehitlerdir, direniştir, işkenceye karşı zindanda o çoğu kahramanın, adsız kahramanların, köylünün, emekçinin, aydının direnişidir. Yoksa birey olarak sizler bunun binde birini bile temsil edemiyorsunuz. İşte yanılgı burada karşımıza çıkıyor. Partinin şeref ve onurunu paylaşıyorsunuz ama gerçeklerine hakkıyla sahip olmayı, layık olmayı düşünmüyorsunuz. Kötülük burada, değerler kutsaldır.
Tekrar vurgulayayım; ben bunca çalışmaya rağmen, gerekleri tam yaptığıma inanmıyorum, söylemiyorum. Zor-bela PKK sözcüğünü yürütüyorum diyorum. Herhalde kendimize yapacağımız en büyük kötülük, partimizin bu yüce tarihini görmezlikten gelmek, onun yerine kendi bireyciliğimizi dayatmak olur. Çünkü bu büyük bir tarihtir. Sıradan yaratılmamıştır ve her saatinin bile destan değerinde olduğunu kanıtlayabilirim. Her bir şehidinin büyük kahramanlık direnişi olduğunu söyleyebilirim, kanıtlayabilirim.
Siz bunun sahibi olmanız gerekirken, bunun için adeta yanıp tutuşmak gerekirken hiçe sayıyorsunuz, “unuttuk” diyorsunuz, “ters yaklaştık, gereklerini yerine getiremedik” diyorsunuz. İşte bu en büyük kötülük oluyor. Ailenizin sıradan bir değerine ters düşseniz, büyüğünüzden tokat yersiniz. Burada binlerce yüce değer var; ters düşmen ne anlama geliyor, hiç hesaplayamıyor musunuz?
Onun için diyorum ki, ciddi olamamanız, yüksek anlayışlı olamamanız ürkütücüdür ve kesin sizi bu kadar yüce değer karşısında affedilmez bir noktaya getirebilir. Eğer sürdürürseniz bu oldukça yanılgılı! Çok yetmez, partiye gelmez, partileşmeyi bir türlü sağlayamaz, kendini dayatan, tıkatan durumlarda ısrar ederseniz, en iflah olmaz ve belki de çok acı bir biçimde sonunuzu getirmiş olacaksınız.
Parti davası bu anlamda çok büyüktür. Benim büyüklüğüm nedir? Az-çok bu değerlere hem anlam veriyorum, hem de onun uğruna yaşama gücünü gösteriyorum. Eğer PKK’de bir kişi büyük olmak istiyorsa, onun büyüklüğü bu değerlere ne kadar bağlıdır, bu değerleri ne kadar kavrıyor, bu değerleri ne kadar temsil ediyor gerçeğinde yatmaktadır, büyüklük ölçütü budur. Bunun dışında kimse büyüklük aramasın. Sonuna kadar mütevazı olmak kadar, gerektiğinde en büyük zorluklarla ve engellerle savaşmak için de bu büyüklükleri esas alacaksınız. Gerektiğinde en büyük otorite olacağız, gerektiğinde en mütevazı insan olacağız ve ikisini birleştirerek yapacağız ki, bu değerlere layık olduğumuz kesinleşsin, anlaşılsın.
Umarım partileşmeyi bu derinlikte, kapsamda artık hem anlıyor, hem de özümsüyorsunuz, bilincinize ve yüreğinize kazıyorsunuz. Hem de bir daha silinmezcesine. Ben iddia ediyorum, parti her zaman en büyük değerdir. Şu anda halkımız, ulusumuz ve hatta insanlık için de onur duyulacak en büyük gerçeklik PKK’de yoğunlaşan, biriken bu gerçekliklerdir. Böyle bir partiyi aşındırmak, gereklerini yerine getirmemek gibi çok kötü ve lanetli bir duruma düşmek şurada kalsın, onu paylaşmak, onu yaşamak en büyük tutku olarak hepinizde ifadesini bulmalıdır. Çünkü bu parti buna layık ve bunu an be an emreden bir partidir.
Kim şehitlerin son vasiyetlerini unutabilir ve son nefes verişlerini göz ardı edebilir? Kim o büyük direnişlerin anlamını unutabilir? Kim bu büyük zorluklarla, kıyamet kadar açlıkla, soğukla, sıcakla savaşımı unutabilir? Haddinize mi düşüyor? Bütün bu direnişler yüce amaçlarımız için, insani, ulusal ve sınıfsal amaçlarımız için gösterilmiştir. Partililere de düşen, en son temsilciler veya bayrağı en önde taşıyan militanlar olarak bu bayrağı yere düşürmemektir. Daha da yükseklere kaldırarak karşılık vermektir.
Partililik, en son yaşayacak veya en önde savaşacak partililik, partileşme böyle ifade edilebilir. Yoksa “itibarı büyüktür, olanakları fazladır, onunla kendimi büyütürüm, dayatırım” demek, bu partiye gösterilecek en büyük hakaret oluyor. Bu parti, böyle olmayı kabul eder mi? Bu kadar şehit bunu kabul eder mi? Bizim çabalarımız var, Önderliksel çabalarımız var; böyle yaklaşmayı hiç kabul eder mi? Siz istediğiniz kadar “biz laf anlamayız, biz kabadayıyız” deyin; düşmanı dize getiren bu parti olanaklarıyla, kendilerini yaşatan kişileri bu konumlarıyla kabul edebilir mi? En ufak anlamsız bir dayatmaya kimse cesaret edebilir mi? Bu ben bile olsam böyledir.
Görüyorsunuz ki, partileşme halk tarihimizin en yüce, ulusal kurtuluşun ve insanlığın da en anlamlı ifadesidir. Bu, çok büyük direniş tarihiyle, başarıyla günümüze kadar getirilebilmiştir. Yaşamımızı tamamen bunun içinde eritmişiz. Ölümsüzlüğü bu parti içinde böyle geliştirmişiz. Buna katılan, bu değerlere layık olmayı en başta bilmelidir. Toz kondurtmamalı, tam tersine daha da yücelmesi için katkısını sunmalıdır. Gerçek partileşme böyledir. PKK’lileşme böyledir. Böyle bir PKK’lileşme her zaman yücelmiş ve kazanmıştır. Kesin zafere gidecek PKK’lileşme de böyle olacaktır.
Rêber APO
19 Ocak 1996
- Ayrıntılar
Yeni bir doğum günümüze doğru gidiyoruz.
Biyolojik olarak doğumlar vardır, kutlanır. Siyasal olarak doğumlar vardır, anılır. Kültürel olarak doğumlar vardır, kutsanır. Felsefik olarak doğumlar vardır, yaşanılır…
Biz PKK’yle yeniden doğduk hem kutluyoruz, hem anıyoruz, hem kutsanıyoruz hem de yaşıyoruz.
PKK bir insanı tepeden tırnağa yeniden yaratma eylemidir. Hele hele bu insan sömürge statüsüne dahi alınmayan bir halkın evladıysa bu yeniden yaratım daha yakıcıdır.
Bir arkadaşımızın deyimiyle “devrim düşürülmüş, düşmüş insanların yeridir”. Çünkü özgürleşmek için mücadele edenler, konumlarından memnum olmayan insanlardır, toplumlardır. Yani düşürülmüş insan ve toplumlardır. Bunun içindir ki özgürlük mücadelesine düşürülmüşlükten kurtulmak isteyenler gelir.
Kendi halinde memnun olanların arayışları yüksek olmaz. Memnun edilmişlerin çok fazladan alıştırılmışlıkları söz konusudur. Öyle olunca yenilere yelken açmak akıllarına gelmez. Gelmez, gelemez çünkü onlar var olanın içine, kenarına, yanına monte edilmişlerdir. Başka bir deyimle sisteme entegre edilmişlerdir. Bu düşürülmüşler içinde geçerlidir
PKK dünyanın en statüsüz halkı olan Kürtler içerisinden bir müjde hareketi olarak doğdu: “sen özgür olabilirsin, bu lanetli konumdan çıkabilirsin, kendin olma mücadelesine atıldığın andan itibaren onure edilirsin” müjdesi. İşte, PKK bunun için düşürülmüş bir toplumu bir halkı dünya insanlık arenasına görkemli yeniden doğum yaptırma hareketi ve müjdesidir. PKK bu bağlamda bir toplumsal statüyü alt üst etmenin de adıdır. PKK bir halka reva görülen boyunduruğu parçalamanın ta kendisidir. PKK karanlık günleri yırtarak geleceğin aydınlık günlerine yelken açmanın bizatihidir.
PKK Martı Jonathan misali yükseklerde tüm tehlikelere rağmen seyretmeye cesaret etmenin de ifadesidir. PKK ezilenlerin sesi olan İsa gibi gerektiğinde çarmıhı göze alarak dağların doruklarına tüm insanlığın günahlarını sırtına alarak çıkarak haykırmanın da adıdır. PKK geriliklere, köhnemişliklere, hakaretlere, zincirlemelere, prangalara, kötülüklere, çirkinliklere, ikiyüzlülüklere, zulme karşı yeni için, hoşgörü için, onurlu olmak için, köleliklerden kurtulmak için, iyilikler için, güzellikler için, dürüstlük ve adalet için yola çıkanlara ses olmanın da adıdır. Bir şeyler yapmak isteyipte yapamayanların, rahatsız olupta bir tavır alamayanların, bir şeyler söylemek isteyipte söyleyemeyenlerin, konuşmak isteyipte dilleri kesilenlerin, haykırmak isteyipte Hallaç gibi derisi yüzülenlerin, insanca Mani gibi yaşamak isteyipte taşlarla bağlananların seslerini, haykırışlarını, tavırlarını, çığlıklarını tokça, gürce hiç bir şeyden çekinmeden yaşama ve eyleme dökebileceğimizi söyleyen müjdenin kendisidir.
Kürdistan tarihi ihaneti bol olarak bilinen bir tarihtir. Hiç şüphe yoktur ki bugüne kadar yaşamasını bilebilmiş ise kahramanlıkları da bol olan bir tarihtir. Özcesi Kürdistan tarihi denildiğinde ilk akla gelen; bu iki karakterdir. Kürdistan tarihinde ihanet edenin, düşmanlarıyla işbirliğine girenin, kendi halkını tutsaklığa götürenin, işgalcilerin yanında yer alarak ülkeyi işgale peşkeş çektirenin, devşirilenin, Mangurt olanın, kendisini inkâr edenin ve inkârcılığı geliştirenin neredeyse hesabı hiç sorulmamıştır, sorulamamıştır. Nedeni ise Kürdistan tarihinde ihanetin, işbirlikçiliğinin neredeyse her zaman galebe çaldığı gerçekliğidir. Öyle ki Kürdistan’da ihanet öyle egemenleri tarafından kanıksanmıştır ki artık ihanet eden, hainlik eden, işbirlikçilik eden dahi bunu farkında bile olmaz. Çünkü öyle ihanete genleri yatmış ki olup biteni adeta “normal” görür. Nedeni ise dediğimiz gibi ihanetin ve işbirlikçiliğin hesabının sorulamamasıdır.
PKK işte bu hesap sormamaya son vermenin adıdır. İhanete, işbirlikçiliğe, hainliğe inan darbedir. Haki Karer yoldaş “pırıl pırıl bir 18 Mayıs günü al kanlara boyandı”'ğında mücadele durmamıştır. Tersine önce Haki yoldaşın katilleri bulunarak hesabı sorulmuştur, peşinden ise Haki yoldaşın anısına-madem düşmanları bu kadar yok etmek istiyor-inadına mücadeleyi daha yükseltmek gerekiyor. Bunun adı da partileşmektir; yani PKK’yi kurmaktır. Dahası; PKK, Şairin söylediği o “İhanetin Göğsüne Hançer Gibi Saplandı” cümlesi, tarihi bir tespittir. Yapılması gereken bundan sonra deşifre olmuş olan İhanete, İşbirlikçiliğe ve Hainliğe karşı sağlam bir yaşam duruşunun sergilenmesidir. Ve bu duruşun adı işte PKK’dir. PKK’li olmaktır.
PKK bir başkaldırı ve isyan hareketi olarak en çok toplumu tutsak alan geriliklere karşı düşünce ve eyleme geçmedir. Kürdistan’da gericilik denilirken ilk akla gelen feodal geriliklerdir. Daha doğrusu feodal komprador gericiliktir. Kürdistan, feodalizmin boyunduruğu altında inim inim inlemiş ve adeta insanlığı kapatmıştır, insanlığa kapatılmıştır.
Öyle ki Kürdistan bir avuç derebeyin, ailenin, ağanın eline kalmış ve istediklerini topluma dayatan bir yapılanma hakim olmuştur. Bir adım ötesinde işgalcilerle el ele, Kürdistan toplumunu tutsak alan, nefes aldırmayan bir kompradorluk. Bu bir yön, önemli bir yön.
İkinci yön ise belki de daha önemli olanı feodalizmin yarattığı toplumsal karakterdir. Feodalizm özü itibariyle donukluktur. Donmuşluktur. Soğukluktur. Başka bir deyimle doğmalarla yaşamadır. Yaratılan ön yargılarla o toplum içerisinde yaşayan insanları tutsak almaktır. Öyle kalıplar oturtulur ki insanlar karşı çıkamaz olurlar. Bu bir sistem olarak böyledir. Feodalizm tepeden tırnağa tahakkümdür. Hiyerarşidir. Tekçiliktir. Renksizliktir. Kendi dışında olanı rettir. Küçümsemedir. Kendisini her şeyin merkezinde görerek etraflıca bakamamaktır. Darlıktır, körlüktür. Feodalizm kapalılıktır. Kendine dönük yaşayarak dünyayı, geçmişi ve geleceği kendinde öldürmedir. Öyle ki ufuksuz olmaktır. Ufuk’u varsa da dar olan feodal ufuktur. Bu ise oldukça sığ olan aile, akraba, kabile, aşiret sınırlarına takılarak yaşamaktır. Özcesi feodalizm hiçbir görüşe, yaşam biçimine yaşam şansı tanımayan hoşgörüsüzlüktür. Kendisini yaşatabilmesi içinde müthiş feodal kalıplar oluşturmadır. İlkelliktir. (İlkelliği kapanmışlık ve gericilik olarak ele alıyoruz. ) Böyle bir sistemde, feodal değer yargıların hakim olduğu toplumlarda, ortamlarda başkaldırmanın yeri olamaz. Çünkü feodalizm özünde sinmişliği toplumun tümüne yayma ve hakim kılmanın da kendisidir.
Böyle bir sistemde alışılmış olanlara karşı durmak en büyük günah sayılır. Günahı işleyen ise aforoz edilir. Böyle bir sistemde ya boyun eğerek el öpersin ya da boyun eğdirirsin el öptürürsün. Başkasına da yer yoktur. İnsanın insanca, onuruyla kendi iradesiyle yaşamasına şans tanınmaz. Böyleleri çıkmışlar ise onlar ilk elden taşlanmalıdır. Böyle bir sistemde ayrı görüşlere yer olmaz. Farklılıklar suçtur. Yeni düşünceler suçtur. Çokluk suçtur. Özcesi demokrasi burada askıdadır. Demokrasi suçtur. Böyle bir sistemde dediğimiz gibi kadına yer yoktur. Böyle bir sistemde sadece egemenlerin söz hakkı vardır. Diğerleri ise marabadırlar, yani kurmançtırlar. Söz hakkı olanlar geleneksel bilinen ailelerdir. Şeyhlerdir, beylerdir, ağalardır, kompradorlardır, işbirlikçilerdir, devletin kapısında, meclisinde yer alan tayfalardır. Ve bunlara karşı çıkmak ölüm fermanını imzalamaktır.
İşte PKK Kürdistan’da demokratik bir toplum yaratmak isterken ilk elden yapacağı bu köhnemiş sisteme karşı durmak olmuştur. Toplumun bağrına bir ur gibi saplanan bu hastalık tedavi edilmeden, bu hastalık aşılmadan Kürdistan’da bir devrimin yapmanın hiçbir anlamı olamazdı. Yani eğer Kürdistan’da demokratik bir yapı oluşturulmak isteniyorsa ilk elden bu feodal komprador işbirlikçi ağ tümden parçalanmalıydı. Başka da yolu olamazdı. PKK bu bağlamda feodalizme, feodal kompradorlara, gerici çitlere, iç parçalanmışlığa, işbirlikçi aileciliğe karşı gelişen bir başkaldırı hareketi olarak doğmuştur.
Kürt halkı dünyanın en kadim halklarındandır. Ortadoğu’da geçmişi en köklü olan Aryen bir topluluktur. Tarihte bilinen ilk yerleşimleri kuranların ardıllarıdırlar. İlk köyleri kuranlardır. İlk ekimi yapanlardır. İlklere çok imza atmış olanların bugün yaşayanlarıdır. Neolotizmin oluşumunda başat rol oynamışlardır. Tarihe çok farklı isimlendirmelerle geçen bu kadim halk 1970’lere geldiğimizde yok olmayla, silinmeyle, erimeyle, özümlemeyle bitme noktasına doğru hızla yuvarlanmaktaydı. Bu bir durum tespitidir. Ancak burada Kürt halkına eleştirinin de ötesinde işgalci ve sömürgeci güçlerin inkârcı ve imhacı politikalarının ne kadar güçlü ve etkili devrede olduğunu söyleme vardır. Reber Apo’nun “biz sıfırdan alıp getirdik” dediği durum budur. Lakin durum sıfırında da altındadır. Değerli Ape Musa’mız önderliğin bu sözüne atfen; “doğrudur, ama bizde sıfırın altından sıfıra getirdik” diyecek kadar bir erime söz konusudur. Eğer PKK anlaşılmak isteniyorsa öyle çok büyük teorik, ideolojik, felsefik açılımlara gerek yoktur. Ape Musa’mızın “bizde sıfırın altından sıfıra getirdik” sözü yeterlidir.
Yok, olmakla yüz yüze bırakılmış, eritilmeyen bir yanı kalmamış, Türklüğün kültürel yayılma alanı olarak kültürü hem talan edilmiş hem de çalınmış, insanları kendilerinde kaçmaya başlamış, resmi ideolojinin en tortu ham maddesi olarak “kırolaştırılmış”, alay konusu olarak sinema ve sanat sahasında işlenmiş, Kürtlüğünden nefret etmeye başlayarak devletin kapısında bir memurluk için yüz takla atmış, bio-iktidarlar adeta nefes alış verişi kontrol altına alınmış bir Kürt ve Kürdistan bugün tek bir kelimeyle; ayaktadır. Hem de dipdiri. Utanılan Kürt’ten bugün kıymetlenmiş bir Kürt yaratılmıştır. Kendisinden kaçan Kürt’ten kendisiyle övünen bir Kürt yaratılmıştır. Kültürü talan edilen bir Kürt'ten bugün gürül gürül akan ve kültürünü serpen bir Kürt yaratılmıştır. Dili neredeyse unutulan bir Kürt'ten bugün 10 yaşındaki kızların Kürtçe dersi verecek kadar gelişme potansiyeli gösteren bir Kürt yaratılmıştır. Tarihi silinen, inkâr edilen, yok sayılan bir halkın ne kadar köklü bir tarihi olduğu gerçekliği yaratılmıştır. Siyaseten eritilen bir halktan bugün siyasetinin en dinamik öznesi olan bir halk yaratılmıştır. Örgütsüzleştiren, dumura uğratılan bir halktan bugün Ortadoğu’nun belki de dünyanın en örgütlü halkı yaratılmıştır. Ürkek, korkak, tereddütlü olan ve böyle yaşayan bir Kürt’ten kendisine olağanüstü güvenen bir Kürt yaratılmıştır. Kısacası; ölüm döşeğinde komalık olarak yaşayan, bitkisel bir hayat sürdüren Kürt’ten bugün bağışıklık sistemi en güçlü olan bir Kürt yaratılmıştır.
Eleştiri öncelikle beğenmeme durumudur. Olanı yeterli bulmamadır. Beğeni ölçülerine sahip olmadır. Her şeye evet dememesini bilmedir. Ve her şeyden önce verili olanı ret ederek daha güzeli ve iyiyi arama gerçekliğidir. Kürdistan adeta cendereye alınarak sürekli bir işkencehane olmasına rağmen insanlarının ağırlıklı bir bölümü bu durumu görmezden gelerek kendilerinden memnun bir yaşamı sürdürmeye devam etmiştir. Horlanmasına rağmen, küçük görülmesine rağmen, dilliyle kendisiyle alay edildiği halde o bunu görmekten çok uzaktır. Çağının dışına itilmesine rağmen o bunu fark etmeden bir halkın birliğinin yaratacağı enerjiyi düşünmeden ailesel çıkarlar ve aşiretsel çıkarlar peşinden koşturulmuştur. Tuhaf gelecek ama Kürt kendi kendisinin düşmanı ettirildiği halde bu iç düşmanlaşmada neredeyse keyif duyacak ve bu keyif duymayı da meşrulaştıracak hale getirmek için elinde geleni yapacaktır.
İşte böyle bir Kürt’tü sen eleştiremesin. Kaldı ki feodal toplumda eleştiri yerine hakaret, küçük düşürme ve dedikodu vardır. Önyargılar vardır. Birde bunun tersi olan kendisinden razı, kendisini beğenen ve de birilerine methiyeler yakmak vardır. İşte PKK tümden bu durama bir müdahale hareketi olarak doğmuştur. Öncelikle var olanı beğenmedi. Kabul da etmedi. Ret etti. Verili olana savaş açtı. Başkaldırı esasen buradan başladı. PKK’nin, ilk işi eleştiri oldu. Bir halkı överek popülizm yapmadı. Şişirerek kendisine yandaş aramadı. Bir insanı, bir halkı sevmenin ilk yolunun onun iyi olmayan yanlarının değiştirilmesi için kavga vermenin gerektiğinin bilinciyle hareket ederek eleştiri geliştirdi. PKK, ulusal birliğin önünde kim engelse onu ya da onları-rütbesi ne olursa olsun, ismi ne olursa olsun-topa tutmuştur. Ulusal birliği sağlamak için ise ulusal bütünlük önünde ne kadar engel ve engelleyici unsur varsa topa tutmuştur. PKK Kürt halkını eleştirmiş, ancak Kürt halkına karşı sonsuz sevgisini de hep beslemiştir. Sevgi esasen derinlikli bir kavramdır. Sadece değer vermeyi ifade etmez. Aynı zamanda beğenmediğin yönler ya da yanlar varsa bunları değiştirmeyi de öngörür.
Kürdistan toprakları daha önce kadının yükseklerde seyrettiğini çok tanıklık etmiştir. Bir anlamda kadının görkemli tarih sahnesine çıktığı topraklar bu topraklardır. Ne var ki tarihin çarkı üçlü kurnaz ittifaklıyla değiştirilmiştir. Çarpıtılmıştır. Kadın görkemliliğinden her gün bir şeyler kaybederek erkeğin sadece sürülecek tarlası olana kadar gelmiştir. Üçlü kurnaz ittifak diye bilinen-askeri şef, yaşlı kurnaz erkek ve kadından tüm sırları çalan şaman ya da rahip-kadının yarattığı komünal değerlere dayalı adaletli, eşitlikçi, özgürlükçü, merhametli, paylaşımcı ve ortakçı yaşamı kendi kirli emelleri için el atarak adım adım ortada kaldırmıştır. Ve giderek bunun yerine kendi çıkarları için, var olan artı değerlere el koyarak, hiyerarşik, tahakkümcü bir sistemi adım adım geliştirmiştir. Bu ise beraberinde sınıfların oluşmasına, yani ezenle ezilenleri, sömürenle sömürenleri, çalışanla çalıştıranları yaratarak insanlığı kirletmiştir. Bununla da kalınmamıştır; ilk sömürge ulus olarak kadını tümden muhalif olmaktan çıkarmak için kadına müthiş yüklenmiştir. Adeta yaşamın her safhasında kadının o görkemli yaşam sisteminin bir daha gelmemesi için kadına ne kadar kötülük varsa yakıştırmıştır. İlk elden; şeytani özellikler ona atfetmiştir. Kadın, cennette yasak meyveyi yediği için cennette kovulmanın sorumlusu olarak tutulmuş ve dünyanın en çirkin ve kötü özellikleri ile tanımlanmıştır. (Parantez açarsak; kadın eğer var sayılan yasak meyveyi yememiş ya da yedirmemiş olsaydı acaba bugün bu dünya olacak mıydı diye sormadan da gerçi insan edemiyor ya!)
İşte 27 Kasım günü kadının öteleştirilmesine dur demenin de adı olmuştur, kadının mal olmakta çıkarılmasının da adıdır. Kadının kadın yapılması değil kadının kadın olarak kendisine bilinç ekmesinin de günüdür. Bugün Kürdistan’da en ön saflarda kadın yürüyor, gerillaya en çok kadın katılıyor, etkinliklerde en çok kadın öndedir, en çok etkili renk kadın rengidir, siyasete-yani kamusal alana-en çok kadın ilgi duyuyor, kültürel sahada en etkili sima yine kadınlı olanıdır, savaşın en kızgın ortamında komutanlık yapan yine kadındır, siyasetin yönlendirenlerin başında kadın gelmektedir, Dağlarda kadın en başat olan öncüdür. PKK kendisini kadın partisi olarak isimlendiriyor ve PKK içerisinde en etkili bireyler kadınlardır. Daha da ekleyelim; sıkıysa PKK’nin etkili olduğu yerlerde kadına dönük yamuk ağız konuşulsun. PKK tarihi baştan beri bir kadın tarihidir. Kadının renginin hep geliştirildiği, geliştirilmek istendiği bir tarihtir. Ve bunun için diyoruz ki; herkesten daha çok 27 Kasım günü kadının günüdür. Ve diyoruz ki; 27 Kasım PKK’nin doğum günü aynı zamanda Kürdistan’da kadının da doğum günüdür.
27 Kasım gününün başka bir anlamı da tüm bu tarih silmelere, belleksizleştirmelere dur demenin de başlangıcı olmasıdır. Kahramanlıkları bugüne sadece taşımak değil, ölümsüzleştirmenin de dili oldu 27 Kasım günü. Yazılmamış olanları yazan, gün yüzüne çıkmamış olanları gün yüzüne çıkaran, hak ettikleri yeri almayanları hak ettikleri yere yerleştirirken de, hak etmeyenleri de deşifre ederek teşhirini iyi yapan bir gün olmuştur 27 Kasım. Kim Humbaba’yı, kim Key Akser’i, kim Şergo’yu, kim Ahmed’e Xani’yi ve nice bugünlerde isimleri ağızlarımızda düşmeyenleri gün yüzüne taşırarak tüm dünyaya, tüm Kürtlere götürdü diye soracak olursak, 27 Kasım günüyle başlayan bir süreç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Denilecek ki bunlar eskidende biliniyordu. Evet, bunlar eskiden de biliniyordu. Ama tarihin karanlık ve tozlu raflarında bu tarihi belgeleri indiren 27 Kasım’dır. Bu unutulmayacaktır. Geçmişte Kürtler kıymetsizlendirilmişlerdi. Düşmanlar, sömürgeciler Kürt’le o kadar alay etmiş ve rencide etmişlerdi ki Kürt bizatihi kendisiyle alay eder ve Kürtlüğünden kaçarak aslında kendinden kaçardı. Ancak 27 Kasım günü ile başlayan kürdün kıymetlenmesi söz konusudur. 27 Kasım ile giderek gelişen PKK mücadelesi kendisini dağlara çıkararak dağlarda bir direniş kültürünü yeniden yaratmıştır. Kürt özgürlük savaşçıları dağlarının doruklarında tüm zorluklara inat bir halkı yeniden yaratırlarken elbette onlar kıymetleneceklerdir. Elbette kıymetlendirileceklerdir çünkü insanın en önemli varlığı olan yaşamını feda etmeyi görkemli başardılar. İnsanın en sevdiği canı bir halk için müthiş bir özveri ile ortaya koyarak vermesini-hem de hiç bir şey istemeden-bildiler. Hem de yaşamı uğruna ölecek kadar sevdiler. Bunu yapanların ağırlıklı bir bölümü bu halkın bağrından çıkan, en seçkin evlatlar olmalarından kaynaklı da, halkımız onları yaratanların nasıl bireyler olduğunu bilerek kıymetlendirmiştir. Dahası, 27 Kasım günü ile başlayarak gelişen kendisini bir halkın derdine derman etme girişimi giderek gürbüzleşerek Kürdistan tarihinde olmayan bir kültürü kalıcılaştırdılar. Kahramanlık kültürünü… Halkımızın diliyle; Onur Savaşçıları Kültürünü.
27 Kasım sonrası Kürt cesaretli olan Kürt’tür. Bugün eğer 7 yaşındaki çocuklar taşlarla düşman panzerlere saldırıyorlarsa, 70’lik analar mücadelenin en ön cephesinde kavga ediyorlarsa ve tabii ki bir ana oğlu şehit düştüğünde eline kına sürerek bir nevi damat kılıp evlendiriyorsa, yani bir ana olarak en kutsal ve mutlu gününü yaşıyorsa orada artık bir halk tümden en güzel yönleriyle yaratılmıştır. Bir ülkede analar artık tümüyle cennete girmeyi hak ediyorlarsa orada güzelleşen bir halktan söz etmek çok fazla yerindedir. Kürdistan’da analar, çocuklar, gençler, güzel körpecik kızlar ve çınarlık meleler çoktan cennetlik olmuşlarsa orada tümden bir halkın güzelleşmesi söz konusudur. 27 Kasım günü işte bir halkı tümden güzelleşmesine doğru götüren en önemli adımlardan bir tanesidir. “PKK İle Kürtlük güzeldir” derken onurlu olmuş bir halkın, başkasına boyun eğmeyen bir halkın, insanlığın her zaman güzel olacağı kesindir. Ve Kürt halkı çoktan güzelleşmiştir. Çünkü Kürt artık bir şehit yoldaşımızın deyimiyle;”Roman gibi yazılmak, Şiir gibi okunmak, Efsanevi dillerde eylemde konuşmak, Eylemle yaşamak ve yaşamı aşk tutkusuyla sevmek” gibi özgürlüğü ve güzelleşmeye doğru hızla ilerliyor.”
Kasım Engin- Ayrıntılar
İlk defa nereden, kimden, hangi hadiseden dolayı dinlediğimi tam olarak hatırlamıyorum ama böyle bazı toleranslı konularda, hemen beynimin kıvrımlarının bir köşesinde şimşek gibi çakıveriyor bu hikaye;
Adamın biri, günün birinde bir yılanla arkadaşlık kurmuş. (günlük yaşamın içinde de bazı zamanlar çok farkında olunmadan, birçok ilişki ve bunların seyri aslında insani özelliklerden ziyade, fabl’dan ileri gelmektedir, aynen bu hikayede olduğu gibi) Gel zaman, git zaman bu dostlukları öyle bir hal almış ki, adam ne zaman yılanı ziyarete gitse yılan adamın ayaklarının dibine bir altın bırakıyormuş. Zaten çok fakir olan ama aynı zamanda bir o kadar da onurlu olan bu adam, utana/sıkıla yılanın verdiği bu altınları kabul ediyormuş.
Günün birinde bu adam hastalanır ve yorgan-döşek yatmaya başlar. Zaten fakir olduğundan dolayı, onun bu hastalığından dolayı ailesinin geçimi başlı başına sorun olmaya başlamıştır. Bu durumun farkında olan adam, oğlunu yanına çağırmış ve ona; “falan yerde bir delik var. Git orada bekle, yanına gelecek bir yılana benim oğlum olduğumu ve hasta olduğumdan dolayı onun ziyaretine gidemediğimi söylediğinde, sana bir adet altın verecektir” demiş. İlk başta söylenilenleri tam olarak algılamayan çocuk, aile ilişkilerinden ve babasına duyduğu derin saygıdan ötürü bir şey demeden, babasının dediği yere, yılanla buluşmaya gitmiş.
Sözü edilen yere geldiğinde beklemeye başlamış ve aynen babasının dediği gibi bir yılan çocuğun yanına gelmiş. İlk başta ürken çocuk babasının dediklerini söyleyince, yılan sessizce gidip bir adet altınla çocuğun yanına gelmiş ve usulca altını çocuğun yanına bırakmış. Bunun üzerine büyük bir şaşkınlığa kapılan çocuğun aklına hınzırca bir plan gelmiş. Yılanın altını kendi deliğinden getirdiğini gören çocuk, bütün altınların orada olduğunu düşünmüş. Bunun üzerine eline geçirdiği büyük bir odun parçasıyla yılanın yuvasını eşelemeye başlamış. Yuvayı kazmaya çalıştığı bir anda yılanı da yaralamış adamın uslanmaz çocuğu. Çocuğun bu yaptıklarından korkuya kapılan yılan, çocuğu bu korku ve can havliyle ısırmış. Tabi böylelikle adamın çocuğu ölmüş.
Aradan günler geçmiş, yıllar geçmiş adam birgün yine yılanın yuvasına gitmiş. Usulca oturmaya başlamış ve bir süre sonra yılan sessiz bir şekilde adamın yanına sokulmuş.
“Neden buraya geldin” diye sormuş adama.
“Seninle tekrardan arkadaş/dost olamayız mı” diye sormuş adam da yılana.
“Artık bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı varken bizim dost olmamız imkansız” demiş yılan, adama.
Yazının başında da ifade etmeye çalıştığım gibi hayatın bazı anlarında bu hikaye benim aklımda çakıverir böyle!
Bugünlerde Miroğlu’nun yazdığı yazılarla da, benim aklıma bu hikaye hemen hemen hergün gelmekte.
Öncelikle PKK’nin Kalem Kanadı diye kendi akli dengesizliğinin içinde tanımlamaya çalıştığı safsataları ve kendisini marjinal demokrat aydın havalarına büründürmesinin temel nedeni yaşadığı kuyruk acısından ve içine düştüğü koşullanılmış çaresizlikten ileri gelmektedir. Bu durumda Miroğlu’nun yapabileceği tek şeyi bulunuyor elinde; o da efendilerine sonuna kadar hizmet etmek. Geçmişi dahi bu konularda şaibelerle doludur, yani aydınlık ya da mücadele adamlığından ziyade, bir çok karanlık noktanın eşiğinde bu kişiye rastlamak mümkündür. Böyle birinin söylediği her söz ve içine girdiği her davranış, insanları şüpheye sevk etmektedir. Bu saldırganlığı kendi ayıbını saklama yönündeki gayretlerinden ötürü gelmektedir ve bir bakıma kraldan daha kralcı bir düşün içinde, kendini haklı çıkarabilmenin gayreti içerisindedir. Ondan dolayı da kurduğu hayalleri vardır Miroğlu’nun.
Kendisinin milletvekilliği ya da Etiler’de sahneye çıkma gibi hayalleri olabilir.
Her insanın olduğu gibi Miroğlu’nun da kurduğu hayaller kendisini ilgilendirmektedir. Fakat hayalleri uğruna ya da yaşamakta olduğu kuyruk acısından dolayı, bir halkın değerlerine ve kurtuluş teminatlarına alçakça saldırı yapma hakkını kendinde görmemelidir.
Uşaklık ettiği siyasal akım kendisine bu hakkı tanıyabilir, belki bu menfaatlerin doğrultusunda kendisine sunulan imkanlardan da sonuna kadar yararlandırabilirler. Fakat devran değişir diye bir düşünce zaman zaman kendisini hissettirmelidir Miroğlu’nda da!
Daha öncesinde çalıştığı gazetenin baş yazarı bu konular hakkında birçok kesimi ve Kürt Halk Önderliğine yönelik sağduyu çağrılarında bulunmuştu. Herhalde gazetenin baş yazarı konunun hassasiyetini ve vehametini anlayabilmişti. Fakat Miroğlu denilen zat-ı muhterem konunun üzerine inatla gitmekte ve daha çok kaşımaya çalışmaktadır. Yani bir bakıma inatla caminin duvarını kirletmeye çalışmaktadır!
Günümüzde bu halkın değerleri olarak tarihe geçen bu kurumsal-örgütlü güçlere böylesine don kişotça yönelmek sadece ve sadece kendisine kaybettirir.
Elbette içine düşmüş olduğu kuyruk acısı belli noktalara kadar anlaşılır olmaktadır! Bu konuda metanetin gerektirdiği erdemi gösteremeyişi bıçağın altında dolaşmasına neden olmaktadır. Sonrasında yapılacak herhangi bir sağduyu çağrısının anlamı olmayabilir!
Sözün özü böyle giderse kırmızı kalemle çekilen bir çizgi devreye girer!
Miroğlu’da, mortoğlu olur bu toprakların tarihinde!
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Ne oraya ne şuraya ne de başka bir yere bakmak önemli değildir.
Önemli olan PKK göre nerede durduğundur.
Hani bir söz var ya.
“Ne söylediğin değil nerede durduğun önemlidir”.
Her kim nerede duruyorsa O’dur ve durduğu yer kadardır.
Bu her insan için geçerlidir.
Hele Kürtler için daha fazla geçerlidir.
Kim ki, PKK sempatizanı ise kendisine ben insanım diyebilir.
Kim ki, PKK destekçisi ve aktif çalışanı ise O daha fazla diyebilir ki ben insanım.
Kim ki, PKK gerillası ve şehidinin annesi, babası, kardeşi ise başını dikçe tutabilir ve diyebilir ki, ne onurdur ki ben insanım.
Kim ki, PKK gerillası ise diyebilir ki, ben insan olmanın ulaşılmaz zirvesindeyim.
Yine diyebilir ki, ben insan olmanın ulaşılmaz ufkundayım.
Bu onura her kes nail olamaz.
Bu onura nail olmak yürek ister, beyin gücü ister.
Bu onura nail olmak her şeyden önce dağ duruşlu olmayı gerektirir.
Bu onura nail olmak her şeyden önce, ahlakın piri u pakına, fedailiğin emsalsiz kişiliğine sahip olmayı gerektirir.
Bu onura nail olmak her şeyden önce, para-pul-makam-mevki-şan-şöhret gibi ne kadar insana düşman satılık nemalar varsa onlardan arınmaktır.
PKK dışında kimse varmı ki, bu en insani değerleri içinde barındırsın.
PKK kuruluşunun 32.yılını geride bırakırken ne takdire şayandır ki, PKK olanlar.
Ne takdire şayandırlar ki, PKK destekleyeni, sempatizanı, çalışanı olanlar.
Ne takdire şayandırlar ki, onlar ki ben insanım çünkü PKK’liyim diyenler.
Çünkü kendine PKK’liyim diyenlerin nasıl bir efsanevi direnişi başlattıkları tarih tanıktır.
Tarih tanıktır ki, ilk insanlık nüvelerinin kalan kırıntılarına dayananarak PKK kuruldu.
Çünkü biliyoruz ki, ilk insanlık beşiğini bu topraklarda yaratıldı.
Çünkü biliyoruz ki, ilk insanlık nüvelerinin tohumları bu topraklarda atıldı.
Çünkü biliyoruz ki, ilk defa özgürlük,eşitlik ve direniş değerleri bu topraklarda oluşturuldu.
Tüm bu değerlerin üstünü betonla örtük diyen, devşirmelerin kurduğu batının devşirmesi T.C ye karşı PKK’yi kuranlara selam olsun.
PKK’yi kurarak en kahraman kişiliklerin direnişini dünya sahnesine çıkaranlara selam olsun.
Betona tohum ekip, betonu çatlatarak filizlenmesini sağlayanlara selam olsun.
Salkım saçak çiçekler gibi Kürdistan’ı, Mezopotamya’yı boydan boya çiçeklendirenlere selam olsun.
Mezopotamya’yı da aşarak dünyayı çiçeklendirip özgürlük bahçesini dönüştürmek için diş ile, tırnak ile, yürek ile, beyin ile direnenlere selam olsun.
Selam olsun Önder APO’ya.
Selam olsun Haki Karerlere.
Selam olsun Kemal Pirlere.
Selam olsun Xeyri Durmuşlara.
Selam olsun Mazlum Doğanlara.
Selam olsun Beritanlara.
Selam olsun Zilanlara.
Selam olsun Egitlere.
Selam olsun Egitlerin ardılları tüm HPG gerillalarına.
Bu dağlar yerinde durdukça, Kürdistan gerillası varoldukça ve bu halk serhıldan halkı olarak direndikçe daha nice yıllara ve asırlara sığacak bu PKK.
Nice yıllar ve asırlarca varolacak PKK’ye selamla olsun.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Gençlik ruhunu anlatmaya gerek yoktur. Herkes bu ruhun ne olduğunu biliyor. Dinamikliği, atılganlığı, canlılığı derken yeniye olan özlemi hep dillendirilir. Ve tabii ki birde gençlik derken her şeyi hemencik kabul etmeyen, boyun eğmeyen olarakta bilinir. Bilinmesi gereken diğer bir özelliği ise herkesin onun yanında geçerken her şeyi yapamamasıdır. Gençlik onursuzlaştırmaya tahammülü en az olan kesimdir de. Başka bir deyimle doludizgindir.
Yukarıda söylenenleri hepimiz az çok biliriz, bilmemiz gerekir. Şöyle ya da böyle bizde gençlik yıllarını yaşadık. Belki de tümden yukarıda tarif edilen tarzda bir genç olamadık. Ancak her zaman böyle olmak için bir uğraş içerisinde olduk. Olmaya çalıştık.
Verilen devasa bir mücadele ardından yeniden içimizde tasarladığımız, hayal ettiğimiz gençlik ruhunu yaşama zamanı gelip geçmektedir. Binlerce Kürdistanlı genç belki de bu ruhu görülmeyecek bir şekilde kıyılarda, köşelerde yaşamaktadır. Belki de binlerce genç isimsiz kahramanlar olarak sadece bilinenlerin yüreğinde çoktandır yer edinmişlerdir. Ancak bilinen ve alenen herkesin gördüğü odur ki Kürdistan dağlarında belki de henüz bıyığı terlememiş, yüzlerce Kürdistan genci ölümüne milyonluk Türk ordusuna karşı kafa tutmuşlardır. Ve yine onlarcası bu uğurda canını gönüllü olarak feda etmişlerdir. Ve tabii ki bıyığı henüz terlememiş erkek gençlerin yanı sıra bu mücadelede kocaman emekleri olan yüzlerce genç gerilla kadın militanda yer almışlardır. Ölümüne faşizmin üstüne üstüne yürümüşlerdir ve kimisi ölümün çemberinde geçerek şahadet tacını da giymiştir.
İşte tüm direnişlerle yaratılan bir ruh oluşmuştur. Biz buna gençlik ruhu diyelim. Biz buna kendisini tanıyan ruh diyelim. Biz buna başı dik ve onurlu ruh diyelim. Biz buna boyun eğmeyen ruh diyelim. Ve tabi ki biz buna yeni şekillenen ve asla sömürgeci karakteri, boynu bükük köle kişiliği yaşamayan yeni ruhta diyelim. Siz buna özgürlük temelinde kimyası değişmiş yeni gençlik ruhu deyin. Biz ise yeniden yaratılmış bir halkın ruhu diyelim. Hem de direniş ruhu.
En son birkaç gün önce Nusaybin’de, polislerin gençlerimizin üzerine saldırmasında gördük. Beş yaşındaki bir çocuğa dahi tahammül edemeyerek tutuklamak isteyen bir faşist polis güruhuna karşı çıplak ellerle, birkaç taşla karşı koyan bu yeniden yaratılmış ruhu gördük. Faşist polisler alışmışlar halkımıza hor bakmaya. Alışmışlar küfürler savurmaya. Alışmışlar tokat çekmeye. Alışmışlar fırça atmaya. Alışmışlar höd çekmeye. Ve alışmışlar istediğini almaya ve istediğini kovalamaya.
Ama bu kez Nusaybin’de biz başka bir şey görüyoruz. Bu kez Nusaybin’de alınan çocuğu sahiplenen bir gençliği görüyoruz. Polisin küfrüne ve jop'una karşı yumruklarını sıkarak cevap veren bir yeni Kürt gençliği görüyoruz. Ve ardından da arka arkaya kaçan bir polis güruhunu görüyoruz.
İşte yeni gençlik ruhu dediğimiz olgu budur. Sömürgeciliğin yarattığı korkuyu kırarak hem de TC’nin silahlı, coplu polisine sadece yumrukla cevap veren bir gençlik. Geri adım atmayan bir gençlik. Kendisinden koparılmaya çalışılan bir parçayı, almaya çalışan bir gençlik.
Evet, işte bu yeni gençlik ruhudur. İşte bu özgüveni oluşmuş yeni gençlik ruhudur. Yeni bir kimyadır bu. Özgürlük kimyası daha doğrusu özgürlüğe kilitlenmiş özgürlük ruhu kimyası.
Artık Kürt gençleri nerede olurlarsa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar polislerin onlardan koparacakları bir parçayı geri almalıdırlar. Polise boyun eğmemelidir. Geri adım atmamalılar. Gerektiğinde üstüne aynen Nusaybin’deki o genç gibi yumruk sallamasını bilmelidirler. Taşlar, Molotoflar bilinen ‘silahlardır’. Artık yumruklarda birer ‘silah’ olmuştur. Artık topluca polislerin üzerine yürüyerek bizden aldıkları gençleri, çocukları, ihtiyarları ve anaları alma zamanıdır. Artı zaman gençlik zamanı ve gençlik ruhunu doludizgin yaşama zamanıdır.
Artık zaman bizim zamanımızdır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar