Öz savunma belki de özgürlük mücadelesi içerisinde en az anlaşılan konuların başında gelmektedir. Adeta olsa da olur olmasa da olur yaklaşımlarını günlük olarak görüyoruz.
ARGK sürecinde öz savunmayı ağırlıklı olarak gerillayı tamamlayan yedek bir güç ya da çalışma olarak ele alıyorduk. O zaman devrimi ağırlıklı olarak gerillaya dayalı olarak yürüteceğimize inanıyorduk. Hiç şüphe yoktur ki halk serhildanları yükseltilecek ve gerillayla el ele devrim gerçekleştirilecekti.
Ne var ki tarih bize gösterdi ki bu yetmeyen bir yaklaşım olmuştur. Hele bir de Türkiye’de devrimin ikinci önemli ayağı gelişmeyince ciddi zorluklar yaşanmıştır. Öz savunma çalışmalarını biz milis örgütlenmesiyle yürüttük. Ve bunlar genelde silahlı milislerdi. Yer yer milis taburlarını da oluşturduk. Ve gerillayla birlikte onlarca milis eylemlere katıldı. Ama dediğimiz gibi bunlar hep gerillanın yedeğinde, yanında, destek güçler olarak ele alındı. Özcesi stratejik bir yaklaşım yerine taktiği bir güç olarak ele alınıyordu. Diğer dünya devrimlerinde öğrendiklerimiz bunlardı. Onlarda böyle yapmıştı.
Ancak dediğimiz gibi tarih ve özgürlük mücadelesi bize gösterdi ki bu yaklaşımımız yetersizdi. Hiç şüphe yoktur ki gerillanın yanında silahlı milisler olacaktır. Yani ateşli silahlar kullanarak gerillanın yanında yer alacak güçler yine olacaktır. Ancak önüne devrimi ve özgürleşmeyi koymuş bir halk ya da hareketin savunma stratejisi bu olamaz.
Partimizin öngördüğü yeni stratejiye ve paradigmaya göre biz tümden halka dayalı özgürleştirme çalışmalarını ele alıyoruz. Yani halka rağmen devrim yerine halkla, halkın yanında yer alan bir gerilla olarak özgürlük mücadelesi yürütülecek. Gerilla olmasa da bu halk kendi özgürlük mücadelesini yürütecek pozisyona gelmelidir. Bu yepyeni bir yaklaşımı gerektirir. Bu komple bir halkın örgütlülüğünü gerektirir. Yeniden bir halkı ana yanlı, neolitik, eşitlikçi, özgürlükçü ve de adaletli olarak ele alarak geliştirmek istiyorsak –ki biz buna politik ahlaki toplum diyoruz-o zaman savunma stratejimizi değiştirmemiz gerekiyor.
Kürt halk önderliği: “Ahlaki ve politik toplumun günümüzde yaşadığı gerçeklik, yani öncelikli sorunu özgürlük, eşitlik ve demokratikleşmenin de öncesinde var oluşsaldır. Varlığı tehlikededir. Modernitenin çok yönlü saldırısı, her şeyden önce varlığını savunmayı öncelikli kılar. Demokratik modernitenin bu saldırıya karşı cevabı, öz savunma anlamında direniştir” demektedir.”
Devamla da; “Öz savunmayla birlikte demokratik siyaset, dönem politikacılığının özüdür. Demokratik siyaset ahlaki ve politik toplumu geliştirirken, öz savunma onu iktidarın kendi varlığına, özgürlüğüne, eşitlikçi ve demokratik yapısına yönelik saldırılarına karşı korur“ demektedir.
Başka bir deyimle, “Öz savunma bir kol olmaktan ziyade, demokratik toplumun ve demokratik konfederalizm örgütlülüğünün esas savunma gücü ve sistemini ifade etmektedir. Meşru Savunma Stratejisinin temel örgütlenme biçimi olmaktadır. Demokratik toplumun bilinç, eğitim ve örgütlülükle kendi kendini savunur bir güç haline gelmesini içermektedir.”
Yani, “öz savunma bir kol değil, demokratik konfederalizm sisteminin temel savunma duruşu, gücü ve örgütlülüğüdür. Tüm halkın öz savunma bilinci, eğitimi ve örgütlülüğüne kavuşturulması ve saldırılar karşısında kendi kendini savunmasını ifade eder öz savunma.”
Gerilla ise bu öz savunmanın sadece ve sadece bir parçasıdır. Ateşli silahları kullanan parçasıdır. Biraz da profesyonel olanıdır, öncüsüdür.
Bu yeni bir durumdur. Gerilla kendi üzerine düşeni yine layıkıyla yerine getirecektir, yükün ağır olanından geri durmayacaktır. Ancak Kürdistan’da meşru savunmanın ya da meşru direnişin temel savunma gücü öz savunmadır.
Öz savunmaya yaklaşım, demokratik toplum örgütlülüğüne, özgür yaşama yaklaşımdır. Öz savunma yaşamın her sahasına taşırılması gereken bir savunma biçimidir. Bir nevi öz savunma toplumun yaşam refleksidir. Atar damarlarıdır. Yaşamasının garantörüdür.
Dikkat edilirse demokratik özerklik tartışmalarında devletin, egemenlerin, cümle cemaat Kürt halkının güç olmasını istemeyen güçlerin rahatsız olduklarını gördük. Her şeyi kabul edebilirler ancak öz savunmada nereden çıktı diye afallanıyorlar. Kabul edemeyeceklerini söylüyorlar.
Ama biz biliyoruz ki kendisini savunmasını bilmeyen bir toplumun elde ettiği tüm hakları bir gün içerisinde yeniden elinden alınabilir. Ama biz her an kendisini savunabilecek bir pozisyonda bulunan bir halka yaklaşımın sıradan olamayacağını da biliyoruz.
Hâlbuki ileri toplumlarda nereye giderseniz gidin, nereye bakarsanız bakın eğer kendilerine dönük tehlikeler ön görüyorlarsa sivil savunma çalışmalarını aralıksız sürdürürler. Aralıksız kendilerini savunmanın eğitimlerini sürekli yaparlar.
Bizim savunmamız ya da öz savunmamız hiç şüphe yoktur ki devletlerinkine benzemiyor. Ne devletlerin elerinde bulunan maddi imkânlarımız vardır ne de devletler gibi kendimizi savunmayı düşünüyoruz.
Bizim yapacağımız her şart altında yaşamımıza yapılacak olan kast etmelere anında cevap vermektir. Çoğu zaman da yaşamımıza kast edilmeden kendimizi savunacak olan mekanizmayı oluşturmaktır.
Öz savunma öncelikli olarak silahsızdır. Silahlı olanları zaten gerilladır. Gerilla da kolay kolay şehre inmez. Gerekmedikçe inmez. Ancak ana gövdesi silahsız olanlardır. Bunların öncüsü kimdir diye soracak olursak, vereceğimiz cevap gençler ve kadınlardır olacaktır.
Öz savunma olmadan Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümü gerçekleşebilir mi? Kürt ulusal varlığını ve demokratik toplum örgütlülüğünü öz savunma olmazsa kim savunacaktır?
Buna verilecek cevap dediğimiz gibi gençliktir. Ve genç kadınlardır. Adeta her alanda mahalle mahalle gençliğin kendisini örgütlenmesi gerekiyor. Hücre hücre kendisini sistem haline getirmesi gerekiyor. Toplumu savunacak temel güç haline kendisini getirmesi gerekiyor. Öyle bir örgütlülük olmalıdır ki kim nerede ne yapıyor yerelde örgütlenmiş gençlik bilsin. Uçan kuştan haberi olsun. Bir yerde bir şey mi olmuş birkaç dakika içerisinde oraya binlerce insanla yığılsın.
Bugün teknik gelişim dikkate alındığında birbirine ulaşmak zor olmamalıdır. Bir sinyalle bir yerde buluşmak zor olmamalıdır. Bu kolay mı belki kolay değildir ancak başarılmak zorundadır. Başka da öz savunma gerçekleşemez.
Evet, öz savunma tümden bir halkı korumanın çalışmasıdır. Öyle ki yarın bir gün hiçbir gerilla olmasa da bu halkı savunacak, koruyacak bir öz savunma gücü oluşturmalıyız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Gençler, demokratik toplumunun üzerine beton gibi yığılan ulus devlet ve onun araçlarının “demir kafesini” kırıp, toplumu demokratik ve özgür özüyle buluşturmak için mücadele etmiyor diyenlere kızmamak elden değil.
Bu görüşü taşıyanlar, gençlerin mücadelesini nasıl görmezden gelebiliyorlar hayret doğrusu. Eğer gençler mücadelenin içinde yerlerini almıyorlarsa, nasıl oluyor da her gün onlarca genç tutuklanıp ağır hapis cezalarına çarpıtılıyor? Gençlerin iç dünyalarına inersek bu soru sadece küçük bir örnek olur. Sisteme karşı savaşan her gence sorduğumuzda eminim birçok şeyi sıralayacaktır: Tüm riskleri göze alıyorum, hayatımı tehlikeye atıyorum, yeri geliyor ailemi karşıma alıyorum, iş ve okul hayatımdan vazgeçiyorum vs. mücadele için yaptıklarını sıraladıkça sıralar. Haksız mıdırlar? Elbette hayır, bunların hepsi doğru. Peki öyleyse gençlerin bu emeği neden görünür değil ya da küçümseniyor?
Bu sorunun can alıcı cevabı, gençlerin yanlış yerde duruşlarıdır. Yani gençler, yanlış yerde mücadele ettikleri için hak ettikleri büyük sonuçları elde edemiyorlar. Adorno’nun meşhur bir sözü vardır “yanlış hayat doğru yaşanmaz.” Gençlerin durumunu bu söz çerçevesinde inceleyecek olursak, eminim daha aydınlatıcı oluruz. Gençler, yanlış yerde durdukları için doğru sonuçlar elde edemiyorlar. Gençler köy, mahalle, kent gibi küçük yerlerde kaldıkları için büyük başarılar kazanamıyorlar.
Bilindiği gibi insanın durduğu yer, onun yeme içmesinden tutalım duygu ve düşünce dünyası, hayalleri, rüyalarına değin yaşamıyla ilgili hemen hemen her alan üzerine büyük etki yapar. Bu da pratiğin sonucunu büyük oranda belirler. Dolayısıyla köy, mahalle, kent gibi küçük yerlerde yaşayanların, hayalleri de pratikleri de sıradan ve küçük olur. Kendi küçük dünyaları içinde yaptıklarını çok büyük görürler ve bu da onları yanılgılı yaşamaya götürür. İşte bunun için savaştıkları düşmanı yeterince tanıyamazlar, mücadelelerinin gerekliliklerini yeterlice yerine getirmezler. Dolayısıyla başarısızlık kaçınılmaz olur. Gençlerin yaşadığı bundan başka bir şey değil. Gençler, büyük devrimciler gibi giyinmekle, siyasi kitaplar okumakla, kafeler de, kahvehanelerde ya da okul bahçelerinde hararetli devrim diliyle her gün onlarca devrimi sohbetlerde gerçekleştirmekle, birbirlerine ateşli devrim mesajları çekmekle, belirli gün ve haftalarda gösterilere katılmak gibi son derece küçük şeyler yaparak, büyük işler yaptıklarını sanırlar. Oysa durdukları yer küçük oldukları için, samimi niyetlerine rağmen yaptıkları büyük olamaz.
Eğer gençler kendilerine en çok yaraşan dağlarda olsalardı, elbette yaptıkları da durdukları dağlar gibi büyük, yüce ve anlamlı olurdu. Yüksek ve özgür dağlarda duyguları, düşünceleri, hayalleri ve yaşamları da özgür, yüksek ve anlamlı olurdu. Eğer gençler dağlarda olsalardı, en kof bir polisten köşe bucak saklanmazlardı, ama kale gibi korunaklı sistemin korkulu rüyası olurlardı. Eğer gençler doğru yerde yani özgür dağlarda olsalardı, her şeyden önce yaşamın her şeyiyle nasıl sarsılmaz bir inanç ve iradeyle bilenip doğru yaşandığını anlayacaklardı ve göreceklerdi ki, bir zamanlar büyük sandıkları çabalarının ne kadar yetersizmiş. Bu yetersizliği bir an önce neden aşamadıklarına hayıflanacaklardı.
Eğer gençler, küçük yerlerde devrime basit, sıradan ve şekilsellikle yaklaşmayıp, devrimin kalbinin attığı yüksek ve özgür dağlarda yerlerini alsalardı devrimi sözde değil özde yaşayacaklardı. Böylece doğru yerde doğru yaşayıp, doğrusunu yapacaklardı.
Gençler yanlış yapıyor olabilir. Ama hiçbir şey için geç değil. Zararın neresinden dönersen kardır derler ya, gençlerde vakit kaybetmeden yanlışlarından vazgeçip hak etikleri ve kendilerine yaraşanı yapıp özgür dağlara çıkmalıdır. Çünkü gençler en çok dağlara yaraşır, dağlar da en çok gençlere yaraşır…
Mem Amed
- Ayrıntılar
Halil Şahin Yoldaşın Anısına
“Zaman yaşanılanları unutturmaz. Dağda yaşananlar ise zamanla demlenir, çoğalır ve büyür.
Dağlı anılar, yüreğimizin en dibinde, daima kendisini diri tutan yanımız... Çünkü gerçek ile yüreğimizin tanıştığı mekân, dağ... Yüreğin unutamadığı tek gerçek, dağlı anılar...
Dağ, hep insana bir umut bahşeder. Sonsuz bir yalnızlık ve sessizliktir dağ yaşamı. Soyluluğunda gizler hep öteki yüzünü... Öteki yüzü toprak kadar sessiz, okyanus gibi derin ve bilgedir. Kürt, dağın yalnızlığında ve sessizliğinde kendini yaratan bir halktır.
Memleketimizde çocuklar dağın öteki yüzünün sevdasıyla büyür, öyle büyüdük. Dağ düşlerimiz, yeni bir yolculuk... Öyle çıktık yollara...
Dağ bir yol,
Yol bir çağrı,
Çağrı yüreğe düşmüş cemre, düşlerin gerçekleşmesi...
Yüreğimize dar gelen düşlerimizi bir tek dağın öteki yüzünde yaydık evrene... İnsanla öyle buluştuk. Kendimizi, düşlerimizin gerçekleştiği kadar gerçekleştirdik. Gerçekleştikçe güzelleştik, gerçekleştiremediklerimiz ise boynumuza bir günah gibi dolanır... lakin yaşam gerekçemiz olanlardır...
Sınırlar dağlarda aşılır. İnsanın kendi sınırını aşıp, sevdaya ve güzelleşmeye ulaştığı yerdir dağ. Uzun dağ yolları ve yılları kat ettik. Çok şey değişti, düşlerimiz büyüdü, yüreğimiz genişledi. Biz değiştik. Yollar değişti, çağrılar çoğaldı, yüreklere yıldızlardan patikalar kuruldu. Lakin bir tek şey değişmedi, o da gidenlerin bıraktıkları...
Her insanın içinde bir dağ yatar ve her kürdün yüreğinde dağın ötesini yakalama sevdası demlenir “ diye yazar bir yoldaş Nurhak Efsanesi atlı kitabında.
Evet, her insanın içinde bir dağ yatar. Önemli olan bu dağı açığa çıkarmaktır. Bu dağa yaraşırcasına yaşaya bilmektir. Hele bu dağ Nurhak ise adeta Sinan Cemgillerin izinden yürüyen bir militan olarak buralara ismini altın harflerle yazdırmaktır.
Nurhakların böyle bir militanı Xorto yani Halil Şahin yoldaş olduğu kesindir. Bir insanın bu kadar bir dağı seveceğini ben ilk kez görüyordum. Kendisini bu denli dağla kıyaslayıp onun geçmişini adeta kendi geçmişi bilip bu dağa sarılmasını da ilk kez görüyordum. Ve o aramızda ebediyen ayrıldığında ona ilişkin yazılacak yazıda yine onun hayran olup âşık olduğu dağın ismi geçiyordu. “Nurhaklar Sana Bir Gün Güneş Doğar” yazı başlığı beni hep duygulandırmıştır.
Kürdistan’da birçok kahramanlık öyküsü, destanlar, efsaneler genelde dağla insanın buluşmasında sonra yaratılabilir. Ya da dağ, kürdün efsanesinin yaratıldığı yer mi desek? Ne dersek diyelim hayatın akışı içerisinde kürdün kahramanlığı biraz da dağın kalbinde, zirvelerinde ve de onun ana rahminde yaşam imkânı buluyor. Bu bir yazgı, kürdün yazgısı.
Kürdün alın yazısı bu olsa da asıl kürdün kahramanlık destanları büyük direniş eylemi ve yeniden yaratılış eylemi olan 15 Ağustos’la başlar. Ve yönünü her dağa çeviren gencin öyküsü birazda kahramanca bir duruşu içerir. Tüm imkânsızlıklara rağmen düşmana inat dağlara çıkarak bir halkın umudu olmaya çalışmak kendi başına efsaneleşmeye yeter de artarda. Yaşanacak zorluklara karşı gösterilecek direnç ve iddiayı da eklerseniz tarihin akışı sizi bir Agit yapmaya kâfidir. Yeter ki bu halka, bu topraklara, bu davaya sade bir şekilde yalansız bağlı kalın ve bağlı yaşayın…
Xorto yoldaş dağa çıkarak efsaneleşen bir Kürt fedaisi değildir. O dağa çıkmadan bulunduğu alanın bir efsanesi ve kahramanıdır. O adeta hangi taşı kaldırsan altında çıkacak cıva gibi bir gençtir.
Aynen bugün gibi hatırlıyorum. Yıl 1992. o zamanlarda bizim Güney Batı Eyaletinde 6 bölgemiz vardı. Bunlardan bir tanesi Elbistan’dı. Geniş bir alan. Bizim alanlarımız ya da bölgelerimiz düşmanın çizdiği sınırları hiçbir zaman kapsamadı. Biz gerillalar, hareketimize göre alanları belirleriz. Arazi, coğrafya, sular, ovalar, nüfus, sosyo ekonomik durum derken birçok unsurun değerlendirmesi ardından oluşan bölgeler oluşturulur.
Elbistan bölgesi gerillanın üslenmesi açısından en stratejik alanların başında geliyordu. Engizekler, Nurhaklar derken gerillanın kaldığı derin ve görkemli arazileri kapsadığı için doğalında Elbistan bölgesi önem kazanan bir alanımız oluyordu.
İşte böylesine bir alana bizim düzenlediğimiz bir bölge komutanımız bulunuyordu. Ne var ki arkadaşlar nereye gidiyorlarsa orada karşılarına Xorto ismi çıkıyordu. Hangi taşı kaldırırlarsa altında Xorto ismi çıkıyordu. Ve hangi milisi, hangi yurtseveri ve hangi genci görmek isteseler hep Xorto ismi karşılarına dikili veriyordu. Birde sadece ismi arkadaşların karşısına dikilmiyordu aynı zamanda kitlelerde yarattığı etkiyi anlatmadan geçmekte hani ayıp olur. O kiminle ilişkilenmişse orada kesinlikle ona bir bağlılığın geliştiğini görebilirdiniz. Bir de ilginç olan bir durum ise gerillaya gelen birçok maddi değerlerin örgütlenmesinde yine onun ismi geçiyordu. Yeni savaşçı katılımı hakeza. İlk kez Elbistan ilçe merkeziyle ilişkiler kurulduğunda gerillanın karşısına yine o yani Xorto çıkıvermişti.
Devam edeyim. O zaman görüştüğümüz yurtseverlerin çoğu Elbistan bölge komutanı olarak Xorto yoldaşı tanıyorlardı. Ancak Xorto yoldaş gerillaya katılmış değildi. Hatta gerillayla ilişkilenmemişti. Ancak o bir gerilla gibi çalışan ve bir komutan gibi eylem koyan bir gençti. İyi bir örgütleyen ve iyi bir ajitatör olduğunu da sonra da gerillaya geldiğinde öğrenecektik.
Evet, o gerillaya gelmeden halkın gönlünde taht kurmuş bir genç oluvermişti. Arkadaşlar bir gün bu halkımız arasında efsaneleşen genci görmek istediler. Nede olsa adımıza hareket ediyor. Halkımızda onu gerilla sanıyor, hem de gerillanın bölge komutanı biliyordu.
Gerillayla o meğerse zaten ilişki arıyor. Ona milislerimizin aracılığıyla yoldaşlar ulaştıklarında o hiç tereddüt etmeden yoldaşların yanına gelecektir. Ve o alanda efsaneleşmiş genci tanımış olacaklardır. İşini iyi yapan bu dinamik, atik ve yerinde durmayan gencin çalışmalarına devam etmesini gerillada isteyecekti. Ve o deşifre olana kadar bu çalışmalarını başarıyla yapacaktı. Hem de gerilla komutanlarının yapamadıklarını yapacaktı. Özcesi kim komutan kim yurtsever, kim militan kim milis aslında o pratikleriyle hepimize göstermiş olacaktı.
Ben Xorto yoldaşı ilk kez 1993 yılında görecektim. Beyaz tenli, şirin sözlü, ince esprili, narin, hep güleç yüzüyle bir moral ve coşku kaynağı. Gerçekten bana anlatılan Xorto. Oldukça emekçi. Fedakâr. Girişken. Usanmadan çalışan. Sorunlar karşısında yılmayan.
Ancak benim üzerimde en çok bıraktığı etki onun hitabeti olmuştu. Ve bu hitabeti bir şiire dökülmeyi görsün, akan sular adeta durur. Yanında bir şiir defteri vardı. O şiir defterini okuma şansını bende bulmuştum. Ve onun ağzından dilinden şiir dinlemek bir zevkti. Ben çokta şiirle haşir neşir olan biri değilim. Ancak Xorto yoldaşın şiirleri insanı derinden sarsıyordu. Adeta yaşamın içerisinde daha doğrusu yüreğinize işlenmiş tüm özlemleri, sevgileri, arayışları, hınçları, tepkileri, haykırışları, kinleri, nefretleri bir yudumdan dile getiriyordu.
Annesini çok seviyordu. Ale anne hepimizin merakı olmuştu. Kendi adıma ben hep Ale anayı görmek ve tanımak istemişimdir. O Ale ananın oğluydu. Bir ara bende Elbistan alanında kaldığımda Ale ananın yiğitliğini duyacaktım. Ve halen Ale anayla tanışmamanın hüznünü yaşıyorum.
Xorto yoldaşın birçok şiiri Ale anaya birer çağrı ve mesaj gibiydi. Ve bir şiirinde bu duygularını bakın nasıl görkemli dile getiriyordu:
Bir gün atarlarsa cenazemi köy meydanına
Ağzı burnu kesilmiş
Bedeni paramparça
Dönüp bakma yerde yatana
Orada yatan ben olamam
Yıldızlara ve güneşe bak
Ben oradan gülümseyeceğim sana
Sana oğulluğumun verilecek hesabı budur anne...
Evet, Xorto aynen şiiri gibi hep gülümseyendi. Hatırlıyorum. 1993 yılının temmuz ayıydı. Koç dağı’nda büyük bir çatışma yaşanmış. Bu çatışma da Xebat isminde Adana katılımlı Mardinli bir genç yoldaşımız şehit düşerken çok sayıda düşman gücü vurulmuş ve düşmanın bir üsteğmen ile bir askerini esir almıştık. Yaşanan yoğun operasyonlar ardında Nurhaklara çıkmıştık. Xorto yoldaşta bu çatışmada vardı.
Benim sevdiğim dağ hep Nurhak olmuştur. Siz Pazarcık yönünde Engizeklere çıktığınızda karşınıza biraz ilerledikten sonra ilk göreceğiniz Engizek değildir. İlk göreceğiniz yer Nurhak dağlarıdır. Ve siz Nurhakları güneşin ilk ışıklarını alırken göreceksiniz. Karşınızda adeta yerde fışkırırcasına bir yassı yumruk gibi kızıla bürünen rengiyle gökyüzüne çıkan dağ kütlesini gördüğünüzde yapacağınız acaba ne olur? Ya da ilk gördüğünüzde karşınızda bir kızılımsı bir ateş topuna ne derseniz? İsyanlar içerisinde iseniz isyanınızı daha da gürbüzleştiren bir fitil çakmanın yaşanacağını inanın ben size garanti edebilirim. Ben ilk kez Nurhakları gördüğümde deyim yerindeyse aşık olmuştum. Ama ne bileyim ki bu âşık olmayı farklı yoldaşlarda yaşamış. Ve ne bileyim ki bu aşkın öyküsünü görkemli bir kalemle dile getirenler varmış. Hem de daha gerillaya katılmadan bu öyküler yazılmış…
Xorto yoldaşla kaldıkça onun bu aşk öyküsünün benimkinden kat be kat derin olduğunu görecektim. Ve onun hep “Ben Kuzey Nurhakların Çocuğuyum” sözlerinin içyüzünü birkaç ay sonra öğrenecektim. Biz düşmana vurduğumuz darbenin ardından Nurhakların güneyinden başlayarak Nurhakların kuzeyine doğru bir yolculuk yapıyoruz. Güneyden Nurhakları Engizeklerden hep görmüştüm ancak Kuzey Nurhakları bu kez Nurhakların o heybetli gövdesini aşarak gidip görecektim. Bu yürüyüşümde Xorto hep benim özel alan tanıtımcım olacaktı. O yöreyi her ne kadar küçük yaşta terk etmiş olsa da önce İstanbul peşinden gittiği Trabzon da özgürlük hareketinin düşünceleriyle tanışacak ve hızla Elbistan alanına dönerek öncelikle o televizyonlarda son yıllarda meşhur olmuş olan “Hüsna Hüsna Hüsna Cane” öyküsünün ya da parçasının geçtiği köy olan Kistik’e gelecektir. O aslen oralıdır. 1969 yılında Elbistan’ın Kistik köyünde dünyaya gelecektir. Ve alanda tek başına çalışma yürütürken her yeri karış karış tanıyacak ve araziyi tanıyan iyi bir uzman olacaktır.
İşte ben Kuzey Nurhakları Xorto yoldaştan öğrenecektim. Elbette önce onun şiirlerinden öğrendim, ancak bu kez onun öncülüğünde Kuzey Nurhaklara giriş yapıyoruz. Sünet, Kantarma, Karahasan, Hasanalyan derken Kistik ve Sevdilli de tanıyacağım. Kistik ile Kaşan arasındaki dağ kütlesine bir gün çıktığımızda neden Xorto yoldaşın bu dağa bu kadar hayran olduğunu öğrenecektim. Bu yürüyüşümüzde büyük ve ölümsüz efsane komutanımız Sarı İbrahim yoldaşta vardı. Peri bacalarında farkı olmayan bu dağ kütlesi sanki elle işlenmişti. Yüzlerce mağaraya benzer girintili çıkıntılı oyuk labirentin ta kendisiydi. O zirvelerde bilmediğiniz bir mağarada karşınıza bir kaynak çıkarsa şaşırmayın. Ancak hazırlıklı olmanız gereken durum bu değildir. Asıl hazırlıklı olmanız gereken durum Xorto yoldaşın her kaynağı karış karış bilmesidir. Ve tabii ki her bir kaynağa dönük anlatacağı bir öyküsünün olmasıdır.
İşte bu Xorto yoldaştır. Hep insana bir şeyler anlatarak kendisine hayran olunmasını size sağlayandır. Birde bu dağların görkemliliği ile bütünleşen canlı dinamik hiperaktifliğini de katın ortaya çıkacak olan bir efsanedir. Xorto efsanesi. Bir halkın bir insana niçin bu kadar bağlandığını onunla geçireceğiniz birkaç gün yeter de artardı da.
Onunla Kuzey Nurhaklar yürüyüşümüzü sürdürürken Sinan Cemgillerin gelip kaldığı yeri de görüyoruz. Adeta binlerce küçük sanki elle işlenmiş taştan yapılmış gökdelenleri anımsatan tepenin yakınından duruyoruz. Tek bir çıkışı var. Burada kalırlarken onlara bakan bizim balcı diye tabir ettiğimiz İbrahim amcamızdır. Nasıl ki o yıllarda devrimcilere destek sunmuş ise aynen bu kez daha kapsamlı olarak yeni Nurhaklara gelen gerillalara bağrını açıyor ve onları kendi gözleri gibi koruyor. Sonrada şehit düşen Mizgin-Elif Gezer yoldaşın babası olan İbrahim babamız bizim hep seveceğimiz balcı amcamız oluyor. Balcı amcamızı bize tanıtan yine Xorto yoldaştır. Onun bu topraklarda tanımadığı insan yoktur. O tanımıyorsa da onlar tanrıça Ale ananın oğlu Xorto’yu tanıyorlar. Ana tanrıçaya saygıdan ve oğlunun halkçılığından herkes onu sevmiş ve her zaman baş tacı yapmışlardır kendilerine.
Evet, Xorto bir efsane demiştik. O Nurhakların bir efsanesidir. O Nurhaklara yaraşırcasına bura halkıyla bir olmasını bilmesinin ötesinde onların içlerine girerek kendi yuvasını onların yüreğinde ve gönüllerinde kurmuştur. Biz ise onunla Kuzey Nurhakların köylerini gezerken bunu yaşayarak tadıyoruz.
Xorto yoldaş nasıl ki önce sivil de devleşerek büyümüş ise giderek gerillada ilk adaptasyon ayları dışında giderek gelişen biridir. O artık her çalışmanın içerisinde yer alan dinamik Xorto’dur. O alanda sorunlarımızı çözen militandır. O bizim öncümüzdür. O bizim gözümüz kulağımız. O bizim yanı başımızda eksilmeyen can yoldaşımızdır.
Yine hatırlıyorum. Bir gün Kistik köyündeyiz. Yani onun doğduğu köydeyiz. Ve kendi köyüyle komşu köylerinin çok ticaretle uğraştıklarını bilmiyorum. O ise detaylarıyla bilendir. O gün uzak yerlerde köyü ziyarete köyün tüm büyükleri ve birazda zengin diye bilinenleri gelmiş. Xorto yoldaş bizim parti için yardım toplamamız için uygun fırsat olduğunu söyleyecekti. Ancak onları tanıyan yoktu. En azında ben tanımıyordum. Ve alanda şimdilik ikimiz vardık. Ben bir nevi misafir o ise alanın sorumlusuydu. Onun gündüz köye girmesi insanlarımız için güvenlik sorununa yol açabilirdi. Nitekim onu herkes tanıyordu. Ben ise yörede yabancı bir simaydım. Kararımızı verdik. Ben sivil elbise giyerek gelenlerin yanına bir eve Pazarcıklı bir öğrenci olarak girecektim. Ne de olsa yöre dilimiz aynıdır. Kültürel olarak Elbistan’la yakınlığımız bulunuyor.
Xorto yoldaşın verdiği bilgiler temelinde köye giriyorum. Tabii ondan önce beni barındıracak bir üniversiteli genci Xorto çağırıyor. Tanıştıktan sonra bizim gençle okul arkadaşı olarak köye gidiyoruz. Xorto ise başka bir evde saklı kalacak. Gece hepsini toplayacağımız ve istemlerimizi belirteceğiz. Ben ise gündüz sadece bir öğrenciyim. Köye giriyorum. Herkesle tanışıyorum. Çeşitli konulardaki sohbetlerle birlikte biraz da sol eksenli tartışmanın yanı sıra Alevilik kültürünü de genişçe tartışıyoruz. Bu bilinci bize parti ektiği için donanımız fena sayılmazdı. Parti her bireyine enerji yükleyerek hazırlayarak halka göndermeyi bir ilke bellediği için bizde donanımlıyız. Ve tümünü bir Pazarcıklı, Aleviliği bilen bir genç olarak etkiliyoruz. Kimse bir gerillayla ilişkilendiğinin farkında değil.
Akşama doğru Xorto yoldaşın bulunduğu yere gidiyor planlamamızı gözden geçiriyoruz. Tüm köylülere haber vererek bir damın üstüne gelmesini istiyoruz. Hepsi geliyor. Ancak bu kez karşılarında gerilla elbiseler içerisinde bir Pazarcıklı genç ile Kistik köyünün kahramanı ve en sevilen genci Xorto’yu gördüklerinde doğrusu önce şaşkına dönmüşlerdi.
Xorto yoldaş genişçe bir konuşma yapıyor. Siyasal değerlendirme derken birçok konuyu derinlikli anlatıyor. Gelen sorulara cevaplar verildikten sonra özgürlük hareketine nasıl katkıda bulunacaklarına mesele geliyor. Gelen köylülerin ağırlığı olgun yaklaşıyor. Bize güvenliğimize ilişkin babacan nasihatlerde vererek yardımlarını esirgemeyeceklerini söylüyorlar. Güzel insanlardı. Bura insanının ürkek görüntüsüne bakmayın yürekleri dağları kaldıracak kadar geniş ve cesaret doludur. Bu insanları görmüş olmasaydım da böyle olacaklarını tahmin etmem zor olmazdı. Yanımda duran Xorto yoldaşa bakarak buralı insanların nasıl olabileceğini kestirmek zaten zor olmayacaktı.
Ben bu şirin insanları bir daha görmeyecektim. Parti beni başka alana istiyordu. Xorto yoldaşla önce Ağcaşar sonra şimdi ismini hatırlayamadığım bir dağ köyünden sonra Mir Aliyan ve nihayet o cennet gibi güzel köy olan Nergele’ye ulaşıyoruz. Nergele köyünü ben Kürdistan’ın en güzel ve yurtsever köylerinden biri olarak hep anımsayacağım. Derin bir vadide,1000 hanelik bir köy. 4 ilkokulu bulunan, köyün içerisinde fışkıran Nergele çayından yola çıkmaya başladığınızda abartısız iki saat hızlı bir yürüyüşle ancak bu köyden çıkabiliyordunuz. Birde bir meyve cennetidir Nergele. Çok uzaklarda yükseklerde kanallar açarak sular getirilmiş ve keskin yamaçlar büyük emekle işlenerek evler ve her türden ağaç ekilmiştir. Siz birde Nergele’yi köyün yükseltilerinde bulunan sık kamalak ormanında durup bakacaksınız. Hele hele sabahın erken saatlerinde çayın üzerinde yükselen buharın köyün üstünde bir bulut tacı gibi durmasını izleyin. Ve siz artık bu köye nasıl ki Nurhaklara ilk gördüğünüzde vuruluyorsanız burayı da bir kere görmüşseniz artık unutamazsınız.
Evet, Xorto yoldaşla burada, bu cennette, Nergele’de ayrılacağız. Ve bu güzel insanı bir daha görmeyecektim. Arada zaman geldi geçti. Ben Binboğalara orada Ortadoğu’ya gideceğim. O yani Nurhakların efsaneleşmiş ismi Xorto tekrar Elbistan alanına dönecektir. Orada bir müddet sonra sorumlu olarak tüm cephe çalışmalarını yürütecektir. Kış 1993–1994 yılında o kendi köyleri yakınında kalarak çalışma yürütecektir. Kışın o acımasızlığına rağmen o çalışmalarının temposunu düşürmeyecek ve giderek daha fazla açılım sağlayacaktır. Düşmanın kulağına yürütülen çalışmalar gidecektir. Ve kimin bu çalışmaları yürüttüğünün bilgisi de ulaşacaktır. O ile bir bayan yoldaşın kaldıklarını öğreneceklerdir. Küçük bir birim olduğu bilgisini aldıktan sonra alana geniş operasyonlar yapacaklardır. 17 Ocak 1994 günü Xorto yoldaşla Adıyamanlı Fidan yoldaşlar bir sığınaktayken yerleri tespit edilecektir. Düşmanla güç dengesizliği, alanın ve iklimin dezavantajlı konumundan yapılacak olan bir şey vardır: direnmek.
Xorto ve Fidan yoldaşlar ölümüne direneceklerdir. Saatlerce çatışacaklardır. Düşman yoldaşların üzerine gidemeyecektir. Bunun üzerine panzerler devreye girecek yine de düşman bir şey yapamayacaktır. Ancak yoldaşların cephaneleri giderek azalmaktadır. Ve şartların elverişsizliğinden dolayı manevra yapma imkânı da yoktur. Yapılacak olan militanca bu halk uğruna yaşamını sonlandırmaktır. Ve yapılanda bu olacaktır. İnce narin ve bir Kürt güzeli olan Fidan yoldaşla, bu toprakların yetiştirmiş olduğu en yiğit efsanevi evladı ve büyük şair Xorto yoldaş son mermilerini ve bombalarını kendilerinde patlatarak kahramanca direnişlerini kahramanlara yaraşırcasına taçlandıracaklardır.
Evet, Kuzey Nurhakların genç efsanesini kaybediyoruz. Onu yıldızlara uğurluyoruz. Ama düşman sevinmesin. Xorto efsanesinin ardından aynı alanda onlarca Xorto’yla ben sonra da saflarda karşılaşacaktım. Birçoğu ismini ya Xorto koyup gelmiş ya da Halil vurup gelmiştir. Hepside ondan etkilenerek gelmiştir.
İşte ölümsüzlük dedikler gerçeklik bu olmalıdır herhalde. Fiziksel ölümü başkaların ruhuna ekerek yaşamak!
Evet, şair yoldaşım. Seni aynı o ilk karşılaştığımız gibi anımsıyorum. O coşkun ve moralinden kendimize ekeceğimize söz vermiştik. Yıllarda geçse o heybetli duruşundan halen etkilenerek yaşıyoruz.
Evet, militan yoldaşım. Senin şahadetinin ardından çok şey olupbitti. Ancak bir şey var ki o hiç değişmedi ve değişmedi o da sana olan hayranlığımız ve bağlılığımızdır. Ve sana olan özlemimizidir…
Gözün arkada kalmasın yiğit Alxazlı militan.
Ruhun şad olsun şair yoldaşım, ruhun şad olsun ince, güzel, narin yoldaşım.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Sen Gerçek Bir Apocusun Heval Sinan
Yalnızlık nedir? Yığınlar kalabalığı içerisinde diğerlerine benzememe savaşımı mı, yoksa diğerlerine benzeşme mi. Özünde yalnızlık tek başına yaşanılmaz, en acı yalnızlık kalabalık içerisinde öteki olarak yaşamaktır. Yaşam, doğasına aykırı bir biçimde farklılıkları sindiremeyen monoton bir akış içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Diğerlerine benzeşirsen ilkesizleşiyor ve kendin olmaktan uzaklaşıyorsun. Diğerlerine benzemezsen yalnızlaşıyorsun. Yüreğini güzelliklere ve gerçeklere açmışsan bir o kadar da acıya ve yalnızlığa açmışsındır. Sinan arkadaş kendi olma kavgasını verdiğinden yüreğini acıya da yalnızlığa da açmıştı. Sinan arkadaş tüm zorluklarına, acılarına rağmen kendi olmayı ve kendi kalmayı başardı. Kendi olma savaşımını sürekli olarak verdi. Nedense hiçbir öncü kişilik içinde bulunduğu çağ içerisinde anlaşılamamıştır. Heraklitos adlı doğa filozofu kendi çağdaşları tarafından anlaşılamadığından yaşadığı aydınlanma karanlık olarak adlandırılır yine kendini bilme ve hakikat aşkıyla yanıp tutuşan Sokrates’in düşüncelerinden dolayı cezalandırılması, Hezarfen Ahmet Çelebinin uçacağına kimsenin inanmaması, Şeyh Bedrettin’in urganın ucunda güneşin batmadan önceki hali gibi solması, inandığı doğrulara sahip çıkma adına bu güzel insanların eril gerçeklik içerisinde yalnız yaşamalarına ama başları dimdik ayakta ecelsiz can vermelerine neden olmuştur. Değişenler yanında değişmeyen çok şey var yaşamımızda. Hala Aristo mantığını ve Newtoncu bakış açısını aşmış değiliz. Yaşama ve insanlara yaklaşımımız bir tekrardan ibaret. Beraber yaşadığımız gerçek ve güzel insanlar olan devrimcileri tanıyamıyoruz. Şahadetini hala kabullenemediğim sanki bu yazıyla şahadeti kesinleşecek olan Sinan arkadaş da bu güzel devrimci ruhlu insanlardan. Belki de o genç yaşına rağmen saçlarına yıldız misali düşen aklar yol arkadaşlarına kendini tam olarak anlatamamaktan ya da anlaşılamamaktan.
Sinan arkadaş 1977 Maraş Elbistan doğumludur. Devrimci hareketlere çocuk yaşlardan itibaren ilgisi vardır. Kürdistanlı olması ve yaşanan çelişkileri derinden yaşaması Onda sisteme muhalif bir karakter yaratmıştır. Sistem dışı arayışları oldukça güçlü olan Sinan arkadaş özgürlük arayışlarına cevabı PKK ideolojisinde ve onun yaşam anlayışında bulur.
Sinan arkadaş, 94 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünde okurken özgürlük hareketiyle tanışır. Üniversitedeyken yurtsever gençlik çalışmaları içerisinde sorumlu düzeyde görev yürütür. Olgun, zeki, tutarlı, disiplinli duruşuyla arkadaşların ilgisini çeker. Öğrenci gençlik içerisinde çalışmalarını örgütledikten sonra özlemi olan gerilla sahasına ulaşmaya çalışır. 1998 yılında Yunanistan’da Georgidas Thepıhılos Akademisine gelir. Yaşamdaki duruşu, eğitimdeki özlü katılımı, ilişkilerindeki paylaşımcılığı kısa süre içerisinde eğitim sahasında belirginleşmesine neden olur. Kısa bir süre eğitim gördükten sonra eğitim çalışmalarında yönetim düzeyinde görev alır. Sinan arkadaşın düşüncelerindeki sistemlilik, üslubundaki çekicilik, bilgilerindeki derinlik iyi bir eğitimci olmasını sağlar.
Yavaş ancak istikrarlı bir biçimde ilerlemeyi seven Sinan arkadaş fazla girişken değildi ve duygularını herkesle paylaşamıyordu. Az gülerdi ama içten gülerdi. Duygularını dışarıya yansıtmakta zorlanırdı. Onu tanımayanlar için oldukça analitik görünen Sinan arkadaş duygu yüklü yanıyla aklını dengelemişti. Mücadeleyle tanıştıktan ve Önderliğin çözümlemelerini okuduktan sonra derin bir yurtseverlikle duyguları kökleriyle buluşmuş kendinde var olan insanseverlik özgürlük hareketi ile bilimsel bir karakter kazanarak daha kapsamlı ve çok yönlü bir kişilik kazanmıştı. Özgürlük ideolojisiyle etkileşim içerisine girdikçe özkarakteri daha fazla gün yüzüne çıktı. Duruşuyla her zorluğu göğüslemeye hazır olduğunu ve ölümüne bu mücadeleye sarıldığını kanıtladı. Sinan arkadaş bireydeki bilinç ve duygu birliğinin yürek ve beyin ortaklaşmasının anlamlı ve güzel bir örneğidir. Özgürlük hareketine katılımının temelinde de hareketimizin yoldaşlık ilişkilerindeki sadeliği ve paylaşımlarda yaşanan derinliği vardı. İnsana verdiği değer ilişkilerinde somut ifadesini buluyordu. Onun için insanların insan olma savaşımını yürütmeleri sevilmeye değer kılardı onları. Bireylerin yaşadıkları ne olursa olsun anlatmaya ve anlamaya yürek ortağı olmaya çalışırdı. Bunu yaparken hem iyi bir dinleyiciydi hem de iyi bir eğitmen. Sinan arkadaş yaşamıyla, sohbetleriyle hatta duruşuyla insanları etkilemeyi ve karşısındakine yön vermeyi başarıyordu. Bunu yaparken karşısındakine de hissettirmeden, iradesine ve yaşadıklarına saygı göstererek bunu yapıyordu. Sevmek Onun için emek harcamak ve birbirinin iradesini kırmadan paylaşmaktı. İlişkilerinde karşısındakinin kendisine benzemesini istemez, herkesin özsel gerçekliğiyle yaşama katılması gerektiğine inanırdı. Kendisiyle yürüttüğü en büyük savaşım ise duygularını daha güçlü dışa vurmaya yönelik savaşımdı. Kolay değildi kendisine yıllarca duygularını dışa yansıtmaması öğretilmişti. Sinan arkadaş girdiği her çalışmaya büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve o çalışmayı herkesten daha iyi bir biçimde başarırdı. Çok yönlü olan Sinan arkadaş’ın Yunanistan’daki eğitim sahamızda yaşama her yönlü katılımı söz konusuydu. Eğitim sahasında görülen eğitimlerden sonra yapılan moral çalışmaları eğitim konularıyla bağlantılı olarak yapılan tiyatrolarla yoğunlaşmaların yansıtılması biçiminde eğitim olarak geçiyordu.
Mücadelenin zorlu ve çetrefilli süreçlerini yeni olmasına rağmen tek başına ayakta kalarak aşmaya çalışan beyniyle ve yüreğiyle etrafını aydınlatmaya çalışan bir arkadaştı. Sinan arkadaşta kabalık yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlardı. Mücadele ederken de, emek harcarken de, seni eleştirirken de bunu hep çaktırmadan yapardı. Göstermelik olan herkesin göreceği şeyleri yapmayı sevmezdi. Bu yüzden çoğu zaman yüzeyselliğimle onun uzlaşmacı olduğunu söylediğimde kendini içtenlikle anlatmaya çalışırdı. Sinan arkadaş hemen ret etmeyi sevmezdi ve mücadelesini anlık değil zamana yayarak yürütürdü. Yaşama ve insanlara ucuz yaklaşmazdı. Emek harcarken de bunun karşılığını beklemez ve değişimin kolay olmadığını bilirdi. Onun için önemli olan karşısındaki insanın özgürlük arayışlarını güçlendirmek ve kafasında kişinin kendisine ilişkin soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu nedenledir ki birçoğu anlayamazdı Onu. Bu derinlikli dünya yüzeysel yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Kuzeye gitme ve pratikleşme istemi olmasına rağmen bunu birçokları gibi yaygara kopararak yapmamış ama sürekli olarak pratikleşme istemini örgüte yansıtmıştı. Sinan arkadaş için hiçbir zaman kendi istemleri önemli değildi. Onun için örgütün istediği yerde ve biçimde çalışmak en doğrusuydu. Bunu anlatamamanın ezikliğini sürekli olarak yaşadı. Biraz da bu atmosferin yarattığı ağır etkilenmeyle gidişine hız kazandırdı. Uzun yıllardan sonra ülkede ilk kez Mahsum Korkmaz Akademisinde gördüm bu görüşmemizin son görüşmemiz olacağını nereden bilebilirdim ki. Yağmurun altında saatlerce tartıştık sırılsıklam olsak ta yüreğimizde yıllardan sonra birbirimizi görmenin sıcaklığı vardı. Birde ben Onu anlatılanların dışında gördüğüm için, eski özünü yitirmediği için mutluydum. O ise kendini anlatmanın ve yürek ortağı olmaya çalışmanın iç huzurunu yaşıyordu. Bir daha birbirimizi hiç görmedik. Uzaktan da olsa haberlerini alıyordum. Amed’ten güçlü bir komutan olarak döneceğine ve hareket içerisinde önemli görev ve sorumluluklar üstlenebileceğine inanıyordum. Sinan arkadaş devrim yükünü omuzlamada öncü düzeyde katılabilecek, güzel düşünceli ve temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı. Kadınla ilişkisinde sürekli olarak özgürleşme mücadelesini kendisiyle yürüten, kadını tanımaya çalışan, kadınla geleneksel güdüsel yaklaşımlar dışında dostluk kurmaya çalışan bir arkadaştı. En ufak bir yanlış anlamanın, karşısındakini kırmanın o kişinin yaşamına mal olacağından korkuyordu. Sade, çıkarsız, sakin ve insanı derinden tanımak isteyen bakışları, pırıltılı gözleri genç yaşta olmasına rağmen saçlarına düşmüş aklarla ve kendi kimliğine ait olgun duruşuyla görmüş geçirmiş kişilere ait yaşam bilgesi edası çevresindekileri etkilemesine yetiyordu. Arkadaşları etrafında toplamak için özel bir çaba içerisine girmesine gerek yoktu. Gerçek bir devrimci olduğunu öncelikle kendi yaşamıyla insanlara kanıtladığından çekiciydi.
Bu yazıyı yazana kadar yazmanın konuşmadan daha kolay olduğuna inanıyordum. Ama bu yazıyı yazarken bunun hiç de böyle olmadığını anladım. İlk defa bir yazıyı yazarken bu kadar zorlandım ve yokluğuna hala inanamadığımı gördüm. Kışları hiç sevmem. Gerilla için ölümdür, hareketsizliktir kış. Bir de senin 2007 kışında Amed’de belirsizlikler içerisinde tam olarak bilmediğim bir tarihte yitip gitmen kışa olan öfkemi daha fazla arttırdı.
Heval Sinan gerçek bir devrimciydi. Adı Taylan’dı. Taylanken de devrimciydi. Taylan Sinan oldu ve daha da bir güzelleşti. Bir gün çıkıp geleceğinin inancını bunları yazarken dahi taşıyorum. Bu kadar erken olmamalıydı be heval. Artık kimseyle derin paylaşımlar yaşamama kararı aldım çünkü en güzeller en erken gidiyorlar ve şuna inanıyorum. Kurşun adres tanır bu yüzden hep en iyileri, en güzelleri seçer. Ölüm sana hiç yakışmıyor. Utangaç ama muzır gülüşünle karşımızda dur yine. Biliyor musun heval Sinan, hani derler ya kendim için istiyorsam dönüşünü namerdim. Bu tür zorlu süreçlerde senin gibi düşünen ve yaşayan insanlara ihtiyacımız var. İçinde yaşadığımız süreç senin gibi gerçek devrimcilerle yürütülebilecek bir süreç. Sen gerçek bir devrimcisin. Sen gerçek bir Apocusun heval Sinan. Ve bu yüzden kabul edemiyorum bizleri bu kadar erken bırakıp gitmeni. Daha yapacağın çok şey vardı heval. İnsanın içindeki acının yarattığı zehiri intikam alması akıtırmış. Senin ve diğer yoldaşlarımın intikamını almadıkça acınız içimde zehir gibi kalacak ve akıtmayacağım. Seni şimdiden çok özledik gerçek devrimci…
Şerda Mazlum
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Ocak günü saat 14.00 sularında Şırnak’a bağlı Girê Çolya alanında operasyona çıkan bir askeri araca yönelik olarak gerillalarımız tarafından son süreçte Mardin’de şahadete ulaşan Fırat Palu ve Delil Garisi adlı gerillalarımızın anısına bir misilleme eylemi gerçekleştirmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda askeri araç tümden imha olurken, düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Demokratik Özerklik Statüsü Kürtler için artık vazgeçilmez bir talep olarak ortada durmaktadır. Kim ne derse desin tarihin çarkı bir dönmeyi görsün, bu çarkın önünde kimse kendisini tutamaz. Hani var ya şairin dizeleri:
Bu
Ne benim sana,
Tepeden inme bir emrim
Ve ne de
Ayaklarına kapanıp ağladığım
Bir yalvarışımdır
Bu
Eğilmez başların
Bükülmez bileklerin
Yani tarihin
Durdurulmaz emridir” diye. Aynen öyle.
Demokratik Özerklik Projesi, Kürtlerin devletsiz olan çözüm projesidir. Kürtler devletin neme nem bir aygıt olduğunu yaşadıklarıyla gördüler. Bir de Kürtler ulusalar arası konjonktürü de iyi okuyorlar. Uluslar arası konjonktürün başka çözüm seçeneği sunmadığını da biliyorlar. Birde Kürtler politikleşmiş bir toplum olarak ebediyen Türkiye ile savaşmayacaklarını da biliyorlar. Aşiretvari kan davası misali çatışmaya da karşılar. Ve dünya deneylerinden biliyorlar ki her savaşın birde barışı vardır. Barışı olmayan savaşın anlamı da yoktur. Sürgit bir savaşı hiç mi hiç istemiyorlar. 30 yıllık direniş mücadeleleri ise sadece ve sadece kendilerini savunmaya dönük sürdürülen bir meşru savunma direnişiydi. Bu meşru olan direnişin yer yer aşırıya kaçtığını bizatihi özgürlük hareketinin önderliği birçok kez ifade etti. Yapılması gerekenin genelde direniş mücadelesini meşru olan direniş zemininde tutmaktı. Ve bunu Kürt halk önderliği tüm pürüzlere rağmen görkemli başardı. İşte bunun için Kürtler 30 yıllık bir mücadeleyle ortaya çıkarmak istediklerini ortaya çıkardılar. Başka bir deyimle “diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta.”
Kürtler bu sorunu çözmek istiyorlar. Ve Kürtlerin çözüm projesi dediğimiz gibi demokratik özerkliktir.
Kürtler siyaseten kendi yönetimlerini oluşturmak istiyorlar.
Kürtler kültürel olarakta doludizgin kendi kültürlerini yaşamak istiyorlar.
Kürtler ekonomik olarakta kendilerine yeten bir ekonomik politika oluşturmak istiyorlar.
Kürtler eğitimlerini kendi dillerinden görmek istiyorlar.
Kürtler sosyal sahada kendilerini güçlü örgütleyerek yeni sosyal, komünal bir toplumu ana tanrıçalarına layık bir şekilde yeniden kurmak istiyorlar.
Kürtler komşu halklarla barış içerisinde yaşamak isterlerken, diğer parçalarda boyunduruk altında yaşayan Kürt halkıyla da sıcak ilişkiler içerisinde olmak istiyorlar.
Kürtler birde her zaman tehlike altında yaşamış, onlarca saldırı görmüş, devlet eliyle fuhuşa zorlanmış, çetelerce hedeflenmiş durumlara karşı da kendilerini savunmak istiyorlar. Özcesi Kürtler kendi kendilerini savunmak istiyorlar. Bu kendi kendilerini savunmaya Kürtler öz savunma diyorlar.
Kimileri polis gücünün var olduğunu, askerin var olduğunu, bunların dışında savunma gücünün olamayacağını, olmaması gerektiğini belirtiyorlar. Kulaklara bu sözler hoş gelse de Kürtler en çok bu sözü geçen polislerden ve askerlerden çekti. Neden bu askere ve polise bir daha güvensin ki?
Bu polis ve bu asker daha 10-15yıl önce Kürdistan’ın birçok ilçe ve il’inde Hizbullahçıları koruyarak Kürtlerin üzerine sürdü. Binlerce Kürt yurtseverini bunların elleriyle katlettiren bizatihi bu polis ve askerlerdir. Hatta bu devlettir.
Kürtler neden bu devlete ve polisini ve askerini güvensin ki?
Evet, neden güvenelim ki? İşte bu güvensizlik durumunun çözümünü Kürtler kendi savunmalarını kendilerinin yapması olarak ele alıyorlar. İşte bu kendi kendine savunmaya herkes öz savunma diyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin eğer devlet denen aygıtın güvenlik güçleri sizleri koruma yerine vurulmanız için her şeyi yapıyorsa orada her türlü direniş meşrudur. Orada kendi savunma gücünü oluşturman meşrudur. Kürtlerin de yaptığı ya da yapmak istedikleri budur.
“Toplumun doğal duruşu politik ve ahlakidir. Dolayısıyla politik ve ahlaki toplumun da kendini savunma durumu gelişebilecek tüm saldırılar karşısında gündeme gelecektir. Bu politik ve ahlaki toplumun kendini savunmasına da öz savunma savaşı diyoruz. Demek ki öz savunma savaşı ve Meşru Savunma savaşı, savaşın karşıtı olarak gündeme geliyor. Gasp ve talan amaçlı geliştirilen şiddete, saldırıya karşı doğal toplumun, politik ve ahlaki toplumun kendini savunma durumu da bir direnmeyi, savaşı ifade ediyor. Saldırı ve imha savaşına karşı kendini, değerlerini sahiplenme ve koruma amaçlı bir savaş durumu gündeme geliyor. Buna da öz savunma savaşı deniliyor.“
Evet, Kürtler her türden saldırıya karşı kendi savunma haklarını kullanacaklardır. Bu savunmanın önceliği çok güçlü bir örgütlülüktür. Adeta örgütsüz tek bir Kürt ferdi kalmayacaktır. Öz savunma sadece silahlı gücü ifade etmiyor. Kürtlerin silahlı gücü zaten vardır. Buna HPG diyorlar. Gerilladır. Ancak halkın içerisindeki öz savunma güçleri silahlı olmayan güçlerdir. Kim bunlara ne derse desin, kendisini son derece güçlü örgütlemiş, refleksleri gelişkin, halkı için kendisini gerekirse feda edecek, öz verili, cesaretli, dinamik bir yapıdır. Önemli ölçü burada halka karşı duyarlı ve sorumlu olmasıdır. Kendisini öyle örgütlemiş ki örneğin bir yerde bir şey mi olmuş oraya birkaç dakika içerisinde binlerce gençle yığılabilecek bir örgütlülüğe kendisini kavuşturmuştur. Yine örneğin devlet halka ya da Kürt halkının değerlerine mi saldırmış orada hiç kimseden emir almadan, direktif almadan hızla kendisini örgütleyerek gereken misillemeyi demokratik ölçüler içerisinde vermesini bilen bir güçtür. Yine Kürt halkına ve onun değerlerine saldırılanlara karşı da son derece duyarlı bir duruşu vardır. Dediğimiz gibi bu güç kimseden emir almaz. Bu gücün emir mercii Kürt halkına karşı gösterilen yaklaşımlardır.
Yukarıda dile getirdiğimiz esasta komple bir halkın direnme duruşudur. Savunma duruşudur. Öz savunma duruşudur. Bu öz savunma duruşu ise meşru olan bir var olma hakkıdır. Kimse Kürtleri bu haktan mahrum tutamaz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kod adı: Rızgar
Adı Soyadı: Hasan Güler
Doğum tarihi ve yeri: 1972 Pazarcık
Katılım tarihi: 1992 Almanya
Şahadet tarihi ve yeri: 13 ocak 2007 Amed’de
PKK öncülüğünde zafere giden özgürlük hareketimiz 35 yılı aşkın şiddetli bir mücadele tarihi içerisinde nice Kürt tarihinde görülmeyen değerler ortaya çıkarmıştır.
Kimliğini inkar eden beynine kadar sömürülen, köleleştirilen hor görülüp aşağılanan benzeri görülmemiş bir asimilasyonla kendi özünden uzaklaştırılmaya çalışılan başkasına benzeme özentisiyle övünen bir halkın kendine ait olana sahip çıkması kendini yeniden diriltip yaratması için kuşkusuz büyük bedeller verilecektir. Rebêr APO önderliğinde büyük zorluk ve güç dengesizliği içerisinde verilmiş özgürlük mücadelesinin zaferden başka herhangi bir yolu kabul etmiyeceği Agitlerin, Erdalların, Zilanların, Beritanların ve tüm Kürdistan şehitlerimizin soylu direnişinde kendini ispatlamıştır.
Bu yüce ve kutsal mücadele tarihinde binlerce şehidimiz Kürt halkının gasp edilen haklarının kazanılması özgür birer insan olmak, bununla birlikte kendine saygısı olan bir toplumu yaratmak için gerekli olan bedeli adeta kanlarıyla sulayarak kurumuş topraklara tekra ruh vermiş can vermiş diriltmiştir. Soylu direnişimizin kahraman sembolü olan şehitlerimizin kervanına Rızgar arkadaşta 13 Ocak 2007 yılında Amed eyaletinin Ş. Remzi alanında faşist sömürgeci TC ordu güçleri ile girdiği çatışma sonucu PKK’nin militan duruşu direniş çizgisi temelinde katılmıştır.
Şehitlerimizi soylu mücadele kişiliklerini duruşlarını tarif etmede devrimci duruşlarını ifade etmede onların gösterdikleri büyük fedekarlıkları yansıtmada zorlanmaktayım. Bu durumun kabul edilebilecek bir yanı olmamakla birlikte genel şehidlerimizin huzurunda özeleştiri verilmesi gereken bir husus olarak görüyorum.
Çok kısa bir tarifle Rızgar arkadaşı nasıl tarif edebilirim sorusuna “doğal devrimci sorumluluğun sembolü pratik uygulayıcısı bir arkadaş olarak” cevabını verebilirim. Rızgar arkadaş düşmanın Kürdistan’da yürüttüğü insanlık dışı asimilasyon, sömürge ve işkencenin yanında Kürt halkını kendi yurdundan vatanından koparma temelinde geliştirdiği sinsi politikalar neticesinde abisinin Avrupa ülkelerine çıkmasının ardından kendiside Maraş’ın Pazarcık ilçesinden oraya gider Kürdistan’da Pazarcık’ın özgürlük mücadelemiz içerisindeki yeri yurtseverliği özgürlük davasının zafere ulaşması için verdiği bedeller bilinmektedir.
Köylü emekçi bir aileden gelen Rızgar arkadaş belli bir süre Avrupa’da çalışmalara katkı sunduktan sonra mücadelenin en aktif zeminine girip özgürlük savaşçısı olmak için 94-95 yıllarında Kürdistan’ın asi ve özgür dağlarında gerillaya katılır. PKK hareketinin özü olan emek ve mücadelenin bir timsali idi. Rızgar arkadaş yapılması gereken bir işi çalışmayı yoldaşına bırakmadan hesaba girmeden en temiz ve sağlam bir şekilde yapmaya çalışan hakkını veren kutsal bir emeği vardır. Rızgar arkadaş Rebêr APO’dan PKK’den ve PKK’nin asıl sahipleri olan şehitlerimizi böyle öğrenmişti.
Sorumluluğunda yürütülen bir çalışma ve görev için hiçbir zaman arkadaşların kaygısı olmadı görevinin gereklerini yerine getiriyor mu diye bir soru kafamıza takılmadı çünkü tüm silah arkadaşlar bundan emindi ki Rızgar arkadaş çalışmasının en ince detayına kadar hesaplayarak tartarak ölçerek uzun vadeli planlayarak yürütecekti çalışmalarını.
Önderliğimizin 1999 ve sonrası geliştirdiği büyük barış çabalarına karşı inkâr imha politikalarında ısrar eden barış çabalarını bir zayıflık belirtisi görerek çürüme politikasını bize dayatan TC’nin politikalarına karşı meşru savunma savaşı çerçevesinde yeniden mevzilendirme çalışmalarında 2003 yılında Amed eyaletinde büyük bir istek ve coşku ile gitti Rızgar arkadaş.
2004-2005 yıllarında geliştirilen ihanetçi-tasfiyeci teslimiyetçi çizginin etki ve dayatmalarına karşı Rızgar arkadaş Rebêr APO’ya, şehitlere, halkımıza olan derin bağlılığıyla hiç tereddüt bile etmeden yerini zaferin garantisi olan Önderlik çizgisinde olarak Kuzey sahalarında aktif bir mücadeleyi esas almıştır. Rebêr APO’nun “bana bağlı olanlar Amed’e gitsin” sözüne bağlı olmak istiyordu.
1 Haziran hamle kararının pratikleşmesi için Rızgar arkadaş Amed eyaletinin birçok bölgesinde değişik düzeylerde aktif mücadele yürüttü. Görev ne olursa olsun katılımının özü yukarıda belirttiğimiz çerçevedeydi. Rızgar arkadaşın halka olan bağlılığı, sevgisi ekseninde yürüttüğü çalışmaları birebir halka yansıyor güven veriyordu onun için görev yaptığı her alanda halkın Rızgar arkadaşa büyük bir sevgisi gelişiyor onun şahsında mücadeleye daha güçlü katılıyor ve destek sunuyorlardı. Çünkü Rızgar arkadaşın halkçı özelliği hesapsız katılımı sade ve mütevazı yaşamı katılımı onlara güçlü bir güven veriyordu. Kendilerinden biri olarak görüyorlardı.
Emekçi halkçı sorumlu militan duruşuyla tüm yoldaşlarının da derin sevgi ve saygısını kazanmıştı. Örgütün talimatları doğrultusunda bir pratiğin ortaya çıkması için Rızgar arkadaş elinden gelen her türlü çalışmayı yürüttü. Bununla yetinmedi yoldaşlığın dayanma ruhu çerçevesinde arkadaşların yardım etti. Perçinledi ruh verdi. Mütevazıliliği alçak gönüllüğü Apoculuğun yoldaşlık ruhuna denkti.
Amed eyaletinde pratik yürüttüğü dört yıl emek verme mücadeleye değer katma anlamında dolu geçti. 2006 yılının bahar ve yaz hamlelerinde özellikle Rızgar arkadaşın kaldığı Ş. Remzi alanında düşman büyük darbeler aldı. Bu darbelerde 40 yakın askeri 1 yarbay, 1binbaşı, 1 skorski helikopteri imha edildi. Bu sonuç hem HPG için yürüttüğü savunma savaşına büyük bir katkı hemde halka büyük bir moral oldu. bu sonuçların ortaya çıkışında Rızgar arkadaşın rolü katkısı ve hazırlığı belirleyici konumdaydı. Bu pratik sonuçların daha sonra ki yıl katlanarak gelişmemesi için kış sürecinde üslenme ve eğitim çalışmaları için kaldığı aynı alana düşmanın yoğun yönelim ve operasyonları gelişti.
13 Ocak 2007 tarihinde bu operasyonlar da arkadaşları ile birlikte kaldığı sığınağın deşifre olmasıyla faşist TC ordu güçleri ile çatışma çıktı. Düşmanın gerillanın tekrar kuzey mevzilerinde üslenerek yeni bir savaş tarzıyla verdiği mücadeleyi sindirememesi “yok oldular tasfiye oldular” dediği noktada güçlü darbelerin şoku ile adeta intikam için kıvranıyordu bu çatışmayı da kendi intikam arzuları için. Bir sonucu götüreceği arzusu ile yönelirken, yine Rızgar arkadaşın öngörülülüğü kıvrak zekâsı planlı ve hızlı karar verme yeteneğiyle adeta kursağında kalmıştır.
Zorlu gerilla için dezavantajlı kış süreçlerinde düşmanın gelişkin teknik ve sayı yoğunluğuna rağmen, Rızgar arkadaş düşmanın bu dar çemberinden yoldaşlarını çıkarmayı başarmıştır. Hem de en önde ve başta kendi göğsünü düşmana siper ederek çatışarak PKK militan duruşun direnişçi kahraman karakterine denk bir kahramanlıkla 13 Ocak 2007 saat 15.30 civarında düşmanı kahreden kahraman duruşuyla şehitler kervanına katıldı. Bu duruşu ve katılımıyla ardılları olan bizlere birçok öğretici vasiyet bırakarak…
Rızgar arkadaş senin şahsında tüm şehitlerimize bağlı kalacağımızı uğruna canınızı feda ettiğiniz bu yolda kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğimizi silahımızın yerde kalmayacağını belirterek yüce anılarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz…
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar
Yeni bir yıla girdik. Adettendir her bir yeni yıla girerken geçmiş bir yılın muhasebesi yapılarak, yeni yılın yol haritası belirlenir.
Geçmiş yıla, özgürlük hareketi sözün tam manasıyla damgasını vurduğunu söylememiz abartı sayılmaz. Özgürlük yoluna giren Kürt halkı farklı kampanyalarla gündemi hep sıcak tutarak dikkate alınması gereken bir aktör olduğunu da herkese hissettirdi. Kürt özgürlük hareketinin gerillası kısa süreli sürdürdüğü 4 stratejik dönem hamlesi çerçevesinde, inkârcı ve imhacı rejimi sözün tam manasıyla felç etti. Kaldı ki biz gerillalar biliyoruz ki bu eylemlilik süreci sadece ve sadece gerillamızın çok düşük bir potansiyelinin kullanılmasıydı. Bu kısıtlı potansiyel kullanımına rağmen Türkiye sarsıldı. İskenderun Deniz Kuvvetleri baskını, Dörtyol ve Samsun’daki polis pusuları, gerillanın açılım sahalarına sadece bir iki küçük örnek teşkil etmiştir. Bunların yanına Pervari ilçe baskını, Gediktepe-Hantepe süpürme hareketleri gibi birkaç eylemi de koyarsanız, gerillanın ne yapabileceğini rahatlıkla görülebilir.
Unutulmamalıdır ki; bir, bunların hepsi iki buçuk aylık bir zaman dilimini içerisinde yapıldı, birde gerilla tüm gücünü dediğimiz gibi ortaya koymadı.
Önemli bir gelişme de alenen Türkiye ortamında Kürt Halk Önderliğiyle yapılan görüşmelerin ifade edilmesi olmuştur. 17 yıldır yaşanan muhatapsızlık sorunu kısmen de olsa giderilmesi, Kürt sorunun geldiği düzeyi göstermek açısından da önemli olmuştur.
Tüm bunlar yaşanırken gerillalar olarak 2010 yılını ağırlıklı olarak eylemsizlik süreciyle geçirdik. Eller tetikte ancak çatışmalara fırsat vermemek içinde hep dağların zirvelerinde bekledik. Buna rağmen inkârcı, imhacı faşist zihniyet onlarca öldürücü saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırılarda çok sayıda yoldaşımız şehit düştü. Bu kadar Provokatif saldırılara karşı sadece ve sadece misilleme hakkımızı kullandık. Başka da eylemsizlik kararına harfiyen uyduk. Felsefik-Siyasal bir hareket olarak aldığımız kararlara uymak için elimizde gelen her şeyi yapmamız adettendir. Geleneğimizdendir. Kaldı ki Kürt halk önderliğinin aldığı her karar, biz gerillaları için bir emirdir. Bunun içinde olsa Kürt halk önderliğinin söyledikleriyle çelişmemek için büyük özenler gösterdik.
Geri baktığımızda büyük gelişmelerin yanı sıra inkârcı, imhacı ve faşist zihniyetli yapının gerillayı ve özgürlük hareketi taraftarlarına dönük imhacı anlayıştan vazgeçtiğini söylemek çok zordur. Gever’de bir genci gündüzün ortasında kurşuna dizmeleri bu faşist zihniyetin sadece ve sadece bir tasavvurudur. Yine Kürt halkının iki dilli yaşama dönük gösterdiği duyarlılığa karşı gösterilen tahammülsüzlük bu faşist zihniyettin geldiği düzeydir. Hele hele halkımızın kendisini yöneteceğine dönük düşünce beyan etmesi nasılda saldırılarla yüz yüze kaldığı ibretliktir.
Dünyanın neresine gidersek gidelim hiç kimse ama hiç kimse insanların diline ket vuramaz. Dillerin serbest gelişimi için her şey yapılır. Yine dünya giderek yerellere kayarak bu kadar hastalıklı merkeziyetçi yaklaşımlarla, Kürt halkını boğmaya kalkmak inanılmaz bir şeydir. En ufak bir beyin tartışmasını böyle saldırılarla ipotek altına almaya kalkışmak korkunç bir derin faşizanlıktır.
Kaldı ki Kürt halkı nasıl, kiminle yaşar onun kararını verecek olanda Kürt halkıdır. Onun adına başkası Kürt halkına ağızlık olamaz. Kürt halkı adına konuşmaya kalkışmak tarihe karışmış bir hastalıktır. Kürtleri yok sayarak onlar adına konuşmaya kalkışmak, çoktan Kürtler nezdinden aşılmış bir ruh halidir.
Kürtlerin de dünyadaki tüm halklar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bu kendi kaderini tayin hakkı Kürtlere aittir. Başkaları Kürtleri kendi boyunduruklarına davet edemezler buna hakları da yoktur. Başka halklar için haklar neyse Kürt halkının da hakları onlardır. Ne az ne de fazla.
Ancak öyle görülüyor kendileri için demokrat olanlar Kürt halkı için faşistleşiyor. Kendisi için özgürlükçü olanlar Kürt halkı için sömürgecileşiyor. Kendisi için hümanist olanlar Kürt halk için sadistleşiyor. Kendisi için duygu yüklü olanlar Kürt halkı söz konusu olduğunda yılan gibi soğuk oluyor. Evet, kendileri için insan olanlar biz Kürtler söz konusu oldu mu insanlıktan çıkıyor.
Ancak özgürlük yoluna giren bu halk sergilenecek tavır ne olursa olsun kendi yolunu çizecektir. Kimsenin lamı cimi yapmadan, oraya buraya çekmeden bu halkın kendi kaderini tayin etme hakkına yapacakları sadece ve sadece saygı duymalarıdır. Kabul etmeseler de, hazmetmeseler de saygı duyacaklardır. Nasıl ki biz Kürtler tüm halklara bu saygıyı kusursuz sergiliyorsak başkaları da Kürt halkına bunu gösterecektir. Bunun başka da yolu yoktur.
Evet, yeni bir yıla girerken kendimize daha fazla güveniyoruz, daha fazla umut doluyuz. Tarihin yürü ya kulum dediği bir anla karşı karşıyayız. Böylesine tarihi bir anı yaşarken tüm Kürdistanlı gençleri başta olmak üzere tüm demokrat, ilerici yurtsever gençleri özgürlük dağlarına davet ediyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına Ve Kamuoyuna!
27 Aralık 2010 günü öğleden sonra TC ordusuna bağlı birliklerin Mardin’in Kerboran ilçesinde yaptığı kasıtlı, imha amaçlı bir operasyon sonucunda üç kişilik gerilla birliğimiz bir çatışmaya girmek zorunda kalmıştır. Bu saldırıya karşı yoldaşlarımız büyük bir direniş göstermişlerdir.
- Ayrıntılar
Düşünce özgürlüğü ya da ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazlarından kabul edilir. Düşüncenin kendisini açıkça ifade edememesi durumunda orada, çokta uzun zamana sarkmadan rahatsızlıkların yaşandığını göreceksiniz. Düşünceler hür ifade edildikçe de her türlü tehlikenin önü alınmış olur.
Düşüncelerden korkan çok sayıda rejim türleri vardır. Bunlardan en belirgini kendine güvenmeyen otokratik rejimlerdir. Yine oligarşik yapıları da bunların arasına katmak gerekir. Babadan oğula geçen iktidar yapılarında da bu korku yaşanır. Birilerine dayanarak iktidar da kalan her ne rejim varsa düşüncelerde korkar. Tabiatı gereği bu böyledir. Kendi gücüne dayanmayan, başkalarına dayanarak var olan, iktidarın sunduğu nimetlerden yararlanarak ayakta kalan, ekonomik güç, polis ve askeri gücü kendisine kalkan edenlerin tümü düşüncelerden korkarlar.
Korkarlar, çünkü bu tür yapılar birilerinin icazetiyle ayakta kalırlar. Onlara bağlanan oksijen tüpüyle nefes alıp verirler. Bunun için bu yapılar hep tedirgindirler. İkilidirler. Mütereddüttürler. Güvensizdirler. Böyle olunca da söylenecekler onları rahatsız eder. Onlar, onların istediklerine izin verirler. Verili olanı severler. Onları okşayan sözlere kulak kabartırlar.
Evet, otokratik yapılar onları rahatsız eden düşünceleri sevmezler. Bunun için ilk yapacakları ve bugüne kadar da yaptıkları onları rahatsız eden düşünceleri yasaklamaktır. Bu düşüncelerin yayılmasına ket vurmaktır. Düşüncelerin yayılmasını engelleyemezseler ilk elden bu düşünceleri yayanlara yönelirler. Tutuklarlar. Kodese tıkarlar. Teşhir ederler. Hakaret ederler. Yapabilirlerse onlar için tehlikeli olan düşüncelerin bir daha yeryüzüne çıkmaması için her şeyi yaparlar.
Evet, otokratik yapılar, rejimler ve tabii ki bireyler düşünce özgürlüğünü de sevmezler. Onlar aslında her türlü özgürlüğü sevmezler. Onların sevdiği ve sevebilecekleri sadece ve sadece onlara riayet eden düşüncelerdir, sözlerdir. Onlar hep karşılarında emir eri beklerler. El pençe duruşları severler. Onlara methiye yağdıranları seçerler. Başka da hiçbir düşünceye izin vermezler.
AKP’nin ajitatörü ve gladyatörü iktidara doğru giderken, en çok kullandığı argümanlardan bir tanesi düşünce özgürlüğüydü. Ne de olsa o da güya düşüncelerinden hatta bir şiir okuduğu için zindana düşmüştü. Onun da kızı kafasını örtündüğü için okullara alınmamıştı. Özcesi düşüncelerinden dolayı çok çekmişti. Çok acılar yaşamıştı. En azından AKP’nin gladyatörü bize kendisinin böyle olduğunu söylüyor. Öyle olmasa da öyle olduğuna bizi inandırmak istiyor. Ve milyonlarca insanı inandırdığını da hemen ekleyelim.
Yıllarca ne kadar mağdur edildiklerinin propagandasını yaparak neredeyse tastamam bir rejim kurdular. Kemalist devletin neredeyse tüm kurumlarını ele geçirdiler. Ele geçirilemeyen Kemalist kurumları ise hizaya getirdiler. Paçavraya çevirdiler. Bir kedinin bir fareyle oynaması misali öldürmeden önce doyasıya oynayarak halden düşürerek bunu yapmaya devam ediyorlar. Ve yeşil Kemalizmlerini de kurmaya da ramak kaldığını biz ekleyelim.
Evet, düşüncelere özgürlük diye gelenler bugün en küçük düşünce özgürlüğüne tahammül göstermiyorlar. Kendilerine itiraz eden öğrencileri faşistlikle, teröristlikle, illegal yapılarda yer almakla suçluyorlar. Onları eleştiren medyaya inanılmaz hakaretler yağdırıyorlar, muhalif olanlara ise alayın ötesinde yaklaşımlar sergiliyorlar. Taraf olmayan bertaraf olur ilkesiyle onlarla olmayanları bertaraf ediyorlar.
Evet, bunların tümü otokratik yapıların, duruşların, bireylerin ve yaşam tarzlarının ortaya çıkaracakları sonuçlardır. Daha da ileri götürürsek bu karakter yapısı faşizmin inşasına götüren karakterdir. Faşizm karakteri gereği hiçbir düşünceye tahammül göstermez, gösteremez.
Daha da somuta indirgeyecek olursak; Kürtlerin iki dilli yaşama ve kendilerini yönetecek pozisyona götürecek demokratik özerklik düşüncelerini dile getirmeleri karşısında AKP’nin gladyatörü, ne kadar düşünce özgürlüğüne saygılı olduğunu meclis kürsünde haykırdı. Teröristlikle, eşkıyalıkla, birilerinin ekmeğine yağ sürmekle derken ne kadar tekçi olduklarını alenen herkesin gözlerinin önünde yeniden haykırdı. Ve bunları yaparken de ilginçtir ama ne kadar laf salatası varsa hepsini yan yana dizerek yapmaktan da çekinmedi. Gladyatörün bakanlarından biri olan Zafer Çağlayan “hepsini yaratan Allah olduğu için, insanları hiçbir ayrım yapmaksızın seviyoruz. Bu önemli bir hadisedir. Bayrağımızın tekliği, ana dilimizin Türkçe olması, bunlar asla tartışılmayacak şeylerdir” diye de aynen gladyatörü gibi konuşabilmektedir. Bu zat insanları hem de hepsini hiçbir ayrım yapmadan seviyor, lakin bayraklarının tekliği, ana dillerinin Türkçe olmasını da asla tartışmasına izin vermeyeceğini de söylüyor. Dediğimiz gibi aynen gladyatörün kendisi gibi; gladyatör Türkçülüğe ve Kürtçülüğe de karşıdır ancak tek millet, tek dil, tek vatan ve tek bayrakçıdır. Tek milletçilik, tek dilcilik, tek vatancılık ve tek bayrakçılık sade bir kavramla Türkçülükte değil bunun ötesinde olan faşizmdir. Kaldı ki bu tekçiliğin bir halkın değerlerini yok sayarak savunulan bir tekçilik olduğunu da unutmayalım.
Evet, biz düşüncelerimizi daha fazla dile getireceğiz. Her fırsatta konuşacağız. Herkese meramımızı anlatmak için her ortamda düşüncelerimizi haykıracağız. Artık gladyatör ve onun sahte İslamcı yeşil Kemalist partisi mağduriyet tezinin arkasına saklanamıyor. Bunun için saldırganlaşıyor, saldırganlaşıyorlar. Bunun için bu sahte yeşil faşist yapıyı daha fazla deşifre etmek için en güçlü silah; düşünce özgürlüğüne yüklenmektedir.
Evet, otokratik yapıları aşmanın tek bir yolu vardır o da özgürce hiç çekinmeden düşünceleri ifade etmektir. Çünkü böyle baskıcı, tekçi, otokratik, hoşgörüsüz ve faşist yapıların en çok korktukları şey düşüncelerdir. Bunun için inadına düşüncelerimizi alenen her yerde daha gür ifade edelim. Düşüncelerin akmasına yol verelim.
Kasım Engin
- Ayrıntılar