Parti Merkez Okulumuz, Mahsum Korkmaz Akademisi’nin değerli öğrencileri, partililer ve tüm ARGK’liler, Newroz’unuz kutlu olsun!
Tüm Partililer, ARGK’liler, Halkımız, Dostlarımız!
Kutsal direniş, diriliş savaşımımız, 25. Newroz’unu da büyük bir başarıyla karşılama gücünü göstermiştir. Büyük tarihi düşüşü belki de Med’lerin yıkılışıyla başlatırsak, -ki bu bir Mezopotamya uygarlığıydı- 2500 yıllık gibi bir düşüşün ardından; belki de onun tam karşılığı olan, yani her bir yılı bir yüzyılı bulan bu 25. yıl gerçekten bir diriliş oluyor ve oldukça da kurtuluşa yakındır. Nerden geldiğimizi, nasıl bir duruma sokulduğumuzu anlayabilir ve nasıl olmamız gerektiğine dair düşünebilir ve neler yapabileceğimizi kararlaştırabilirsek göreceğiz ki, adına yaşam denilen ama ölümden beter bu durumdan, kendi insanlığımıza ve toprakla karışmış özgür kimliğimize ulaşırsak; bunun sınırlı bir nefes alışverişinin bile ne kadar değerli olduğunu mutlaka takdir etmek gerekir.
Büyük bir minnettarlıkla başta büyük Newroz şehitlerimiz Mazlum Doğan’ın, Zekiyelerin, Rahşan, Ronahi ve Berivanların o büyük şahadetlerini ve hemen her yıl o kutsal serhıldan isyanlarımızın son ifadesi, ’90’ yıllarındaki Nusaybin, Cizre, Şırnak, Lice, Van ve giderek bütün Kürdistan kent ve köylülerinin o şehitlerini de bu Newroz’un özüne yerleştirirsek göreceğiz ki; yaşamın başka türlü anlaşılması, savaşın da başka türlü verilmesi gerekiyor. Bu yirmi beş yıl üzerinde sürekli durulmalı, dersler çıkarılmalı ve varsa insanlık iddiamız, gerçekten ana topraklarımızda bir yaşamaya güç getirmek, yürekten ve irade ile bunu başarmak istiyorsak; kesinlikle bu yıllar, kendimizi yeniden yapma, yaratma ve hemen hemen kaybedilen her şeyi bulma yıllarıdır. Bu savaşın, bir özlü düşünceden tutalım, özgürce bir nefes alışverişe kadar, esasta bunun en son çabası olduğunu bilerek anlayabilmelisiniz.
Bu anlamda PKK; bir diriliş olayı, yeni gün olayı ve bir Newroz olayıdır. Biz bugüne boşuna PKK’yle başlamadık. Ama aynı zamanda bu, korkunç bitişin ve karanlığın eşiğindeki zayıf insanımızın, kendisine dürüst bir ad vermesidir. Kendine ‘ben dürüst olacağım’ sözünü vermesidir. İnsanımızın hiçbir umut işaretinin olmadığı bir dönemde bile, inandırıcılığı ve hiç bir şansı bile olmasa, ‘ben bu kimlikle ve bu söz için yaşayacağım, gerekirse savaşacağım’, diyebilmesi işin özüdür. Başka türlü olmuyor.
Ben o günü şu an gibi hatırlıyorum: Düşmanın başkentinde silik, iddiasız ve yutulmayla karşı karşıya olan bir gençlik döneminde, hem de sömürgeciliğin bütün çekici imkanlarıyla karşı karşıyken ve sizin hiçbir ilginize değmeyecek kadar geriyken, bitmişken böylesine bir günde bir tercih yaptım. İmhacı sömürgeciliğin oldukça imkan dahiline giren yaşamına hayır dedim. Oldukça umutsuz, olanaksız ve belki de imkansız gibi gözüken bu özgürlük umuduna, herkesin, mensupları da dahil hiç inanmadıkları, belki her şeye anlam verseler de anlam veremeyecekleri bir adıma, biz başlasak ne olur dedim. Belki de bunun tarihte eşi bile yoktur. Biz bu kararı verdik. İki sözcükle olacaksa, ana topraklı ve kimlikli bir yaşam, özgürlükle olsun dedik. Ve gerçekten o büyük umut savaşına giriştik.
Bu tarihi, şüphesiz bir hitapla dile getirmek mümkün değil. Bu yirmi beş yılı mümkünse sürekli incelemeye, değerlendirmeye almak ve gittikçe daha da derinleşen teorisini ortaya çıkarmak kadar, ki başlangıcından itibaren de iradesi vardır. Onun siyasetteki ifadesi nedir? Geliştirmek istediği yaşam ve askerlik dilindeki ifadesi nedir? Neyi gerçekleştiriyor. Gerçekleştirilen; bütün yönleriyle bir değil bin daire çizerek daha derin ve giderek yükselen bir biçimde bu yılları böyle anlayabilmek, bu yıllarla büyüyebilmek, bu yıllarla yeniden yaratılmaktır. Önderlik gerçeği denilen, PKK gerçeği denilen olay bu. İçinde neler yok ki: Silik insandan tutalım en hainine, eşsiz kahramanlarından tutalım en düşkününe, en güzelinden tutalım en çirkinine, en korkağından tutalım en kahramanına, en dirisinden tutalım en ölüsüne kadar her şey var. Bu yıllar, bu çağdaş Kürdistan yılları; PKK dışında her şeyin bittiği, adının bile kalmadığı son bir çare olarak, olacaksa insanlığımız, yaşayacaksa kimliğimiz, mümkün olacaksa kurtuluşumuz, her şeyden önce gelin bunu tartışın deme hareketidir. Daha sonra mümkünse bir karara, ondan da daha ötesi bir iradeye ve bir savaşa yol açabilir miyiz hareketidir.
Bugün büyük öfkelerimizi az da olsa dindirmişiz. Ama asıl büyük kavga için, kurtuluş için bu günleri yaratmanın bir başlangıç olduğunun da bilincindeyiz. Çağdaş partiler için yirmi beş yıl, zafer yıllarıdır. 20. asrın, hemen hemen büyük devrim yapan bütün partileri bu işi, on yıl, on beş yıl bilemedin yirmi yıla sığdırmışlardır. Bazıları da başarısız olmuş, hatta devlet kuranlar bile, devletini de kaybetmişlerdir. Biz ne devlet kurabildik, ne de tam başarısız olduk. İkisinin orta yerindeyiz. Önemli olan burası da değil. Önemli olan ve bizi ilgilendiren; bu büyük tartışmayı, aydınlamayı, iradeleşmeyi ve daha da önemlisi gerçekler ne ise olduğu gibi görmeyi ortaya çıkarmaktır. Kürdistan’daki çok kirli, işgalci ve imhacı gücün savaşı kadar, yine Kürt gerçeğindeki sosyal bir anlamı olmayan, bir eşkıya kavgası kadar değeri kalmayan o çok çirkin, bitik ve hiçbir amacı olmayan kavgacılığı ve bütün bunların Partimizin içine bir daha hesaplaşmak üzere çekilmesi bayıldığımız işlerdendi. Anlamsız kavgalara sınır çekmek istedik, kavga olacaksa bir çizgi temelinde, bir anlamı olan ve tarafları olan bir kavga olsun dedik. Bunu yapmak, sanırım hayırlı bir işti.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Mart günü (bugün) gece 02:00-03:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Cehennem ve Çiyareş Tepeleri ile Elê Köyü’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Özgürlük ve sorunsallık, özgürlük sorunu toplumsal kriz vb’leri gibi birçok söylem öz itibariyle bir gerçeği (Hakikati) ifade etmekle beraber milyonları ilgilendiren bir gerçektir. Sorunun güncelliğini tartışmak kadar, tarihsel boyutunu da görmek mümkündür. Ancak açık bir gerçeklik ya da olayın trajik yönü ise herkesin peşinde koştuğu bu gerçeği neden tam anlamıyla ifade edemediğidir. Bu soruyla olguya bakıldığında, şöyle bir gerçeklikle karşılaşmaktayız: kurulu düzenin mikro tarih olarak formüle ettiği beş bin yıllık erkek egemenlikli tarih, insan zihninde ağır dogmalar oluşturmuştur. Ve mükemmele yakın bir ustalıkla doğal toplumu istismar etmiştir. Doğal toplum verili tarihte hep geri ve karanlık bir dönem olarak değerlendirilir. Mikro tarihle (egemenlerin tarihiyle) sanki tüm gelişmeler başarılar, güzel şeyler vb’leri bu tarihte iktidar olanlar tarafından yaratılmış gibi gösterilir. Çünkü erkek egemenlikli sistem yalan üzerine kurulmuştur. Ayakta kalması içinde yalanına devam etmek zorundadır. Bu yüzden de doğal toplum ilkel geridir, din geridir, felsefe hayalperesttir, öz itibariyle politik ve ahlaki toplum değerleri geridir. Sistemin bu yalanı kendini çeşitli yöntemlerle hep sürdürmüştür. Yeri gelince tanrılar icat etmiş, yeri gelince despotlar ve yeri gelince en yumuşak ve en uysal olmuştur. Buna tarihten bir örnek vermek hayli aydınlatıcı olabilir. Roma’daki arenalarda insanları aslanlara parçalatan sistem, zalim sistemin en vahşi halkası olmaktadır. Yine politik ve ahlaki toplumun bir halkası olan Hıristiyanlık vardır. Hıristiyanlık çok yönlü değerlendirilebilinir. Fakat konumuz açısından hümanist karakteri yeterlidir. Tabi Roma ne kadar zalimse, Hıristiyanlık o kadar insancıldır.
Ancak Roma nasıl oldu da önderini çarmıha gerdiği bir dini kabul etti? Bu dini resmi din olarak kabul etti. Elbette Roma bu dini kabul etmedi. Sadece ömrünü uzatmak için Hıristiyanlığı bir zırh olarak kullandı. Bu örnekte anlatmak istediğimiz sistemin gerektiğinde nasıl kılıf değiştirdiğidir. Tabi olguyu salt egemenlerin liberal karakteriyle değerlendirmek yanlış olur. Çünkü politik ve ahlaki geleneğe dayanan alternatif hareketler, sorunu çözmede kalıcı bir çözüm gücüne ulaştırmamaları sorunu ağırlaştırmıştır. Bu hareketlerin neden alternatif olmadıkları gerçeği ise sistemin mikro tarih anlayışını aşamamada yatar.
Reber Apo’nun son savunmaları üzerine eğitim görmeden önce bizde de sorunu köklü değerlendirme tam yaşanmıyordu. Örneğin pratiklerimizde eskiyi aşmama ve yeni paradigmayı yeterince pratikleştirmememiz kaynağında, mikro tarih kalıplarını aşamama vardır. Dolayısıyla zihniyet devrimini aşamama vardır. Örneğin özgürlük kavramını değerlendirme de hatalı yaklaşımlarımız vardır. Dolayısıyla çözüm yaklaşımımızda devletten, erkek egemenlikli sistemden tam anlamıyla kopamıyorduk. Ve cinsiyetçi paradigmadan kendimizi koparamadığımız için sistemi aşacak, dolayısıyla anti-uygarlık çözümünü teorik ve pratiğimizde tam anlamıyla uygulayamıyorduk. Tarihe bakıldığında anti uygarlık girişimlerinin bu yanılgılı yaklaşımlarını aşamamalarından kaynaklı yaratmış oldukları alternatifler sistemin mezhebi olmaktan kurtulamazdı. Dolayısıyla bu yanılgı bizi de bu tehlikeyle yüz yüze bırakıyordu. Bu da önderlikle aramızdaki mesafeyi gösteriyordu. Ancak özgürlük sorunsallığını Önderliğin son savunmalarının eğitimlerinden sonra şöyle bir gerçekliğe ulaştık; özgürlük arayışlarına girerken mutlaka erkek egemenlikli kalıpları kırıp, özgürlük olgusuna bu zihniyetle yaklaşmamız gerekiyor.
Önderlik son savunmalarda özgürlük için şu belirlemeyi yaptı; “özgürlük evrenin amacı mıdır?”, “özgürlük insan olgusuyla ele alınması dar ve hatalı bir yaklaşım olacaktır” yine “kafesteki kuşun çırpınışı özgürlük dışında neyle izah edilebilir?” ve daha birçok çözümleme, Önderlik tarafından geliştirildi. Bu gerçeklikte yaklaşmamızda insanın doğanın bir parçası olarak ele alıp, özgürlük sorunsallığını daha bütünlüklü ele alıp değerlendirmek gerekiyor.
Özgürlük sorunsallığının değerlendirmesine giderken şöyle bir soru ile karşılaşırız; ahlaki ve politik toplum ile uygarlık sistemi arasındaki mücadelede, özgürlük sorunsallığı neden bu kadar karmaşıklaştı? Doğal toplumu irdelerken bir özgürlük sorunuyla karşılaşmak mümkün değil. Toplumun yaşamanı sürdürme ve ayakta kalabilme sorununda, dolayısıyla mücadelesinden bahsedilebilinir. Ancak özgürlük sorunundan bahsedilemez. Klanlar arası çatışma dönemlerin de bile insanın özgürlüğünü elinden almak gibi bir durum söz konusu değildir. İnsanlar ya özgürce vardır ya da yoktur. Doğaya yaklaşımda bile tahakkümcü bir yaklaşım yoktur. Ancak ne zamanki kurnaz erkek ortaya çıktı, o zaman toplumu bin yıllarca uğraştıracak ve her türden katliam, ölüm, şiddet, köleleştirme vb’leri insanlık doğasıyla çelişen olgularla insanlığı yüz yüze getirecektir.
İktidar (erkek egemenlikli sistem) kendini süreklileştirebilmek için her tür hilekar ve baskı yöntemini geliştirirken, toplum ise sürekli bir direniş içinde olmuştur. Bu direniş, bazen dinle, bazen felsefeyle, bazen kurtuluş hareketleriyle, bazen feminizm ve çevre hareketleri ile bu direnişlerini sürdürmüştür. Politik ve ahlaki toplum olarak nitelendirilen bu oluşumlar özce bir gerçeği yani hakikati aramıştır. Hepsi de birbirine güçlü miraslar bırakmış, ancak toplumun özgürlük sorununa kalıcı ve köklü bir çözüm geliştirememiştir.
Reber Apo son savunmalarında Ortadoğu tarihi bir karşı devrim tarihidir belirlemesinde bulundu. Bu da bütün bir tarihin, bir direniş tarihi olduğunu gösterir. O zaman şöyle bir soru ortaya çıkar; toplum bu kadar direnişe rağmen, neden özgürlük sorununu çözemedi? Ve bundan sonra bu sorunu nasıl çözecek? Bu soruya Reper Apo’nun savunmalarında geniş cevap bulmak mümkündür. Özetle Önderliğin devrim tanımlamasına bakmak yeterlidir. “Benim için devrim uygarlık sisteminin alanının gittikçe daraltılıp, ahlaki ve politik toplumun niteliklerini genişleterek yeniden topluma kazandırmaktır”. Bundan çıkardığımız sonuç ise toplumumuz üzerinde politik ve ahlaki değerlerle çelişen her türlü etkiyle mücadele etmek ve yeni paradigma temelinde toplumumuzun inşa çalışmalarında rol oynamak, kendimizi ve toplumumuzu özgürleştirmek olacaktır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
15 Mart günü akşam 18:30-19:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şivamezê ve Gire Dupişk alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
16 Mart 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1.14 Mart günü sabah saatlerinde Hakkari’nin (Colemerg) Yüksekova (Gever) ilçesinin Dağlıca (Oramar) alanına bağlı, sınıra sıfır noktada bulunan Şehit Gafur ve Şehit Karker Tepelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Gerillalarımızın imhasını amaçlayan bu operasyon sırasında savunma pozisyonunda bulunan gerillalarımızın tüm duyarlılığına rağmen gündüz saat 11:30 sıralarında sınırı geçmek isteyen düşman güçleriyle gerillalarımız arasında zorunlu olarak bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Mart günü gece 22: 00-23:00 saatleri arasında Medya savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Girê Helis ve Dola Konferansê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Mart günü akşam 19:00-20:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Xeregol Tepesi’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Mart günü akşam 19:30 – sabah 06:00 saatleri arasında TC ordusu tarafından Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara ve Dola Konferansê alanlarına yönelik olarak obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Emperyalistler bir telden özgürlük mücadelesine saldırıyorlar. Avrupa’nın geneline yayılan saldırı ve tutuklama furyasının bir yerden yönlendirildiği giderek daha netleşiyor. Sam amca söylüyor Sam amcanın torunları uyguluyorlar. Kendilerince de Kürtleri hizaya getireceklerini zannediyorlar.
Biz emperyalistlerin bize dönük saldırılarına hep anlam verdik. Çünkü biz emperyal sisteme karşı alternatif olduğunu iddia eden felsefik-ideolojik bir yaşam duruşun sahibi olan özgürlükçüleriz. Biz başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan sıra dışı olanlarız.
Bunu emperyalistlerin tümü bilir ama bir türlü bunu bilmeyenler, bilmek istemeyenler de maalesef vardır. Böyleleri daha çok sol cepheden yer aldıklarını söyleyenlerdir. Bize düşmanlık yapanlar bizi iyi tanıyorlar ya da iyi tanımışlardır. Biz kapitalist modernist yaşamla uyuşmayanlarız. Felsefik olarak da asla uyuşamayız. Pratik politika da insanlığın sorunlarını çözmek için oldukça esnek olabiliriz ancak yaşam ütopyamız, iddia ve ideallerimizden asla taviz vermeyiz. Bunu da emperyalistler iyi bilir.
Bilebilirler ancak bize ve bizim özgürlük çizgisine yakın duran ve özgürlük çizgisine girmek isteyen insanlara saldırmaktan da asla geri durmadılar, durmuyorlar ve öyle görülüyor ki durmayacaklardır.
Dediğimiz gibi Avrupa’da başlatılan bir saldırı dalgası oldu. Gerekçesi; PKK’nin gençleri zoraki ailelerinden almasıymış. Zoraki Kürt gençlerini kandırmakmış. Ve beyinlerini yıkamakmış…
Öncelikle şunu söyleyelim: Sizin o parlak yaşamınız sizin olsun. Biz kendi ülkemize sevdalıyız.
Öncelikle insanlık ailesinden her gün biraz daha uzaklaşan, bireycileşerek toplum dışına itilen yaşamınız sizin olsun. Biz kendi neolitik komünal ortakçı yaşamımıza sevdalıyız.
Öncelikle insanı cüceleştiren, nefesiz bıraktıran, robot haline getirerek karıncılaştıran, kimliksiz kılan, özünü boşaltan yaşamınız sizin olsun. Biz kendi ülkemizin özgür dağlarında insana saygıyı, sevgiyi, inancı, özgüveni ve kendini bilmeyi öğreten değerlere sevdalıyız.
Öncelikle insani manipülasyonlar, kandırmalar, göz boyamalarla etkileyerek kendi denetim sahasına alan yaşamınız sizin olsun. Biz özgürlük dağlarında aleniyete, güzele, doğruya, iyiye, şeffaf olan yaşama sevdalıyız.
Ve ekleyelim; sizin çalışma merkezlerinizde, o kadar maddi ve manevi imkânlarınız varken, insanlara o kadar vaatlerde bulunurken biz insanlara sadece ve sadece güzel bir dünyayı kurmanın mümkün olduğunu söyleyerek Kürt gençlerini ve tabii ki özgürlük arayışı olan tüm gençleri dağlara davet ediyoruz.
Sizler sahte parlak gelecekler vaat ederken, biz sadece ve sadece dağlara çıkarken onları bekleyen zor günlerin olacağını söyleyerek dağlara davet ediyoruz.
Sizler bin yıllık tecrübenizi kullanarak, Franco’nun üç F’siyle gençleri etkileyerek kendi kan emici sisteminiz içerisinde tutmaya çalışırken, biz sadece sihirli olan birkaç sözle dünyanın tüm gençlerini, kadınlarını Kürdistan dağlarına davet ediyoruz;
Özgürlük, özgürlük, özgürlük.
Adalet, adalet, adalet.
Eşitlik, eşitlik, eşitlik.
Paylaşımcılık, ortaklık, dayanışmacılık.
Ve tabii ki herkese kendi kişiliği ve iradesine saygı gösterildiği bir mekân, özgürlük mekânını da vaat ediyoruz. Ve diyoruz ki o kirlenmiş yaşamı terk edin. Özgürlük dağlarında kendinizi bulmaya gelin. Kendinizle barışık olmaya gelin. Kendiniz olmaya gelin. Kendi ayaklarınız üzerinde kendinizi gerçekleştirmeye gelin.
Evet, sizin yaşamınız sizin olsun biz özgürlük dağlarına sevdalıyız. Ve özgürlük dağlarına davet ederken hiçbir genci zoraki ailesinden, evinden, o kirli sisteminizden alamazsınız. O gençlerin büyük inancı olmazsa, büyük bağlılıkları olmazsa bir dakika dahi o kırk dereden su getirerek insanları kandıran sisteminizden koparamazsınız. Ne de olsa siz tarihin o meşhur Marduklarının torunlarısınız. Siz o meşhur başında çocuk doğuran Zeus’un torunlarısınız.
Evet, sizin yaşamınız sizin olsun ancak bizim özgürlükçü yaşamımız da bizim. Ve özgürlükçü yaşama gönül vermiş, yüreğinin bir köşesinde bu kıpırtıları yaşayan tüm gençleri bu saldırılara inat özgürlük dağlarına akın etmeye davet ediyoruz.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Mart günü gece 00:30-02:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xaftanin’in Xantur alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar