Günümüzü anlamak geçmişi anlamaktır. Geçmişi anlamak ise günümüzü sorgulayarak anlamlandırmaktan geçer. Uygarlığın gelişimi bir nevi komplo, yalan, düzenbazlık ve şarlatanlığın karakter kazanmasıdır. Bu karakterlerin 1999 yılında Önderliğimize yapılan komplodaki rollerinden de anlaşıldığı gibi günümüzün komplocuları bin bir maske ve hileyle dıştan dost görüntüsü verirken içte ise ustaca namertliğini sergilemektedir.
Neydi komplo? Tanrılar neden bu kadar çıldırmıştı?
İnsanlık tarihinde zulüm ve direniş hep bir arada yaşanmıştır. Efendilerin kaleme alamadığı, almaya cüret edemediği bu tarih, destanlarda ağıtlarda ve kayalara çizili resimlerde ifadesini bulmaktadır. Tarihin zulümkâr yüzü kendini ilk komployla ve yalancılığını analitik zekânın kurgusuyla boy verirken duygusal zekâdan yoksun efendiler komplolarını günümüze kadar devam ettirmektedirler. İnsanlığın özgür ve eşit yaşadığı dönemden(anaerkil sistemden) ataerkil sisteme geçerken ilk defa duygusal ve analitik zekânın ayrışması erkeğin kompleksiyle başlamıştır. Yaratılan ürünü erkeğin mülkleştirmesi tek elde tutmasının temelleri ta bu dönemde başlar. İnsanlık ilk defa aklını vidandan ayırarak kullanır. Teorisine kıskançlık dediği aşırı kuruntuyla insanlık tarihine ket vurmaktadır. Toplumun ahlak ve politik gücünü zayıflatarak kendini hâkim kılmaya başlamıştır. Tabi ki bu süreçler öyle hemen gelişmeyip güçlü direnişleri de bağrında yaşamıştır. İnsanlığın toplumsallaşmasında verdiği emek ve uğraş bu sisteme geçişte de vardır. Birçok sancılar yaşanmakta ve uğraşlar verilmektedir. İnsanlığın inancı, ahlakı, politikası ve yönetimi değişmiş, kurdukları muhteşem ideolojileriyle insan zihnini bulandırarak toplumu ters yüz etmişlerdir. Erkek egemenlikli sisteme yani ilk yalana, komploya böyle geçilir. Ahlaklı, politik, birlik ve beraber yaşamanın yerini artık hiyerarşik baskıcı sömürücü bir sistem yerini alır.
Peki, komplo başarılı mı oldu? Tarihin seyrine baktığımızda bir yandan egemen erkek artı ürün ile gelişme sağlarken diğer yandan bu sisteme karşı muhteşem “hakikat arayışçılarının” direnişi çıkar. Gelişen düşünce sistemlerinde mitoloji bilim, felsefe vb. her bir yöntem önemli bir gerçekliği açıklarken iğne ucu kadar yansıtılan hakikat önderlik şahsında büyür ve yepyeni bir anlam kazanır. Tarihin derinliklerinde baktığımızda insanlık Âdem’den İbrahim’e, Hallacı Mansur’dan Mani’ye, Saint Paul’den, Giardino Bruno’ya birçok hakikat arayışçıları görüyoruz. Fakat bu düşünürler sistem tanrılarının gazabına uğrarlar. Bu direnişçilerin tanrıyla hesaplaşması ile evrenin, insanın oluşumuna baktıklarında güçlü bir hesaplaşma sonucu gerçek bilgeliğe götürdüklerini görmekteyiz. Bu düşünürlere karşı sistemin tahammülü yoktur.
Neden ilk komployla ahlak geriletildi? Doğal toplumun değerleri bir avuç iktidar kesiminde nasıl toplandı? İktidar sahipleri yeri geldi bu miraslardan yararlandı, kullandı, yeri geldi bu fikirlerin sahiplerini engizisyonlardan geçirdi. Katletti ve bastırdı. Büyük düşünürler sistemin çıkarlarının dışına çıktılar. Gerçek ahlak, sevgi ve inancı savundular. Ne büyük bir acıdır ki egemenlerin tarihinde bu insanların ne isimleri ne de eylemleri geçiyor. Devletli uygarlık toplumun ahlaki gücünü zayıflatarak boy verirken bireyi toplumsal gerçeklikten koparıp iradesizleştiren kapitalist sistem başarıya ulaştığını düşünürken demokratik uygarlığın direnişini görmezden gelip koltuğunda içtiği kanlarla şahlanırken neolitik kültürüyle büyümüş, besinini bu kültürden alan Önderliğimiz gerçek dostluğunu herkese gösterirken sahte dostlukların, arkadaşlıkların gerçek yüzünü bir kez daha darbelemiştir. Sistemin ideolojik tahakkümünden hem ruhsal hem düşünsel kendini arındırarak, egemenlerin geliştirdiği cezaevlerini de, esir alma yöntemlerini de boşa çıkarmıştır. Kendi şahsında ulaştığı özgürlük zirvesini başta Kürt halkına, Kürt halkı şahsında bütün insanlığa armağan etmiştir.
Özgür düşünce Önderliğimize karşı yapılan komployu her an lanetlemekle canlarını bombalarken şu slogan üstündü. “Güneşimizi karartamazsınız”. Güneş enerjidir, enerji güçtür, güç özgürlüktür, iradedir. Çağdaş Kawa Mazlum’la başlayan direniş ruhu günümüze kadar gelmektedir. Bu direniş meşalesini Önderlik bize armağan etti. Zilanlarla, Semalarla Viyanlarla bu direniş görkemleşti. Komplonun cevabı Taylan, Özgür ve Viyan yoldaşlar şahsında ateş topu misali kızgın alevleri oluyordu. Ateş yaşamdı, arınmaktı kirlilikten ve yazılan kirli tarihi ters yüz etmekti.
Vicdanın buz tuttuğu bu çağda, asla İmralı etrafında yanan meşaleleri söndürmeyeceğim, diyen Viyan yoldaş, bir 15 Şubatı daha “çarmıha gerilişimi görmek istemiyorum” diyerek eylemiyle protesto ederken Önderlik şahsında kadının esaretini çok yalın dile getirmiştir.
Biz kadınlar olarak Önderliğin esaretine alışamadık, alışmayacağız. Özgürlüğümüz özgürlüğündür Başkanım. Özgürlüğümüzü sizde görüyoruz. Egemenlerin elinden çekip aldığınız kadın gerçekliği sizin onurlu yaşamınıza kendisini borçlu saymakta ve bu borcunu onurlu yaşayarak, mücadelesini güçlendirerek size cevap olabileceğini bilmektedir. Bizim için mücadelede hayati bir olgudur. Varoluş yok oluş durumudur. Sizinle özgür yarınlarda insanlığın doğuş mekânında neşeli, mutlu yaşamlarda yaşama umuduyla yaşıyor, umutlarımızı hayallerimizi sistemin boş kof halleriyle boğmadan özgür bir zihin refah içinde bir toplum hayalleriyle mücadelemizi güçlendirme sözümüzü veriyor, 2010 yılının büyük bir özgürlük ve mücadele yılı olacağını umut ediyoruz. Özgürlük uzak değil. Uzak olmadığı gibi öyle kendiliğinden de gelmez. Bunun için onurlu yaşamda ısrar, her türlü köleciliğe lanet okuyarak “Ya Önderlikle Yaşam Ya Hiç” diyoruz.
Selena Munzur
- Ayrıntılar
Doğal toplumun yaratıcı gücü olan kadının düşürülmesi, köleleştirilmesi komplo gerçeğinin en çarpıcı yanını göstermektedir. Güçlü kurnaz erkeğin avcılık kültüründen edindiği deneyimlerine dayanarak Ana tanrıça etrafında şekillenen evcil düzene karşı yeni bir ev düzeni ataerkil zihniyetle geliştirilmiştir. Emeğe, eşitliğe ve paylaşıma dayalı olan yaşam ortadan kaldırılmıştır. Doğal toplumun en çok öne çıkan yanı, paylaşımcı, özgürlükçü ve adaletli değerleri yani toplum değerleri bastırılmıştır. Yerine ataerkil zihniyetin yarattığı zor, şiddet baskı, kölelik ve sömürü gibi uygarlığın değerleri artık toplum üzerine hakim olmuştur. Bunun sonucunda anacıl ev düzeni ortadan kaldırılmıştır.
Komplo ve komploculuk tüm insanlık tarihinde, uygarlığım gelişimiyle başlamış ve gününüz olan kapitalist sisteme kadar gelmiştir. İktidarcı-devletçi zihniyetin sahibi olan ataerkillik sadece kendisini sıfat ve biçimleriyle değiştirmiş ve özünden hiç taviz vermeden varlığını korumuştur. Tarihsel gelişmede uygarlığın en çarpıcı yanı toplumu kan deryasına çevirmesidir. Ataerkil zihniyet her zaman savaşı tırmandırmış ve kendisini sürdürmüştür. Komplo ataerkil zihniyetin ürünü olarak yalana, hileye ve entrikaya dayalı gelişmiş ve geliştirilmiştir. Bu oyuna karşı çıkan her sese karşı bir yönelim olmuş bastırılmış, susturulmuş veya ölümle sonlandırılmıştır. Tarihsel gerçekliğimiz bunu çok açık bir şekilde doğrulamaktadır.
Uygarlık tarihinde de gördüğümüz gibi hakikat arayışçısı olan büyük özgürlük filozofları ve ütopyacıları yakılmayı göze olarak sonuna kadar düşüncelerini savunmuşlardır. Bruno ,Galileo, Kopernik gibi reformatörler ütopyacılar hakikat arayışçısı olup ama iktidarcı-devletçi zihniyet tarafından bastırılmış tarihin derinliklerine gömülerek üstü örtülmüş bir geçekliktir. Bununla beraber bunu Ortadoğu’da da görmek mümkündür. Ulus devlet zihniyetinin sahipleri ile bunu da aşmak isteyen emperyalist ve sermayeli güçler arasında Önder APO ‘ya karşı kurulan ittifak sonucu bir olmuşlardır.
Önder APO yeni bir yol, yeni bir hakikat yaratmak istiyor. Hakikat arayışı doğal toplumun ahlaki ve politik yanı hafızalarda hep bir cennet olarak kalan insanın insan olma ve insanın varolma arayışı demektir. Bize gerçek- hakikat diye öğretilen uygarlık tarihi aşılmalıdır. İnsanlık doğal toplumu politik ve ahlaklı yaşam biçimleri olarak yaşadılar. Yani yaşamları hakikatleri oldu. İnsanlar hakikatsiz ve inançsız yaşayamazlar. Bize hakikat diye öğretilen uygarlık tarihinin yalanlarından ve öğrettiklerinden kurtulmamız lazım. Uygarlık tarihinin gerçekliği hakikatliğinden kurtulmazsak Önderliğin hakikatine (Kürtlerin neolitik yaşam gerçeği ) ulaşamayız. Bu yüzden geçek olan hakikatin arayışında olmalıyız
Önder APO’nun yaratmak istediği hakikat, Kürt halkının ve tüm insanlığın hakikati olacak ve buna dair yürütülen özgürlük mücadelesi direnişini devam ettirmektedir. Bunu gören, hisseden iktidar sahipleri kendileri için bu durumu bir tehlike olarak görmüş ve Önder APO’nun sesini kesmek, bastırarak işlevsiz kılmak istemişlerdir. PKK hareketinin öncülük ettiği mücadele had safhaya ulaşmıştır. Bu mücadele özgür Kürdü yaratma ve irade yapma mücadelesidir. Buna karşın egemen güçler tarafındansa Önder APO şahsında özgür Kürdü yok etmek, iradesizleştirmek esas alınmıştır. Önder APO’nun tutsaklığıyla gelişen mücadelenin artık boy vermeyeceği ve yok olacağı hedeflenmiştir. Önder APO’nun esir alınmasıyla birlikte Kürt halkının özgürlük mücadelesinin dağılacağı hesaplanmıştır. Tekrardan Kürt halkının tarihin derinliklerine gömülmesi istenmiştir. Önderliğimiz fiziki bir esareti yaşıyor olsa bile düşünsel ve irade olarak en özgür insan olma konumunu daha da güçlendirmiş ve duruşuyla, direnişiyle bunu herkese bir kez daha ispatlamıştır. Önder APO’nun direnişçi duruşu devletçi-iktidarcı zihniyetin, komplonun amacına ulaşmasında da yıkılmaz bir barikat gibi durmuş ve komployu anında çözümleyerek, deşifre ederek boşa çıkarmayı başarmıştır.
Mevcut durumda komplo halen devam etmektedir. Komplo amacına ulaşmada büyük çabalar harcamakta ve sürekli biçim değiştirmektedir. Önder APO’nun tüm insanlık ve dünya halkı için yürütülen mücadelesinde sunulan proje (demokratik uygarlık )insanlığın kölelik zincirlerini kıracaktır ve bunu gerçekleştirmek de bize düşmektedir. Özellikle bir APO’cu kadın militanlar olarak Önder APO’nun kadın boyutunda harcadığı muazzam çabaları göz ardı etmeden öncülük misyonuna sahip çıkarak projeyi hayata geçirmekle yükümlüyüz. Eksik yanlarımız varsa bunun tespitini yaparak aşılmasında en radikal tutum sergileyerek mücadele düzeyimizi yükselteceğiz. Ancak kendimizi yarattığımızda Önder APO ‘ya ve sonsuz direnişe layık olabiliriz. Bu temelde gerçek anlamda komployu öğrenmek istiyorsak tarihi iyi okumalı ve anlamalıyız. Çağımız 21. yy’ın, demokratik modernitenin hayat bulacağı ve kapitalist modernitenin aşılacağı bir yy olacağından umut ediyoruz. Yaşam olacaksa ya özgür olacak ya da hiç olmayacaktır.
- Ayrıntılar
Türkiye yeni günlere gebedir. Bunun da işaretleri her gün bir bir ortaya çıkıyor. Yeter ki zihin gözlerimizi açmasını bilelim.
Türkiye toplumu ilk kez bir vücut olmaya doğru gidiyor. Toplumu rahatsız eden baskıcı kesimlere ve kan emicilere ortak bir karşı duruş adım adım yükseliyor.
Toplum parçalanmayı, karşıtlaştırılmayı, birbirine düşürülmeye artık tahammül etmiyor, edemiyor. Çünkü yaşam onlara “böyle yürümemelidir” diyecek tecrübeyi çok fazladan öğretmiştir. Yaşam en büyük öğretmendir derler. evet yaşam Türkiye toplumlarına bunu iyi öğretmiştir. Geçte olsa bu öğrenme halklar adına sevindirici bir gelişmedir.
Kürtler yekvücut olmayı ilk gören toplumsal kesittir. Ve bu Kürtleri şanslı kılmaktadır. Çünkü hazırlıklı olan Kürtler yekvücut olmanın motor rolünü oynamaları gerektiğini de biliyorlar. Bu görev ya da misyon onlara biçilmiştir. Ne de olsa en çok ezilen, horlanan, dıştalanan, kapı dışarı edilen, öldürülen, faili meçhule giderek ölüm kuyularına atılan, evleri köyleri yakılıp yıkılan, ötekileştirilen bir toplum olarak en çok acıyı yaşayanlardır. Acıyı yaşayanlar acımasını bilirler. Acı çekenler acı yaşayanı anlarlar. Acılara maruz bırakılanlar acılara kimselerin maruz kalmaması için mücadele ederler. Ve Kürtler bugün bunu yapıyorlar.
Türkiye’de diğer acı çektirilen bir toplum kesimi de dini duygularına göre yaşamak isteyen İslami kesimler olmuştur. Din haline getirilen laisizmin kurbanı olarak dıştalanmanın ne olduğu iyi bilen başka bir ötekileştirenlerdir. Her ne kadar son zamanlarda iktidara bulaşmış olan bir kesim İslam’ı bozan dindar geçinenler bu yekvücut olmayı engelleseler de bu kesim giderek kardeşliği benimsemektedir.
Türkiye’nin başka kanayan bir yarası Alevilerdir. Adeta Kerbela’nın susuzluğu bu topluma hep yaşatılmaya çalışılmıştır. Acı ve ızdırap denildiğinde ilk elden Alevilerin gelmesi bundandır. Artık aleviler yekvücut olmuş bir Türkiye’nin olmazsa olmaz olduğunu biliyorlar.
Başka acı çeken kesimler de vardır. Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Romanlar, Hıristiyanlar ve tabii ki diğer azınlıklar.
Türkiye’nin başka acı çekenleri olarak solcular vardır. Her ne kadar hep sindirilmeye çalışılmışta olsa alttan alta bildikleri yoldan şaşmadan yaşamasını bilmişlerdir. Ve onurlu olanları halkların kardeşliğine olan inançlarını yitirmeden bugüne gelmişlerdir.
Türkiye’nin başka bir kesimi ise yukarıda dile getirdiğimiz kesimlerden çoğu zaman çıkarlardan, acımasız politik oyunlardan, apolitiklikten derken birçok farklı nedenlerden dolayı uzak duran liberal çevreler olmuştur. Bireycilik bir hastalıktır. Liberaller bireyciliklerinden dolayı acı çeken toplumlara hep uzak durmuşlardır. Ancak faşizmin kol gezdiği Türkiye’de artık liberaller de nefes alamaz duruma gelmişlerdir. Faşizm gerçekten nefes kesen ve nefessiz bırakmanın kendisidir. Ve giderek bu nefessiz bırakılmayı liberallerde geçte olsa görüyorlar.
Ve tabii ki bu tabloya çok sayıda aydını, demokratı, onurlu duruşa ant içmiş insanı, çevreciyi, feministi, anarşisti, sivil toplumcuyu, insan hakları savunucusunu, antifaşisti, anti militaristi ve burada sayamadığımız daha başka kesimleri de sıralamak gerekiyor.
Hepsinin ortak noktası; yeni ve adil bir Türkiye’nin yaratılmasıdır. Herkesin kendisini özgürce ifade edeceği, siyasal, dinsel inançlarından, milliyet aidiyetinden dolayı ayrımcılığa uğramadığı bir Türkiye.
Evet, Türkiye yeni günlere gebedir. Ortaklaşmanın, kardeşleşmenin, hoşgörünün gelişeceği günlere gebedir Türkiye. TEKEL işçi direniş bu birleşmenin iyi bir örneğidir.
Ve buna en fazla öncülük edecek olanlar ise Kürtler ve Kürtlerin demokratik siyaset güçleridir.
- Ayrıntılar
Haberlerde okuduğum Doğubeyazıt’taki Gülen cemaati faaliyetlerine ilişkin bir şeyler belirtmek gerekiyor.
Ben de aynı topraklarda doğdum-büyüdüm. Çaresizlikten iki yıl bu cemaatin yurtlarında kaldım. Bilenler bilir. Fatih öğrenci yurdu.
Yaşamımın keşke olmasaydı dediğim yılları.
Şimdi bu cemaat Xani Baba dururken onlara Fetullah Gülen’in fikirlerini benimsetecek. Ahmede Xani kimdir. Ağrılılar, Doğubeyazıt’lılar çok iyi bilirler. Xani Baba adına edilen yemin en büyük yemindir.
Ahmede Xani Kürtlerin bir olmasını öğütlemiş bir alim bir din adamıdır. Hep kendi topraklarında kalmış, onlarca öğrenci yetiştirmiş, onca kitap yazmıştır. Kürtlere varlığına dair en önemli edebi eserlerden biri olan Mem-u-zini yazmıştır. Kendi topraklarında yaşamış, kendi topraklarında insanları eğitmiştir.
Fetullah gülen kimdir. Şimdi nerededir?
Cevabı tek kelimedir
Amerika
Amerika’da kimler tarafından beslendiği, kimler tarafından yönlendirildiği çok açıktır. Kürdistan’da özgürlük tohumlarının yeşerdiği yerlere Amerika ve faşist Türk devletinin öncü birlikler olarak gönderdiği cemaatin lideridir. Şimdi Amed’de Hewler’de yeşeren özgürlük tohumlarını yok etmek için uğraşıyorlar.
Fetullah Gülen 12 eylül darbecilerinin ve Amerikalıların kurduğu sözde kominizmle mücadele derneğinin aktif militanlarındandır. Kominizmle mücadele adına bölge halkını imha ve inkar eden devletin politikalarının bir parçası olmuştur.
Fetullah gülen cemaati kendini Saiti Kurdi’nin takipçileri olarak tanımlarlar. Kendileri Saiti Kurdi’yi Saidi nursi olarak dönüştüren, Saidi Kurdi’nin düşüncelerini dönüştürüp,değiştirip Saidi Kurdi adını kullanıp Saidi Kurdi’nin kitaplarını düşüncelerini bozan, kendi çıkarlarına göre değiştiren cemaattir. Saidi Kurdi’nin asi düşüncelerini sistem içi bir düşünceye çeviren Fetullah Gülendir.
Bu cemaat Doğubeyazıt’ta yurt ve dersane açacakmış. Bu cemaatin dershanelerinde okumuş onların cematine katılmış bölge gençlerinin şimdiki durumuna bakın bazılarını tanıyorum. Kendi halkı ve kendi topraklarından kopmuş, kendisi ve bu cemaat dışında hiçbir toplumsallığı insanlığı kalmamışlardır. Bu dershaneler bölge halkını bölge gençlerinin düşünce gücünü çalıp sistemin çarkları arasında eritmeyi kendisine yabancılaşmasının araçlarıdırlar. İlk başta birilerine iyilik güzellik olarak gelse de bu insanı kandırmak için verilen sahte değerdir.
Ahmedê Xani Doğubeyazıtta öldü. O zamanların bilim merkezi Bağdat’a da gidebilirdi ama gitmedi. Kürdistan’da kendi topraklarında kaldı.
ne yapmalı?
Bu gerçeği herkese anlatmalı. Bu cemaat bu topraklardan çıkmaya mecbur edilmeli. Bu iyi bilinmeli anlatılabilme ki bu cemaatin her kurumu marketi dersanesi yurdu halkı ajanlaştırma, kendi değerlerinden uzaklaştırma araçlarıdır. faşist Devletin farklı bir şeklidir. AKP nin adamlarıdır.
Bunun kurduğu kurumlara alternatif kurumlar örgütlenmeleri yöre öğretmenleri demokrat sendikaları yaratmalı, işletmelidir. Bu belediyenin de görevidir. Gerçek din adamları bu cemaatin gerçeğini teşhir etmelidir.
Serhat gençleri
Xani Baba aşkına!
Bunlara kanmayın. Bunları o kutsal topraklardan söküp atın. Bunun için ne gerekiyorsa kendiniz yapın. Örgütlenin.
Siz Doktor Agit(Nurettin Turan), Mehmet Okçu, Sema Yüce’lerin hemşerisi ardıllarısınız. Siz Ahmedê Xani’nin öğrencileri olun, fetullah gülenin değil.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Şubat günü öğleden sonra 15:00-16:00 saatleri arası ve gece 22:00-23:00 saatleri arası olmak üzere Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Cehennem Tepesi, Çiyareş ve Dola Şivê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından iki ayrı obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
9 Şubat 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Şubat günü gündüz 09:30-11:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Sernê ve Elê köyleri ile Çiyareş ve Cehnnem Tepesi alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda saldırı yapılan köylerde maddi hasar meydana gelmiştir.
8 Şubat 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Şubat günü gündüz 13:00-14:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şivê ve Bezelê köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
7 Şubat 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
30 Ocak günü gündüz 10:00-11:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Dola Kanî Sarkê ve Çiyareş Tepesi’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
31 Ocak 2010
HPG Basın - İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Gecikmiş kar’ın her tarafı bembeyaz eden örüntüsü ile güne başladığımızda herkeste sevinç ile şaşkınlık arasında sıkışmış bir duygu coşkunluğu oluşuyordu. Kimse bunu açıkça söylemiyor ve herkes sobaların başına koşarcasına geliyor ama gözlerin hemen hemen hepsinde bu geç kalan kar’a ve ortalığa serilmiş olan bu beyaz görüntüye olan hayranlığı çok çabuk yakalayabiliyor insan.
En çok ayaklarımız üşüyor ve direk sobaya en yakın yerlerde ayaklarımızı ısıtıyor ve ıslanmış ayakkabılarımızı kurutmaya çalışıyoruz ve biraz sonra tekrar ıslanacağını da çok iyi biliyoruz. Bunun yanında mümkün mertebe biraz hacimsel sıkışmalarla bütün canların etrafımıza, sağımıza, solumuza gelmesini isteyerek “gelsene Heval sen de ısıt kendini” diyerek, ısınan ayaklarımızla sıcak sohbetler oluşturuyoruz. Ama eksik kalan bir şey ise zaman geçtikçe daha ağır bir şekilde kendini hissettirmeye başlıyor. Aklıma adını unuttuğum İspanyol yazarın “Sakın Yatağın Altına Bakma” adlı o güzel, güzel olduğu kadar da post-toplumcu olan romanı geliyor birden. Gözlerim ayakkabılarda, paçalarına kadar çekilmiş çoraplarda ve gerçekten diyorum: “bunlar birbirini yer mi, birbirleriyle çeşitli maceralara açılır mı?”
O anda ellerine geçirmiş olduğu kocaman eldivenlerle ve boynundaki şalıyla içeri giren Medya arkadaşın gözlerindeki ışıltıyı çabuk anlıyorum, ki o da ona yöneltilmiş bakışlara yönelik “hadi ne duruyorsunuz, gelin kar topu oynayalım” diyor. Sanki herkesin uzaklardan ve saatlerdir beklediği haber yerine ulaşmış gibi oluyor ve birden bir hareketlilikle herkes, mümkün mertebe üst yamaçlara yöneliyor. Neden mi üst yamaçlar? Biz savaşın içinde kalan ve savaşa aşikar olan tutkulu insanlar için her zaman hakimiyet noktası, yaşamla eş değer olmaktadır. Bunun için de yaşamla o kadar çok iç içe geçmiş olan bu doğal kaideyi uygulamak, bizler açısından içsel bir harekete dönüşmüştür. Bundan dolayı da oyunumuzda bile savaşın gerekliliğine göre hareket ediyoruz ve yukarılara ulaşanlar, başlıyorlar alt kademelerde olanlara ilk atışları yapmaya. Bunlar, yani bu ilk atışlar daha çok yoklama ile taciz arasında oluyor. Bir de safları belirlemek için de bu atışlar geçerli olmaktadır.
Ben o gün günlük görevli olduğum için bu taktiği savaşa, ruhu ise dinmemiş çocukluğa dayanan oyuna katılamıyorum ve oynayan yoldaşları bir parça da olsa izlemeye çalışıyorum. Arada bir beni de bu oyunun içine çekmek için bazı atışlarını bana doğru yapıyorlar. Ama ben çalışmam gerektiğini bildiğim için “tahrik edemezsiniz” diyorum uzaktan ve her ne kadar taciz amaçlı olsa da, yapılan atışlardan kendimi korumaya çalışıyorum. O anda gözlerimle bu coşkunluğu açığa çıkarmış olan Medya arkadaşa bakıyorum, boynunda spazm varmış ve ciddi anlamda belinden rahatsızlıklarıyla boğuşuyormuş, kimin umurunda kocaman eldivenlerinin arasına topladığı karları, aceleci bir şekilde ovuşturuyor ve istediği şekli aldığına kanaat ettiğinde, öncesinden belirlediği hedeflerine yönelik birbiri ardına atıyor kar toplarını. Her atışının sonunda da bakıyor karşısında hedef olarak yer alan arkadaşların canlarının yanmadığına emin olmak istiyor. Çünkü biliyor her ne kadar oyun da olsa bu masumiyet, bir yoldaşın vücudunda hassas olan bir yere bu buzullaşan kar topları değse, onun canı daha çok yanacak…
Ne olduysa bu arada oluyordu. Anlık bir gaflete düşüyordum, öncesinden bu anı kollayan Bermal arkadaş arkamdan kocaman bir kartopunu bana atıyor ve yüksek atış isabetiyle, beni tam istediği şekilde vuruyor. Başımda dondurucu bir soğukluğu hissediyorum, üstüme dağılmış olan kar parçalarını temizlemeye çalışıyorken, dönüp ona baktığımda; bana bakıyor ve gülerek elindeki diğer kartopunu hazırlıyor, ben de saldırır gibi önce arkasından koşturuyor gibi davranıyorum ama en iyi savunmamı bu şekilde yapmış oluyor ve oradan uzaklaşıyorum. Gün boyu kartoplarının böyle havayı yırtarak uçuşmasından sonra, üşüyen ve yorulan arkadaşlar tekrardan toplanıyorlar, taze ve demli çaylarımızla televizyondaki haberleri izlemeye başlıyoruz.
Televizyonda o güne denk gelen bir şansızlığı mı, yoksa bin yılların dinmeyen bir acımasızlığı mı olduğu çok da belli olmayan bir haber, dışarıdaki kar toplarından daha soğuk bir şekilde yüzümüze ve hatta tüm ruhumuza çarpıyor. Batmanlı Berivan’ın taş atmış olması ve on beş yıllık hayatına, on üç yıllık cezanın kesilmesi bizi olduğumuz yere mıhlıyordu. Medya eldivenlerini çıkarmış ve üşümüş ellerini ovuşturuyordu, Bermal arkadaş ise kıpkırmızı olan ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Hem onların hem de diğer canların gözleri habere kilitlenmişti.
Ben önümdeki yemeğe tuz eklemiş ve karıştırıyorken, kulağıma haberin devamı geliyordu ama gözümün önüne Berivan’ın yüzü ve elleri geliyordu. Taş atmış olmasıyla yaşanan bu zulüm ve baskıların sebebi diye bir gerçeğin bu dünyada olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını çok iyi biliyorum. Ve bu durumun yeni olmadığını, yani “İLK”in yıllar önce kaybolduğunu iyi biliyorduk. Amiyane bir şekilde izan edilmese de tüm arkadaşlar bunun farkındaydı. Birçoğumuz geçmişimizde taş attık, Molotof attık. Yani zamanın statikleştiği bir durum karşısında sadece ve sadece biraz daha öfke biliyoruz.
Bu kadar acizane ve korkak zihniyetin yaratacağı bir geleceğin olmayacağını çok iyi biliyoruz. Bu zulümlerin ve baskıların bizi getirdiği yer burası, ya sizi götürdüğü yer neresi? Siz bakmayın bugün kar topu attığımıza, ellerimiz hem tetiğin ıslaklığına ve hem de pim’in halkasının kudretine alışkındır. Bakmayın ellerimizin üşümüş olmasına, nice Beritan’ın isyanını çok çabuk bir şekilde salarız damarlarımıza ve yapışıveririz kursağınıza…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Kara kış çöktü Kürdistan üzerine.
Kara kışın ayaz gecelerinde buz tutuyor, fakirden Kürdün her yanı.
Bizler de, kan donduran soğuklarda zirvelerdeki stargahlarımızda eritiyoruz buzları, ısıtıyoruz yürekleri.
Çünkü biz yarının umutları, şimdinin de jiletten keskin isyancılarıyız.
Jiletten keskinliğimizle yarıp geçiyoruz bentleri birer birer.
Biliyoruz, halkımızın gözleri menzil ufukta bize bakar.
Yakın da olsa, uzak da olsa, gönüllerin duygusu bize meyilli.
Kan aksa da sokaklarında ülkemin,
İti, MİT’i, JİTEM’i, Fetul-Münafıkı, Hizbul-Kontrası yek-vücut olarak Kürde düşman olsa da,
Hepsi çakal sürüleri gibi, keftar-sırtlan- sürüleri gibi ya ALLAH ya ALLAH nidalarıyla saldırı üzerine saldırı düzenlese de,
Fetul-Münafıkçı MİT teşkilatı ile Polis teşkilatı har û har ölümü yaklaşan kuduz köpekler gibi saldırıya geçse de,
Onar onar, yirmişer yirmişer, yüzer yüzer annelerimizin ak û helal sütü gibi pir û pak yurtsever belediye başkanlarını, siyasetçilerini tutuklasa da İslamo-Faşist AKP,
Devşirme Erdoğan’ın, İstanbul’daki belediye karargahında Türklüğü devşirilen Mehdi Eker gibi Beko Evanlar kambur kambur vampirler gibi “Kürtlerin kanını istiyorum, Kürtlerin kanını istiyorum” dese de,
Kazanamayacaklar Putçu Türk Irkçısı Devşirme AKP’liler ile onların perde arkasındaki beyni Fetul-Münafıkçılar.
Hiç biri kazanamayacak, dünyanın en azgın ırkçıları olan bu Putçu Türk Irkçılar.
Fitil fitil burunlarından getireceğiz.
Cizre’de vurdukları 18 aylık bebek Mehmet Uytun’un hesabını verecek bu işgalci Fetul-Münafıkçı polisler, MİT elemanları.
MİT’in bir şubesi şeklinde misyon yüklenen şubeler, Kürtlerce ve dünya insanlığınca yargılanacaklar.
Yine bu şubelerde çalışan her kişinin bir MİT elemanı olarak Kürdistan’da ajan faaliyeti yürütmesinin bedeli olacak herhalde.
Zaman, Star, Bugün, Sabah, Taraf gibi gazetelerdeki apoletli ajanlar yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını bilmeyecek kadar bîakıl değildirler herhalde.
AKP’si, Fetul-Münafıkçısı bunların itleri, külli medyası, askeri, polisi savaş davullarını çala çala Kürtleri soykırımın envai türünden geçirirken, buna açılım maçılım demeleri Kürtleri öfkelendirmekte.
Öfkeyi asimana çıkarmakta.
Kürtlerin sabır taşı, ha çatladı ha çatlayacak.
Kıyamet, ha koptu ha kopacak.
Öfke, intikam duygusu kasırgaya, Tsunami eşiğine, ha dayandı ha dayanacak.
Artık AKP ile Fetul-Münafıkçıların qelleşlikleri, fır fır hilekarlıkları, katilkeşlikleri, düzenbazlıkları, hortumculukları, kuduzvari putçu ırkçılıkları tahammül sınırlarını aşmış durumda.
Savaşırken, yiğitçe savaşın diyoruz Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
29 Mart’ın intikamını qalleşçe almaya çalışmanız, hiçbir yiğitliğe sığmaz.
Seçimin intikamı seçimle alınır.
Faşist usullerle alınmaz.
Taşa karşı, kurşunla cevap verilmez.
Taşa karşı, tankla, topla, kimyasal silahla cevap verilmez.
Taşa karşı, kan dökmekle cevap verilmez.
Öldürdükçe kana doymuyorsunuz.
Kürtlerin en nadide insanlarını zindanlara doldurarak, yiğitlik yapılmaz.
Bir bütünen Kürtlere savaş açarak, bunu açılım maçılım manisiyle, safsatasıyla izah etmek yiğitliğe hiçbir şekilde sığmaz.
Savaş davulları çala çala, Kürtlerin kanını dökerken bile sırıtmak, en büyük faşist çılgınlıktır.
Bu durum düşmanlığı bile aşan bir durumdur.
Ahmet Arif’in deyişiyle isterdik düşmanlığınız da erkekçe olsun.
Sadece A.Arif’in “Akşam Erken İner Mapushaneye” şiirindeki bir dörtlüğü bile sizin ciğerinizin kaç para olduğunu anlatmak için yeter de artar da.
Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar;
Bakın Ozan A.Arif ne diyor:
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Zamanı geldiğinde, gerektiği mekan ve zamanda HPG gerillaları düşmanlığın ne olduğunu size gösterecekler Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
Sizler savaş davulları çalarken ve Kürtleri güle güle katlederken, HPG’nin de savaş davullarını çalabileceğini ve Kürt halkını fedaice savunmak için direnişe geçebileceğini size hatırlatırım Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar