Benim kadınla ilişkilenmem farklıdır. Kendini özgürleşmeye, özgürlük mücadelesine adamış insanlar için ne olursa olsun iki kişi arasındaki tutku, kimseyi hiç bir yere götürmez ancak hiyerarşiye, patriarkal tutuma, baskıya, tecavüz kültürüne götürür. Kadınla erkek arasında ancak felsefik temelde bir buluşma olabileceğine inanıyorum. Geçende Taraf’ın yirmi soruluk anketine felsefeci Zizek bir cevap veriyor. Sizin için güzellik nedir diye soruyorlar, “benden güzel ve akıllı bir kadınla felsefe tartışmak” diyor. İlginçtir ama ben de aynen böyle düşünmüştüm. Benim kadınla buluşmam da tabi yeterince anlaşılmıyorsa da ama bu temeldedir. Kadınla felsefi buluşma dışında bütün buluşmalar, doğru bir buluşma değildir. Kadınla felsefi buluşma dışındaki bütün ilişkilerin, evliliklerin geleceği yer patriarkal, hiyerarşik ilişkidir ve bu tür ilişkiler eninde sonunda ilişkiyi tüketir, bitirmeye götürür. Felsefik buluşma dışında hiç bir buluşma bunu kurtarmaz.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Mart günü gece 02:00-03:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
7 Mart 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
8 Mart’lı günlere doğru gidiyoruz. Ağırlıklı olarak bir kadın devrimi olan Kürdistan devrimi coşkulu günleri yaşıyor. Her 8 Mart özgürlük hareketi için bir başkadır. Kadınla simgeleşen bu günde kendi kadının yükselişini görmek, yaşamak, doyasıya tatmak müthiş bir heyecan yaratıyor. Ve bu heyecanı en çok yaşayanların başında özgürlük savaşçıları yani gerillalar geldiğini de abartmadan söylememiz gerekiyor.
Sanatçıların ince ruhlu insanlar olduğunu söylemiştik. Bu onların karakterine bir nevi ekilmiş belki de tabiatüstü olan bir bağışlamadır. Kadınların da ince ruhlu olduğu söylenir. Biz gerillalar olarak buna en çok inanan insanlar olduğumuzu da ekliyoruz.
Sanatçıları Kürdistan’a davet ediyoruz. Özelde de kadın sanatçıları davet ettiğimizi de ekleyelim. Son zamanlarda AKP’nin Türkiye’nin tanınmış sanatçılarını ‘açılım’ a destek sunmaları için bir araya getirmeye çalıştığını gördük. Kendi cephemizde bizim de söylediklerimiz oldu. Ancak birkaç hususu yaklaşan 8 Mart’tan dolayısı ile yine söylememiz yerinde olacaktır.
Kimi sanatçı arkadaş ‘Kürt halkını ve PKK’yi ayrı tutmak’ gerektiğini talihsizce dile getirmişlerdir. Kimisi de daha ileri giderek küçümseyen davranışlarda bulunmuşlardır. Alışılagelen resmi ideolojinin davranış kalıplarını sergileyenler de oldu. Hâlbuki biz biliriz ki sanatçı olmak resmi kalıplara gelmeyenlerin ortak karakteridir. Öyle olması gerektiğini her sanatçı kendisi de ifade eder.
Tuhaflık oradadır ki söz konusu Kürdistan, özgürlük hareketi oldu mu sanatçı karakteri yerine resmi ideolojinin kendi insanlarına ektiği o ırkçı, faşizan, bön, militarist karakter öne çıkıveriyor. Ha denilecek ki son yıllarda birçok sanatçı militarizme karşı görüş sunarak tavır almıştır. Evet, bu da doğrudur, ancak unutmayalım bu durumun oluşması için özgürlük hareketi ne kadar büyük bir mücadele vermiştir. Ne kadar büyük özverilerde bulunarak en zor olan kavgayı yürütmüştür.
Hâlbuki biz biliriz ki dünyanın başka yerlerinde olup bitenlere en duyarlı yaklaşanlar öncelikli olarak sanatçılardır. Bir bakın Fransa’nın Cezayir işgaline karşı Fransa’nın önde gelen Sartreleri nasıl sokaklara dökülerek sömürge politikalarına karşı duruş sergilediler. Hem de en ön cephelerde yer alarak.
Maalesef Türkiye sanatçılarında biz bunu göremedik. Bugünlerde gösterdikleri duyarlılığı küçümseme anlamında değil ancak geçmiş yıllarda binlerce faili meçhul olay yaşanırken, binlerce köy yakılırken, işkenceler günü birlik yaşam kalıbı haline biz Kürtler için getirilirken, sokaklarda çocuklarımızın kolları kırılırken, analarımıza onlarca polis saldırarak linç ederken maalesef çok az sayıda sanatçı dayanışma örneği göstermiştir. Büyük bir kesim sanatçı bu işin havasında bile olmamıştır.
Evet, bugün duyarlı yaklaşımlarını gerilla olarak küçümsemiyoruz. Önemli bir gelişme olarak ele alıyoruz. Ve biz eskiden beri sanatçıların yaşanan bu savaşıma müdahil olmalarını istedik. Dayanışma göstererek bir an önce bu acının, şiddetin sona ermesi için inisiyatif almalarını istedik. Ama maalesef bunu geçmişte çok az gördük. Şimdi gelişen kısmi bir duyarlılığı ise kimi sanatçının ‘PKK ayrıdır Kürt halkı ayrıdır‘ demesini de tuhaf karşıladığımızı da zaten söylemiş bulunuyoruz.
‘PKK’nin ayrı Kürt halkının ayrı’ olduğunun tespitini öncelikli olarak tüm sanatçıları 8 Mart’ı yaşadığımız bu günlerde Kürdistan’a çağırarak cevap veriyoruz. 8 Mart’ı yaşadığımız bugünlerde gelip Kürdistan’da Kürt kadınını görsünler. Kürt kadınının siyasete olan ilgisini görsünler. Toplumsallaşmada kadının rolünü görsünler. Kadının kendi rengini nasıl gelişen toplumsallaşmaya vurduğunu görsünler.
O sesi soluğu kesilen, hiç görülen, evinin eşiğinde dışarıya çıkamayan, sadece erkeğinin kadını olan, sesi duyulmayan, başı kapalı, alınıp satılan, gülmesi yasaklanan özcesi kapatılmış olan kadını gelip Kürdistan’da bugün görsünler. Siyaset sahnesinde belediye başkanı olarak görsünler, sivil toplum örgütlerinde en önde konuşan olarak görsünler, meydanlarda pos bıyıklı erkeklere rağmen haykırdıklarını görsünler, dağların doruklarında zılgıtlarıyla gerilla olarak görsünler ve yetmişlik anaların meydanlarda haykırışlarını görsünler.
Evet, sanatçıları Kürdistan’a davet ediyoruz. Gerillalar olarak dağlara yanımıza komünal, hümanizm üzerine kurulu olan yaşamımızı görmeye gelsinler diyeceğiz ancak bu belki de bazı sanatçı arkadaşlar için fazla özveri isteyen bir istem olabilir. Belki gelecek yıllarda bu istemimiz de gerçekleşir. Şimdilik biz Türkiye sanatçılarını Kürdistan’a davet ediyoruz.
Denilir ki bir toplumun düzeyini öğrenmek istiyorsanız kadının gelişim düzeyine bakın. Ve derler ki bir kadın ne kadar özgürse, özgürleşirse o toplum da o kadar özgürdür ya da özgürleşmiştir.
Evet, biz sanatçıları Kürdistan’a davet ediyoruz. Şimdiden bir haftayı aşkındır 8 Mart etkinlikleri sürüyor. Ve bu tempo giderek daha da yükselecektir. Ve şunu da ekleyelim; nerede bir Kürt kadını varsa orada bir 8 Mart mitingi, etkinliği, coşkusu, heyecanı ve kutlaması vardır. Ve nerede bir gerilla birliği varsa orada da bir 8 Mart yükselişi olduğunu da hiçbir komplekse girmeden ekleyelim.
Evet, Türkiye sanatçılarını bugünlerde Kürdistan’a kadın yükselişinin zirvelerde seyrettiği mekânlara davet ediyoruz.
Hem de en büyük istek olarak.
- Ayrıntılar
Davaya girmek öyle kolay bir iş değildir, getirdiği birçok zorluk var, yaşamın kendi zorlukları da var. Duyuyorum, izliyorum korkunç bir işsizlik var. Üniversite mezunu gençler kahve köşelerinde yaşam tüketiyor, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kapitalizm böyledir, insanı tüketir. Biliyorum hala sigara içen arkadaşlarımız var. Kapitalizme yanılmamak gerekir. Yaşlanma bence beyinle ilgilidir. İnsanın zihninin güçlü olması gerekir. Zihin ne kadar güçlü olursa beden de o kadar zinde kalır. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Zihin güçlü olmazsa, sistemi iyi çözememişse beden de erken çöker. Kapitalist sistemde gerçeği bulmak, gerçeği doğru yorumlamak çok zordur, bireyleri saptırır. Saptırılmış birey de artık hiç bir şey yapamaz hale gelir.
Gelişmeler, ABD’nin kontrolünde gelişiyor. Balyoz planı ortada. Çıldırmış bunlar. Camileri bombalamaktan bahsediyorlar. Tam çılgınlık. Kürtleri de tamamen yok etmeyi planlamışlar, Kürtleri Yunanlıların yerine koymuşlar, Yunanlılar gibi sürmeyi düşünmüşler. Bu kadar kişi sürelim, öldürelim diye plan yapmışlar. Korkunç bir şey bu. Benim burada yıllarca Kemalizmi yeniden ele almak gerekir düşüncemin doğruluğu ortaya çıkıyor. Türkiye mevcut haliyle devam edemez demiştim. Bunlar şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bunlar bu korkunç planlarına NATO’nun destek vereceğini de düşünmüşler, hayal etmişler. Bu kadar katliama NATO bile destek vermez. Bu fikrin, planın çılgınlığı ortada ama bir defa işin içine girmişler şimdi çıkamıyorlar. Amerika da bunu kabul etmez. Veli Küçük onlar zaten daha önce tasfiye oldular. Bu Balyoz Planı Ergenekon’dan biraz farklı. ABD bunlarla bu şekilde artık işlerin yürüyemeyeceğini gördüğü için Başbakanı zorladılar, bunları tasfiye et diye, Başbuğ’u da uyarmışlardır. Ona da bu şekilde devam edilemeyeceğini söylemişlerdir. Bunlar şimdi tasfiye oluyor. Bir taraftan CHP, MHP ve ordu içindeki Kemalistlerin daha doğrusu ittihatçı artıkların olduğu, ulusalcı katliamdan yana olan kesim. Diğer taraftan AKP’nin olduğu muhafazakar kesim. Üçüncüsü de bizim ve demokratların temsil ettiği demokratik çizgi. Türkiye’deki durum şu anda tam bir karmaşa halidir. Bir yandan o katı ulusalcı kesim, bunların gücü az değildir. Haberde duydum Çetin Doğan son anda Meksika’ya kaçmayı planlamış. Bedrettin Dalan onlar da çalışma içindeler, İsrail’in sağcı kesiminin onlara desteği var. Amerika’da en uç kesim olan Neo-conlar bunlara destek veriyor. İsrail’de Netenyahu onlar da AKP’ye destek veriyor. Diğer taraftan da AKP ve Fethullah. Aslında tam Fethullah da değil. Birçok cemaat var, bir organizasyon halindeler. Diğer taraftan da Kürt hareketi var. Kürt Hareketi üzerinde birçok oyunlar oynandı, tasfiye edilmeye çalışıldı. Fakat ne oldu? PKK ve halk direndi, demokratik alanda büyük güçlenme yaşandı. Ben de burada büyük bir sabırla direndim. Ve oyun bozuldu. Artık Kürtler tasfiye olmaz. Kürt hareketinin de artık tasfiye olunamayacağı gerçeği var. Bu görüldü. Ama bu gerçekle ne yapacaklarını, bu gerçekle nasıl yaşayacaklarını bilemiyorlar. Her iki taraf da Amerika’nın kontrolünde. Bütün bu gelişmeler Amerikanın kontrolünde gelişiyor. Türkiye’de MHP ve laik kesim güçsüz değildir, AKP de güçlüdür, peki bu gelişmelerle bu süreç nasıl sonuçlanacak? Kanaatimce sonuçta demokrasi üzerinde uzlaştıracaklar. Bir demokratik şey üzerine uzlaşma olacak. Türkiye değişecek. Değişen Türkiye’de Kürtler de demokratik bir güç olarak kabul görecek. Kürtleri kabul ederler. Ben yol haritamda da belirtmiştim. Demokratik özerklik Kürtler için uygun bir çözümdür.
Aslında Cumhuriyet üç kesimi hep tasfiye etmek istedi. “İrtica” adı altında İslamcı çizgi, “yıkıcılar” diyerek Sol-Komünist kesimi, “bölücü” diyerek de Kürtleri tasfiye etmek istedi. Ama ne oldu? Erbakan üzerinden bir tasfiye oldu ama, AKP ABD ile bir şekilde ilişkilenerek kendisini korudu ve daha da güçlendi. Sol önemli oranda zayıflatıldı ama hala epey bir grupları, partileri var, kalıntıları var. Kürt halkı da tasfiye olmadı, tasfiye olmayacağı da anlaşıldı. Dolayısıyla Cumhuriyet bu gerçekleri kabul etmek zorunda kalıyor. AKP Kürtlerle uzlaşır mı, bu sorunu demokratik olarak çözer mi? AKP’de herşey Tayip Erdoğan’ın tutumuna bağlı. Ama AKP de demokratik davranmıyor. AKP kendi içindeki Kürt milletvekillerine, işbirlikçi Kürtlere dayanarak birşeyler yapmaya çalışıyor. Ama bunlar sorunu çözemez. Kürtlere ilişkin nasıl bir tutum takınır, bu önemli.
Kürt sorunu konusunda üç yol var. Birincisi 80-90 yıldır devam eden inkar-imha politikası, anlayışı. İkincisi küçük Kürdistan kurup tüm Kürtleri oraya bağlamak. Yani küçük Kürdistan’ı kurararak Büyük Kürdistan hayaliyle Kürtleri bir yüz yıl daha oyalamak. Tıpkı Yunanlıların megalo ideası gibi. Küçük Yunanistan’ı kurup, megalo ideasını yaşatmak. Yine tıpkı küçük Ermenistan’ı kurdurarak Büyük Ermenistan hayaliyle Ermenileri oyalamak gibi. Burada da küçük Kürdistan’ı kurup Büyük Kürdistan hayalini yaşatmak istiyorlar. Küçük Kürdistan’ı kurup bütün Kürtleri orası üzerinden kontrol edecekler. Bunu ortaya çıkarmak hayati önemdedir. On yıldır bunu söylüyorum. Kaçanların birçoğuna her türlü imkân verdiler. Birçok kişiye de orada şirket kurdurup kendilerine bağlıyorlar. Geçmişte nasıl ki ülkü ocakları üzerinden Sol pasifize edildiyse, bugün de bu cemaatler eliyle hareketimiz pasifize edilmek isteniyor. Çok güçlü ekonomik imkanları da var. Bunu da devreye sokuyorlar. Bazı aileleri bu çerçevede kendilerine bağlıyorlar. Osman “benim önümü açın ben gidip Muhafazakar Kürtleri örgütleyeyim” diyordu. Bunun gibi birçok oyun oynandı ama hiçbirisi tutmadı.
Üçüncü yol da bizim savunduğumuz demokratik çözümdür. Biz burada demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik toplum diyoruz.
Şu an yaşanan bu karmaşa halinden muazzam politika üretenler büyük gelişme kaydeder. Erdoğan ortalığı ayağa kaldırıyor. Bahçeli Baykal hergün feveran ediyorlar. Neden? Çünkü şu anki siyaset bunu gerektiriyor, onlar bunu biliyor. Günün siyaseti için böyle yapmaları gerekiyor. Bizimkiler gün gün muazzam politika yürütmelidirler. Kim bu karmaşa halinde çok iyi örgütlenirse iyi ve doğru politika yürütürse o kazançlı çıkar. Akademi kurun diye o kadar çok söyledim, bugün akademi ihtiyacı nasıl hissediliyor, ortadadır. Bu yaşananları süreci doğru kavrarlarsa tutuklamaları da boşa çıkarırlar. Kendi yerel demokratik önderliklerini ortaya çıkarmaları gerekir. Bu tutuklamalar devletin bir taktiğidir. İyi bir siyaset yürütümüyle bu tutuklamalar rahatlıkla boşa çıkarılabilir. Ben siyaseti iyi yürütün derken kimseye illegal bir alanı işaret etmiyorum. Demokratik zeminde yapılabilecek muazzam çalışmalar var, bunlar yapılmalı diyorum. Ama çok iyi anlaşılmıyor, hantal çalışılıyor. Yerel demokratik önderlikler ortaya çıkmadı. Teorik olarak da çok dogmatikler.
DTK Kürt toplumunun yasal demokratik örgütlenmesinin adıdır. Yine BDP yasal ve Türkiye’nin tümünde çalışmalarını yürüten bir siyasal partidir, Türkiye partisidir. Bunlar KCK’dan ayrı çalışmalardır, birbirine karıştırılmamalıdır.
Ben burada on yıldır hep söylüyorum, ortada bir çalışma göremiyorum. Sol’un geleneksel durumudur bu. Bir şeyler ezberlemişler habire aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Ben burada muazzam bir çaba sarfettim. Ben Stalinizmi katbe kat, fersah fersah aşmışım, dünya düşüncesine mal olacak kadar düşünce üretmişim, kendi düşüncemi oluşturmuşum. Ezbercilik ve dogmatizm diyorum ben buna. Önemli olan pratikleşmedir. Türkiye siyasetinde şu anda en önemli olan husus pratikleşmedir, pratik politikadır. Üç ana çizgi ve güçten söz etmiştim. Birincisi katı-ulasalcı milliyetçi çizgi, ikincisi AKP’nin temsil ettiği ılımlı-islamcı-muhafazakar çizgi. Türkiye’yi bu iki hegemonyadan kurtaralım diyordum, diyorum. Bunlara karşı bir çıkış olarak üçüncü yol ve çizgiyi önerdik, geliştirdik. Demokratların birlik çizgisidir bu. İşte dağ gibi kitle var ortada, ben daha ne yapabilirim! İster BDP içinde ister dışarıda önemli olan ortak çalışma yürütülmesidir. Bunun için bir koordinasyon kurulu kurulabilir, paralel çalışmalar yapılabilir, yürütülebilir.
Geçen gün de Aktüel’de Avni Özgürel’in yazısını okudum. Özgürel de Kürtler, PKK ve Öcalan konularının ayrı konular olduğunu ancak bunların bağlantılı, iç içe oluğunu, bir arada ele alınmazsa sorunun çözülemeyeceğini belirtiyor. İyi bir tespit yapmış, söylediği doğru. “Öcalan’ı devre dışı bırakan her seçenek Öcalan’ı güçlendiriyor” diyor. Bu da doğru. Bugüne kadar da güçlendirdi zaten. Ben burada kimseye, devlete falan yalvarmıyorum. Yol haritamda da belirttim, sağlığım hala elverişliyken rolümü oynamak istiyorum.
Adıyaman’da Malatya Yazıhan’lı bir lise öğrencisi bedenini ateşe vererek hayatını kaybetmiş. Ailesine sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.
Dil, bedendir. Coğrafya bedendir. Kültür bedendir. Bedenlerinize sahip çıkın. Öyle tek başına kuru bir dil bir anlam ifade etmez. Bunlar hepsi bütünlüklüdür. Bir arada düşünülürse demokratik bir toplulukla bunlar birlikte bir anlam ifade eder. Dil, coğrafya, kültür, bunların hepsine ben beden diyorum. Bedeninize sahip çıkmazsanız baş bir işe yaramaz bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar DTK’nın çalışma alanlarıdır; dil, kültür, sanat, spor her alanda toplum içinde çalışmalarını yürütürler.
Kadın ile erkek ilişkisinde -bir yazar da belirtiyor– kadın mı erkeğe teslim oluyor yoksa erkek mi kadına teslim oluyor? diye. Burası tartışılabilir, bence günümüzde ikisi de birbirine teslim olmuştur. Kadın erkek ilişkisi doğru anlaşılmalıdır. Bir kadınla hangi temelde yan yana gelineceği önemli. Bu yaşıma geldim hala bir kadınla hangi temelde biraraya gelinebilir, bir kadınla bir araya gelirsek ne konuşacağız, hangi konuları konuşuruz kendisiyle diye düşünüyorum. Slovaj Zizek “beni en çok heyecanlandıran şey benden daha zeki bir kadınla felsefe konuşmaktır” diyor. Kadınla belli bir temelde diyalog ve ilişki kurulmalıdır. Doğru yaklaşımla yani kadınla erkeğin bir araya gelme konusunda, ben buna evrenin oluşum dili diyorum. Yani evrenin oluş tarzıdır diyorum. Ben kadın erkek ilişkisine böyle bakıyorum. Bu ilişki tarzı bu özgürlük temelinde yakalanırsa Nirvana’ya o zaman ulaşılabilir. Ben kadına saygı temelinde yaklaşıyorum. Kadınlar beni bu kadar takip ettiklerine göre demek ki bende bazı yönleri keşfetmişler. Ben kadına çok değer veriyorum. Kadın, özgürlüğünü savunmalıdır. Ben buna değer veriyorum. Kadın her türlü özgürlüğünü geliştirebilmelidir, kendini bu konuda yetkin hale getirmelidir. Ben buna örnek vermek istiyorum. İskenderiyeli Hypatia isimli bir kadın M.S. 415’te dönemin ilk Hıristiyanları tarafından fikirlerinden dolayı ölüme mahkum ediliyor. Kadına diyorlar ki, “sen bizim yasalarımıza karşı geldin”. Onların şiddetine karşı kadın felsefeyle cevap veriyor. Onlar saldırdıkça kadın felsefeye sarılıyor, felsefeyle kendini savunuyor, kendi felsefesini ortaya koyuyor. Etrafını saran gençlere de “siz bana faydacı, kaba cinsellik temelinde yaklaşıyorsunuz, ben bunu kabul edemem” diyor. Sonra kadını taşlarla linç ederek öldürüyorlar. İşte kadın özgürlüğü için kendini böyle savunmalıdır. Adıyaman’da kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüşler, diri diri! Üzerine atılan toprak boğazına, iç organlarına kadar dolmuş, diriyken. Aslında toprağa gömülen kadındır, kadınlıktır, bütün insanlıktır. Bir kişinin toprağa gömülmesiyle bir milyon kişinin toprağa gömülmesi arasında fark yoktur. Dinsel dogma o dönemde de bu dönemde de tehlikelidir. Bu kızın anısını, hayatını roman yapabilirler. Adıyaman cezaevindekiler bunun üzerinde durabilir. Bunun için kadınlar kendilerini çok iyi yetiştirmelidir diyorum.
Kars halkına selamlarımı iletiyorum. Bütün cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar
Avaz ve ses gibi, çığlık ve yakarış gibi, toprağa düşen bir çiğ damlası, tohum gibi, bahar ve tomurcuk gibi, kadın ve yaşam birbirinin tamamıdır. Sorgusuz sualsiz kimseler kuralını koymadan doğa kanunu olmuştur kadın ve yaşamın birlikteliği. Yaşam her anı ile kadının varlığı süregelmiş en önemli parçası haline gelmiştir insanlık tarihinin. Yaşamın her anı; kadın emeği, çabası, sevgisi ve alın teri ile yoğrulmuş, Yaşama anlam katılmıştır. Ta ki tarihin zalimleri; onun emeğini, çabasını çalana, sevgisini, duygusunu, düşüncesini, benliğini tutsak alana kadar yaşam içerisinde önemini korumuştur. Ama tutsaklığı, çalınan çabası ve emeği onu yaşamın gizli kurucusu yaptı, hep gizli kaldı, horlandı, dışlandı, dövüldü, köle pazarlarında satıldı, diline, düşüncelerine, yüreğine kilit vuruldu, bedeni ve ruhu tutsak alındı. Bekledi sessizce, bir gün yine o eski ihtişamına dönecekti ve artık asla gizli kalmayacak ve kimse onun emeğini çalamayacaktı…
Kadının yaşamla buluşması ancak isyana, başkaldırıya, özüne, toprağına, dağına, suyuna, bilincine yeniden dönmesiyle olacaktı. Artık bu gidişe bir dur demeliydi. Tutsaklığına, emeğinin çalınmasına ve köleliğine artık yeter demeliydi. Yaşamı ören analarımız, kadınlar, kızlar artık dirilişe geçmeliydi. Kürt kadını hep asiliği, isyanları ve emeği ile tarihe iz bırakmıştır. Kimseye boyun eğmeyi kendine yedirememiş, kimsenin tutsağı olmamak için kendini kayalardan atmış, bedenini ateşlere vermiş, kanını ırmaklara, taşkın akarsulara, hırçın Munzur’a, Fırat’a, Dicle’ye bırakmış, gözünü kırpmadan tutsaklık yerine ölümü kucaklamayı tercih etmiş. Yiğit Kürt kadınları, kızları asilikleri ile özgürlüğe sevdalarını, yaşama bağlılıklarını ve emeklerini toprak anaya bir tomurcuk, bir miras gibi kendilerinden sonraki nesillere bırakmışlardır.
Artık gün diriliş ve emeğine sahip çıkma günüdür. Kürt Kadını halkının kurtuluşunun sembolü, amacı ve ideolojisi olmuştur. Önder Apo kadın şahsında bir halkı diriltti. Kadın diri diri gömülmüştü ve artık o mezar açıldı. Bir halk diri diri gömülmüştü, köklerinden sökülüp atılmak istenmişti. Gün Kürt halkının ve kadının kurtuluş günüdür. Kadın 5000 yıllık tutsaklığından kurtuluşunun ışığını, güneşini gördü. Kadın ruhunu ve bilincini de tıpkı bedeni ve dili gibi esaretten kurtarmanın savaşını vermeye başladı. Önder Apo; onlara özgürlük ve hürriyeti tattırmıştı. Kim tutabilirdi ki onları? Kimin gücü yeterdi ki artık? Kadın kendi gücünün farkındadır, artık kadın yaşamın her yerindedir. Kadın meydanlarda, zindanlarda, dağlarda, mevzilerde elerinde silahları özgürlüklerinin peşindedir. Kimin gücü bu özgürlük tılsımını almaya yeter? Artık gün kadının diriliş günüdür.
Yaşamın yaratıcısı olan kadınlar artık savaşmayı öğrenmek, savaşarak kendini yaratmak zorundadır. Ancak savaşarak kendilerini dirilteceklerinin bilincindedirler. Şimdi dağlarda yaşam koşullarını yaratıyorlar, büyük bir emek ve aşkla. Onlar Dersim’de kendini kayalardan uçumlara bırakıp özgürlüğü kucaklayan kadınlardan miras almışlardı direnişi. Şimdi dağlarda özgürlük yürüyüşünde savaşan kadınlar, direnişin, mücadelenin ve özgürlüğün sembolü oldular. Şimdi Beritan olup kayalarda, zilan olup düşmanın kalbinde, Mizgin olup halkın arasında yarınlara fütursuzca açacak birer tomurcuk gibi patlıyorlar. Kadınlar özgürlüğü bir türkünün ritmi, mısraları gibi biliyorlar. Yaşamlarını özgürlük ateşi, güneşinin etrafında çember yapıp, özgürlüğün halayını tutuyorlar. Kadınlar Beselerin, Mizginlerin, Azimelerin, Berivanların, Meryemlerin, Fatmaların, Beritanların, Zilanların, Zeyneplerin, Nudaların, Yıldızların, Gülbaharların, Delilaların öncülüğünde yaşamın sevdalısı oldular. Kadınlar ölmek için ölmüyorlar, sevmek, yaşatmak ve yaşamak için ölümün yüzüne gülümsüyorlar. Bedenlerini kendilerinden sonraki yaşam kurucularına siper ediyorlar. Kadınlar şimdi vitrinlerde, köle pazarlarında, karanlıklarda değil, dağların doruklarında, engin vadilerde yaşamın orta yerinde filizleniyorlar.
Özgür dağlarda özgürlüğüne sevdalı, yaşamı yaratan kadınlar kimseye dayanmadan, kimselerden yardım beklemeden kendilerinden güç alarak ve emekleri ile var oluyorlar. Kadınlar kalacakları, yaşadıkları yerleri kendileri yapıyor, yaşam kavgasında sessizliği kırıyorlar. Yaşamın her anı kadın oluyor. Kadınlar kendilerini bilerek yaşıyorlar. Korkusuz, cesaretlice geceler boyu yürüyüp sabahın seherinde halaya duruyorlar. Yaşam bin bir sevinci kendisiyle birlikte sunuyor dağdaki kadına. Yardımı biliyor, yardımı seviyor, birlikte yaşamayı öğreniyor. Asker oluyor, öğretmen oluyor, öğrenci oluyor, avcı oluyor, tarımcı oluyor, yer yapıyor yaşamın her alanını kendi gücüyle örgütlüyor. Dağlardaki Kürt kadınlar, genç kızlar Önder Apo’nun fedaisi oluyor. Önder Apo’nun ideolojisi ve eğitimi ile bir halkı savunuyor, kendini savunuyor. Şimdi kadınlar özgürlüğe kanat çırpıyor. Kadın yeniden yaşam oluyor, yaşam kadında kendini buluyor.
- Ayrıntılar
Kış süreci gerilla açısından kendini eğitimlerde derinleştirme, inzivaya çekilerek kendini gözden geçirme sürecidir. Yaşama yansıyan ve yansımayan yönlerimizle kişiliklerimizi muhakeme ederek, arınarak yaşamayı esas alırız eğitimlerle. Yıl boyunca devam eden yoğunlaşmalarımızı daha fazla derinleştirme ihtiyacıyla, kendimize doğru hep kulaç atmaya ihtiyaç duyarız.
Eğitimlerimizin odağı ise şüphesiz Savunmalardır. Savunmalar ekseninde göreceğimiz eğitimler daha başlamadan önce, hepimizin kafasında, yüreğinde birçok şey iç içe yaşanmaya başlar, ta ki bitene kadar devam eder. Ne kadar anlama gücü göstereceğimize dair yaşadığımız kaygılardan tutalım, öğreneceğimiz ve derinleşeceğimiz konular karşısında yaşayacağımız heyecana, tarihin ve toplumun en acımasız gerçekleri karşısında yaşayacağımız büyük öfke ve derin acıdan, yakaladığımız yeni ufukların yaşattığı aydınlanmanın sevincine kadar kıyasıya bir mücadele ve kavgayı yaşayacağız.
Kavga bize belletilen ve düşüncelerimize hükmeden bütün kalıplara karşı, yani en çok kendimizle yürüttüğümüz hesaplaşmadır aslında. Yüzeysel yaklaşmadığımız her gün, her saat bu mücadelemiz bizi tarihin ve günümüzün en bildik ve hiç ulaşılamayan ücra coğrafyalarında yolculuğa çıkaracaktır. Önderlikle yürümek, onun yolunun yolcusu olmak bizi her şeyden önce zihnen çok zorlasa, yorsa bile buna güç getirmeyi öğrendikçe, kendimizde ve etrafımızda bu konuda büyük emek ve fedakârlık gösterdikçe, yürümenin büyük coşkusu ve hazzını yaşayacağız. Bazen yanılacağız “tamam anladık” diye kolaya kaçacağız ama öyle yağma yok, karşımızdaki gerçeklik buna hiç izin vermez. Böyle kolay ve ezber yaklaşmaya çalıştığımız anda, savunmalar bize çarpacak ve patlasa da daha fazla çalıştır kafanı ve sağlam tut yüreğini, diyen bir gerçekle kendimizi bir daha gözden geçirmemize çağrı olacaktır. Ya da bana ağır geliyor, ben çok büyük değerlerin bileşkesi olan bir Önderliğin ve hareketin militanı, gerillası olmaya katıldım ama onun temsil ettiği paradigmayı, ideolojiyi anlayamam, benim için zor geliyor demeye yelteneceğiz bazen. Tam böyle diyerek kaçışı denemek isterken, Önderliğin en sade, en somut, hikaye diliyle karşımıza çıktığında hakikat, bu sefer nereye kaçacağımızı bilemeden düz bir meydanın ortasında kendimizi bulacağız. Öyledir ya genel savunmalarda Önderliğin yaklaşımı her kesimin anlayacağı anlatım yöntemlerini iç içe zengin bir şekilde ele aldığını biliyoruz.
Hepimizin bazı yönleriyle yaşadığı yetersizlikleri daha da sıralayabiliriz ancak anlaşılması açısından her birimiz geçmiş süreçlerimizi gözden geçirirsek yeterli olur. Yalnızca niyetlerden bağımsız, hepimiz bunun gerekliliğinde kendimizi ikna edip bunun mücadelesini güçlü verme kararıyla hareket edersek, çok önemli mesafeler kat ederiz.
Önderliğimiz görüşme notların da özellikle belirtti bu konuyu. Kış eğitim sürecine çok güçlü yaklaşıp, eğitimlere yüzeysel yaklaşmadan ciddi bir yoğunlaşmayı esas almamız gerektiği perspektifini verdi. Evet, bu perspektif olmanın da ötesinde bizler açısından bir talimattır da aynı zamanda. Her seferinde hem bizlerin hem de dışarıdaki çevrelerin savunmaları ne kadar anlama çabasında olduğumuzu, bu konuda ne kadar ciddi yaklaştığımızı hep anlamaya dönük yaklaşımları var. Yaptığı en temel eleştirilerden biri de, savunmalara olan yaklaşımımızdır.
Önderliğimizin yıllarca hareketimizi geliştirme ve yürütmedeki en temel çalışması eğitimler oldu. Eğitimi hiçbir zaman salt teorik bir bilgilenme, entelektüel bir uğraş olarak görüp, yaklaşmadı. Eğitim anlayışında hep komple olma, insana-topluma dair tüm gerçekleri gözeterek, verilecekse bir mücadele bunun militanını, gerillasını Apocu esaslar temelinde yaratmaya dayalı bir tarzda ele aldı. Düşünceniz başka olsun, yaşamınız başka, ilişki anlayışınız başka, savaşta yürüteceğiniz pratik başka demedi hiçbir zaman. Her zaman “düşüncesi bizimle olmayanın pratiği de bizimle olmaz” felsefesinden hareketle, hem düşüncede hem de pratikte Önderlik Gerçeğine ve PKK’ye katılmamızın olmazsa olmaz bir gerçek olduğunu bize rağmen hep dayattı. Eğitimleri bizim algılayış biçimlerimize göre, ya da sıradan yaklaşımlarımız temelinde ele almadı. İnsanı yaratma, partiyi yeni bir hamleye hazırlama mekânı olarak ele aldı devreleri.
Her günü yeni bir gelişmeye vesile yapan bir yaklaşımla, kendi deyimiyle “nefes nefese yürütülen bir mücadele” ortamına kavuşturmayı esas aldı. Günlük bir çalışmadan tutalım, en derinlikli konuları çözümlemeye kadar, bir davranış biçiminden tutalım bir iş yapma tarzına, hitabetten tutalım tempoya kadar her şey bir eğitim konusu oldu Önderlik için. Öyle çoğu zaman içine düştüğümüz bir yanılgı olarak düşünce ve yaşamı, söylenenlerle davranışları birbirinden koparmadı. Her arkadaşın özgünlüğünü, kapasite ve düzeyini gözeten ancak hiçbir gerilik ve sınıfsal yaklaşıma teslim olmayan, hiç kimsenin değerleri kendisine göre ele alıp, oynamasına izin vermeyen bir tarzla kavganın en büyüğü olarak yaklaştı eğitimlere. Savaşların en çetini, en anlamlısı olarak gördü, kendini eğitme ve yeniden yaratma mücadelesini. Ne cehaleti meşrulaştıran ne de lafazanlığı dayatan yaklaşımları kabul etmeyeceğini çarpıcı bir biçimde hem eğitimde hazır olan hem de pratikteki arkadaşlara yürüttüğü mücadeleyle hep hatırlattı.
Yeni eski, savaşçı komutan, köylü okumuş gibi ayrımları yapmadan her alandan gelen kadro mozaiğiyle devreler oluşturdu. Tüm zorlanmalara rağmen her kesin eğitimlere ihtiyacı olduğu gibi eğitimlerde kendisini yaratabileceğini, yargılanmadan geçerek, kendi payına düşen hesabı vermesini bekledi. Konumu ve düzeyi ne olursa olsun, eğitim ortamlarının doğru değerlendirilmemesine bir gerekçe yapılmasına izin vermedi.
Bayan arkadaşlar açısından ise, bu konuda yaklaşımı hep daha fazlası olmalı, siz kendinizi daha çok eğitmelisiniz, beyninizi patlatırcasına bir çabaya gireceksiniz, biçimindeydi. Kadının en fazla düşünce dünyasından geri bırakılması, adeta düşünceden mahrum bırakılarak yine kendi düşüncesine göre kadın yetiştirme gerçeğine karşı, en fazla kadını geliştirme, kadında eski zihniyeti kırma mücadelesini çok yoğun yürüttü. Yapılanların tersine, her şeyden önce ideolojik bir yaklaşım sergiledi her zaman. Sadece Kadın Kurtuluş İdeolojisini yaratmakla da kalmadı, bugün savunmaların geneli kadın, toplum ve doğa eksenlidir. Elbette Önderlik, kadına dair tüm teorilerinin ve yarattığı muazzam ideolojik tespitlerin yaşamda da en amansız uygulayıcısı ve mücadele öncüsüdür. Bu konuda gösterilen samimiyetsizliğe, istismarcı yaklaşımlara ya da görüntüyü kurtarmaya çalışanlara karşı hep bizi duyarlı kılmaya, bu konuda örgütlü mücadele etme bilincini her zaman vermeye çalıştı. Yani bu konuda kadına verilebilecek en anlamlı değeri vererek, kadınla nasıl yaşanırın da tek yol göstericisi olmuştur. Bunun karşısında, savunmaların derinliği ile ele alıp kendi gerçekliğimizi sorguladığımızda her seferinde öz-eleştiri veriyoruz. Bu özeleştirinin pratikleşmesi ve gerçekten gelişime katkı sunmada bir akışı ifade etmesi için, Savunmalarda derinleşme, tıpkı eskiden olduğu gibi, genel içerisinde işlenen dersler dışında düşünsel emek ve çabamızı iki-üç katına çıkarmalıyız.
Evet, Önderliğimiz bu hareketi anı anına geliştirmeyi ve en üst düzeyde pratiğini yürütme görevini her zaman olması gerektiği biçimde verirken, eğitim ve pratiği bir birinden koparmadan yaptı. Çünkü PKK’de insanın kendisini eğitmesi, kendisini PKK’lileştirmesi her zaman ve her koşulda devam eden bir olgudur. Ne okullar içerisinde görülen eğitimlerle sınırlandıra bileceğimiz ne de pratiğin-yaşamın öğreticiliğiyle yetine bileceğimiz bir yaklaşımla ele alamayız. Yaşamımızın her anının öğretici derslerle dolu olduğunu göz ardı etmeden, ancak yaşamın güncel pratiğine de kapılan bir tarzdan ziyade hep en ileriyi hedefleyerek yaklaşmak daha gerçekçi olacaktır.
İmralı sürecinden sonra da Önderliğin bu tarzı ve mücadele yaklaşımı değişmediği gibi daha fazla derinleşti. Önce düşüncede, zihniyette yürüttüğü mücadele ve ardından bunun pratikte ne kadar yapıldığını hep takip edip, eleştirilerini yaptı. Bu gerçekliğe cevap olmayan, ters düşen yanlarımızı hem çözümleyip hem de çok sert, öfkeyle karşılayan değerlendirmelerini yapmaya devam ediyor.
Son süreçlerde yine aynı konuya eğilmesi, hemen hemen her görüşme notunda savunmaların okunup-okunmadığını sorması ve anlaşılmadığı için her kurum-kuruluşumuzun bir eğitim yeri haline getirilmesinden tutalım Türkiye’de Akademilerin oluşturulmasına kadar perspektif sundu. Gerilla için de somut kış üstlenme sürecini nasıl ele almamız gerektiğini belirtti. Bizim için Savunmaları anlama ve bunun için yürütülecek mücadeleye katılma en başta gelen görevimiz olarak önümüzde durmaktadır.
- Ayrıntılar
Tuzak kokardı sokaklar ve köyler.
Daha sabah sökmeden cellatlar kuşatırdı evleri.
Güneşin ilk ışınları ve usul usul ısıtan ilk ısısı vücudumuza vurmadan.
Köryılan soğukluğundaki potinli Türk cellatları girerdi evlerimizin avlusuna, bir bir odasına.
Tar u mar edilirdi her yan.
Annelerimizin kilitli kutilerinin zulasında, ziynetinden beşi birliğine, burmalı bileziğinden para-puluna kadar buldular mı doldururdu ceplerine köryılan soğukluğundaki potinli Türk cellatları.
Ninelerimiz ile dedelerimizin anne ve babalarımıza, onların da bizlere kan akıtarak, jilet gibi keskin ayaz soğuklarda, tendur sıcaklığında pişen ekmek gibi güneşin kızgın ve çıplak ışınları altında pişerken biriktirdiği ne varsa bir anda akardı düşman cellatların kasasına.
Daha bu ne ki,
Yaktıkları evlerimizin, bağ ve bahçelerimizin alevleri gökyüzünü kaplardı.
Ahırın kapılarını kapalı tutarak ahırlarla birlikte cayır cayır yaktıkları ineklerimizin, öküzlerimizin, kırlarda oynaşmaya fırsat bulamadan telef ettikleri buzağılarımızla kuzularımızın yanık et kokuları yılın ilk karı düşene kadar soluduğumuz havaya ölüm kokusunu yayardı.
Bir defaya mahsus değildi köryılan soğukluğundaki potinli Türk cellatlarının Kürdistan’ı viraneye çevirmeleri.
Ta Kürdistan’a girdiklerinden sonar onlarca yüzlerce sefer viranelere xarabelere döndürdüler Altın Hilal’imi.
Türk istila ordularının her istilasında xarabelere dönen Kürdistan hep şinwara döndü.
Onların eseri oldu xarabe.
Atalarımızın eseri oldu Şinwar Kurdistan.
Şeyh Said, Agıri, Dersim ve şimdi bir hem bu dualizm sürdü gitti.
Hala sürüp gidiyor.
Ve bu kader olmayacak.
Ta Şinwar Kurdistan ezelden ebede özgürleşene kadar bu kavga sürecek.
Hiç kimse zannetmesin ve kendini aldatmasın, istilacı çekirge sürüleri gibi Kürdistan’a giren azgın canilerden teşekküllü Türk ordusu caniliğini bırakmaz.
Hiç kimse zannetmesin ve kendini aldatmasın, gerillasız özgürlük olmaz.
Köryılan soğukluğundaki zehirli düşmanla kuşatılmış kentlerde gelecek hayali ile boşa geçecek ömürlerin hiçbir sevinci olamaz.
Köryılan soğukluğundaki zehirli düşmanla kuşatılmış kentlerde kendini yiğit görenin kafesteki aslandan farkı olamaz.
Kürdistan’ın labirentli doğal kaleleri olan görkemli dağları dururken, her gün çaresiz bir şekilde köryılan soğukluğundaki zehirli düşmanla birlikte yaşamanın kahrını çekmek zulümdur zulüm ey Kurdino!
Her anı ölüm kokan, yavaş yavaş çürüterek öldüren köryılan soğukluğundaki düşmanın hakim olduğu tuzak kokan sokaklardan umut aramak olamaz.
Umut aramanın ve özgürlük arayışlarının, yeniden canlanan doğanın canlandığı ay olan Newroz ayında ki gibi coştuğu zamanlarda, dağların zirvelerinde bulunmanın şerefine nail olan coşkulu özgürlük gerillasından başka hiçbir kimse bu kadar özgür olamaz.
Köryılan soğukluğundaki düşmanın kuşattığı tuzak kokan sokaklarda yaşamak ve çürüye çürüye ölmek mi yoksa dağların asi ve direngen ruhlu özgürlük gerillası olmak mı en yalın hakiki seçenektir?
- Ayrıntılar
Sanatçı insan ince ruhlu insandır. Toplumsal sorunlara karşı duyarlı duran ve yaşayandır. Ve belki de en büyük sanatçılık yaşanan toplumsal sorunları en çarpıcı bir şekilde dile getirerek bu sorunların çözümünde rol oynayandır.
Evet, sanatçı toplumsallığa en fazla katkı sunandır. Ve gelecek günlerin daha aydınlık geçmesi için de hayallerini özgür bırakarak toplumun hizmetine gönüllüce koşandır. Bunu yapmayana sanatçı demek herhalde bir zorlama olur. Komersiyel çıkarlar için sanatla uğraşana dediğimiz gibi sanatçı demek bir zorlama olmalıdır.
Biz gerçekten de sanatla uğraşanları sanatçılar olarak ele alıyor ve bu temelde bir değerlendirmeye gitmek istiyoruz. Bir gerilla olarak sanatçılara belki de en yakın duran insanlar olarak seslenmek yanlış olmayacaktır.
Yıllardır süren bir özgürlük mücadelesi vardır. Yıllarca inkar edilen, yok sayılan, imha edilen, hakaretlere uğrayan, katledilmeleri adeta normalleştirilen bir halktan bugün meydanlarda gür haykıran, kendisi olmuş, kimseye boyun eğmeyen bir halk yaratılmıştır. Boynu bükük, ezik, kendisine güvensiz olan bir Kürt’ten kendisine güvenen ve gittikçe de özgürlük yoluna giren bir Kürt yaratılmıştır.
Hiç şüphe yoktur ki özgürlük yoluna girmek için çok ağır bedeller ödenmiştir. Binlerce gerilla canını bu özgürlük uğruna feda etmiştir. Yine Türk devleti tarafından da binlerce asker ölmüştür. Tahribatı olmayan savaşlar yoktur. Her savaşın tahribatları mutlaka vardır. Zararları da vardır. Ancak bir yerde onursuzluk dayatılıyorsa buna karşı yapılacak başka herhangi bir yol kalmamışsa onurlu olmanın bir yolu olarak özgürlük savaşı yürütmek, özgürlük savaşçısı olmakta bir o kadar yerinde olan bir insan olma tavrıdır.
Dediğimiz gibi savaşların mutlaka zararları vardır. Bunun için denilir ki her savaşın bir barışı vardır. Ya da her savaşın barışı mutlaka olmalıdır. Yaratılmalıdır. Bu barışın oluşması için her insanın mutlaka görevleri vardır. Olmalıdır.
Bir yerde bir sorun varsa, bir yerde bir çatışkı varsa, bir yerde bir savaş varsa bunu durdurmak için duyarlı insanların bir araya gelerek elinde geleni yapmaları insani bir görevdir. Toplumda en duyarlı insanlar olarak bilinen sanatçılar ve aydınların sorunları çözmede asli bir görevi üstlenmeleri gerçekten de insani bir görevdir.
Bunun için sanatçıların Kürt sorununun çözümünde görev üstlenmeleri anlamlıdır. Duyarlılıklarına işarettir. Saygı duyulması gereken bir tavır ve davranıştır.
Her şeyden önce dediğimiz gibi Kürt sorununu çözmek asli bir görevdir. Türkiye de Kürt sorununun çözülmesi yaşanan onlarca sorunun hızla çözülmesi demektir. Akan kanın durdurulmasıdır. Kardeşlik atmosferinin yeniden yeşermesidir. Kırgınlıkların, daralmaların, çelişkilerin giderilmesidir. Özcesi barışın adım adım tesis edilmesidir. Böylesine kutsal bir göreve duyarlı yaklaşmak dediğimiz gibi gerillalar olarak sadece ve sadece saygı gösterilebilir.
AKP hükümeti ya da AKP ne amaçla sanatçıları bir araya getirmek istediğine girmeden bir iki hususun altını çizmek istiyoruz; biz Kürt sorunun çözümü için yapılacak her türden çalışmayı gerillalar olarak destekleriz. Biz sürdürdüğümüz silahlı mücadelenin yapması gerekenleri fazlasıyla yaptığına ve fazlasıyla var olan sorunları açığa çıkardığına inanıyoruz. Ve artık savaşın değil barışın inşa edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Halkların kardeşliği için ne gerekiyorsa onun yapılması gerektiğine de inanıyoruz. Bu bağlamda kim hangi amaçla Kürt sorununu çözmek isterse istesin, bizim için önemli olan Kürt sorunun onurlu bir barış temelinde çözülmesidir. Dediğimiz gibi akan kanın durmasıdır.
İşte sanatçılar akan kanın durdurulmasına katkılara olacaksa biz buna sadece ve sadece saygı duyarız. Ne var ki saygıyla andığımız ve gerilla da zevkle dinlediğimiz kimi sanatçı Kürt sorunu ile PKK’yi ayrı tutmak gerektiğini belirtmişler. Bazıları daha ileri şeylerde söylemişler.
Öncelikle şunu söyleyelim; Kürt halkıyla PKK arasında bağı öğrenmek isteyenler Diyarbakır’da Newroz kutlamalarına gelsinler.
15 Şubat günü Kürt halk önderliğine sahiplenişine baksınlar.
Daha birkaç yıl önce Kürt halk için toplanan imzaların sayısına baksınlar.
Ve belki de daha görkemli olarak; barış gurubu olarak Türkiye sınırlarına girdikleri andan itibaren yüz binlerce Kürt insanı tarafından karşılanan gerillalara bakarak PKK ile Kürt halkı arasındaki ilişkinin örülmesine baksınlar.
Onurlu, özgür Kürt ile PKK etle tırnak gibi birbirine bağlanmıştır. Sıfırın altında seyreden bir halkı, hiç kimseye boyun eğmeyen bir halk haline getiren PKK’dir. Yine sıfırın altında isminden söz edilmemişken bugün devletlerin resmi gündemine girip sanatçılardan bu sorunun çözümü için yardım isteniyorsa bunu yaratan yine PKK’dir. Ve onun gerillasıdır. Kürt halkı bunun için gerillasından ve PKK’sinden ayrılmaz. Ayrıştırılamaz. Halkımızın o; ‘PKK halktır halk burada’ sloganı incelemeye değerdir.
İşte bunun için diyoruz ki; sanatçılar doğru yerde durmalıdır. Bu duruş, onurlu sanatçı olmanın da bir gereğidir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Şubat günü akşam 16:30-17:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Tepe Xeregol alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Öyle bir dünya ki hep birine muhtaç kılma üzerine kuruludur. Ya el öp ya da el öptür.
El öpmek çok onursuzlaştırıcıdır. Ancak el öptürmede el öpmek kadar onursuzlaştırıcı ve kirleticidir.
El öpme bir saygı gösterisi olarak alınır. Bir büyüğe gösterilen saygı. Eğer bu bir toplumun ahlaki normları üzerine kurulu ise bir nebze de olsa kabul edilebilir. Ancak bir hiyerarşi ve büyüklük gösterisi için yapılan bir eylem ise çok mu ama çok düşürücüdür. Başka bir deyimle onursuzlaştırıcıdır.
El öptürme ise daha onur kırıcı bir eylem. Çünkü karşındakine boyun eğdirmek esasen bireyin boynuna takılan bir boyun eğdirmişlikçiktir. Birine boyun eğdiren birine boyun eğmiştir. Birine el öptüren birinin ellini çoktan öpmüştür. Yani onursuzlaşmıştır.
Kürdistan’da en çok boyun eğdirilenler kadınlardır. En çok kadın üzerine el etek öpmeler uygulanır. En çok kadınlar onursuzlaştırılmaya çalışılır. Ne de olsa onlar hep birilerine muhtaç kılınmıştır. Onlar hep birilerine monte edilmiş ve yamalanmıştır.
Kadın bu durumu nasıl aşacaktır? Kadın nasıl kadın olacaktır? Kadın nasıl hak ettiği toplumsal statüyü elde edecektir? Toplumun en dinamik olan kesimi nasıl toplumda başat hale gelecektir?
Bir kere şunu peşinen söyleyelim: düşürülmüş kadın düşürülmüş toplumdur. Düşürülmüş kadın çoktan düşürülmüş erkek ve erkeklerin topu sülalesidir. Muhtaç kılınmış kadın muhtaç kılınmış erkektir. İradesi alınmış ve çalınmış kadın iradesi alınmış ve çalınmış erkektir. Bir yazarın yazdığı gibi: Kopyaya kaynaklı eden sonuçta kendisi kopya olacaktır. Sen kadının muhtaç olmasına göz yumarsan sonuçta kendin muhtaç olursun.
Şunu herkes bilecektir: bir yerde kadın dip noktaya getirilmişse orada erkeğin dip noktaya getirilmesi çoktan başlamıştır. Orada erkeğin adım adım-ne kadar kendini beğenerek naralarda atsa-karılaştırılması çoktan başarılmıştır.
Gelelim yeniden sorularımıza; kadın nasıl muhtaç olma konumundan çıkacaktır?
Öncelikli olarak başkalarına muhtaçlık emaresi gösteren ne kadar şey varsa hepsinden kendini arındıracaksın. Başka bir deyimle; “kişilik sahibi olan her insanın, başkasında bulmak istediğini önce kendisinde yaratmayı esas alması kaçınılmazdır” felsefesini esas alacaktır.
Öyle ki şairin dediği gibi: “Yaşamlar vardır sevda, türkü, acı tadında, yaşamlar vardır binlerce kez ölümleri öldüren yaşamlar, yaşamlar vardır ki gerçekten yaşadım diyen yaşamlar.”
İşte böyle yaşamlar ancak ve ancak kendine yeten tarzda olabilir. Hiçbir güce dayanmadan sadece ve sadece kendine dayanarak, kendi cinsine dayanarak başarılabilir. Bir kadın önce kendisine güvenecektir. Yaşamda ayakta kalabileceğine inanacaktır. Öyle sanıldığı gibi birilerinde koparsa ortada kalmayacaktır. Birisinde boşanırsa dünyanın sonu gelmeyecektir. Elbette zorluklar olacaktır. Ancak her zorluk yeniden bilenme demektir. Yeniden çelikleşmek demektir. Ve yeniden kendini yaratmak demektir.
Kendine yeten kadın demek öncelikli olarak kendi ayakları üzerinde duran kadın demektir. Kendi gücünü kendisini tanıması demektir. Ve kendisini tanıdıkça güç alacağı kaynakları bilen demektir.
Kendine yeten kadın olmak öncelikli olarak toplumsal zorluklara kadın gücüyle karşı koymak demektir. Bugün Kürdistan’da zorluk çeken binlerce yüz binlerce kadın vardır. Bu kadınlarla ortak noktalarda buluşarak kendisi olmanın yolunu aramak demektir. Bu ortaklaşmış kadın yaşamları anlamına gelecektir. Yani komünal olarak tüm geriliklere, zorluklara, erkek egemenlikli yaklaşımlara ve tabii ki tüm muhtaçlıklara başkaldırmak demektir. Bunlar zor mudur? Elbette çok mu ama çok zordur?
Ama unutmayacağız, kendisi olmak demek zor bir iştir. Hele hele kendisi olan ya da olmak isteyen kadın olmak demek daha zordur. Ve kendisine yeten kadın olmak demek ise zorluklarında zorluğu demektir. Ancak kendisine yeten kadın olmak demek ise tüm bu zorluklara karşı dimdik direnmek demektir. Ölüm yokluksa bizde bunun adı ve yeri olmamalıdır. Ölümleri öldüren bir gerçeklik olmalıdır ki yeniden yeniden yaşamı filizlendirsin.
Bir atasözü vardır derki: “En insani davranış, bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir.”
Evet, kendisi olmak isteyen bir kadın öncelikli olarak utanılacak duruma düşürülen kadını bu durumda kurtarma görevi vardır. Ve yine şairin dediği gibi:
“Öpülesi güneşin kızıl çehresindesiniz
Nede olsa özgürlük delisiyiz biz
Ne zincire vurulabilir bu yürek
Nede pazarda satılır
Hayalî sanılsa da düşüncemiz
Kadınla büyür, kadınla özgürleşir tüm insanlık”
- Ayrıntılar