Basına ve Kamuoyuna!
28 Ocak günü gündüz 12:00-12:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Cehennem Tepesi, Êlê Köyü ve Dola Şive alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
29 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Bir dedem vardı.
Yani babamın babası.
Kardeşlerimin de dedesi.
Ne Türklere askerlik yapmıştı ne de bizlerin askerlik yapmasını isterdi.
Bizlerin Türk okullarında okumasını da istemezdi.
Orjinlerini kaybeder Türkleşirler diye bizlerin okula gitmesine karşıydı.
Şimdi ki gibi hatırlıyorum dedemin bu düşüncesi ve davranışlarını.
Ben daha altı yaşındayken ilçemizde bir yatılı okul açılmıştı.
Babam ile amcam beni o Yatılı Bölge İlkokuluna kaydetmişlerdi.
Okula başlayacağım zaman beni köyden alıp okula götürecekleri günü asla unutamıyorum.
Benim yaşamımda bir dönüm noktasıdır o gün.
Babam onlar beni okula götürürken dedem şöyle diyordu:
Çocuğumu nereye götürüyorsunuz?
Kemalistlerin okuluna mı, Atatürk kastederek Atakutık’ın okuluna mı götürüyorsunuz?
Trajik-komik bir şekilde okula gidip yüzbaşı mı olacak diyordu.
Yapmayın etmeyin diyordu.
Bu çocuklar okullara giderek Türkleştirilecekler, özlerini kaybedecekler, devşirme olacaklar diyordu.
Kendi halkına düşman olacaklar diyordu.
Bizleri katledenlerin, cayır cayır yakanların, soykırımdan geçiren Türk ırkçılarının okuluna göndermeyin çocuğumu diyordu.
Bunları söylediği zaman yüz yaşın üzerindeydi ömrü.
Gözleri görmeme aşamasına gelmişti.
Ama hafızası yerinde ve bilgisayar gibiydi.
Konuşma yeteneği de yerindeydi.
Sömürgeci Putçu Türk Irkçılarından intikam alınması gerektiğini devamlı bize anlatırdı.
Nice savaşları görmüştü.
Şeyh Said ile Peçar Tenkil hareketlerinde yapılan katliamları birer birer bize anlatırdı.
Bir asırı aşan ömrüyle engin bilgeliği, öfkeli yüreğiyle aşıladı bize Kürt yurtseverliğini.
Düşmana olan kini, nefreti ve intikam duygusunu öğretti bize.
Aslında modernizm diye sunulanın vahşet, soykırım ve katline aşık olma olduğunu ilkin ak sakallı, uzun ince boylu, direngen dağlı dedemden öğrendim.
Düşmana askerlik yapma yerine halkının özgürlük gerillası olma düşüncesini bilincime ilkin kazıyan yine aksakallı, uzun ince boylu, direngen dağlı dedemden öğrendim.
Tabi ki, PKK olmasaydı dedemin bu intikam çığlığını yerine getirmem özgürlük gerillası olmam hayal olurdu herhalde.
Benimle birlikte o yatılı okula başlayan Kürt çocuklarından ikisi PKK gerillası olarak şahadete ulaştı.
Diğerleri ağırlıkta Türkleştiler.
Katiline aşık oldular. Devşirme oldular.
Bazıları cehşleştiler. Kürdistan gerillasına karşı düşman saflarında savaştılar.
Aksakallı ve direngen dağlı dedemin söyledikleri doğru çıktı.
Dedem şunu söylüyordu: Kendi özgür vatanında kendi kimliğinle, kendi anadilinde özgürce okuyup kendini yönetme, kendine asker olma dışındaki tüm okumalar, tüm işler düşmana hizmet etmektir.
Kendine düşman olmadır diyordu.
Dedem her şeyden önce kendin ol, kendi özün ol diyordu.
Dedemin söylediklerini bugün Kürdistan gerillası HPG gerillaları bir bir hakikate dönüştürmüş durumda.
Kürdistan dağlarında kendi anadilinde eğitim görme var.
Gerilla akademilerinde bilimin her türlüsü okutuluyor. Kürdistan adına, özgürlük ve eşitlik adına gerilla ordusu Loristan’dan Xoy’a, Hemedan Amanos ile Toroslara, Bagok’tan Behre Reş’e (Karadeniz) kadar mevzilenmiş vaziyette.
Dedemin intikam çığlığı, hayali bugün Kürdistan dağlarından köylere, köylerden ilçelere, ilçelerden kentlere, kentlerden metropollere yayılıyor ve kök salıyor hem de özgürlük çığlığına dönüşerek.
Türk Özel Savaş Karargahı’nın yeni katilleri AKP ile Fetullahçı generaller, subaylar, emniyet amirleri ile polisler, kapıkulu memurları ile onların münafık Mehmetçik medyası ne yaparlarsa yapsınlar Kürdistan gerillası karşısında yenilmeye mahkumdurlar.
Teslimiyeti ve ihaneti özgürlük diye yutturmaya, meşru savunma direnişçisi gerillayı ve öz savunma direnişini yürüten yiğit Kürdistan halkının en kutsal direnişini provokasyon diyerek etkisiz kılmaya çalışan Türk-İslam sentezcisi şeytani ırkçı AKP ile Fetullahçı kalemşörlere verilecek tek cevap var.
Kürdistan halkının kendi cephesinden serhildanı süreklileştirmesi, genç kız ve erkeklerin gerillaya katılarak AKP ile Fetullahçı Münafıklardan 18 aylık Mehmet Uytunlar ile 12 yaşındaki Xezallarn-Ceylan- intikamını almasıdır.
Mehmetlerin ve Xezalların gerçekleşemeyen çocukluk hayalleri adını gerilla ordusunu 50 bine çıkarmanın tam zamanıdır.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Kavramlar yüklendikleri anlamlarla anılırlar. Bu bağlamda kavramlar farklı tarihi süreçlerde farklı içerikler kazanabilirler. Sonuçta kavramları dile getirenler insanlardır. İnsanlar bu kavramları tanımlarlar yani oluştururlar. İnşa ederler.
“Kapitalist tekelciliğin ekonomi üzerinde kurduğu hegemonya ancak devlet iktidarının toplum seviyesinde kendini yaymasıyla, örgütlemesiyle mümkündür. Ulus-devlet bu anlamla tanımlanır. Faşizm ise bu devlet biçimini içten ve dıştan ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerle, rekabet halinde olduğu güçlerle savaş haline girdiğinde vardığı aşamadır. Aralarındaki fark barışla savaş süreci arasındaki farka benzer. Her ikisinde de farklı siyasi oluşumlar tasfiye edilir. İktidar toplum gibi homojenleştirilir. Homojenleştirilmiş toplum, homojenleştirilmiş iktidar olarak konsolide edilir.”
Aynılaştırılma bir zihniyetin sonucu olarak gelişen bir süreçtir. Yaşamın kendisi doğası gereği çok renklidir. Ancak çok renkliliği uyum ve Ahenk içerisinde yürütebilmek için güçlü bir ideolojik alt yapıya, kabul edilecek yaşam duruşlarına ve sağlam insan karakterini gerektirir. Başka bir deyimle dürüstlüğü, ahlaki olmayı zorunlu kılar. Bu meziyetler birilerinde ya da bir toplulukta yoksa o birey, bireyler, topluluk toplulukların başvuracağı yol yöntemler farklılaşır.
Yapmak istediklerine-ki biz buna fikirleri, çıkarları diyelim-ulaşmak için yol yöntemler geliştirirler. Bu yol yöntemlerin öncellikle çokluluğu ret edeceği açıktır. İlk ele alacakları, tek tipin yaratılmasıdır. Çünkü tek tip yaratıldıktan sonra yapılmak isteneni daha rahat pratikleşme zemini bulurlar. İkinci elden yapacakları, tek tipi oluştururlarken toplumu sindirmeleri gerekir. Üçüncü olarak, toplulukları yönlendirmeye açık hale getirmek için yalanla doğruları yan yana, iç içe karıştırarak zihinlerin karartılmalarına yol açmak isterler. Dördüncü olarak, söyleme ağır yüklenerek toplulukların hafızaları etkilenmeye çalışırlar. Beşinci olarak, karşıtlıklar temelinde ötekileştirmelerle toplum elden tutulmaya özen gösterilir. Altıncı olarak da, toplumun zihniyet yapısında temel taşlar olarak yerini alan değer yargıları çok kötü kullanarak toplumun duyguları suistimal edilir. Ve böyle sıralayarak sermayenin çıkarlarını sağlama alacak, sömürünün devamı için zemin yaratılmış olacaktır. Ve nitekim yapılan da budur. Büyük bir toplumun aç bırakılması pahasına bir kısım özenle zenginleştiriliyor.
Dikkat edilirse söylenmek istenenin esası çoklu toplumlarda korkanların yaratmak isteyecekleri tekçi zihniyete dayalı topluluk ya da toplumların nasıl yürütüleceğidir.
“Modernitenin ilericilik kisvesi altında en kutsal toplumsal yaşam farklılıklarını yontup un ufak etmesi, tekçi yapılar üretmesi faşizmin kendisidir. Faşizm, toplumsal hakikatin bittiği yerde ortaya çıkan toplumsal patolojidir.
Ulus-devlet iktidarı ve sermaye tekelciliği olmadan asla üremez. Ulus-devletin kutsallaştırmaya çalıştığı sınırlar, vatan, millet, bayrak, marş, yurttaş kavramları gerçek toplumsal kutsallığa ihanet etmeyle bağlantılıdır. Tekçi vatan, millet, yurttaş inşaları tüm çağlar boyunca yaşanmış bir insanlığı kasap gibi doğramakla mümkündür.”
Ve unutulmamalıdır; bu mantığın varacağı yer savaşlardır. İster iç savaş deyin, isterseniz dış savaş deyin. Bu zihniyet, çatışmalar üzerine örüldüğü için şiddete dayalı yaşarlar. Bir arkadaşımızın deyimiyle “kendi kendini kışkırtan kişiliklerin” yapacakları sadece ve sadece gerilmelerdir. Cepheleşmelerdir. Şiddettir. Linçlerdir. Ayrıştırmalardır.
“Faşizmde en olgun halini bulan ulus-devlet toplumu “savaşan toplum” hali olup ikinci en büyük sorun toplumudur. Savaşan toplum, sorunların en vahşisini, soykırımları, toplum-kırımları üreten toplumdur. “
Tekçi zihniyet ve tekçi yapıların DNA kodları adeta böyle örülmüştür. Bu kodlar sürekli çatışma üretir. Öyle ki bakışı, zihin taşları karşıtlık üzerine kurulu olanların bir nevi tutsak oldukları durum da budur. Böylesine kodlarla örülmüş olanlar isteseler de kışkırtmadan, tekleştirmeden, homojenleştirmeden, hakaret edemeden, küçümsemeden, horlamadan edemezler. Bu bir karakterdir. Faşizmin karakteri.
Bu karakter isterse militarist olsun, isterse sivil olsun. Bu karakter ister aydın olsun, isterse filozof olsun. İster hoca olsun, ister milletvekili olsun. İster bakan olsun ister cumhurbaşkanı olsun, isterse başbakan olsun.
Ekleyelim isterse bu zihniyet sahipleri kendilerine sol, solcu, demokrat hatta kimi yerlerde böyleleri kendilerine devrimci de dese bu zihniyeti bu karakteri taşıyanlar faşisttirler. Ve bu zihniyetin, bu DNA kodları taşıyanların yaratacakları sistemde FAŞİZM’dir. Faşizmin sivili askerisi yoktur. Kurumsallaşmış bu özellikler faşizmin kendisidir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Dışarıda baharı andıran bir güneş olmasına rağmen, biz ara verdiğimiz eğitimimizin fazla zamana sarkmaması için biraz aceleci bir şekilde kamelyaya çay içmeye gidiyoruz.
İçerisi biraz karanlık ve hafif bir nem var havasında. Odun sobasının üstündeki çaydanlık içindeki suyun kaynadığını hepimize söylemek istercesine, yoğun bir şekilde buhar dumanlarını lülesinden, tepesinden püskürtürcesine bırakmakta.
Doldurulan çayların ve atıştırılan yemeklerin eşliğinde gözlerimizi TV’ye aktarıyoruz ve sohbetlerimize o şekilde devam etmeye çalışıyoruz. İşte bu anda bir alt yazı gözlerimize takılıyor; “Sarmaşık gıda bankası illegal bulunmuştur” şeklinde kayıp geçmekte olan yazının, elbette mühim bir şekilde haber niteliği olduğu çok anlaşılır bir husus oluyor.
Düşünsenize, bilmem kaçıncı yüzyılın eşiğinden geçmişiz, genetik mühendislikte çığır açan gelişmeleri yakalamışız, Mars’ta su arıyoruz, Davos’ta ortalığı dağıtıp-kırıp geçiyoruz, CERN’den yapılacak ikinci denemeyle birlikte mikro bing bang’ı yapabilecek miyiz onun merakını yaşıyor ve bazı zamanlarda gökyüzündeki yıldızlardan bir tanesinin Süpernova yapmasını tatlı bir hayal olarak kuruyoruz.
Tüm bunların yanında biz bugün eğitime ara veriyoruz, çay içmek için ve TV’de ki bir yazıya gözlerimizi asılı bırakarak; bir gıda bankasının nasıl illegal olabildiğine ciddi ciddi kafayı yormayı pek gerekli görmüyoruz.
Mevcut durumun; yani kapatılma gerekçesinin temel nedeninin siyasi ve etik dışı bir yaklaşım olduğunu çok iyi anlayabiliyoruz.
Burada gözlerimizle birbirimizi şunu soruyoruz: Mars’ta suyu bulsak, CERN’de yapılacak denemede başarılı bir şekilde mikro bing bang olsa, genetik mühendislikte daha da ileriye gidecek çalışmalar yürütülse ve hepsinden önemlisi Davos’ta Allah’ın her günü birileri külhanbeyi kesilse ne yazar!..
Hani denilir ya; şimşir başa sarık peştamaldir! İnsani yardımlaşmalar için binlerce kilometreyi bırakalım, burnumuzun dibinde yaşananlara bakmak kafi. Tabi bu da biraz cesaret ve onurlu olabileceklerin işi!
Biz burada birbirimize çay sunmak ve yemek hazırlamak için bütün özverilerimizi ve var olan bütün yeteneklerimizi peşi sıra sergilemeye can atarken, oralarda birilerinin insanların gıda ihtiyaçlarını temin etme ve bu şekilde ilişkilenme kanallarını geliştirmenin dışında farklı bir amacı olmadığı halde böylesi bir oluşuma hukuksal safsatalarla karşı çıkılıyor olması; aslında bir yerde bu ülkenin, yani TC gerçekliğinin kalite markası olmaktadır.
Burada çok bariz bir şekilde anlamak gerekiyor; toplumun son kertede maruz kaldığı yaklaşımlarda hukukun gücü, gücün hukuku ortaya çıkmakta. Yani birileri ha bire düdüğü çalmakta!
Elbette insanların bir şekilde ve hatta mümkünse göbekten bağlı olması gerekiyor. Kendilerini güç ve irade yapmalarına izin verilmiyor. Onun için de böylesi basit ve hayati içerikli oluşumlara, yani karın tokluğuna insanlığa dair bir kabullenme olmuyor.
Tabi sonrasında yine basının hem görselinde, hem de yazılı olanında birileri soğuktan Avrupa gibi güya medeniyetin forever olduğu iddia edilen bir coğrafya da caddenin ortasında ya da bir köşe başında donarak ölüyor. Tabi başka haber niteliği taşıyan ve tamamıyla çağın hastalıklarının dışa vurumu olan materyalde ise bir çocuk haliçte yaralı halde bulunuyor, kendi ebeveynleri tarafından dilenciliğe sürüklenmeye çalışıyor.
İnsanlar arası dayanışma köprüleri uçuran bir toplumda ve hepsinden önemlisi; açlığın, yokluğun-yoksulluğun bir yaşam standartizyonu olarak sunulmaya çalışıldığı böylesi bir acımasızlıkta, kapatılmaya çalışılan gıda bankası gibi dayanışmacı oluşumlar tamamen karanlığa mum dikmek oluyor. İşte birileri bunlardan rahatsız oluyor ve mumu yok etmek istiyor.
Bundan dolayı da bu karanlığı aydınlığa çevirmenin gerekliliği bir kez daha yakıcı bir şekilde gözlerimizin önüne çıkıveriyor.
Her ne kadar ekonomik kalkınma, cari açıktaki azalma gibi yatırım kapasitesinin yüzde bilmem kaçlara seyir halinde olduğunu satmaya çalışanlar, hafta sonlarında Çırağanlarda! dünya evine girseler ve bir şekilde balayına çekilseler de yalanları ve riyakar dünyalarında ne donan insanların, ne de Haliç’te yaralanmış çocuklukların her hangi bir değeri yoktur.
Kapatılmaya çalışılan sadece bir gıda bankası değildir, her alanda olduğu gibi insanların birbirleriyle ilişki halinde olması ve dayanışması bu şekilde maskelenmeye çalışılan menfaatler için karanlıkların efendileri tarafından ifşa edilmeye çalışılmaktadır. Bizim eğitimimiz başlamak üzere olduğundan sonuçta şunu söylemek isterim: Yaşamak ve onun anlamına varmak, başta dayanışmakla mümkün olur. Dayanışmanın peşi sıra, yaşamak anlamın süpernovasına ulaşmak oluyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Ocak günü akşam 16:00-17:00 saatleri arasında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Hopê Köyü ve Ronahi Tepesi’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
15 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Ocak günü gece 23:00-00:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Elê Köyü, Kêrê Köyü ve Dola Şivê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
12 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Terörist devlet, tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak diyerek teklerinde ısrar ediyor. Terörist devlet dünya gericiliği diye tabir ettiğimiz kan emicileri, emek hırsızlarını, halkların başlarına musallat olmuş köhnemiş aileci rejimleri ve de bu dünyayı kendilerince yürütmek isteyen sözde kendilerine demokrat kisvesini yapıştıranların da desteğini alarak özgürlük hareketine yüklenmek istiyor. Kendilerinin deyimiyle tasfiye etmek için her şeyi yapacaklar. Son ferdine kadar imha edecekler. Ve yine kendilerince bitirecekler...
Ve nasıl bitirdiklerinin haberlerini vermeyi de ihmal etmiyorlar. Nasıl ‘teslim’ olmalarının yaşandığını utanmadan yalanlarla veriyorlar. Özgürlük saflarında yıllardır kaçanları, çoluk çocuklara karışmış pili bitmiş olanları, barutu kalmamışları, ihanet edenleri PKK’den nasıl kaçtıklarını pişirerek veriyorlar. Kendi yalanlarına doğrusu kendileri de inanıyorlar.
Ve kimisi ise sözde PKK’ya katılanların ne kadar tahsilsiz olduklarını, işsiz olduklarını, yoksul olduklarını yazarak kendilerince ‘geri kalmışlarla’ mücadele ettiklerini anlatmaya çalışıyorlar. Ve bu sözde terörist devleti haklı çıkaran bir gerekçe oluyor. Bırakın öyle anketler yapsınlar ve bırakın hepimiz geri cahil olalım. Ve bırakın yoksul ve işsiz olalım. Ve böyle olduğumuz için dağa çıktığımızı söylesinler. Yoksulsak, açsak, işsizsek, geri ve cahil kalmışsak ve öyle bırakılmışsak bunun sorumlusu herhalde 85 yaşında aramızdan ayrılan babam, yaşlı anam, çoktandır vefat eden dedem olamaz. Varsa bir sorumlu o da terörist devletin işgalci, sömürgeci zihniyetiyle terörist devletin kendisidir.
Terörist devlet bizi tasfiye etmek için her şeyi yapıyor dedik. Ama unutulan bir şey var; o da bizim irade ve azmimizin gücüdür. Bunu hesaba katmıyorlar. Biz sıfırların altında seyrederken de hep gelecek aydın yarınlar, eşit, özgür ve adaletli bir dünyanın kurulacağına inandık. Ve Kürt halkının mutlaka ama mutlaka bir gün özgürleşeceğine de inandık. Önderliğimiz bu inancı bize ekti.
Bilinmesi için söyleyelim; Önderliğimizin henüz PKK bir umut kıvılcımı iken 1978 yılının 27 Kasım günü söylediklerini buraya alarak irademizin ve inancımızın ne kadar köklü olduğunu yeniden yazalım:
‘Tarihin bu durağında gerçekten toplumun dili olmayabilir. Toplum duyarsız, uykuda olmuş olabilir. Toplum yarı yarıya ölmüş olabilir, onun sesi, dili ve kültürü olmayabilir. Bütün bunlar bizim halkın sorunları karşısında duyarsız olmamızı getirmez. Ayrıca sömürgecilik, milli baskıcı güçler, her bakımdan insafsız olabilir; bunlar en ufacık hak hukuktan anlamaz olabilirler. Halklara en ufacık bir özgürlük vermeyebilirler, halkları en azgınca yok edebilirler. Ama bütün bunlar bizim duyarsız olmamızı, bizim devrimcilere layık bir şekilde hareket etmememizi getirmiyor. Biz ne onların, ne bunların durumunu göz önüne getirerek kendi durumumuzu belirtmeyeceğiz. Çağımızın bütün olumlu öğelerini yan yana getirerek, alaşağı edilmesi gereken güçlerle özgürlüğe kavuşması gereken güçleri kabul edeceğiz ve önderlik yapacağız. Israrla vurguluyorum; bu konuda kararlılığımızı hiçbir zaman elden bırakmayalım. Bu kararlılık, yerimizde bile dursak çok şey değiştirecektir. Bu konudaki inanç, bu konudaki çaba çok şey değiştirecektir. Her şeyden önce düşmanın dünyasını karartacaktır. Ayrıca halka büyük bir umut kapısı açacaktır.
Sayımız ne kadar az olursa olsun, yaşımız, tecrübemiz ne kadar yetersiz olursa olsun, bütün bunlara rağmen tarihin bize yükleyeceği ağır görevler için, bu görevlerin hatırı için yeterli çabayı ve kararlılığı gösterelim. Adeta bir tarağın dişleri gibi eşit olalım; yine bir ordunun neferleri gibi, her an yeni bir rampada atışa yatan bir ekip gibi kendimizi mücadele alanına sürelim; bundan da en ufacık bir kuşku, en ufacık bir korku duymayalım. Böyle bir yapı bizde sürekli oluşsun diyoruz. Bunun mücadelemiz için büyük bir değeri vardır. Bilinçlerimizin tazelendiği açık, ulusal kurtuluş pratiklerinin yeniden gözden geçirileceği açıktır. Soluğumuzu kesen sömürgecilik duvarlarını delerek, dünyanın ilerici kültürüne kendimizi açmak için, kafalarımızı açmak için kendimizi zorlayacağımız açıktır. Yine halkımızın da kapanan canlılık ve duyarlılık yanlarını tekrardan açacağımız, halkla, canlı, ilerici yanlarıyla kendimizi bütünleştireceğimiz açıktır. Ayrıca halkın sosyal, kültürel ve siyasal alanlardaki bütün gelişmelerde soluğunun kesildiğini bilerek, bu alanlarda da halka bir soluk aldırmayı, halkı ayağa kaldırmayı hiçbir zaman unutmayacağız. ‘
Evet, biz inadına kutsal topraklar olan Mezopotamya da yaşayan bu halkı ‘bütün gelişmelerde soluğunun kesildiğini bilerek, bu alanlarda da halka bir soluk aldırmayı, halkı ayağa kaldırmayı hiçbir zaman unutmayacağız.’ Bu söylemler birkaç kişiyken söylenmişti. Şimdilerde on binlerce militan kadro, milyonlarca ayağa kalkmış halk, küçük generaller, Molotoflu gençler, çocuklarının şehit düşerken ellerine kına süren analar, onurlu legal siyasetçiler, 73 yaşında gözleri görmediği halde örgüt üyeliğinden dolayı tutuklanan Ape Hameler varken bırakalım tasfiye edilmeyi biz görkemli direnişimizi daha da görkemli kılarak halkımızın umutlarını daha gür haykıracağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1 Ocak günü Şırnak’ın Uludere İlçesine bağlı Yekmale, Yekmale Boğazı, Şikefta Reş, Hetriş alanları ve Habur çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Özel harekat timlerinin alanda pusulamalar yaptığı operasyon halen devam etmektedir.
11 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Yıl 1948.
Yer Türkiye.
Diğer yer ABD.
Türkiye’den ABD’ye gidiş var.
Gidiş ama ne gidiş.
Türk ordusu içinde seçme baş katiller belirleniyor.
Bu seçme baş katiller Alparslan Türkeş, Ahmet Yıldız, Turgut Sunalp, Daniş Karabelen, Mucip Ataklı, Suphi Karaman, Faruk Ateşdağlı, Refik Tulga ve başka subaylarla birlikte toplam 16 subay idi. Rütbeleri teğmenlik ile albay arasında değişiyordu.
Onlardan önce 5 Ekim 1947’de Türk Genelkurmay Başkanı Orgeneral Salih Omurtak başkanlığındaki bir heyet ABD’ye gitti.
Omurtak’ın gidişinden sonra Türkeş ile birlikte 16 subay tam profesyonel kontrgerillacı baş katiller olmak üzere gönderildi.
İlk baş katiller partisi sabotajdan pusuya, pusudan suikasta kadar her türlü kontrgerilla eğitiminden geçirildiler.
Söz konusu subayların ağırlıklı kesimi Türk-İslam sentezci Türk kafatasçı ırkçılardı.
ABD’nin Kansas Eyaleti’nde eğitimlerini tamamlayan bu subaylar, tam profesyonelleşmiş baş katiller olarak TC Devleti’ne döndüler.
Onlar döndükten sonra TC Devleti, 1952 yılında NATO’ya girdi.
Aynı yıl kontrgerilla merkezi olarak “Seferberlik Tetkik Kurulu” oluşturuldu.
1965’te ismi “Özel Harp Dairesi” oldu.
1992’de ismi “Özel Kuvvetler Komutanlığı” oldu.
İsimler değişmekle birlikte kontrgerillanın katliamları katmerleşerek sürdü.
Kürdistan’ı viraneye döndürdüler.
Köyleri alev alev yaktılar.
İnsanları canlı canlı işkence ede ede, paramparça ede ede gömdüler.
Alev alev yaktıkları köylerde ve kentlerde bazen insanları, bazen hayvanları evlerle birlikte yaktılar.
On binlerce en nadide, en değerli, en pir u pak yurtsever insanımızı cayır cayır yaktılar, katlettiler. Dipsiz kör kuyulara attılar. Taşların altına attılar. Dağlara, bayırlara, nehirlere ve göllere attılar.
Bunlar olurken, Fetul-Münafıkçı medya mensupları, her şehit edilen Kürt yurtseverin şehit edilişini manşetten verirken, “şanlı ordumuz şu kadar terörist avladı” diye yazıyorlardı.
Her manşetleri işgalciliklerinin zafer çığlığıydı.
O dönemdeki Zaman, Türkiye, Yeni Şafak, Sabah ve Star gazeteleri ile Aksiyon dergisine bakılırsa, Fetullahçı basının kontrgerilla cinayetlerini, JİTEM cinayetlerini nasıl övdükleri daha iyi anlaşılır.
Şimdiye kadar Kürtleri katleden hiçbir kontrgerilla mensubu, direkt Kürtleri katletmekten yargılanmazken, Kozmik Oda’ya girildi safsataları ve Ergenekon safsataları ile Kürtlerin aldanacağı hesaplanıyorsa, asıl kendi kendini aldatan AKP ile Fetul-Münafıkçılardır.
Kürtler de bilmeli ki, Cemal Temizöz’ün yargılanmasının esas nedeni Kürtleri katletmesi değildir.
Kayseri’de Alay Komutanı iken, üç Fetullahçı astsubayı sorgulama emrini verdiği için, Fetullahçı savcılar ile hakimler tarafından zindana atılmıştır.
Fetullahçılar bununla şunu söylemek istiyorlar: “Ey Türk subayları istediğiniz kadar Kürdü öldürebilirsiniz. Tüm Kürtleri soykırımdan geçirebilirsiniz. Bizim örgütlememize ne kadar izin verirseniz, biz de o kadar Kürdün katledilmesi için hem size destek oluruz, hem de görmemiş gibi yaparız. Bir de öldürdüğünüz Kürtleri her zaman verdiğimiz şekliyle ‘terörist’ diye medyamızda veririz.
Ama Kayseri’de olduğu gibi bizim eğittiğimiz Fetullahçı subayları sorgularsanız, biz de sizin Kürdistan’daki katliamlarınızı deşifre eder ve zindana girmenize neden oluruz”.
Özcesi AKP ile Fetul-Münafıkçıların, öyle ciddi middi ne bir Ergenekon operasyonu var, ne de Kozmik Oda’daki soykırım belgelerini kamuoyuna açıklama durumu var.
AKP ile Fetullahçıların yaptığı tek şey var:
“Devşirme Ergenekon” yerine “Devşirme Fetul-Ergenekon” örgütleme durumları var.
Nasıl ki, 1948 yılında Türkeş gibi subaylar ABD’de eğitime gönderilerek, TC tam olarak kontrgerilla cumhuriyetine dönüştürüldüyse, aynı şekilde şimdi farklı bir şekilde Fetul-Ergenekon Cumhuriyeti hızlı adımlarla oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu amaçla Fetul-Münafıkçıların gazetesi Zaman Gazetesi yazarı ve Polis Akademisi başkanı Zühtü Arslan, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Taraf Gazetesi yazarı ve başkomiser Emrullah Uslu, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Taraf Gazetesi yazarı Polis Akademisi başkan yardımcısı Önder Aytaç, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Zaman Gazetesi yazarı ve Polis Akademisi yöneticilerinden İhsan Bal ve yüzlerce polis ABD’ye gönderilerek 1948 yılındaki gibi kontrgerilla eğitimlerine tabi tutularak geri geldiler.
Şimdi bunların hepsi “Devşirme Ergenekon” yerine “Devşirme Fetul-Ergenekon’u”hızlı bir şekilde örgütleme çalışmalarında yer alıyorlar.
Kontrgerillanın karargahı “Özel Kuvvetler Komutanlığı” başta olmak üzere, tüm kontrgerilla kurumları olduğu gibi duruyor. “Kozmik Oda” da olduğu gibi duruyor.
Sadece değiştirilen kadrolardır.
Ayan beyan olarak “Katı Türk Irkçısı” subay ile polislerin yerine Türk-İslamcı sosuyla tatlandırılmış “Fetul-Münafıkçı Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler getiriliyor.
“Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler tenhalarda ve maskeli yöntemlerle Kürtleri bir bir ve yahut topluca katlederken, “Fetul-Münafıkçı Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler, AKP çıkardığı kanunlarla artık çok açık bir şekilde Kürtleri katletmektedirler.
Mevcut durumuyla Devşirme Ergenekon’un yerini alan Devşirme Fetul-Ergenekon bin kat daha tehlikelidir.
Kürtler AKP ile Fetul-Münafıkçıların oluşturduğu yeni Ergenekon örgütlemesi olan “Devşirme Fetul-Ergenekon’un” ne kadar eski Ergenekon’dan bin kat daha tehlikeli olduğunu iyi görmeye başladılar.
Hele Kürt gençliği, bunu daha iyi görmeye başladı.
Kürt gençliği bu “Devşirme Fetul-Ergenekon’u” yenmenin tek yolunun gerillaya katılarak ona karşı savaşma olduğunu da biliyor.
Acaba AKP ile Fetul-Münafıkçılar bunu fark etmişler mi?
- Ayrıntılar