Basına ve Kamuoyuna!
13 Ekim günü 07:00-17:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Berçelan, Havan Tepesi, Gişnê ve Şamkê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
14 Ekim 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ekim günü (bugün) sabah 09:30-10:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Bedê ve Şamkê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Ekim günü Kars’a bağlı Kağızman’ın Çemçe alanına bağlı Pênawus, Tirpanik, Mênawus, Kızılkilis, Borîstîn, Kafêsor, Mistafî ve Şehit Sidar alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Hareketli birliklerin alanda pusulama yaptıkları ve son iki gündür Borîstîn, Kafêsor ve Şehit Sidar alanlarında yoğunlaşan operasyon halen devam etmektedir.
12 Ekim 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Ekim günü Dersim’e bağlı Ovacık ilçesine bağlı kırsal alanda TC ordusu tarafından operasyon başlatılmıştır. Alanda yoğun pusulamaların yapıldığı operasyon halen devam etmektedir.
11 Ekim 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Bu ali-cihanda oldum olası pırpırlı pırpırcıklı Türk generalleri kadar atanı görmedim.
Hele bir de yalaka, cücecik, kölecik apoletcik medyanın önüne çıktılar mı görün.
Atıyorlar da atıyorlar.
Onlar attıkça diyorum ki, at general at, baveje general baveje, berde general berde.
Hele bir harita da astılar mı apoletcik medyanın karşısına.
Vallahi de billahi oluveriyorlar sahte haritacı, bilimcicikler.
Çubuk da aldılar mı ellerine, tutana aşk olsun.
Şöylesine haritanın üzerinde gezdirdiler mi, mazallah delilleri de olur amade.
Görmediniz mi apoletcik medya, pırpırcık ve cücecik generalin marifetini afişe ediyordu.
Wiş wiş gördüğümüze bakın.
Pırpırcıklı general, nasıl diziyor yalanları.
Diyor ki, “Xezal’ı -Ceylan- biz öldürmedik”.
Diyor ki, “bize karşı asimetrik yıpratma yapılıyor.”
Diyor ki, “Korxe karakolu ile Tapantepe alayı”, Xezal’ın öldürüldüğü yere 8 km uzaktaymış taa.
Havan menzilinin dışındaymış da.
Söyledikleri havan menzili açısından külli yalan.
Bir defa havanların menzili, kalibresi ve kullanılan havşe sayısına göre 25 km mesafeye kadar olabiliyor.
Pırpırcık generalin söylediğini bu teknik bilgiyle karşılaştırdığımız zaman yalan attığı ortaya çıkıyor.
Bu bir.
İkincisi pırpırcık generalciklere verilen zihniyet yalan zihniyetidir.
Türk devleti onlara diyor ki, Kürt yoktur.
Bu yalana inandırılarak yetiştirildikleri için, ister evde, ister okulda olsun doğalında yalancı oluyorlar.
Bir pırpırcıklı general itiraf ederken şunu söylemişti: “Devamlı bize dendi ki, Kürt yoktur. Dağ Türkleridirler. Ama sonradan öğrendik ki, söylenenler yalandır.”
Üçüncüsü herkes yanlış izahatlerde bulunuyor. Havan bir yere yatay gitmez. Dolayısıyla yatay gitmediği için söylendiği gibi yatay gelip Xezal’ın göğüs bölgesine de isabet etmemiş. O zaman kullanılan silahın başka bir silah olma ihtimali yüksektir.
Pırpırcıklı general hakikati bildiği için, 8 km argümanıyla akıllılık yaptığını zannediyor.
Ama bize yutturamaz, yalancı pırpırcıklı general.
Dördüncüsü, Xezal başka bir silahla vurulmuştur. Büyük bir ihtimalle roket veya füze türü bir silahla vurulmuştur.
Büyük olasılıkla olay bundan ibarettir.
Gerisi düzmecidir.
Asitmetrik yıpratma var diyerek yalan atmakla, çocuk katili olmaktan kurtulamayacaksınız.
Pırpırcıklı generaller.
Bundan sonra ünvanınız tescilli bir şekilde çocuk katilleridir.
Çünkü sizler çocuk katili generallersiniz.
Alnınızdaki böyle bir damgadan kurtulamayacaksınız.
Xezal’in katili generaller.
Siz Xezal’leri füze ile katlettikçe, nice Xezal’ler dağlara çıkacaktır.
Hem de Xezal’in intikamını almak için.
Duy bunu çocuk katili pırpırcıklı general.
- Ayrıntılar
Son günlerde burjuva basında bolca işlenen küçük Ceylan’ın haberlerini ve bu konu hakkında hümaniter kalemşorların sarf ettiklerini okuyorsunuzdur. Ben de fırsat buldukça hem TV’den, hem de bu minvaldeki haber alma kaynaklarından konuya ilişkin çeşitli haberleri takip edebilme imkânına sahip oldum. Fakat bugünkü derdim; bu konunun background’undan ziyade, sözünü etmeye çalıştığım bu kesimlerin insani yanının ne kadar bilenmiş olduğuna ve Kürt halkının öteden beri sahip olduğu Ceylan’lar hakkında bir türlü görülmeyen, görülmek istenmeyen konuya dair birkaç kelam olacaktır.
Tabi bunların öncesinde şunu vurgulamak gerekir ki; Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve bunun öncü gücü PKK, en büyük desteğini duyarlı Kürt gençlerinden almaktadır. Yani Ceylanlar ve benzeri münferit olaylarmış gibi gözüktürülmeye çalışan ama gerçeğinde sistemli bir soykırımın pratikleşmesi olan bu saldırı ve yok etme politikaları karşısında Kürt gençlerinin gösterdiği duyarlılık, bugün bu saldırgan güçlerin kara kara düşünmesini ve kirli politikalarla, ayak oyunlarıyla beyhude çabaları sergilemelerine neden olsa da ve yine Kürt gençlerinin gerçekleştirilen her saldırı karşısında akın akın dağlara gelmesi de söz konusu olmaktadır. Bir yerde bu durum da; o bolca zikredilen “Açılım”ın bütün gerçekliği olmaktadır.
Yani tüm mesele ve zurnanın nota yaptığı yer; Kürtlerin örgütlü güç olmalarını engellemek ve marjinal yaşamı tüm toplumsal kesimlere hazmettirmek olmaktadır.
Şimdi böylesi konulara duyarlı olmak ve olmaması yönünde mücadele yürütmek elbette gereklidir ve anlamlıdır. Bu noktada gösterilen her türlü hassasiyet anlaşılır olmaktadır. Bu bağlamda mevzubahis kesimin yazmaları, söylemeleri elbette iyidir. Fakat önemli olan sonuç alıcı mıdır? İşte o hümaniter kalemşorların en başından bu soruya, tüm samimiyetleriyle, dürüstlükleriyle cevap verebilmeleri gerekiyor. Zaten böylesi bir cevap ile yüzleştiklerinde çok doğal olarak kendilerini de görecekler. Ve gerçekten de bu meseleler öyle bilmem hangi gazetenin herhangi bir köşesinde, ya da bir TV kanalının her hangi bir programında söylemek ve yazmakla çözülmüyor.
Bunun bilinci oluştuğunda ortaya başka bir soru daha çıkıyor; o zaman bu yönelimlere yönelik nasıl bir mücadele etmek gerekiyor? İşte esas cevaplanması gereken soru da bu oluyor. Tabi biraz cesaret istiyor bu soruyu cevaplamak, malum Türkiye standartlarında ve bu köşe bucak gazeteciliğin, aydınlığın etik ölçülerinde buna cevap verebilmek; biraz da olsa mangal gibi yürek istiyor!
Yazının başında Ceylan’dan söz ettik. Oradan da devam edebiliriz ama hatırlatmak açısından da olsa; UĞUR’u, ENES’i, ABDÜLSELAM’ı da anmak gerekiyor. Yani bugün Ceylan’ın hikayesi ilk değil, hele hele Nobel’lik bir kitap olabilmekten daha gerçekçidir. O da tıpkı diğerleri gibiydi. Yani kimliğinde kırmızı mühür taşıyordu, yani Ne Mutlu……….. Diye yazan tepelerin altında hem çocukluğunu, hem de içinde bulunduğu sosyal-toplumsal koşulların gerektirdiklerini yaşamaya çalışıyordu.
Sonrasında “Devlet” tarafından 12 yaşındaki bedeni paramparça edildi. Şimdi neden, niye, nasıl oldu gibi üçüncü sayfa sorularını bir kenara bırakmak gerekiyor. Ki zaten bugün TSK’den de konuya yönelik ikinci bir açıklama geldi; “havan mermisinin menzili dışında bu olay gerçekleşmiş ve bu haberlerle yıpratılmaya çalışılıyorlarmış”. Normal bir aklın algılama ve kavrama sınırlarının kabul edemeyeceği bu açıklama, bir yerde sözünü etmeye çalıştığım yazar-çizer çevresine “daha fazla bunu karıştırmayın ya da burnunuzu daha fazlasına sokmayın” anlamında bir cevaptı.
Ondan sonra ne mi oldu? Mesajı anlayan ve gereğini yapmakta gecikmeyen bu kesim; Amed, Hakkâri, Van, Mersin vb. yerlerde gerçekleştirilen ve uluslararası komplonun başlangıcı olarak Kürt halkı tarafından kabul edilmiş olan 9 Ekim’e yönelik protesto gösterilerinde, meydanlarda, sokaklarda çatışan ve eylem halindeki çocukları bol bol işliyor ve kendi mantık sınırlarının içinde yorumlar geliştiriyorlardı. Yani teranenin cılkı ve bir parça drama!
Burada son dönemlerde bilimcilikte sıkça kullanılan bir terime de başvurabiliriz: “KELEBEK ETKİSİ” evet, bilinen ve revaçta olan bir kavram! Hem teorisi yapılıyor, hem de çeşitli filmlerde kullanılan bir kurgu oluyor. Yaşadığımız topraklarda ve içinde bulunduğumuz dönemde bu terimi kullanarak, belki de meramımızı daha iyi anlatabiliriz.
Şimdi Uğur, Enes, Abdulselam ve Ceylanlar aslında bir nevi öfkenin, intikamın yolculuğunda bir kelebek etkisi olmaktadır. Yani onlar daha çocukluğunu sığdırmaya çalıştıkları bedenlerinde, yaşamak zorunda kaldıkları bu derin acılarıyla bir kelebeğin kanat çırpması oluyorlar. Doğal olarak sonrasında da fırtına ve boran kopuyor! Şimdi bu protestolarda meydanlarda olan çocukları, elinde taş atan insanları ve tüm biber gazı-göz yaşartıcı gazları arasında Molotof’la saldırılar söz konusuysa, gerçek nedenleri burada aramak, bunların üzerinden çözüm geliştirmek gerekiyor.
Sorunu liberalize ederek ya da insani trajedilerle izaha kavuşturmaya çalışarak, sonuç almak mümkün olmayacaktır. Bu konuda daha öncesinden de ifade etmeye çalıştığımız gibi Kürt halkı ve gençliği, her daim olduğu gibi üzerine düşeni yapmaktan geri durmayacaktır.
- Ayrıntılar
Che telaffuz edildiğinde bir gerillanın aklına gelen ilk düşence romantizmdir. Başka da “Rosinante’nen kaburgaları yeniden bana batıyor, yollara düşmeliyim” sözlerini nasıl anlamlandıracağız? Küba devrimi gerçekleştirilmesine rağmen Rosinante’ye binip kıtalar arası gerillacılık ve devrimcilik eylemine ne demeliyiz? Peki, Che’yle simgeleşen Havana purolu o insanı alıp götüren fotoğrafına ne demeliyiz? İşçilerle işçi, doktorlarla doktor, çocuklarla çocuk, şeker kamışçısıyla şeker kamışçı, duvarcıyla duvarcı, askerle asker ve tabii ki şairle şair olan Che’yi nereye koyacağız?
Öyle ki hep sıra dışı duran, alışılmışın dışında çılgınca başkaldıran, haykıran gür sesini mutlaka ama mutlaka duyuran, tabiat anayla içli dışlı olup da ona hayranlığını gizlemeyen bir Che. Herkesin bir takıntısı ve sakladığı korkulardan dolayı kendisine bıraktığı hazineleri vardır. Herkesin bir şekilde rahat olmayan davranışları vardır. Ancak Che öyle değildir. Onun hazineleri yüreğinde saklı değildir. Onun hazineleri dolu dolu akan yaşamında ve başkaldırışındadır. Perdesiz olması buradan gelir.
Dediğimiz gibi alışılmışın dışında statüko tanımaz. Rusya ziyaretinde uygulanan sosyalizme ilişkin görüşleri istendiğinde “hiç de bir sosyalizm olmadığı devlet kapitalizmi” olduğunu saklamadan dile getiren bir haykırışçıdır. Kruşçev’e ilişkin görüşleri alınmak istendiğinde ise “gelişmiş bir köylü” demeden edemez. İşte bu Che’dir. Kendisini hiçbir frenlemeye tabii tutmaz. Tutturmaz da.
Romantizm, 19. yüzyılın ilk yarısında, biraz da Aydınlanmaya bir tepki olarak gelişen akım ya da hareket olarak, farklı ülkelerde farklı görünümler aldığı elbette doğrudur. İngiltere'de tamamen estetik bir fenomen, bir sanat hareketi, Fransa'da Rousseau'nun etkisiyle, toplumsal uzlaşıma karşı bir protesto, sanatta doğaya yönelik temelli bir ilgiyle belirlenen, doğal fenomenleri doğrudan ve aracısız bir biçimde kavramayı temele alan akım olmasından dolayı da, tüm formları, kuralları ve uzlaşımları yapay oluşumlar ve doğanın gerçek anlamını ve ifadesini kavramadaki engeller olarak görmesinden, içtenliğe, akışa, serpilmeye ve tutkuya önem verir. Analiz yerini sezgisel ve duygulara, duyulara değer vermek, ölümüne sarılmak buna derler herhalde. Ve tabii ki idealleştirme ya da genelleme olmadan, bireyi de kıymetlendirerek somut olana yönelmesi ve doğanın uyandırdığı duyguları gözlemesi ve aktarmasına da inanır.
Eğer romantizmin tanımı yukarıda ifade edilenler ise Che’yi romantizmin ve romantik duyguları zirvede yaşayan bir militan olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Henüz genç bir üniversite öğrencisiyken önce cüzam hastalığını araştırmak için Arjantin’i altını üstüne getirirken, üniversite son sınıftayken de adeta tüm Güney Amerika’yı bir motosikletin üzerinde bir kuruşu olmadan yola çıkarak içindeki arayışçı, ilgili, dinmeyen, tutulamayan canavarı tüm zincirlerinden boşanırcasına salıvermesi bir romantiğin özgürlük çığlığı değildir de, nedir? Hele hele üniversite yılları sona ererken tekrar Rosinante’nin kaburgalarını vücudundan hissetmeden edemeyen genç doktora ne demeli? Bir yerde adaletsizlik varsa, Che o adaletsizliği dindirmeden edemez. O insanın iç dünyasında ne kadar güzel duygu varsa en doruklarda yaşayan biri olarak kendisini adamalıdır.
Dedik, onun akışını kimse durdurmaz. O, inancı için vardır. İçindeki ses için vardır. Vicdanı için vardır. Hayallerine sonuna kadar sadık yaşayarak vardır. Tabii ki arayışları için, tutkuları için, özlemlerini pratikleştirmek için vardır. Ve onu yollara düşüren bu ütopyalarıdır. Ve kimse ama kimse bu ütopyalarını gerçekleştirmesinin önünde engel olamaz. Olamaz, lakin o engel tanımayan bir çılgın romantiktir. Neredeyse her şeye ama her şeye -köleleştiren, eşitlikten uzaklaştıran, hiyerarşikleştiren- ne varsa kafa tutandır. Bu duruşuyla kendi yoluna gidendir.
Belki de kapitalist modernist bir çağda böyle hayallerine sadık kalmak gülünecek bir olgu olarak da ele alınabilir. Bir devlet bakanı iken kalkıp açlıkla, sefaletle, hastalıklar içerisinde, David gibi Golyat’a karşı çıkması gerçekten gülünecek bir durum olarak görülebilir. Rahat bir yaşamı varken kendini zor içine atarak başkalarının derdini dindirmeye çalışmak belki gerçekten bu dünya düzeniyle çelişik olabilir. Olabilir değil, kesinlikle öyledir.
Peki, Che gibi oldukça zeki ve akıllı olan bir insan niçin böyle zorlu olan bir yolu tercih etmiştir? İşte bu sorunun cevabı onun dünyaya bakışında aramak yanlış olmayacaktır. O bir romantiktir, o bir insan sevdalısıdır, o bir özgürlükçü ve tabii ki kendine ve duygularına ihanet etmeyen bir bireydir. Yüreğinin sesini dinleyerek yaşam yolunu arayan biri olarak o tam bir hayalcidir. Ama güzel, ama doğru, ama adaletli bir dünyadır hayali.
Che’nin böyle olduğu kesindir.
Che böyledir. Gerilla’nın en güzel tanımı tabiatın evladı olması değil midir? Yoksa hayallerine sadık kalan özgürlük savaşçısı mı demek gerekir? Çocukluk hayallerine ihanet etmeyen mi daha iyi bir tanımdır? Sınırsızca tutku düzeyinde kendisini yaşam akışına özgürce kanatlanarak bırakan mıdır? Boyun eğmez, dik duruşlu, ezilenlerin en güçlü silahı olarak yeniden adaleti tesis etmek için, kelle koltukta, en zor yaşam şartlarında ölümüne, inadına etini dişlerine takarak yürüyerek geleceğin aydın günlerini yaratmak için baş koyan gerilla ne kadar Che’yle birleşiyor.
İşte bundandır ki Che derken gerilla, gerilla derken romantizmin yüreğimize nakşolması boşuna değildir.
Şu unutulmamalıdır; romantizmi bitmiş insan bitmiş insandır. Öyle sanıldığı gibi gerilla ağırlıklı olarak askeri bir güç değildir. Gerilla ağırlıklı hayallerini, insanlığın erdemli hayallerini birleştirerek yola çıkmış bir Donkişot misali Rosinante’sini alarak yola çıkmış bir adalet arayışçısıdır. Ve bu dünyaya adalet gelmedikçe Rosinante’nin sırtında binlerce savaş da yürütülse, savaş ve kavga durmayacak, durdurulamayacaktır.
Biz Kürdistan gerillaları olarak da Che’nin özlediği, hayalini kurduğu ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını verdiği bu kutsal davanın yolcuları olduğumuzu, Che’nin şaşmaz öğrencileri olarak da kalacağımıza, söz veriyoruz.
Büyük enternasyonalist Şehit Kadir Usta’mızın dediği gibi; “Bırak, ardından kalan kırık dalları başkaları toplasın, yolun yarısında tökezleyerek ilerleyenlere dönüp bakma” Gittiğin her yerde heybende umut ve adalet olsun.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Ekim günü gece 00:00-01:00 saatleri arasında Hakkari’ye bağlı Deşta Xanê, Gera Berxê, Gundê Talê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
2. 7 Ekim günü Bitlis’in Tatvan ilçesine bağlı Azadşer alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Ekim günü öğlen saatlerinden itibaren başlayıp akşam saatlerine kadar, Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’e bağlı Gire Heliz, Dola Aş, Geliyê Pisaxa ve Gire Partizan alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
8 Ekim 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Rêber APO
9 Ekimin tarihsel önemi üzerinde gerçekten çok durmak gerekiyor. Bu hem yaşadığımız trajedinin iyi anlaşılması ve hem de geleceğimizin kazanılması için zorunludur.
9 Ekim komplosu öyle sıradan bir olay değildir, iyi anlaşılmalıdır. Komployu boşa çıkartmak için, komplocu güçlerin bize dayattığı savaşı değil, barışı tercih etmiştim. Bu amacımdan da bütün zorluklara, bütün engellemelere rağmen size duyduğum büyük saygım ve özlemim nedeniyle vazgeçmiş değilim.
20. yüzyılın sonlarında, Kürt halkının özgür iradesine karşı dünya çapında bir komplo ve darbe planı uzun bir hazırlık sürecinden sonra artık adım adım pratikleşiyordu. Filmi bir kez daha geriye çekip baktığımızda, bu planın aslında ‘90’ların başında Londra kaynaklı olarak uygun görülüp uluslararası düzeyde hayata geçirilmek istendiği anlaşılacaktır. Planın Türkiye boyutları az çok bilinmekle birlikte, Avrupa ve ABD boyutu net olarak anlaşılamamıştır. Uluslararası boyutunu görmezsek, değerlendirmelerimiz eksik kalacaktır.
9 Ekim ‘98 çıkışı değerlendirilirken, Ortadoğu zemininin ne anlam ifade ettiğini çok sağlam ve yürekten çözümlemek gerekir. Bu zeminde yirmi yıla yakın bir pratik geçirdim. Sayısız ilişki ve çalışmalarda bulundum. Tarihsel önemde gelişmeler ortaya çıktı. Bu gelişmelerin benimle ilgili hangi sinir ve ruhla gerçekleştirildiği ve nasıl dayanabildiğim de bütün yönleriyle mutlaka anlaşılmalıdır.
Yine 9 Ekim 1998’de sürece yönelik baskı politikasından sonra, dağı değil Avrupa’yı tercih edişimin nedeni diyalog yollarını geliştirmekti. İmralı’da sorgulama sürecim aynı havada geçti. Burada klasik bir sorgulamadan ziyade, sorunlara diyalogla yanıt aramanın tek doğru çıkış yolu olduğu ısrarla vurgulandı.
9 Ekim yürüyüşü, barış ve demokratik çözüm arama yürüyüşüdür. Başarma isteğini dile getiriyor. Ben bunun haklı olduğuna inanıyorum. Neden dağa değil de Avrupa'ya, siyasal alana yöneldim? Hala bunu tercih ediyorum. Daha çok acıya neden olmamak için, kırk yıldır rüyasını gördüğüm dağı tercih etmedim.
Barış ve demokrasi imkanı çok sınırlı da olsa, orada göründüğü ve buna inandığım için tercih ettim. Tam belli değil, başarıya ulaşamadı. Dostların iyi bilmeleri gerekir. Halk ve Türkiye bunu anlamaya çalışmalı. Neden Avrupa ve Rusya beni olumsuz karşıladı? ABD neden komplonun içine girdi?
Rusya kendi yakın tarihine ters düştü; ABD’den alacağı İMF kredilerinden dolayı menfi tutum takındı. Avrupa bana karşı doğru davranmadı. Kendi hukuk ve demokratik siyasetine uygun hareket etmek yerine, ekonomik çıkarlarına uygun davrandı. İtalya da iyi davranmadı. İtalya'nın tutumunu fazla onurlu davranmadıkları için önemsemiyorum. Avrupa'dan onuruma uygun davranmadığı için ayrıldım. Ben halkımın ve Ortadoğu'nun onurunu çiğnetmedim. Beni ellerinde çok onursuz, kişiliksiz tutmak istediler. Benimki onur savaşıydı. Onur her şeyden daha önemliydi.
Benim Türkiye’ye teslim edilmemdeki asıl amaç da bir Türk-Kürt savaşı yaratmaktı. O süreçte ben de kötü niyetli davranabilirdim, barış yanlısı bir tutum sergilemeyebilirdim. Fakat böyle yapmadım. O zor günlerde zor koşullarda yaşayarak, ayakta kalarak ve barışa dönük projeler uygulayarak Türk-Kürt savaşı planını boşa çıkardım ve hala da çıkarıyorum.
9 Ekim süreci daha iyi anlaşılmıştır. Bunları kalın çizgilerle tekrar belirtiyorum. Programımızı ve stratejimizi dünya çapında geliştirmelisiniz. Avrupa ve Ortadoğu, İran, Irak ve Türkiye açısında büyük fırsatlar veriyor. Umarım bu fırsatların farkındasınız. En önemlisi askıda olan barış sorunudur. Demokratikleşme Türkiye’de çok sınırlı gelişiyor. Demokratik mücadele gelişecektir. Mutlak PKK’nin tasfiyesinden yana olanlar var. PKK ile barış olmaz deyip dışlayanlar var.
Araplar ve Mübarek beni Ortadoğu’dan çıkarmak için Türkiye, İsrail ve Amerika ile bağlantılı olarak komploda rol aldılar. Şimdi kendileri ABD ve İsrail ile karşı karşıya geldiler. Benim başıma getirdikleri şeylerin aynısı şimdi onların başına geldi.
Bu oyunu tarih ilerde açıklığa kavuşturacaktır. Yunanlılar güya jest yaparak, ABD ile birlikte beni Türkiye’ye vererek Türkiye’den Kıbrıs ve Ermeni meselesinde taviz istiyorlar. Kimse beni jest olarak kullanamaz. Kimse bizim üzerimizden jest yapamaz.
Halkımız üzerinde Sümerlerden beri geliştirilen kolonileştirme çabalarının ayrılmaz bir parçası olan ve esas olarak dost görünümünde işbirlikçi güçlere ve kişilere dayalı komploların en kapsamlısı olarak hayat bulan 9 Ekim-15 Şubat komplosu, istediği ve planladığı sonuca ulaşmaktan uzaktır. 20. yüzyılın tüm hainlerini ve işbirlikçilerini en üst emperyalist irade altında birleştiren bu komployu bir tarihsel Anadolu ve Mezopotamya barışına dönüştürmek, görev olarak halklarımızın ve tüm sorumlu güçlerinin önündedir. Bu göreve sahip çıkmak, hem ülkenin güçlü bütünlüğü, hem de laik ve demokratik cumhuriyetin özlü birliği için tek doğru tutumdur.
- Ayrıntılar