Çok cehş gördük.
Ama bu AKP’li cehşler gibisini görmedik.
Ne kadar hilebaz, ne kadar dolandırıcı, ne kadar talancı, ne kadar katil cehş varsa hepsi AKP’de toplanmış.
Tüm Kürtler etrafınıza bakın AKP’li cehşlerin hiçbirinde miskal kadar ne ahlak kalmış ne de insanlık kalmış.
Hele hatırlayın, Çiller’in cehşleri bile bu kadar pişkin değildiler.
Çiller’in üç serok cehşi vardı.
Biri Colemerg’li serok cehş Mustafa Zeydan, biri Şırnex’li serok cehş Süleyman Tatar, biri de Siwerek’li serok cehş Sedat Bucak idi.
AKP’nin serok cehşlerine bakın tam tamamına 9 serok cehş:
Çiller’inkine göre tam tamamına üç kat.
Colemerg’li serok cehş Rüstem Zeydan, Merdin’li serok cehş Süleyman Çelebi, Riha’lı serok cehş Sabahattin Cevheri ile Eyüp Canip Gölpınarlı, Çewlik’li serok cehş Kazım Atoğlu ile Yusuf Coşkun, Xarpet’li serok cehş Faruk Septioğlu, Amed’li serok cehş Abdurrahman Kurt ile Xıyi eşirinin serok cehşi kont-gerillacı İhsan Arslan gibi silahlı serok cehşler var.
Serok katil Erdoğan’ın eğer dediği gibi 75 sayısı doğruysa, geriye kalan 66 kişilik cehşlerde siyasi cehş oluyorlar.
Şimdi siyasi serok cehşlerden biri olan Mehdi Eker diye biri var.
Kürt halkının Önder APO’ya ölümüne fedaice sahip çıkmasına hazmetmemiş ki, DTP’ ye “niye direniyorsunuz” diyor.
Kürtlerin direnişini ihanetle suçluyor.
Bu siyasi cehşin, söyleminden yola çıkarak, bazı sorular soracağım:
Filistin’den bazıları, halkına ihanet ederek, KADİMA partisine katılsalar.
Bunlardan bir kaçı, İsrail’de siyasi serok cehş yapılarak, vezir yapılsalardı.
Bunlardan birinin de adı Mehdi Eker olsaydı.
Ve İsrail, bu serok cehşi Tarım ve Köy işleri Bakanı yapsaydı.
Diğer yandan İsrail, Filistin lideri Arafat’ı esir düşürerek bir hücreye koysaydı, ardından yarısı büyüklüğünde bir hücre yapıp oraya yerleştirseydi.
Tüm Filistinliler, buna karşı çıkarak, İNTİFADA’ya kalksaydılar.
Batı Şeria’da Filistin siyasi cehşlerin Kadima bürosundan Aydın Erdem’in Amed’te öldürüldüğü gibi ateş açılıp, bir Filistin’li genç öldürülseydi.
Bunun ardından, İsrail’in siyasi serok cehşi vezir Mehdi Eker, kalkıp kendi halkında bir genci katletme ve binlercesini yaralama ile zindana atma emrini verse.
Tüm bu yaptıklarını tersine çevirip, ihanet ettiği halkının direnişini ihanetle suçlasa, buna Filistinliler ne derdi?
Tüm yurtsever Kürtler bu şekilde tüm Kürtlerle tartışsınlar ve Mehdi Eker’in şahsında AKP’deki silahlı ve siyasi cehşlerin ne yaptığını teşhir etseler ne olur?
Hele bir planlama dahilinde bu kampanya yürütülürse, AKP’nin Kürdistan’daki hali ne olur acaba?
Tüm Kürtlere bu soruyu sorarak her Kürdü Önder APO’yu özgürleştirme serhıldanına katılmaya ikna etse.
Önder APO özgürleşene kadar Özgürlük Serhıldanını kesintisiz bir şekilde yükseltirse.
Ben açıkça söylüyorum.
Türk ırkçı sömürgeciliği ile soykırımcılığının Kürdistan kolu olan hem AKP, hem de Türk ırkçı sömürgeci sisteminin kendisi biter.
Kürdistan özgürleşir.
Kürdistan özgürleşir.
- Ayrıntılar
Siyaset, günlük ya da uzun vadede yaşanan, yaşanacak olan sorunlara çözümler arar ve bulur. Siyasetin çözemeyeceği bir problem olamaz. Nedeni ise siyasetin tabiatıyla ilgilidir, o da siyasetin dinamik karakteridir. Siyaset çözüm üretme sanatıdır.
Ortadoğu'da siyaset esasen çelişkiler yaratma üzerine kuruludur. Ayak oyunları, hile, şantaj, arkadan vurmalar, kuyular kazarak düşürme, tahrik ederek rakiplerini akıl dışı hareketlere sürüklemek hep bu temel mantıkla bağlantılıdır.
Ortadoğu'da sömürgeci güçler Kürtleri yürütmenin bir yolu olarak hep hileye ve kandırmaya dayalı siyasetler uygulaya gelmişlerdir. Bunun yetmediğini gördüklerinde ezme, sindirme vazgeçilmeyen bir metot olarak her zaman devreye konulmuştur. Özcesi bu topraklarda iki yöntem yan yana iç içe Kürtlere karşı kullanılmıştır; ez ve kandır. Ez ve kandırarak yanına çek, ez ve ezdiklerinden kendine adam ayıkla. Bu bir politika, lakin çok çirkin bir politika; ahlaki olmayan bir politika…
Bir müddettir açılım tartışmaları yürütüldü. Kürt açılımı, demokratik açılım, dayanışma derken milli birlik projesine kadar gitti. Ve eni sonunda da tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dile kadar yükseldi. Ve tuhaftır ancak açılıma başlarlarken de çıkış noktaları burası olan Türk devleti ve hükümeti neden böylesi bir yol izledi diye sormak gerekir?
Ortadoğu'da Türk devleti İran devletinden sonra belki de hileyi, aldatmayı ve ezmeyi en iyi bilen devlet geleneğine sahiptir. Bu tecrübe Osmanlılardan belki de Orta Asya'dan gelirlerken atalarından kalmıştır. Onu bilmiyoruz ama karşıtlarını böyle taktiklerle alt etmede usta olduklarını ve bu hususta yoğun tecrübeli olduklarını biz biliyoruz. Sadece biz de değil aslında siyasetle uğraşan ve bu devlet geleneğiyle uğraşan herkes biliyor.
Türk devleti ve hükümeti Gabar, Oramar, Zap ve 29 Mart seçimleriyle geleneksel imha ve inkâr sistemiyle yürüyemeyeceğini idrak etmiştir. Bu belki de 15 Ağustos eylemliliğinden sonra ilk kez yaşanan bir durum olmuştur. Geçmişte de bazı siyasetçiler bu durumu fark etmişlerdir. Ancak devletin bu siyasetçileri nasıl tasfiye ettiğini herkes biliyor. Bu kez farklı olanı ise cümle cemaat devletin bu durumu böyle idrak etmesidir. Yani inkârın ve imhanın bu şekilde sürdüremezliğini…
Açılım tartışmaları bu aşamadan sonra başlamıştır; tıkanmanın dip noktasının yaşandığı anda. Normal devletler ya da siyasetler tıkanmanın dip noktalarında yaşananlara çözüm ararlar, lakin Ortadoğu'da devletler -bunu siz katılaşmış siyaset olarak algılayın- yalana, dolana, hile, ayak oyunlarına başvurarak kendilerince rakiplerini ezme yolunu ararlar.
Nitekim Kürt özgürlük hareketinin tüm iyi niyet, barış, uzlaşma adımlarına Türk devletin nasıl yere çalarım mantığıyla yaklaşımları eksik olmamıştır. Kürt özgürlük hareketi ve en belirleyeni olarak Rêber Apo, bu sorunun çözümü için elinden geleni yapmıştır. Teorik olarak yapmıştır, ideolojik olarak yapmıştır, siyaseten yapmıştır, askeri olarak yapmıştır, kültürel olarak yapmıştır ve sosyal olarak yapmıştır. Ve en önemlisi de oluşması gereken barış ortamının felsefik bakışını yol haritasıyla sunmuştur. Rêber Apo'nun çözümlü yaklaşımlarından dolayı belli bir umut havası doğmuştur. Halk umutlanmıştır, aydınlar umutlanmıştır, Türkiye'de demokratlar umutlanmışlardır. Özcesi içi kirli olmayanlar, eğri otursalar da doğru konuşanlar, rant peşinde koşmayanlar umutlanmışlardır.
Bu umudun kırılmaması için, devletin çözümsüzlük ve yine tekçi dayatmalarını kırmak için Rêber Apo barış guruplarını devreye koymuştur. Barış gurupları gerçekten de Kürt halkına yaraşırcasına karşılanmışlardır. Kürdistan adeta 5 gün boyunca bir bayramı yaşamıştır. Barışın gelmesi için Kürdistanlılar sokaklara dökülmüşlerdir. Tümden bir referanduma dönüşen gerilla karşılamaları tarihi bir an'ı ifade etmiştir. İşte bu tarihi an'da biraz mütevazi, biraz çözümlü siyaset, biraz hoşgörü, biraz iyi niyet ve biraz da vicdanlı bir yaklaşım sergilenmiş olsaydı siyasetin çözüm gücünün ne olduğunu herkes görecekti.
Ne var ki çözümsüzlüğü bir siyaset geleneği haline getiren bir devlet, teslim almayı hep marifet bilen bir zihniyet, tekçiliğe alışmış bir kararmış vicdan, tüccarların ayak oyunlarını marifet bilen közleşmiş bir yürek ve rant yemekten nemalanan bir avuç orta sınıfçı siyaset sahipleri, bu süreci baltalamak için yalan ve dolana yeniden başvurmuşlardır.
Kürdistan'da yaşanan referanduma ilk verdikler tepki hakaretler olmuştur. Linçler olmuştur. Tahammülsüzlük olmuştur. DTP'ye yönelme olmuştur. Askeri operasyonlara girişmek olmuştur. Ve Kürtlerin en büyük hassasiyeti olan Rêber Apo'yu cendereye alma olmuştur.
Sürecin tümünü adeta en büyük özveriyle üstlenip yürüten Rêber Apo'ya yönelmek, gerillaların geri dönüşlerinde yapılan karşılamalarda Kürt halkının topyekûn -kuzey, güney, doğu ve batıda- kucaklarını açarak tek yüreklerine basmalarına TC'nin kirli cevabı olmuştur. Kürt halkı kandırılamayacağını bu gerilla karşılamalarında göstermiştir. Devlet ve hükümet paniklemiştir. Kendilerince Kürtler onların ellerinden çıkmıştır. Halbuki Kürtler onurlu bir barış için milyonlarla ayağa kalkmışlardır. Türkiye ile kardeşlik temelinde ayağa kalkmışlardır. Gerillanın dönüşünü barışa için bir şans olarak değerlendirerek ayağa kalkmışlardır.
Ne var ki çözümsüzlük üzerine kurulu, çelişki yaratmaya dayalı TC zihniyeti oluşan bu ortamı sabote etmek için çok çirkince tahrikleri eksik etmeden kendince müdahale etmişlerdir. Ve ne var ki birçok saygın yazar bu oyuna düşmüşlerdir. Ne var ki birçok barış yanlısı bu oyunu görememişlerdir.
Barış sürecinin neredeyse tek mimari durumunda olan Rêber Apo'ya yönelmek gelişecek olan barış sürecini sabote etme girişimidir. Kürt halkını şikane etmek sadece ve sadece savaşı kışkırtmaktır. DTP'ye bu türden yönelmek linçlerin önünü açarak kutuplaşma yaratmaktır. Ve bunların tümünü AKP ve devlet politikaları yapmıştır.
Kürt halkının bu durumu kabul etmeyeceği açıktır. Kürtler tarihlerinde yeterince kandırılmışlardır. Yeterince imha ve inkârla yüz yüze gelmişlerdir. Yeterince Ali Cengiz oyunlarıyla aldatılmışlardır. Ancak Kürtler eski Kürtler değildirler. Öz benlikleri oluşmuş ve kendileri olmuşlardır. Onurlarını hiç kimseye çiğnetmeyecek kadar kendileridirler. Hele hele Kürt gençlerini görmek gerekir. Kadınlarından hiç söz açmayalım. Küçük generaller diye tabir ettiğimiz gelecekleri için dağların doruklarında mücadele ettiğimiz çocuklarımız -benzerleri oyuncaklarla oynarken- taşlarla cesaretli olmanın ilk deneyimlerini yaşıyorlar. Analarımız, nurlu ellerinden öptüğümüz analarımız. Benzerleri evlerinde yemek yaparken, onlar tahammül edilemeyecek havalarda meydanlarda yüreklerimizi ısıtıyorlar. Ve onların ısısı her türden soğuğu ve buzu eritecek kudrettedir.
Analarımızın bu yürek dolu ısılarını saygınlığını yitirmemiş Türkiye yazarları ve barış sevdalarının görmeleri dileğiyle…
- Ayrıntılar
Bu aralar birileri barış olmalıdır, geleceğimizi karartmayalım, geçmişi bırakalım diye duyarlı olduklarını sanmakta. Savaş koşullarının acılarından bir tad almayan, babası cezaevinde olmayan, annesi katledilmeyen, kardeşi dağlarda olmayan, evi barkı olmayıp metropol kentlerinin varoş köşelerindeki atölyelerde karın tokluğuna çalışan ve geleceğini sorduğunda cevap alamadığı akrabaları olmayan, en önemlisi bu savaşta bedel vermeyenlerin ucuz ve gündelik söylemlerini okuyorum. Aslında başta isimlerine bakarak okumaya değer diyorum ama sonra pişman oluyorum. Çünkü isimlerine layık olmaları ve düşüncelerinin tarafsızlığına sevdalılıklarını bırakmaları gerektiğine inanıyorum.
PKK değişti. Ama birilerinin istediği gibi ya da beklediği gibi olacağını nereden çıkardınız. Birilerine göre olacak ise o zaman dünyanın tek bağımsız örgütü olma unvanını nasıl koruyacak? Geçmişte bireylerin yaptığı hataları ve eksiklikleri, bir halkın uyanışını sağlayan, yol gösteren, her zaman onların yanında olan ve sonuna kadar da olmaya devam edecek olan bir örgütün üzerine yıkmanın alemini ancak çapsız birileri yapar. Onları da insan olmasına rağmen maalesef kimse ciddiye almaz.
Geçmişi olmayan halkların metropollerde ne hale getirildiklerini ve bazılarının romantizmin mekanları olarak tanıdığı yerlerde Kürt halkının nasıl kültürel soykırım altında tutulduklarını bilmiyorlar mı? O sade, güzel, saf, dürüst ve sevgi dolu beyinlerini kirleten düşüncelere karşı savaşan Önderinin kandırma ve oyalama yani haince nefessiz bırakıldığını duyması sonrasında evinde güzelce oturamayacağını, bir vicdanı ve ahlakı olduğunu bilmiyorlar mı? Biliyorlar ama, çizgisi belirsiz sözde sosyalist mantıkları, vicdanlarının ve hislerinin önüne geçiyor.
PKK örgütünün savaşı istemediğini, insani ve yaşamsal haklarını ve özgürlüklerini yakalamak için, soykırımdan kurtulmak için binlerce canını dağa gönderen ailelerimizin gönül birliğiyle onurluca bu işi sonlandırmak istediğini bile bile saçma cümleler ve söylemlerle aydın duruşlarını zedeleyenlere yazıklar olsun.
Siz ne anlarsınız bu işlerden diye çok ayrıntılara girip, sayfalarca yazıp bazı yaşı ilerlemişlere haksızlık etmeyiz. Türk milliyetçisi geçinen de, solcusu da bu yöntemlerle artık olmaz diyor. Nedir sizin yöntem olarak sunduğunuz? Çok basit ve ezberlenmiş söylemlerle, mazlum insanların -bazı hataları da olsa- haklı taleplerine şikayet yaparak mı yaşayacağız yoksa şiddetten bir türlü vazgeçmeyen rantçılardan mı kendimizce hesap soracağız?
Başta herkes kendini bir yere koysun ve ona buna laf yetiştirip hep isteyenler arasında yer almasın. Biz de yıllarca istedik, barışın olmasını istedik. Geçmişte ne yaşanmışsa yaşanmış, karşılıklı müzakereler ve uzlaşılar ile özeleştirilerin pratik olarak verileceği çalışmalar içerisine girilmesini istedik. Peki, cevap nedir? Siz ölmekten başka bir şey hak etmiyorsunuz. Siz sadece iyi ölürsünüz, gerçekten bunu sizden daha iyi başkası asla yapamaz deyip gerekli senaryolar ve anlaşmalar devreye koymadılar mı?
Bir yandan aşağılayarak ve ince esprilerle rezil ederek, diğer yandan hep güçlü diye, kutsal diye tabir ettiğiniz devlet babanızdan neden bu kadar talepte bulunmuyorsunuz? Gücünüz hep güçsüz diye gördüklerinize yettiği için olsa gerek.
Uzlaşarak geleceği karanlık halden çıkaracak tarihi bir sürece, strateji değiştirerek giren bir hareketin, savaşını kontrollü bir halde, demokratik eylemliliğini kontrollü bir halde, inisiyatifleri, özgün ve bağımsız duruşları kontrollü bir halde tutabilmesi başlı başına zor ve bir o kadar da ustalık isteyen bir husustur. Bu ustalığı, kendisini devlet diye tabir edenlerden de istemesi gayet doğaldır. İnsanlara özgürlüklerinin kısıtlandığını hissettirecek yanlışları yapan devletin işlemez hale gelmesini istemek de gayet doğaldır.
Birilerinin size yaptıklarından onları sorumlu tutmadan önce, bana karşı olmasının nedeni nedir diyerek değerlendirmeye başlanmalıdır. Her şeyin bir nedeni vardır. Herkesin de sabrı bir yere kadardır. Sadece sonuçlara ve magazinvari haberlere bakarak dünyayı değerlendirecek çapsızlıklara da gerek yoktur.
Toplumsal barışı sağlayacak kişiyi öldürme girişiminin toplumsal savaşı isteyen bir zihniyet tarafından yapıldığını bir an bile unutmadan, soykırım tehdidini hissederek özgürlük mücadelesine atılan binlerce gencin bu zihniyeti durdurmak için savaştığını unutmadan, her iki halkın aydınlık geleceği için gerekli yol, yöntem ve metodların hepsini cesaretlice deneyecek bir örgütün varlığını unutmadan yaşamak her vicdanlı insana gerekir.
- Ayrıntılar
Hayat tatlıdır doğru. Kimse kolay kolay ne bundan vazgeçebilir ne de tadını bozmak isteyebilir.
Bütün bu onursuzluk içinde olan ama biraz da olsa arayış içine girmesi an meselesi olan insanlarımızın bu halkın ve gelecek kuşakların yaşamını düşünecek büyüklüğe gelmiş olmalarını var sayarak bencilliği bırakacaklarına inanıyorum.
Hep ben rahat olayım, bana kimse dokunmasın deyip ya da, aman şu yanlışı yapmayayım gibi sürekli ensesinde biri onu izliyormuş gibi hayatını zindan edenlerin, artık kendisinden başka insanları da düşünmesi gerekmez mi? Biz ki nice önder kişilikler ve halk öncüsü sanatçılar tanıdık, şiirler okuduk, ezgilerle coştuk, sloganlarla kendimizden geçtik. Direndik, mücadele ettik. Biraz oturup düşündüğümüzde bütün yapmak istediklerimiz, ancak biraz yük ve sorumluluk altına girdiğimizde gerçekleşiyor.
Bir Kürt genci kendince bir yoruma gittiğinde ben genç ömürlü taptaze bir insanım diyebilir. Ama mazlum bir halkın evlatlarından biriyse, kitap okumuyorsa, yanındakine Kürt halkının acılarını paylaşalım, duyarlı olalım demiyorsa, dilimizi inkar edenlere karşı sen hangi hakla halkıma böyle dersin demiyorsa, onun sadece içi boş, lümpen, vaktini haylazlıkla geçiren sıradan biri olduğu kanıtlanır.
Hayat çok tatlıdır evet. Ama tadını çıkaramadıktan sonra ne anlamı vardır. Hayatına kast eden durumlardan uzak durmak için aileden aldığın nasihatlerin yardımıyla pür dikkat olabilirsin. Ancak farkında olmadan bir sistem içerisinde nasıl yaşattırıldığını görmenin zamanı geldi.
Yapılan bazı propagandalarla; hayalini gerçekleştirmek senin elinde, ileride ne olmak istiyorsun, zengin olmak için çalış vb.. safsatalara inanacak kadar cahil ve basit insanlardan biri olmamak için artık bazı söylemlere kulak tıkamanın faydası olduğunu düşünüyorum. Güzelim hayatı insanlar için çekilmez, stresli ve ömrü boyunca hamal gibi çalışma mekanı haline getirenleri fazla dinlemeden, geçmişine, diline ve kültürüne bağlı her demokrat insanın yaptığı gibi yüreğinin sesini dinleyerek, anlamlı, sade ve dürüst yaşama gelmenin başlangıcını yapmak, haysiyetli ve onurlu bir davranış olacaktır.
İçinde mücadele olmayan bütün yaşam biçimlerinin tadının olmadığını yeni anladığımızda bizlere sunulan ve koca bir yalandan ibaret olup, temelinde seni köle gibi ölene kadar sömürme üzerine kurulmuş bir sisteme karşı özgürce bir duruşu sergileyeceğimizden kuşkum yok. Paranın ve bazı mevkilere gelmenin peşinde ha bire koşturup duran büyüklerimizin pişmanca ve mecburi yaşamını kabul edenlere söylenecek pek cümlemiz yok. Özgürleşmediğimiz sürece hiçbir yaşam biçiminin sağlıklı ve huzurlu olacağına inanmayanların mekanına, mazlum insanlarımızın onur ve haysiyetlerinin her şeyden daha değerli olduğuna inananların mekanına varmak gibi bir özlemi gidermek bizim ellerimizde.
Maddi ve manevi olarak sadece bazı kesimleri güçlü kılan ve diğerlerini güçsüzleştirerek kendilerine hizmetçi yapan bu düzenin değersiz bir hizmetçisi olmak ya da olmamak tercihe bağlı. İş sahibi bir baba ya da ev sahibi bir ana olmadan önce içinde yaşadığımız toplum için bir şeyler yapmak gerekiyor. Hırsızlığın, açlığın, fuhuşun, cahilliğin, ölme ve öldürmelerin, karşılıklı saygısızlık ve küçük düşürmelerin olduğu bir yaşam için tatlıdır, güzeldir, iyi günler göreceğim konusunda umutluyum demek kendini kandırmak olur.
Ben mi kurtaracağım, bana ne başkaları yapsın deyip kendi acılarını uzatan binlerce sürü içinden, sadece birileri için değil, kendisi için de anlamlı ve onurlu yaşama imza atacak genç yüreklerin akın akın gelişini izlediğimizde onları çok şanslı görüyorum.
Bütün tasfiye etme planları ve anlaşmalarına rağmen kendi değerlerine kilitlenmiş ve düşmanını bu yönlü dize getirmenin arifesini yaşayan bir örgüt içine gelerek aslında kendi hayatlarını oluşturuyorlar. Başkalarının istediği gibi değil de, kendi özlem ve amaçlarını istediği gibi yerine getirmenin demokratik ortamına gelerek kendi hayatlarına ayrı bir tad katıyorlar. Yeme içmeden daha değerli olan sevgi ve saygının karşılıklı ve düzeyli olduğu hayatın tadını birlikte yaşamak dileğiyle………..
- Ayrıntılar
İmralı algısı Kürtler için çok önemli bir konudur. Kürtler bunu değiştirmek zorundadır. İmralı çok özel ve özgün bir yerdir. Dönemsel acı ve sevinçlerin...
Bir algı olarak kafalarda yer etmesi özel bir psikolojik uygulamanın sonucudur. Hükümet ve devletin çok ötesinde olan bir durumu arz eder. Önder Apo'nun bırakılması ya da tutulması ikilemine dayanan çok geniş bir siyasi çevrenin bulunduğu ortaya çıktı. Dikkat edersek Önder APO'nun bırakılacağı siyasetini yapan MHP ve CHP'dir. MHP İmralı hukukunu ve siyasetini iktidardayken yapamaz, işleyemezdi. MHP tek bir gün bile Önderliğe hücre cezası verseydi Türkiye allak bullak olurdu. Gerçek başka, uygulama başkadır.
İdam ve tecrit arasında gerçek nerdedir? Tecridi bile beceremeyen ya da yapamayan bir partinin sürekli idamdan bahsetmesinin nedeni nedir? Önderlik en son buna, buna ölümü gösterip sıtmaya razı etme dedi. İmralı’nın özü budur. Dolayısıyla İmralı için en uygun pozisyon AKP'nin iktidar MHP ve CHP'nin ise muhalefet olmasıdır. Bu yolla güya ideolojik parti olan MHP ve CHP bol keseden ideolojik laflar edebilir, iktidarda yapamadıklarını bu yolla rahat yapabileceklerdi. Zaten ideolojiyi söz durumuna düşürme de bu oluyor. Muhalefet söyler iktidar yapar. Dolayısıyla İmralı ve Kürt meselesinde bu partiler anlaşmıştır.
AKP birleşik kaplar siyasetini yapıyor. Halkın barış istemlerini ya da Türkiye’nin eski günlere dönme kâbusunu demokles kılıcı gibi kullanıp nedenlerini hiç sorgulamayıp sonuçlarını kullanıyor. Halktan kopuk, dış güdümlü radikal hareketler gibi yakıştırmalarla, kendilerince savaş ve gerginliklerin gerekçelerini de onlara yığarak yine kendilerince savaş istemediklerini söylemek istiyorlar.
Siyasetten kopuk bir barışın masrafı yoktur. Oysa savaşın nedeni siyasettir. Anaların ideolojisi yoktur. Gözyaşını durdurmak istiyoruz gibi aslında alçakça olan bu yaklaşım genelkurmay başkanının Mardin de anadil için söylediği “çocuklar dili anadan öğrensinler” yaklaşımından farksızdır.
Bu siyaset İmralı’dan bize bizden de İmralı’ya döndürülen bir siyasettir. Analar ağlamasın sözü analarını ağlatacağız yaklaşımları yanında suyla yıkanmış gibi gözüküyor. İdamın yanında tecrit daha kabul görür. Dolayısıyla bir algı savaşı haline getirilen bu durumu Kürtler iyi anlamak zorundadır. Bu durum Kürtlerin siyasi realitesinin gerisinde bir durumdur. İdamdan tecride inen ve oradan da özgürlüğe gidecek bir durum değildir.
Tecridi yönetmek en büyük Kürt düşmanlığıdır. Türkiye siyasetinde AKP dışında bunu başaracak bir parti yoktur. Kürt tepkilerini de kontrol edecek başka bir parti yoktur. Dolayısıyla AKP her gün algımızı kontrol ediyor. Kürtler bunu iyi değerlendirmezse, sert tavır koymasa, AKP'nin siyasi kuşatmasının içinde kalacaklardır. Sözle önderliğin özgürlüğü, algı ve fiiliyatta ise tecrit sınırında kalma AKP oyununa gelmek oluyor.
Algıyı suratla değiştirmeliyiz. Ters çevirmeliyiz. AKP Kürtlerin pozitif duruşuyla ayaktadır. PKK nice partiyi alaşağı etti. Savaş ve gerginliği demokles kılıcı gibi kullanmak hayatımızı mı kurtaracak? AKP mi bunu durdurmuş? Savaş olacaksa AKP kaybeder. Dolayısıyla Kürtler birinci hedef olarak fiiliyatta Önder Apo’nun özgürlüğü için seferber olmalı.
Dolayısıyla Türkiye’nin her yerinde yaşamı durdurmayı hedefleyen eylemsellik sürecine girmiş bulunuyoruz. Bu bir haftalık direniş bile göstermiştir ki, tepkimiz yayılırsa kısa zamanda amaçlarımıza ulaşabileceğiz.
Ancak önce algıyı değiştirmeliyiz. AKP’nin Kürtler üzerindeki siyaseti, sıcak suyun sonrasında soğuk su dökmek oluyor. Kürt halkının tepkilerini ve direnişlerini bu yolla uyuşturuyor. Küçük eylemler, küçük tavizler yaklaşımı bundan sonra Kürtlere kaybettirecektir; bu nedenle büyük düşünmeli ve büyük eylemselliklere girmeliyiz.
Önderlik fiziki olarak da özgürleşmeyene kadar ev hayatını kendimize zindan edersek, binlerce insanla-hatta bütün Amed, bütün Batman, bütün Van-bir hafta boyunca biz Önderliğimizi istiyoruz diye şehir yollarında oturabilirse, gençlik nefessiz kalıyoruz diye yoğun bir şekilde hareketlenirse, İmralı algısının değiştiği söylenebilinecektir.
Siyaset nasıl algılanırsa öyle yapılır; algımız Önderliğimizin mutlak özgürlüğü olmalıdır.
- Ayrıntılar
Strateji; toplumsal ilişki ve çelişkileri, onlar arasındaki mücadeleyi çözümleyen bilimdir. Strateji biliminin unsurları neleri kapsıyor? Strateji, belli bir politik program hedefine dayalı mücadelenin temel yol-yöntemini, örgüt ve tarzını belirlemekle birlikte, böyle bir mücadele içerisindeki toplumsal ilişkilerin tasnifi, mevzilendirilmesi, toplumsal çelişkilerin tespiti stratejinin unsurları arasında oluyor.
Taktik, stratejiye bağlıdır. Nasıl ki politika bir felsefeye, ideolojiye bağlı ise, o ilkelere göre yön buluyorsa, taktik de stratejiye bağlıdır. Taktiğe, stratejinin güncelleştirilmiş, pratiğe geçirilen hali diyebiliriz. Stratejinin unsurlarını içerir, fakat daha daraltılmış, güncelleştirilmiş olarak, uygulama alanına getirilmiş, taşırılmış olarak içerir. Bu bakımdan taktik alan, tümüyle uygulama alanı, pratik alandır. Kuşkusuz o da birçok çözümlemeye, tasnife dayanır, ama sadece genel bir tasnif, çözümleme düzeyinde kalmaz, onu aşarak pratik karar haline gelmeyi, oradan da örgüt ve eyleme dönüşmeyi, pratiğe geçmeyi ifade eder. Bu bakımdan günlük yaşamın her anında verdiğimiz her kararı, taktik olarak tanımlayabiliriz.
TC devletinin temel stratejisi Kürtleri tanımamaya dayalı inkâr ve imhadır. Uzun yıllar bu stratejiyi çok kaba taktiklerle uygulamaya koydular. Stratejileri yok saymak iken taktik yani güncel politika ise yok etmekti. Ve bunu başarılı bir şekilde uyguladıklarını söylemek ve “yiğidi öldür ama hakkını yeme” atasözüne denk olarak Türk devletinin hakkını teslim etmek gerekiyor. Öldürmeyi, yok etmeyi, tecavüz etmeyi, sürmeyi, göçertmeyi özcesi soykırım yapmayı iyi biliyorlar. Bu dersi iyi almışlar. Bu dersi uygulayanlar kızıl elmacı diye bilinen nasyonal faşistlerle ırkçı faşistlerdi.
Kürtleri TC devletinin tüm faşizan şikane ve terörize etme yöntemlerine rağmen Kürtler kardelenler gibi kışın en sertinden ayağa kalkarak karları delerek gün yüzüne inadına çıktılar. Ve Kürtler sadece ayağa kalkmadılar, Kürtler PKK öncülüğünde müthiş bir kültürel kalkışı da yaşadılar. Kürtler gerilla hareketiyle Kürt toplumunun neredeyse-yüzde beşlik bir kesimi hariç ki bunlar Mangurtlardır, devlete göbekten bağlı olan, çıkarcı bir avuç kompradordur-herkesime nüfus etti. Ve Kürt halkı yeniden doğuş diye tabir edilen “Vejini” yani Kürt Rönesansı’nı yaşadı. Ve bu Rönesans yükselişi devam ediyor.
Derin devlet artık Kürtleri tutamayacağını bilince çıkarmıştır. Kürtler artık kafeste tutulamazlar. Bunu da biliyorlar. Ve Kürtlerin 30 yıllık dev bir mücadele içerisinde çelikleştiklerini de biliyorlar. Artık Kürdün kandırılamayacağı da ortadadır. Başka bir deyimle kızıl elmacı siyaset iflas etmiştir. Yani klasik inkâr ve imha artık yırtılmıştır. Tarihin çarkı geriye çevrilemez diyor ustalar, bilemiyoruz çevirtilip evirilemeyeceğini ancak şunu biliyoruz ki; hiç kimse artık özgürlük yoluna girmiş Kürtleri boyunduruk altına alamaz.
Derin devlet bu durumu erkenden görerek tedbir geliştirmeye başladı. Ve bunun sonucunda AKP’nin ampulü yanmaya başladı. Buna uluslararası güçlerin bölgedeki çıkarlarını da ekleyelim. Bir anlamda tencere yuvarlandı ve kapağını buldu misali. Öyle sanıldığı gibi yerel egemenlerle ya da yerel kapitalistlerle küresel kapitalistlerin çıkar çatışmaları yok. Tersi doğrudur. Sermayedarların çıkarlarının ortaklaştığı, kesiştiği bir tarihi süreçte uluslar arası güçler AKP eliyle bir hamle yapmaya başladılar. Başka Fettulah Gülen’in ABD’deki bal "aylarını” nasıl değerlendireceğiz? Ya da “İslami” bir hareket olan AKP’yi bu kadar öne çıkartarak ABD ve İngiltere ile flört yapmalarını nasıl anlamlandıracağız?
Devam edelim. AKP’ye yeni görevler verilmiştir. Türkiye iyi kazığa çakılarak emperyalistlere bağlanacaktır. Karşılığında ise büyük çıkarları konuşacaktır. Ve nitekim yeni yetme aç gözlü sözde İslamcı geçinenler zenginleşmeye ve palazlanmaya başladılar. Bugün acaba AKP içerisinde göbek ölçüleri şişmeyen, genişlemeyen kimse var mı? Araştırmaya değerdir doğrusu?
Biz bu meseleyle çok uğraşmayacağız. Özgür kimlik temelinde gelişen bir Kürt özgürlük hareketi tehlikelerin en büyüğüdür. Bunun frenlenmesi gerekir. Bunun için bir PKK’nin içerisine müdahale etmek gerekir. Bu yapıldı. Ve epey sonuçta aldılar. Alternatif elbette sadece bunlar olamazlardı. Birde güneyde göbekten emperyalistlerin çıkarlarını savunacak, bağımlı ve Kürt halkının tüm enerjisini buraya bağlayacak bir devletçik oluşturmaya başladılar. Ve bununla da epey sonuçlar aldılar. Birçok keli felli kürdü buraya çektiler. Ve çok fazla sayıda insanı kandırmayı da başardılar. Ancak Kürt halk önderi tüm bu sonuç almalara rağmen PKK’yi yeniden daha güçlü toparlayarak ayağa kaldırdı. Sadece ayağa kaldırmadı Kürt halkını tarihin hiç şahitlik etmediği bir yükselişe geçirerek özgürleşmenin yoluna adım adım koydu.
Kürt halkı bu yükselişini gerillasına yaraşırcasına bir de 29 Mart yerel seçimlerinde siyasal iradesini ortaya çok güçlü koyunca tüm emperyal planlar alt üst oldu. Daha önce PKK’yi teşhir ve tecride dayalı, ulusal konferans hazırlayarak PKK’yi kuşatmaya dönük planlar yapılmışken bunlar yerel seçimlerle suya düştü. Bu kez PKK’nin ısrarla Ulusal Konferans çağrılarına rağmen kimseden ses seda yok. Ve öyle görülüyor ki yeni bir plana kadar da ses seda çıkmayacaktır. Çünkü Kürt özgürlük hareketi yükselişini sürdürüyor.
İşte tam da bu nokta emperyal babalarca inkâr ve imhanın rengini değiştirmek gerektiğinin sinyali ve talimatı derin devlete verildi. Ergenekon-deşifre ve kirlenmiş olanı-bunun sonucunda yargıya götürüldü. Kürt açılımı diye tabir ettikleri sözler bundan sonra devreye girdi. TV, radyo, isimler hep bu talimat sonrası devreye girdi.
Bir özgürlük mücadelesinin dal budak gelişmesi karşısında paniklemeyle bu gelişmeyi durdurmanın bir yolu olarak, ikinci olarakta emperyalistlerce bölgesel çıkarları için bölgede kısmen zayıflamış ve yapılabilirse tasfiye edilmiş bir PKK ile kazığa sağlam bağlanmış bir Kürtlük, yani Mangurtlaşmış Kürtlük. Tabii aynı şekilde kazığa bağlanmış bir Türkiye, bu da unutulmamalıdır.
AKP’nin tüm politikaları bu eksende yürümektedir. Strateji olarak inceltilmiş ve elde edilmiş olan tüm kazanımları Kürtlerin elinden almak. Bunun için de taktik olarakta ne kadar yol yöntem varsa mubahtır tarzıyla pratik politika yapmak.
Dikkat edilirse; AKP her gün zik zaklar çiziyor. Değişen güncel siyasal konjonktürden dolayı hep taktiklerini değiştiriyor. Ve bu taktiklerin çoğu birbiriyle çelişiyor. Bir saat önce söyledikleriyle bir saat sonra söyledikleri birbirini tutmuyor. Çelişiyor. En azından dışarıda ki bir gözlemci için bu böyledir.
Belki bir ampullü için bu böyle değildir. Ne de olsa ampulle hareket eden ne yapmak istediğini biliyor. Ampulle hareket eden öncelikle cebini doldurmak istiyor. Kendi yeni kastını oluşturmak istiyor. Kendi sınıfını daha güçlü rantın ortağı yapmak için inadına çalışıyor. Bunlar için yapılanlardan bir çelişki yok. Çünkü bu zümrenin çıkarları ve para babalarının çıkarları savunuluyor. Belki birkaç dürüst AKP’li için bu öyle olmayabilir ancak buda şüphelidir!
Aynı yaklaşım Kürt sorununa dönükte sergileniyor. Daha doğrusu Kürt sorununa yaklaşımları onların asıl yüzlerini gün yüzüne çıkarıyor. Kürt sorunu bir turnusol kâğıdı gibi netleştiricidir. Amaçları Kürtlerin kazanımlarını yok etmek olduğu için açıklamaları çelişkilerle doludur. Kürt sorununu çözeceğim diyecek ancak en azgın saldırıları Kürt halk önderi ve onun halkına yapacaktır. Kürt sorununu çözeceğim diyecek dünyanın her yerinde olan çözüm yol ve yöntemlerinin kıyısından geçmeyecek ve bu sorunu gün yüzüne çıkaran harekete her gün küfürler ederek terörist diyecek. Çocuklara saldıracak, analara saldıracak ve gerillaya saldıracak. Ancak Kürt sorununu da çözecek.
Eğri oturun ancak doğru konuşun. Neyseniz o olun. Kirli taktiklerinizi terk edin. Takkiyeciliği bırakın. Sahtekârlığı bırakın. İkiyüzlülük yapmayın. Geçmişte yaptığımız Zübük benzetmesinden vazgeçin. Ve bir an önce Kürt halk önderliğine yaptığınız işkencelerden vazgeçin. Durdurun. Aksi taktirde yaşanacak olanları bir tanrı bilir birde yaşayarak sizler. Bizi Türkiye halklarıyla zoraki karşı karşıya getirmeyin. O politika diye bildiğiniz çirkin kasaba taktiklerini terk edin. Terk edin. Terk edin.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Aralık günü gündüz 11:30-13:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Havan Tepesi, Petrot, Bircela, Reşmê, Sitê ve Merganiş Köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Ozan Ahmet Arif Adiloş bebek şiirinde şöyle der:
“Bunlar
Engerekler ve çıyanlardır
Bunlar
Aşımıza ekmeğimize
Göz koyanlardır
Tanı bunları
Tanı da büyü
Bu namustur
Künyemize kazınmış
Bu da sabır
Ağulardan süzülmüş
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü”
Ahmet Arif bu şiiri yazarken aslında günümüzdeki AKP’yi de tarif ediyordu.
Birileri halen AKP’yi tanımaktan uzaktır.
Bu durum Kürtlere acı vermektedir.
AKP değil midir ki, 2005 yılında “1 Haziran Kanunu” çıkaran.
Bununla kişiye özel kanunu çıkarıp da, Önder APO’yu ömür boyu zindanda tutmayı planlayan.
AKP değil midir ki, Önder APO’ya ilişkin her şeyi AİHM kararlarının kapsamı dışına alan.
AKP değil midir ki, 2006 yılında kanun çıkarıp, Kürt çocuklarını ömür boyu zindanlara doldurmayı yürürlüğe koyan.
Bunun sonucunda, binlerce Kürt çocuğunu zindanlara dolduran, AKP değil mi yine.
AKP değil midir ki, Kürt çocuklarının öldürülme emrini veren.
Bunun emrini veren Erdoğan değil de daha kimdir!
Bu emrin ardından onlarca Kürt çocuğu katledilmedi mi.
18 aylık çocuk nerede annesinin göğsünde süt emerken öldürülmüş?
Bunu yapan AKP ile Fetul-Münafıkçı polislerdir.
Cizre’de 18 aylık Mehmet Uytun’u AKP’nin polisleri vurmadı mı?
AKP değil midir ki, 2007 seçimlerinden önce çetecilik yasasını çıkararak, çete sayısını artıran.
AKP değil midir ki, milletvekillerinden bazıları çete başı olan.
Çewlik milletvekili Kazım Ataoğlu, Colemerg milletvekili Rüstem Zeydan, Merdin milletvekili Süleyman Çelebi, Riha milletvekili Eyüp Cenap Gülpınar ve Sabahattin Cevheri çete başı olurken daha niceleri böyle değil mi?
AKP değil midir ki, üç defa tezkere kararını çıkararak savaşı Kürdistan’ın dört parçasına yayan?
AKP değil midir ki, 2008 yılında kontr-gerilla kanunu çıkararak, Kürdistan’da görev yapan kontraların her tarafta görev almasını meşrulaştıran.
AKP değil midir ki, çıkardığı bu kanunla kontr-gerillayı Kürdistan ve Anadolu’ya serpiştirerek azgın Türk ırkçılığını örgütleyen.
AKP değil midir ki, 2007 yılında Önder APO’nun zehirlenmesini sağlayan, 2008 yılında saçlarını kestiren, fiziki işkence yaptıran.
En sonda da Önder APO’yu ölüm çukuruna atan.
AKP değil midir ki, Önder APO’nun görüşme saatini 45 dakikaya indiren, görüşmelerin yapılmasını engelleyen, hücre cezasını veren.
AKP değil midir ki, Önder APO’nun yol haritasına el koyan ve son savunmaları yasaklayan.
Tüm bunları yapan yalancı, dolancı, fesat, riyakar AKP.
Tüm bunların altında imzası olan ise Türk ırkçılığına devşirilen cehşleşen sözde Kürt vekiller.
Erdoğan’ın 75 kişilik cehş topluluğu, siyasi çeteleri yani siyasi kontraları.
****
Ey Kürt gençliği AKP çiyanını tanı.
Ey Kürt gençliği bugün görevini yapmayacaksan başka zamanda yapmanın hiçbir anlamı yok.
Dağlara çıkabiliyorsan, dağlara çık.
Dağlara çıkamıyorsan, dağların ruhunu şehirlere taşı.
Gün, AKP’den hesap sorma günüdür.
Gün, siyasi cehşlerden hesap sorma günüdür.
Gün, hem siyasi hem de silahlı AKP cehşlerinden hesap sorma günüdür.
Eğer hemen şimdi Önder APO’ya sahip çıkmazsan ve özgürleştirmezsen başka zaman hiç sahip çıkamazsın ve özgürleştiremezsin.
Direniş, Direniş!!
Ya bugün ya hiç!!!
- Ayrıntılar
Tarih, olup bitenlerin aynasıdır. Asıl olandır. Hep gerçek kalacak ve yaşanmış olarak belleklerde yerini alacak olandır. Bunun için tarihe ciddi yaklaşılacaktır. Hesaplar kitaplar bu gerçeklere ve ciddiyete göre yapılacaktır.
Kürdistan özgürlük mücadelesi düşmanın tüm topyekûn saldırılarına kuzeyde kapsamlı gerilla eylemlikleriyle, güneyde daha doğrusu Zap’ta da müthiş bir direnişle cevap verdi. Kürdistan tarihinde yeni bir direniş miti yarattı. Kürtlerin kendisini dünyanın en güçlü orduları arasında sayan bir askeri gücü dize getirerek hem de arkasına bakmasına dahi izin vermeden kaçmasını sağlatan Zap mitini.
Ve bu görkemli gerilla direnişi ardından halkımız tüm satın alma girişimlerine, tehditlere, işbirlikçileri harekete geçirmelere-siz buna Talabani’nin ve diğer güney liderlerinin açıklamalarını da ekleyin-rağmen 29 Mart seçimlerinde özgürlük çizgisine evet dedi.
Son olarak da; Habur’dan giren gerillaları milyonlarca insan -yediden yetmişe- deyim yerindeyse herkes karşıladı. 5 gün boyunca Kürdistan tarihinde görülmemiş sahneler yaşandı.
Bir halk evlatlarını örnek gösterilecek düzeyde bağrına bastı. Gerilla kıyafetleriyle gelen özgürlük savaşçılarını havada kaptı. Bayramların bayramını Kürt halkı tam 5 gün boyunca yaşadı.
Daha önce Başkan Apo “döneceğiz ama dönüştürmek için döneceğiz” demişti. Barış gurupları olarak dönen gerillalar tüm bir süreci dönüştürmek için gelmişlerdi. Ve halkımız bu misyonlarını bildiği için bu misyonlarına denk onları karşıladı.
Gerillalar, tarihi bir anda tarihi bir süreci başlatmak için barış elçileri olarak gelmişlerdi. Tıkanan bir sürecin önünü açmak için tüm riskleri göze alarak dönmüşlerdi. Önderimizin çağrılarını esas alarak dönen yoldaşlarımız bir de böyle tarihi bir görevleri vardı.
Kürdistan özgürlük mücadelesi 29 Mart seçim sürecinde silahları susturarak çatışmasız geçen bir sürecin yaşanmasını sağladı. Nisan ayından beri de tek taraflı bir eylemsizlik kararını ilan etti. Devlet bunun üzerine açılım politikalarını dile getirmiştir. Önderliğimiz ise bu süreçten sonra Yol Haritası için çalışmalarda bulundu. Ve Kürt özgürlük hareketi bu açılım politikalarına bir şans vermek için hem eylemsizlik kararını uzatmış hem de sürece pozitif yaklaşım göstermiştir.
Süreç ilerledikçe önderliğimizin Yol Haritası verilmemiş ve aksine gerillaya, halka ve Kürt legal siyasetine yönelimler artmıştır. Bu durumu aştırmak ve yine AKP politikalarının tutarlığını ölçmek için önderliğimiz barış guruplarını bu nedenlerden dolayı gönderilmesini istemiştir. Ve hareketimiz de önderliğimizin istemlerini hemen yerine getirerek Barış Elçilerini yollara koymuştur. Yukarıda dile getirdiğimiz gibi halkımız Barış Elçilerini adeta kutsarcasına karşılamıştır.
AKP’nin ve devletin beklentileri yerine gelmedi. Tersine halkımız topyekûn gerillanın yanına geçti. Ve Türkiye aydınları ve demokrat çevrelerde bu atılan adımları olumladılar. İbre giderek Kürdistan özgürlük mücadelesinin lehine kaymaya başladı.
Ne olduysa bu andan sonra oldu. AKP ve devlet umduklarını bulamayınca çark ettiler. Ve ortaya çıktı ki devlet, AKP ile el ele “Kürtsüz Kürt çözüm projesini” gündeme almış. “Kürt sorunu o kadar önemli bir sorundur ki Kürtlere bırakılmayacak kadar önemli bir sorun!“ Kürtlerin ne kadar kazanımları varsa hepsini-hem de sahte açılım taktikleriyle-geri alacaklar. Özgür ve iradeli Kürt yerine satın alınabilecek, satın alınmış Kürt yaratılmaya çalışılacak.
İsmi Kürt olacak ama içeriği Türk ve inkarcı.
İsmi Kürt olacak ama temsilcisi Mangurt Kürt.
İsmi Kürt olacak ama iradesi yok.
İsmi Kürt olacak ama kendisi kimliksiz.
İsmi Kürt olacak ama özü güdümlenmiş olacak.
Ve siz bu listeyi böyle sıralayıp devam edebilirsiniz. Kürt kasetleri, Kürt türküleri, Kürtçe konuşmalar, Kürt enstitüler, Kürt isimler, Kürt alfabesi, Kürtçe tabelalar ve…
Dediğimiz gibi ne olduysa tam da bu süreçten sonra oldu. Devlet kendisince bu kadar açılımla Kürtleri yanına alacaktı. Ancak olmadı. Kürtler milyonlarla, gelen gerillaları-hem de gerilla kıyafetleriyle-günlerce karşıladı. İçlerine aldılar, yanlarında oldular.
Devlet hazırlamış olduğu yeni tasfiye planı tutmadığını anladığı an daha sert bir sürecin başlamasının startını verdi. Gerillaya saldırılar arttı, halka yönelimler fazlalaştı ve en önemlisi de Kürt Halk Önderi Başkan Apo’ya karşı işkencelerin en ağırı olanı devreye konuldu. Daracık hücresinden nefesi adeta kesilerek ölüm sürecine alındı.
Devletin Kürt açılım politikasının sadece ve sadece bir sıkışıklıktan kaynaklandığı ve yine sadece ve sadece Ali Cengiz Oyunlarıyla Kürt özgürlük hareketini oyalayarak tasfiye sürecine kapsamlıca dostlarıyla aldığını netçe ortaya çıktı.
İnkârı ve imhayı adeta hücrelerine kadar yaşayan bir devlet ve onun takkiyeci, iradesiz, kimliksiz, omurgasız, kişiliksiz ve Mangurtları çok olan bir parti çözümsüzlük anında tüm gücünü, ilişkilerini, işbirlikçilerini, yandaşlarını, sindirdiklerini, iğdişleştirdiklerini tümünü devreye koyarak kapsamlı bir saldırı başlatıyor.
İlk elden güneyli güçleri -başında da Neçirvan Barzani’yi- harekete geçirerek geçmişte Kürt özgürlük hareketine düşmanlık yapanları ve ondan kopanları bir araya getirerek Türklere teslim etmelerini talep etmişlerdir.
PKK’nin imha olması şartına bağlı olan yaşamlarını örgütlemek için şimdiden hazırlıklara başladıklarını basında izliyoruz. Özelde geçmişten beri adeta bu halkın başına bela olmuş kişilik olarak nam salmış Osman gazetelere manşet vererek nasıl satılmaya hazır olduğunu dillendiriyor. Ve eğer o gazetelerde dillendirilenler doğruysa, çarpıtmalar yoksa tahrifatlar yoksa Osman’ın açıklamaları tek bir kelimeyle işbirlikçiliğin, ihanetin ötesinde tümden hainliktir. Hainlik bilindiği üzere düşmanların yanına geçerek kendi halkına saldırma ve savaşma durumudur. Halkının sırlarını ifşa ederek düşmanlara hizmet etmedir.
Kürdistan özgürlük mücadelesi bir kalkışı yaşarken, iradeli olmayı en üst düzeyde herkese gösterirken, birliğini ve beraberliğin güçlendirirken arkadan mücadeleyi hançerlemek tarihle oynamaktır. Ve unutmayalım tarihle oynanmaz. Yukarıda dile getirdiğimiz gibi; Tarih, olup bitenlerin aynasıdır. Asıl olandır. Hep gerçek kalacak ve yaşanmış olarak belleklerde yerini alacak olandır. Bunun için tarihe ciddi yaklaşılacaktır. Hesaplar kitaplar bu gerçeklere ve ciddiyete göre yapılacaktır.
Ve eğer hesaplar kitaplar bu gerçeklere ve ciddiyete göre yapılmazsa, bu hesapları bu yaşanan gerçeklere ve ciddiyete denk sormasını bilenler olacaktır. Kürdistan’da, gerilla ve fedai Kürt gençliği bu gerçeklere ve ciddiyete çağırmanın ve getirmenin diğer adı olduğunu hiç kimse ama hiç kimse unutmayacaktır.
- Ayrıntılar
Aslında bir nevi barış savaşçılarıyız. Barışı da çok seviyoruz ve istiyoruz. Ancak işlerin de beklediğimiz ya da düşündüğümüz gibi olmasını var sayamayız.
Evet, biz barış savaşçılarıyız ve bu uğurda göz kırpmadan bedeller de veriyoruz. En basitinden ama en insancılı olan, analarımızın gözyaşlarını dindirecek bir düşünce sistematiğine girmiş durumdayız. Kontrollü bir savaşı sürdürmek ve her fırsatta barıştan yana çağrıları yaparak mücadele ediyoruz.
Birilerini, hele bir de özellikle bazı uyduruk devlet yöneticilerini ikna etme lüksümüz de yoktur. Biz gerçekten toplumsal barışı seven güçler olarak savaşı sevmiyoruz.
Ne idiğü belirsiz, bulunduğu konuma nasıl geldiği belirsiz, yalancı, düzenbaz ve halkın paralarıyla asalakça beslenen bir zengin kesiminin görüşlerine ve istemlerine göre yaşamayacağımız kesindir. Kanımca kesin olan tek şey budur. Biz onların istediği gibi yaşamayacağız. Onların mekanlarına gidip, onların kurallarını yerine getirerek kendimizi affettirip devlet babanın dizlerine kapanma onursuzluğunu yaşamayacağız. Bunu bekleyenler var ise daha çok beklerler. Şehirleri de kendilerinin olsun, yalancı ve boyalı yaşamları da.
Arabalar boyanır, yollar boyanır, binalar, kadınlar, çocuklar, yiyecekler vs. sonunda içi hep boş ve çürük kalır. Sonra da insanlardan birbirine sevgi ve saygı duyması beklenir. Kimse kendi özünde değildir ki beğensin. Birbirlerinin boyalarına bakıp beğenmemeleri gayet doğal. Bir siyasi partiyi ve bir futbol takımını tut gitsin. Seni refaha eriştirecek düşüncelerden de kaçın gitsin. Sloganları da budur yaşamları da. Bahşettikleri yaşamı görmüş ve daha sonra da reddetmiş binlerce gencimiz bu kel kafalı ve gözlüklü tipleri dinlediklerinde gülüp geçiyorlar. Çünkü vaat yerleri cennet değil. Cennet denilen, şu an genç savaşçıların ayaklarının altındaki toprak gerçekliğidir.
Tarihte kanlar dökerek binlerce değer yaratan insanların da kapitalist zihniyetli yöneticilerden el pençe divan durarak barış talep ettiklerini sanmıyorum. İnsanlık onurunu ve özgürlüğünü tüm acımasızlığa ve zorluğa rağmen yürütmenin aşkına ve zevkine ulaşmış milyonlarca insanın o dönemki yüce duygularını hissedebiliyoruz. Öcalan bir ruhla artık katillerimizi görebiliyor ve intikamımızı alabiliyoruz. Bundan daha yüce ne olabilir.
Zihniyet değiştirmek ne kadar zor ise barış istemek de o kadar imkansız. Gerçekleşecek durum bir UZLAŞI’dır. Karşılıklı birbirinin haklarına ve yaşamlarına bir düzeyde saygı duyup (sadece saygı duyup) demokrasinin işleyeceği bir düzene birlikte katkı sunulacaktır. Yeni yıl ile birlikte karşılıklı diyalog ile süreç ilerleyebilir. Birisi, ben daha ne yapayım her şeyimizi ortaya koyduk, diğeri, benden ancak bu kadar, bundan sonrası çıkarları zorlar derse, zaten bir şeylerin olmasını bekleyemeyiz.
Demokrasinin temsilini güçlü yapma azminde olanlar ile yalancı demokrasi oyunlarını azaltanlar arasında gerçekleşmesini umduğumuz uzlaşı zamanını yaşamak istiyoruz. Halinden memnun olan da olmayan da buna muhtaç. Çünkü olmaması durumunda her iki taraf da zarar görecek.
Bir araya gelebilme cüretini göstermek, birbirleri gibi olma anlamına gelmiyor. Uzlaşı ortamları yaratabilmek, çağımızın en can alıcı ve önemli çalışmaları içerisinde. Karşılıklı olarak düşüncelere ve yaşam biçimlerine gösterilecek saygınlık ve kabul etme yaklaşımının, önemli bir başlangıcı yapacağı kesindir. Ama bunun adı barış olmayacak. Çünkü tarihsel olarak büyük bir tahrip, katletme ve kültürel soykırım yaşattırılmıştır. Şimdi atalarının adaletsizce kurduğu iktidar mevzilerini korumak için ne kadar çırpınılıyorsa ve bırakılmak istenmiyorsa, bu milyonlarca insandan geçmişini unutarak yaşamasını da isteyemeyiz. Onun için yaraları sarma ve düzeltme yapma hareketleri olarak değerlendireceğimiz bu önemli süreçte, yapılması gerekenleri, diyalog sonunda uzlaşma ortamları olarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Çünkü sömürüye dayalı kapitalist zihniyet ile özgürlüğe dayalı sosyalist zihniyetin barış yapması diye bir durum olmayacaktır.
- Ayrıntılar