Basına ve Kamuoyuna!
28 Kasım günü gündüz 10:30 – 11:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şîvê Köyü’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
29 Kasım 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, biz isyancıyız.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, biz PKK’li olduğumuz için isyancıyız.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, hem PKK’li olduğumuz için isyancıyız, hem de isyancı olduğumuz için PKK’liyiz.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, bu devletin tarihi yalan ve kan tarihidir.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, bu yalan ve kan tarihini açığa çıkaracağız.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, TC faşizmi Kürtler ve Türkler için kader değildir.
Bırano xweşkno yıllar önce dedik ya, bu faşizmi yıkmak için kavga gereklidir.
Kavga için geri dönüşü olmayan karara varmak gerekir dedik.
Karar vermek için de irade gerekiyor dedik.
Yürek gerekiyor dedik.
Hem de fedaice yürek gerekiyor.
Buna var mısınız dedik ve yola çıktık.
Aradan on yıllar geçti.
Dağları aştık.
Ovaları aştık.
Körane dipsiz ihanetler gördük.
Yarı yolda bitenleri gördük.
Ne körane dipsiz ihanetler ne de yarı yoldan bitenlere baktık.
Hep devam ettik.
Umut dedik, özgürlük dedik, hakikat dedik.
Bazen günlerce aç kaldık, bazen günlerce göz kapaklarımız kapanmadı.
Unuttuk uykuyu, ta yeniden uyuyana kadar.
Bazen soğuk işledi iliğimize, ama vız geldi.
Hepsinden de öte ölümü yendik, ölümü yendik.
Çatışa çatışa, direne direne, bedel vere vere, kan vere vere, can vere vere dünyada şahaneler yaratan Kürt halkını yeniden dirilttik.
Herkese kabul ettirdik.
PKK’nin kuruluşunun yeni bir yıldönümü kutlarlarken diyoruz ki, ya PKK ve onun fedai gerillası olmasaydı Ortadoğu’daki tablo ne olurdu bilir misiniz?
Kürtlere hatta Türklere, Farslara, Araplara direniş ruhunu veren, cesaret veren Kürdistan gerillasının ne hissettiğini, nasıl bir duyguyu yaşadığını bilir misiniz?
Ya ölümü yenmenin sırrını ve adanmışlığı?
Dağların zirvelerinden kentleri, ilçeleri ve köyleri süzmek nedir bilir misiniz?
Şahin gibi, doğan gibi zirvelerden pike yapa yapa ovaya inmek ve yine zirvelere çıkmak nedir bilir misiniz?
Bu nasıl bir duygudur, kendini nasıl görmedir bilir misin?
***
Kentlerin yok edici dehlizlerinden kurtulmayı hiç düşündünüz mü?
Milyonların içinde yalnızlığın en dibini yaşarken, loş loş, bulanık ve bitik duygulara batmışken hiç özgürlük arayışına girdiniz mi?
Hiç düşündünüz mü Cudi’yi, Cudi’nin Safinesini, Helana Pirini ve bu zirvelerde sırt çantana dayanarak, iki elini başının arkasına koydun mu?
Bu vaziyette iken hafif esen bir rüzgarın esintisi yüzüne vururken, Kürdistan’ın üç parçasından beş kent-Şırnex, Cizire, Derika Hemko, Sılopya, Zaxo- kanatlarının altındayken ne hislere girdiğimizi bilir misiniz?
O anda bir de, manzarayı seyre dalmak, nasıl bir duygudur bilir misiniz?
Hele zaman da gece vakti olunca, bir de ay ışığı da oldu mu saman yolunu da seyre dalmanın hangi ruh haline tekabül ettiğini bilir misiniz?
***
Bunları yaşayan bir gerillaya, bunların tümü neyi ifade ediyor diye hiç sordunuz mu?
Bunları hepsini yaşayan bir PKK gerillasına, hiç sordun mu bu nasıl bir iradedir, bu nasıl bir ruhtur, bu nasıl bir halka bağlılıktır, bu nasıl bir ideolojidir, bu nasıl bir PKK’dir, hepsinden de en önemlisi bu nasıl bir Önderliktir ki seni yenilmez bir kişiliğe dönüştürüyor?
Bunları sormadan, bunları yaşamanın en hakiki yolunun o zirvelere çıkmak olduğunu biliyor musun?
- Ayrıntılar
Dağda mahsur kalanlar kurtarıldı ve gerekli sağlık uygulamalarına tabi tutuluyorlar.
Herhalde CERN yakında yapacağı denemenin bütün azametini yaşıyorken, dünya da meraklı gözlerle ona bakıyor. Acaba bu sefer mi? Diye bir soru işareti beyinleri işgal ediyordur büyük ihtimalle.
Hindistan’da bir hayvanat bahçesinde beş insanı yemiş olan bir kaplan’ın, yapılan tetkikler sonucunda “Kanser” olduğu anlaşılmış.
CHP’nin Dersim!(son günlerin moda kelimesi bu olsa gerek)’li belediye başkanları bugün yaptıkları açıklamayla; “CHP’den istifa ettiklerini” tüm kamuoyuyla paylaştılar.
Domuz gribi almış başını gidiyor, ölümlerin artacağını ve daha çok tedbirlerin! alınması gerektiği ve yaşanan bu acz duruma beyitler diziliyor (her ne kadar madde-karşı madde çarpışmasına yönelik bütün bilimsel kurgular, senaryolar üretilirken bu konuda yaşanan bu çaresizlik! çok da anlaşılan bir husus olmasa da)
Yalova’da öldürülen kadın üzerine gerekli-gereksiz bütün tartışmalar yürütülüyor ve olayın perde arkası daha çok spotlanmaya çalışılıyor.
Kaybolan çocuklar bulunmuyorken, babasını karşılamaya giden çocuklar; yaşadıkları köyün üç saat aşağısında donarak ölüyor ve ölümün bütün soğukluğunu o küçücük bedenlerinde hissediyor!
Kimileri Kılıçdaroğlu’nu protesto ediyor, o ise bütün kaşarlığıyla “aslında bunlar beni alkışlıyor, siz bunu göremiyorsunuz” mantığıyla, bulunduğu durumun ve yerin Kaf dağı olduğuna cümle alemi ikna etmeye çalışıyor.
KDP ve YNK güçlerini birleştirerek yakında birleşik bir ordu oluşturacaklarını, bölgesel yönetimin yetkin ağızlarından ifşa ediyorlar!
AB’nin yeni başkanı ve çeşitli görev dağılımları birkaç gün önce belli oldu, şimdi bunların ne kadar ve nasıl yürütüleceği, seçilenlerin başta siyasi vizyonları olmak üzere bütün hayatlarının inciği, cinciği tartısılıyor!
Türkmen Efendioğlu’na suikast düzenleniyor, evinde uğradiği bu saldırı sonucu hayatını kaybeden Efendioğlu’nun yakınlarına ve Musul’daki Türkmen cephesi yetkililerine telefonla ulaşan Davutoğlu “müsterih olmalarını ve Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, ritüeline dokundurmalar yapıyor!”
İzmir’de DTP’nin kortejine belirli kesimler tarafından ve yine belirli ser odaklarının yönlendirmeleri sonucunda saldırılar gelişiyor, Türk; bu olaya dikkat çekerek, gelişmelerin çok da hayra alamet olmadığını söylüyor!
***
Biz mi?
Her şeyden önce hayat bu kadar metafor karmaşası içinde değil!
Öfke her zaman olduğu gibi keskin bir kılıç kınında!
Serhat odun getirmiş kulağı elindeki radyoda , “yol haritasını vermedikleri için yürüyüş ve serhildan halinde olan halkın durumundan aldığı pozitif moralle” sorunun çözümünde dilin oluşturulması gerektiğini vurguluyor!
Soğuk algınlığıyla mücadele eden Rozê, önce kekik kaynatıyor, sonrasında “Dersimli” olmasından kaynaklı, son günlerde yürütülen tartışmalardan ve Dersim’in böylesine magazinsel basın tarafından “Mal bulmuş Mağripli” misali dillendirilmesinden rahatsız, “öncesinde beyaz eşya, buzdolabı-simdi de Dersim Katliamı, devlet geleneği bir örtü gibi kendini Dersim’den bir türlü kaldırmıyor” diyor.
Mardin’de Süryani bağlarından yediği üzümleri ve yaşanan çetin savaş dönemlerinde yanı başında bir mavzer gibi şehit düsen yoldaşlarını kitaplaştırmaya çalışan Numan ise “zaman tekerrür olmak zorunda değil, bu anlaşılmadığı sürece, daha çok insanlar ağlayacak, bu sefer sadece analar da değil!” diyor.
Bir enstrümanın notalarında parmaklarını gezdirircesine silahını temizleyen Arjin ise “Yalova’da öldürülen kadına yönelik yürütülen bu tartışmalarda, her zaman olduğu gibi gerçeğin ört bas edilmesine ve gerçeğin üzerini kendi gerçeklerini inşaya çalışanların oluşturduğu bu zor anlayışına” olan öfkesiyle engin dağların zirvelerinde gezdiriyor gözlerini!
Elindeki dara ile kuru bir odunun peşine düşmüş Bertav “bir marş havasında olmalı her şey, kavga da-kardeşlik de” diye kelimelerin içinde anlamların deryaya dönüştüğü cümlelerini adımları gibi sert ve tutarlı bir şekilde söyleyerek, ( aradığı ağacı bulabileceği bir tarafa doğru gidiyor)
Hepimizin yüzüne teğet olarak değdirdiği bakışıyla bir avın peşine düşmüş olan (kedimiz) Pisi, sanki kansere yakalanmış kaplan’ın haberine aklını takmış bir şekilde sessiz sessiz gidiyor ortamızdan!
Biz de böyle!
***
Hayat 27 Kasım’a gidiyor; her şey öylesine karışık değil, bilakis daha da netleşiyor ve bayram havasında da olsa, hayat kendisini hem kavgaya, hem de kardeşliğe hazırlamaya devam ediyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
23 Kasım günü 12:00-18:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Marsis, Alanuş, Girê Helîz ve Geliye Pisaxa alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
24 Kasım 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Sonbaharın soğuklarına rağmen bu aralar gerillada sıcak günler yaşanıyor. Ve öyle görülüyor ki her PKK’li için kutsal olan doğuş günleri daha da sıcak geçecek.
Henüz bir iki hafta önce gerillan ve halktan bir grup yoldaşımız önderliğimizin çağrıları üzerine Türkiye’ye döndü. Daha da doğrusu bilinen resmi sınırlardan geri döndüler. Yoksa gerillalar her zaman kendi topraklarında en yüksek mekânlarda meskenleşirler.
Kürt halkı Ortadoğu’da yeniden doğuş için atılan bu adımları gerçekten de görkemli karşıladı. “Korsan” olan gerillayı alenen meydanlarda karşılamak her zaman görülecek bir manzara olmayacağından olmalıdır ki halkımız, halkımıza yaraşırcasına kendi evlatlarını karşıladı.
Kürt halkı vakur bir halktır. Aslında tüm Ortadoğu halkları böyledir. Ne var ki Ortadoğu’da yaşayan diğer halklar, onları aydınlıklara taşıyacak özgürlükçü arayışçıları yeterince örgütlü olmadıkları için bu vakurluklarını solgunca yansıtabiliyorlar, biraz mat duruyorlar.
Örneğin Türkiye’de yaşayan ve binlerce şehidi olan Türk halkı ve Türkiye halkları Denizlere, Mahirlere, Sinanlara sahip olmasına rağmen bugün neredeyse şoven bir dalganın içerisinde sürüklenip gidiyor. Adeta Romalılar sürecindeki Gladyatörlerle aslanların kavgasını arenalarda izler gibidirler. Ve çoğu zaman çılgınca dövüştürülen, vuruşturulan bu kavgalarda imparatorların tarafgiri olabiliyorlar. Arenalarda aslanlara parçalatılan gladyatörlerin haykırışlarını duymaktan, sezmekten, işitmekten aciz olarak sadece kavganın zevkini kendilerince izlemektedirler. Kendi açlıklarını, kendi acizliklerini, kendi boyun eğmişliklerini, kendi iktidarsızlıklarını bu kavgalarda unutuvererekten en çılgınca alkışlara, bağırışlara kendilerini kaptıra biliyorlar, futbol statlarında olduğu gibi.
Evet, Türk halkı ya da Türkiye halkları arenada zoraki kavgaya tutuşturulan gladyatörleri izlettirilmeye alıştırılıyor. Ve İran halkları, Irak’ta yaşayan diğer halklar da buna alıştırılıyor. Suriye’de kardeş Arap halkı da buna alıştırılıyor. Ve bundan olmalıdır ki salyalı zihniyet sahibi olan egemenler, iktidarcılar, rant yiyiciler ısrarla vakur olan halklarımızın bu gaflet durumunu da arkalarına alarak gladyatörlerin parçalanmalarına alıştırılıyor. Ve bundan olmalıdır ki en azgın, insanlıktan nasibi almamışlar, zihnen ve beynen yürekleri kararmış olanlar inadına inadına barış için, kardeşlik için, özgürlük için, adalet için, daha insanca ve onurlu bir yaşam için ellerini uzatanlara azgınca saldırıyorlar.
Saldırmanın da ötesinde özgürlük savaşçılarına teslim ol çağrıları yapıyorlar. Sanki inançlarından vazgeçmişlerde, sanki davalarına sırt dönmüşlerde ve sanki kötü bir şeyler yapmışlar da teslim olmaları isteniyor. Bilmeyen diyecek ki suç işlemişler. Bilmeyen derki ailelerine darılmışlar da dağlara çıkmışlar. Ve tabii ki bilmeyen diyecek ki birileri onları kandırıpta terörist devletin düşmanı etmişler.
Yok, öyle bir şey yok. Kürdistan gerillası dağlara kendi iradesiyle çıkmıştır. Ha denilecek ki her zaman gönüllü olmamıştır. O da yanlış sayılmaz. Kürdistan gerillası adeta zoraki gladyatörler gibi arenalara çıkartılmıştır. Bu bağlamda bir zorakilik vardır. İnkâr edilen, imhayla karşı karşıya gelen bir halkın en büyük arayışları olarak inkârın ve imhanın son bulması için yol eğer gladyatörler gibi zoraki arenalara çıkmaktan başka yol bırakılmamışsa bu da yapılmıştır. Öyle kimsenin suç işlediği yoktur. Tersi doğrudur. Halkımız dönen gerillaları nasıl karşıladığını herkes görmüştür. Bir de unutmayın bu gerillalar terörist devlete karşı en sıcak olan ölüm kalım meydanlarında yer almamışlardır. Bir de ölüm kalım meydanlarında kaç kez ölüm çemberinde geçmişler ise, feleğin imbiğini yırtarak ayakta kalarak terörist devletin suç makinelerine karşı en ön cephede kavga ederek gelmiş olsalar acaba bu halk onları nasıl karşılayacaktır, hiç düşündünüz mü?
Ve saymaya devam edelim. Her bir gerilla kutsal bir davanın neferi olduğunu bilerek yaşamayı bir erdem biliyor. Ve her bir gerilla hiç kimsenin katlanamayacağı fedakârlıkları göğüsleyerek yaşıyorsa orada yüksek bir moral var demektir. Eğer bu moral değerler olmazsa bir gün değil bir saat dahi kimse dağlarda yaşayamaz. Yaşayacak olanlar kendilerine dağları piknik yeri görecek olan olabilir. Ki bunlar da ancak tatil günlerini hesaplayarak kalabilirler. Yalnız dağları kendilerine yaşam meskeni beleyenler inançları, moralleri, bağlılıkları yüksek değilse ve de ölümüne bir halka sevdalı değillerse burada yaşayamazlar.
Gerilla sıcak günleri tüm sonbahar soğuklarına rağmen yaşıyor dedik. Terörist devletin tüm görmezden gelen, bön, kendini beğenmiş, inkâr ve imhadan ısrarlı, zihnen ve beynen kararmış yüreklerine inat gerilla soğukları sıcağa çevirerek yaşıyor.
Bu yüksek morali katıldığımız Apollo Akademilerinin kapanış yani mezuniyet törenlerinde görüyoruz. Komutan yetiştiren Mahsum Korkmaz Akademisi, Kadro yetiştiren Haki Karer Akademisi ve de özgür kadın arayışçılarını en yüksek düzeyde yetiştiren Şehit Beritan Akademisi öğrencileri diplomalarını alırlarken sürecin istediği kararlı ve fedaice duruşu tok haykırdıkları sözlerinden görüyoruz. Rêber Apo’ya bağlılıklarını haykırırlarken görüyoruz. Şehitlere bağlılıklarını ifade ederlerken görüyoruz. Ve de halkımızın kutsal ve haklı davasını sonuna kadar sahiplenme sözlerini verirlerken görüyoruz.
Ve işte bunun için diyoruz ki gerilla sıcak günleri yaşıyor. Bir taraftan akademilerimizin kapanışlarını görkemli moral etkinlikleriyle kutlarken, diğer taraftan yaklaşan doğum günümüzün sıcaklığını yaşayarak tüm Kürdistan gençlerini sonbaharda sıcak günleri yaşamaya çağırıyoruz.
- Ayrıntılar
Yıl 1979.
Yer Amed.
Bizler Amed’in en meşhur Lisesi’sinin ortaokul kısmındayız.
Liselerdeki abelerimize göre tıfıl sayılırız.
Okula başladığımızda liseli abeler hemen yanımıza yaklaşıyor.
“Hangi örgüttensin” diye bir soru soruyorlar.
Nasıl bir cevap vereceğimizi bilmiyoruz ki.
Bizler öyle fazla örgüt tanıyacak bilince sahip değiliz ki.
Kürt olduğumuzu biliyoruz o kadar.
Zorunlu olarak abelerimize sorardık “hangi örgüttensin” diye.
Onlar hangi örgütten olduğunu söyleseydiler bizde “hı derdik, bak bizde o örgütteniz” diye.
O çocuk halimizle abelerimizi kandırırdık.
Aslında cin gibiydik.
Neredeyse Kürdistan’ın her tarafındaki okullarda durum, aşağı yukarı benzerdi.
Tüm okullarda ve okulumuzda, devrim rüzgarları esiyordu
Örgütü olmayan hemen hemen yok gibiydi.
Bizim okulumuzun, hemen hemen yüzde doksanı DDKD’liydi.
Diğer kalan kısmı Rızgari, DHKD, KUK ve KAWA örgütüne mensuptu.
PKK’liler beş on öğrenciyi geçmezdi.
Bir gün PKK’liler ile DDKD’liler arasında okulun çıkış kapısında kavga çıktı.
PKK’li olanları saydık topu topu altı arkadaştı.
PKK’li dört arkadaş lisede öğrenciydi, iki arkadaş da dışarıdan gelmişti.
Kavga ve kavga verileceği yer sanki PKK’li arkadaşlar tarafından önce seçilmiş gibiydi.
PKK’liler okulun kapısı ve yola açılan tarafı tutmuşlardı.
DDKD’liler ise okul bahçesine yığılmışlardı.
DDKD’lilerin sayısı bini geçiyordu.
Hemen oracıkta, okulumuzun kapısında kavgaya tutuştular.
Sınıflarda sınavda olan öğrenciler bile sınavı bırakarak, DDKD’lilere yardım etmek için dışarı çıktılar.
Kavga büyüdü.
Bini aşan DDKD’lilere karşı PKK’liler galip çıktılar.
Gerillanın “vur kaç” taktiğini uyguladılar.
Hemen kayboldular.
O kavgayla birlikte PKK’nin namı ve şanı okulumuzda yayıldı.
O günden sonra gel zaman git zaman düşünüyor ve bakıyorum da, diğer örgütlerin yerlerinde yeller esiyor.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümüne girdiğimiz şu günlere bakınca görüyorum ki;
O ‘79’lu yılların tıfıl çocukları olan bizler de PKK gerillaları olmuşuz.
PKK tozu dumana katmış.
Ortadoğu’yu sallıyor.
Türkiyeyi sallıyor.
İran’ın sallıyor.
Suriye’yi sallıyor.
Irak’ı sallıyor.
Avrupa ve dünya siyasetine etkide bulunuyor.
Kürdistan’da kültür ve sanat PKK ile orjin kimliğine kavuşarak büyüyor.
Siyaset öz damarlarında yol alıyor.
Askerlik, PKK’ye has niteliğiyle HPG gerillaları şeklinde yenilmezlik ordusuna dönüşmüş ve dönüşmeye devam ediyor.
1837 yılında Garzan dağlarında Osmanlı ordusuna karşı hançerle savaşan, düşmana esir düşmemek için kendini Botan çayına atan Kürt kadınının, yine 1937-1938 Dersim direnişindeki Bese ve Zarifeler gibi asi ve savaşçı Kürt kadınının direniş geleneğini efsaneleştiren PKK’li kadın gerilla ordusu oluşmuş ve büyümeye devam ediyor.
1937-1938 Dersim direnişinde düşmanın eline geçerek öleceğine kendini ateş atan çocukların direnme tarzı yerine, Türk panzerine ve tankına karşı taşlarla direnen çocuk nesiler doğmuş ve doğuyor.
Asi Kürdistan’ın asi evlatları özüne dönüyor.
Neredeyse tamamına PKK’li nesil diyebileceğimiz bir nesil oluşmuş durumda.
PKK’li ikinci nesil diyebileceğimiz yeni nesilde doğmaya başlamış durumda.
Kürdistan PKK’leşirken Doğu Kürdistan’da, Batı Kürdistan’da, Kuzey Kürdistan ve Güney Kürdistan’da.
Mezara girmeleri yakınlaşan hainlerde son nefeslerine doğru yol alırken, efendileri Faşist ve Irkçı Türk devleti adına kargalar gibi cartlak cartlak en kötü sesler çıkarıyorlar.
Onların kargavari seslerini işittikçe direnişçi yanımız daha da bileniyor.
Biliyoruz ki, en fazla bir iki yıl sonra kargavari seslerde kalmayacak.
Öyle olacak ki, efendilerine ötenlerin çocukları da PKK’li olmayı bir onur payesi olarak göreceklerdir.
Öyle olacak ki, efendilerine göre öten babaları ve annelerini lanetleyecekler.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümü bizlere bu hissiyat ve düşünceyi veriyor.
Böyle hissetmek ve düşünmek bizim en tabii hakkımızdır da.
Çünkü PKK gibi efsane bir partiye, partinin Önderi Önder APO’ya, efsaneleşen şehitlere, efsaneleşen gerillaya, efsaneleşen bir halkın gerillası ile evladı olmak her kese nasip olamaz.
Bu şerefe herkes de nail olamaz.
Bundandır ki, dünyanın en sevinçli ve onurlu insanları olarak kendimizi görüyoruz.
Ey dünyanın en sevinçli ve onurlu gerillaları, halkı, kadınları, gençleri, çocukları hepinizin şanlı 32.kuruluş yıldönümünüz kutlu olsun.
- Ayrıntılar
Bir gerillanın mütevazı ve dolu dolu geçen bir gününü anlatmak belki de; gerillayı tasfiye etmek isteyenlerin başarısızlıklarını(!) anlamalarına ve milyonların desteğine haiz olmuş bu efsanevi gerçekliğe belli bir oranda katkı sunabilir.
Sabahın erken saatlerinde kalkılır. Her şeyden önce bir çevre temizliği yapılır ve sonrasında sabahın ihtiyaçları temelinde hummalı bir koşuşturmayla güne “Merhaba/Roj Baş” denilir. Aslında burada hemen belirtmek istiyorum; sabahıyla ve akşamıyla bu sözünü etmeye çalıştığım günlerin bütün tılsımı ortaklaşa olmasındadır. Yani kimsenin kendi çıkarlarında veya kendi pragmatist bencilliğinde zaman tüketme, kanserleşme gibi asalıklara girmemesi söz konusu olmaktadır.
Sabahın ihtiyaçları tedarik edildikten sonra, o günün koşulları normalse kahvaltıya geçilir. Kahvaltı da neyin olacağından ziyade nelerin konuşulacağı ve yapılacağı ön plana çıkan bir gerçeklik olmaktadır. Kahvaltı esnasında ve sonrasında o güne dair yapılacaklar üzerine somutlaşan ve görevlendirmelerin netleştiği bir tartışma yaşanır.
Bundan sonrasında eğitim çalışmalarına geçirilir. Burada eğitim çalışmalarını uzun uzun anlatmanın pek bir anlamı olacağını sanmıyorum. Daha çok spor, askeri ve siyasi konular üzerine yürütülen bu eğitimlerin her birinin ayrı bir önemi ve yaşamsal ehemmiyeti vardır. Özellikle spor olarak gerçekleşen eğitim çalışmalarında çoğu zaman moraller en üst seviyede olur. Zorlu Kürdistan coğrafyasında gerillanın yaptığı sporda, ayağında mekapı, belinde şutiği ve raxtı, elinde de vazgeçilmezi olan kleşiyle koşması ve taklalar atması aslında savaşın içinde her zaman hayat kurtaran olgular olmuştur.
Sporun ardından eğer imkanlar ve zaman elverirse günlük basın TV veya Radyo aracılığıyla takip edilir. Gerilla eline geçen her fırsatta hem bölgesel, hem de uluslararası alanda yaşanan birçok gelişmeden önemli sonuçlara ulaşmayı kendisine bir görev bilir. Bundan dolayı da çoğu zaman basını takip etme aksatılmayan bir çalışma olarak günün bu bölümünde işlenir. Gerçi özellikle TC’nin özel savaş basını izlendiğinden yüzlere yayılan tebessümler ve gülüşmeler, haber niteliği olmayan ve toplumu kandıran bu safsatalar karşısında, gerilla da sistem gerçekliği ve kapitalist sistem gerçekliği karşısında insanların düşürüldükleri duruma yönelik bir eleştiri niteliğini de taşımaktadır.
Bu basını takip etmeden sonra pratik çalışmalara katılacakların dışındakiler eğitim çalışmalarına devam ederler. Bu eğitim çalışmalarında askeri dersler veya siyasi dersler şeklinde öncesinden hazırlanmış programlara göre gündem oluşturmak söz konusu olmaktadır. Askeri derslerde daha çok savaşın genel durumu ve bunlar üzerine yürütülen tartışmalar ve dönemsel ihtiyaçlara göre belirlenmiş konular üzerinde durulur ve gerillanın yetersiz kalan yönleri aşması sağlanarak, her daim zaferi kazanan kişiliğe ulaşmasına zemin hazırlanır.
Siyasi derslerde daha çok tarih, felsefe ve toplumlar bilimi-bazı zamanlar beşeri bilimler üzerine yoğun tartışmalar ve araştırmalar yapılır. Bunlar da oluşturulan bu ortak platformda düşünsel anlamda paylaşılır. Öğlen vakti olduğunda günlük görevliler tarafından hazırlanan öğlen yemeği yenilir, çaylar içilir. Sonrasında çeşitli konular üzerine tartışmalar tekrardan alır başını gider. Öğleden sonra sabah ki programa benzer eğitim çalışmaları, bazen tatbikatlarla, bazen araziye yayılan ve gerçeği aratmayan askeri taktikler üzerine yürütülen eğitimlerle devam eder.
Akşam olduğunda ve güneş batıya evrildiğinde gerilla tekrardan hazırlanılan akşam yemeğini yer ve sonrasında o güne dair yapılanlara ve yetersiz kalan noktalara yönelik günün genelini ve katılımı kapsayan bir tartışma platformu oluşturur. Burada yaşanan yetersizlikler üzerine sonuç alıcı tartışmalar ve yapıcı eleştiriler geliştirilir. Bundan sonrasında da akşam haberleri izlenir varsa önemli programlar, belgeseller izlenir. Ondan sonrasında da bireysel kitap okuma, yazma vb çalışmaların oluşturduğu zaman dilimine geçilir. Artık günün sonuna doğru gerilla yeni bir güne kendisini hazırlamaya başlar. Üç aşağı beş yukarı gerilla bir gününü bu şekilde yaşamaktadır. Yaklaşık 32. yıllık mücadele gerçeğini ve gerillanın yenilmezliğini oluşturan bu günlerdir. Açıkçası bu zafere kadar da böyle devam edecek bir gerçektir.
Öyle gerillanın bir gününde maliyet, giderler gibi konular ön plana çıkan olgular değildir. Kendini eğitme, yetkinleştirme ve eksikliklere yönelik mücadele ön plana çıkmaktadır. Bu da gerillanın ve ona yüklenen bu şanlı misyonun gereğini yerine getirme de önemli bir basamak olmaktadır. Gerilla bu günlere, bu mücadeleye başından beri manevi bir temelde katılmaktadır. Bundan dolayı da kimse bu günlere ve gerillaya, maddi temelde yaklaşarak çözüm aramaya çalışmamalıdır. Böyle beyhude yaklaşımların ne öncesinde, ne de sonrasında bir yararı olacağını düşünmek, olsa olsa çok basit bir aymazlıktır!
- Ayrıntılar
Türkiye parlamentosunda yoğun tartışmalar var. Tartışmalar ağırlıklı olarak açılıma dönük yapılıyor. Ve ilginç olan ise işin özüne çok az mebusun dokunmasıdır.
Parlamento yani konuşulan yer. Tartışılan yer. Diyaloglarla var olan sorunların çözüme bağlandığı yer. Türkiye’de bu yere meclis diyorlar. Hatta Büyük Millet Meclisi. Milletin büyük meclisi.
Ve meclislere milletin temsilcileri gönderilir. Milletin sorunlarını çözmek için halk kendi seçimini, kararını başkasına yani mebusuna devreder. Ve o mebus artık milletin ağzıdır, yüreğidir, dilidir.
Böyle olması gerekir. Ama nerede bir yetki devri varsa orada bir suiistimalin yaşandığını yaşam tecrübemizle biliriz. Yetki devri irade devridir. Yani siz iradenizi başkasına teslim etmişinizdir. O kişi ya da kişiler ya da kurum ve kurumlar artık adınıza karar verirler. İradesini teslim edenler çok sürmeden teslim alınırlar. Çünkü sistem böyle işler.
Hâlbuki en doğal ve kutsal hak kendi iradesini yansıta bilme hakkıdır. Kendisiyle ilgili olana, genelle ilgili olana direk dolaysız katılma hakkıdır. Kendisine ilişkin olana karar verme hakkıdır. Kimisi buna doğrudan demokrasi diyor. Doğrudan temsil diyor. Dipten gelen dalga diyor. Köktencilik diyor. Ve ilginçlik o dur ki çağımızda böylesine bir temsili yaşama geçirmenin çok fazladan imkânı var. Kendi iradesini başkasına teslim etmeden, başkasına da teslim olmadan direk kendi çıkarlarını sonuna kadar savunma ve koruma imkânı bu söylediğimiz doğrudan temsilden geçiyor. Kimisi böylesine bir örgütlenme modeline yatay konfederal ilişki ve ilişkilenme diyor.
Geçelim bunları. Türkiye’de var olan sistem burjuva demokratik sistemidir. İşleyen bu da değildir. İşleyen otoriter, halktan kopuk, halktan uzak, bildiğini okuyan oligarşik bir sistemdir.
Türkiye’de tartışılıyor dedik. Parlamentosu tartışıyor. Özgürlük dağlarında bu kadar tabiat ananın zor şartlarında söylenenleri çok takip etme imkânımız her zaman olmuyor. Gönül isterdi ki anı anına takip edelim, izleyelim ve görüşlerimizi zamanında ifade edelim.
Ama olmuyor. Bu bir handikap. Özgürlük dağlarında yer yer tüm tekniklerde kopuk olmanın handikapı. Gecikmeli de olsa parlamentoda yapılan tartışmaları izliyoruz. Milletin meclisinde milletin başlıca sorunu Kürt sorunu iken faşist düşüncelerin, cümlelerin sarf edilmesi insanı düşündürtüyor. Bir de sözde halk partisi diye geçinen bir partinin önde geleni tarafından. Tuhaf dedik. Milletin kürsüsünden savaş kışkırt kanlığı yapılıyor. Geçmişte yapılan katliamları onaylayan, bugün de benzer katliamlar yapılmasını isteyen bir ağız milletin meclisinden dillendiriliyor. Kürtlere, Ermenilere, Yunanlara yapılanlar onanıyor. Onanmanın da ötesinde ilham kaynağı olarak gösterilerek benzerinin bugünde yapılması isteniyor. Ve bu dozajda faşizan düşünceleri dile getiren sözde “Onur” ismini taşıyor. İnsanlığa bu kadar “Onur”suzca yaklaşan birinin isminin “Onur” olması insanlık adına bizi utandırıyor.
Daha da tuhafı ve çirkini ise böylesine faşizan ve salyalı sözler “Onur”suzluğu yaşayan birinin ağzından çıkarken katledilen bölgeden gelen birinin bu faşizan sözlere alkış tutmasıdır. Birileri gelecek atalarına zoraki baskı uygulayacak isyana zorlayarak sonradan katliamlar yapacak. 70 binin üzerinde insan katledilecek, Munzur vadisi yıllarca kan kızıl akacak, o bölgenin genç kızları süngülenecek, tecavüzlere uğrayacak ve sen seni katledenin ismini de alarak bugün tecavüze uğramış mazlum bir halkın yeniden katledilmesini isteyen “Onur”suz sözlere alkış tutacaksın… Kendini satmanın pazarlamanın, kaşarlanmış olmanın, onursuz olmanın da bir sınırı var derler. Ama Kemal Kılıçdaroğlu gibilerinde bu sınır yok gibidir.
Çok uzatmayacağız. Bu halkın temsilinin kendisi yapabilmesi için, kendi kararını kendisi vermesi için, doğrudan demokratik bir sistemi hayata geçirmek için Kürdistan’ın özgür dağlarında özgürlük uğruna mücadele eden Gabar ismindeki bir yoldaşımız Gabar’da aynı Dersim’deki gibi katliamlar yapmak isteyen bir faşizan düşmana karşı tüm duyargalarını şahlandırarak meydana kendini atmadan önce söylediği sözler;
“BUGÜN ÖZGÜRLÜK GÜNÜDÜR, O YÜZDEN ÖZGÜRLÜKLE DANS EDECEĞİZ” oluyor.
Evet, özgürlük günlerini yaşıyoruz. Ve biz o yüzden özgürlükle dans ediyoruz. Biz Dersimlerin, Paluların, Zilanların, Ağrıların, Kulpların, güzel genç Kürt kızı Rındaxanların başına gelenlerin bir daha güzel genç Kürt kızlarının başına gelmemesi için özgürlük dağlarında özgürlük için dans ediyoruz. Ermenilerin, Yunanların başına gelenlerin halkımızın başına gelmemesi için dans ediyoruz.
Ve şunu hemen belirtelim: Faşist salyalı zihniyetler hiç sevinmesinler. Özgürlük dağlarında özgürlük için savaşan yürekler oldukça artık geçmişin katliamlarını yapamayacaklar. Yeter ki özgürlük dağlarında özgürlük uğruna yola çıkmış olanların yanında olunsun, yeter ki onlara bağlı kalınsın ve yeter ki özgürlük günüdür diyerek özgürlük için mücadele edilsin.
“Onur”suzluğu yaşayanlar buna inanmıyorlarsa bizatihi kendileri dağlara gelebilirler. Buna yürekleri yetmiyorsa yanlarına odundan yapılı “Kılıç”larını da alsınlar.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Kasım günü 11:00-12:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş alanı ve çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar