HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

1990 yılının bahar aylarıydı. Erzurum Eyaleti’ne beş kişilik (ben, Sinan, Seyit Rıza, İdris ve Şiyar) bir grupla girdik. Bu alanda ilk olmanın zorluklarını ve güzelliklerini iç içe yaşıyorduk.

Görevimiz silahlı propaganda yapmaktı. Halkın bir kesimi bizi tanıyor olsa da, daha önce gerilla görmemişlerdi. Bir yandan kendimizi tanıtacak, bir yandan da ileride yürütülecek gerilla faaliyetleri için altyapı hazırlayacaktık. Milis örgütlendirmeleri için sık sık köylere gidiyorduk. Bize en çok gençlik ilgi gösteriyordu; fakat katılım için tereddütleri vardı. Bunların da zamanla aşılacağına inanıyorduk.

Faaliyetlerimizi sürdürürken, Muş’un Varto ilçesine bağlı G. Köyü’ne gittik. Halkı toplayıp sorunlarını dinledik. Çözüm için sohbetler yaptık. Sabah olmadan dağa ulaşmak zorunda olduğumuz için, köyden ayrılış saatimize dikkat ediyorduk. Kaldığımız evden çıkarken, nöbetçi olan Seyit Rıza’nın yanında bir genç duruyordu. Bu genç, bir köylünün ancak bayramlarda giyebileceği beyaz bir gömlek giyinmişti. Ayağında ters giydiği kara lastikler dikkatimi daha çok çekiyordu. Seyit Rıza’ya:

“- Bu arkadaş kim?” diye sordum.

Seyit Rıza büyük bir iş başarmanın gururuyla:

“- Katılmak istiyor” dedi.

Gencin duruşuna, kılık kıyafetine baktım:

“- Emin misin?” dedim.

Seyit Rıza kaygılarımı gidermek için olsa gerek, daha net bir ses tonuyla:

“- Eminim. Nöbetim sırasında ben konuştum. Düşüncelerini beğendim. Onu götürelim” dedi.

O köyden daha önce katılan olmamıştı. Bu gencin bizimle birlikte gelmesi köylüleri etkileyebilirdi. Fakat Seyit Rıza’nın tüm çabalarına rağmen hala kaygılarım vardı. Yine de hem grup içi demokrasinin bozulmaması, hem de çalışmalarımızın ilk ürünlerini -sonucundan kaygı duyuyor olsam da- geri çevirmemek için, “tamam” dedim. Sonra gence dönüp:

“- Kıyafetin uygun değil, bir ceket giyin istersen”, dedim.

Genç kendinden emin bir eda ile:

“- Ben  hep böyle yaşarım ”, dedi.

“- Ayakkabılarını değiştir ” dedim, “insan gerillaya ters ayakkabılarla gelir mi?”

“- Hiç gerek yok. Ben böyle yürürüm” dedi.

Davranışları, bana anormal geliyor, kaygılarım artıyordu. Fakat iş işten geçmişti. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra yeni savaşçımız Memo’yu da alarak köyden ayrıldık. Yürüyüş boyunca gözüm hep o gence takılıyordu. Anormal konuşmaları devam ediyordu. Ben de Seyit Rıza’ya takılmak için:

“- Bu genç anormal konuşuyor, kendine benzeyen adamlar seçiyorsun” dedim.

Seyit Rıza, heyecanlı heyecanlı savaşçısını övmeye başladı.

“- Olur mu! Hoş, temiz bir insan. Ayrıca çok da dinamik. Bin bir çabayla katıyoruz, siz beğenmiyorsunuz” dedi.

Seyit Rıza’nın alındığını görünce daha fazla üstelemedim ama yürüyüş sırasında bu gençle konuşma kararı aldım. Kültür düzeyini ölçmek istedim. Birkaç saat sonra yanında yürümeye başladım. Sorularımın bazılarına çok mantıklı, bazılarına ise olmadık cevaplar veriyordu.

“- Feodalizm nedir?” dedim:

“- Bir ağadır. Geçenlerde bizim köye gelmişti” dedi.

“- Peki, burjuvazi nedir?” dedim:

“- Yeşil bir şeydir, tadı ekşidir” dedi.

“- Küçük burjuvazi nedir?” dedim.

Seyit Rıza ne yapmak istediğimi anlamış olsa gerek, hemen araya girerek:

“O da yenilir” dedi.

Gencin normal olmadığından emindim artık. Yine de çevre köylerdeki gençler için, propaganda amaçlı yanımızda kalsın dedim. Günler geçtikçe bunun deli olduğundan hiç kimsenin kuşkusu kalmadı. Tüm gizlilik kurallarımızı alt üst etmişti. Biz, köylüler bizi görmesin diye taşların arkasına saklanırken, sürünerek nöbete giderken, çobanlardan köşe bucak kaçarken; bizim yeni savaşçımız dürbünü boynunda, silahı omzunda zirvelerde dolaşıyordu. Birkaç kez gidip nöbette gezmemesine, gizli olması gerektiğine ilişkin uyarı yaptım.

“- Operasyon çıkabilir” diyordum

“- Korkak adamlar! Siz askerlerden korkuyorsanız ben varım” diyordu. Tüm gerilla kurallarımızı çiğneyip geçiyordu. Bütün bunları cesaretli olduğu için yaptığını düşünüyordu. Fizik olarak güçlü ve atik olmasına rağmen, bu anormal davranışları bizi zorluyordu. Küçük gruplarla çalışırken çok hassas, dikkatli olmak gerekiyordu. Ayrıca grubumuz görev gereği ajitasyon-propaganda, halk eğitimi ve örgütleme üzerine çalışıyordu. Böyle bir durumda Memo çalışamazdı. Büyük gerilla birlikleri içindeki çalışmalara daha iyi katılabilirdi. Arkadaşlar onu eğitebilirlerdi. Böylece onu, Dersim eyaletine göndermek için öneri yaptım. Kabul edilmesi zor olmadı. Çünkü herkes böyle olmasını daha uygun buluyordu. Dersim Eyaleti, imkanlar açısından bizden daha avantajlı olduğu için kabul edildi. Bir grup arkadaş Dersim’e geçerken, Sinan arkadaş ile birilikte Memo’yu da Dersim’e gönderdik.

Grup yolda dinlenirken, nöbeti sırasında dürbünü ve silahını alıp kaçıyor. Sivil elbiseli olduğu ve boynuna koruculardan aldığımız dürbünü astığı için, gerilla olduğu fazla anlaşılmıyor. Silahı omzunda köylerden geçiyor. Köylüler korucu zannederek müdahale etmiyorlar. Varto’nun G. köyüne gidiyor. Köy, yüksek bir tepenin yamacına kurulmuş. Yarı ormanlık ve kayalık köy alanının ortasından bir cadde geçiyor. Karakolun hemen müdahale edebileceği bir köydü burası.

Memo, köyün hemen üzerindeki tepenin zirvesinde tarama yapıyor. Köylüler paniğe kapılarak evlerine kaçıyorlar. “Apocular köyü sardı” diyorlar. Bazı korucular kendi evlerinde mevzileniyorlar. Bu ise sürekli sağa sola mermi sıkarak köye iniyor. Köye girince muhtara; Apocuların köyü sardığını, acilen tüm silahların toplanıp teslim edilmesini söylüyor.

Muhtar kaygılanıyor:

“- Size teslim edemeyiz. Devlet bize yapmadığını bırakmaz. Söz, tüm silahları toplayıp karakola teslim edeceğiz” diyor.

“- Olmaz ” diyor Memo. “Arkadaşların acilen silaha ihtiyacı var.” Köylüler çaresiz, silahları getirmeye gidiyorlar. Bu sırada bir köylü düşmana haber veriyor.

Düşmanın geleceğini öğrenen muhtar, Memo’yu ikna etmeye çalışıyor:

“- Silahları şimdi veremeyiz. Yarın ya size ya da devlete veririz” diyor. Memo, “tamam” diyor ve yemek istiyor. Bu arada cemseler hızla köye yaklaşıyorlar. Muhtar daha da telaşlanıyor. Babacan bir tarzda “Bak! asker geliyor, arkadaşlara söyle köyün etrafını boşaltsınlar. Burada çatışma olursa, bizim çoluk çocuğumuz ayakaltına gider. Bir an önce buradan uzaklaş!” Memo gururlu bir şekilde:

“- Korkak adamalar! Türk askerlerinden kim korkar? Siz gidin, biz çatışacağız.” Köylüler o zaman Memo’nun normal biri olmadığını anlıyorlar. Rica minnetle ikna edelim derken, Memo yaklaşan cemseleri görür görmez köy meydanının biraz uzağında otlanan ata biniyor ve kaçıyor.

Askerler onun kaçtığını görünce ateş açıyorlar. Atı vurulunca yere düşüyor ama atik hareketlerle küçük bir kayanın arkasında birkaç el ateş açıp tekrar koşmaya başlıyor.

Helikopter her yere indirme yapıyor. Memo köyden uzaklaşınca, yıkık bir evin içinde ateş yakıyor. Ceketini bir oduna asıyor, sonra da kaçıyor. Düşman ceketi görünce Memo’yu orada zannedip o eve yavaş yavaş giriyor. Sonra yanıldıklarını anlayıp sağa sola rastgele ateş ediyorlar.

Memo, düşmanı yanılttıktan sonra köyüne dönüyor. Önce muhtarın evine gidiyor. Silahı muhtarın ensesine dayayıp “Teslim ol!” diyor. Bu arada kardeşine haber veriyorlar. Kardeşi gelince Memo’ya iki tokat vurur vurmaz silahı ve dürbünü elinden alıyor. Memo katıldığında, kardeşi: “O size yaramaz” demişti ama biz, “ona biz karar veririz” demiştik. Kardeşi silahı ve dürbünü saklıyor.

Günler sonra bize şöyle bir haber ulaştı: “Varto’nun G. Köyü’nü iki yüz  Apocu basmış, köylülerle anlaşmışlar. Düşman gelince çatışmada köylülere zarar gelmemesi için çekilmişler. TC helikopter getirmesine rağmen kimseye bir şey olmamış. Köylüler bu durumdan çok memnun olmuşlar. Ertesi gün 15 korucu silahını devlete vermiş ve ‘biz Apoculara karşı savaşamayız. Bunların hepsi deli dolu adamlar. Biz bir daha silah almıyoruz, kim onlara karşı savaşabilir ki” demişler.

Bu habere anlam vermekte çok güçlük çektik. Çünkü o alanda 200 değil, sadece 5 arkadaş vardık. Ayrıca eylem gücü de değildik ama halk içinde yayılmış olması bir gerçeklik payı olduğunu da gösteriyordu. Birçok ihtimali değerlendiriyorduk. Korucular olabilir miydi? Düşman yeni bir taktik mi deniyordu? Bir türlü netleştiremiyorduk. Emin olmak için güvendiğimiz bir dostu gönderdik, geldiğinde aynı şeyi anlattı:

“- Birisi köye inmiş. Öyle cesaretli bir adammış ki, sürekli ‘çıkın dışarı korkaklar!’ diyormuş. Bir aslan gibiymiş.”

Günler sonra, Sinan arkadaşın Memo’nun kaçtığını yazdığı notu ulaştı bize. Birkaç gün sonra Memo’nun kardeşinin evine gittik. Memo evdeydi.

“- Burada ne arıyorsun?” dedim.

Kaçtıktan sonraki tüm hikayesini anlatmaya başladı. Meğer o kadar çok şeyi yapan bizim deli Memo’ymuş.

Bir Gerilla