HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

1mayis 1Mayısın biri denilince sadece bir gün gelmez aklımıza elbette, bu bir günden öğrenerek devrimci yaşamımıza sığdırdıklarımızla birlikte, emekle yoğrulan, bir yaşam gelir aklımıza. Emeğin günü, emeğe ihanet etmemenin günü, emeğe sarılmanın, bizi bu günlere getiren alın terlerini bir kere daha vicdanımızla duyumsayıp, anladığımız; aklımızla elediğimiz bir gün. Bize ait olduğu kadar bizi biz eden emeğe saygının, emeği yeniden yeniden fark etmenin günü.

Bir kere daha kendimizi gözden geçirip, verdiğimiz emeği düşünmenin günü olma kadrinde 1 Mayıs. 1 Mayıs denilince emek; emek denilince de bir kadın olarak ÖNDERLİK gelir aklıma. Bir Kürt kadının aklına emek deyince, özgürlük değerleri için, direnişin en onurlusunu yaşayan bu Emek Bilgesi gelir. O’nun verdiği emeğin hakikiliği karşısında hepimizin emeği bir tüy kadar hafif kalır. Bundan dolayıdır ki bu gün emeği anlamak, bu bir günü anlamak; yaşamımızda ki her bir günün bizlere sunulan nasıl bir nimet olduğunu anlamak, hakiki emek sahibinin bir gününü anlamak, hissetmek, aramak, yakınlaşmak günüdür bu gün.

Bu günü bir kurtuluş günü olarak, kendini aşanların bilinçli yaşama felsefesinin bir idraki olarak yaşamak, hesap sormasını bilmek demektir bir diğer yandan da. Emeğe zulmedene başkaldıranlara, insanlık için ölçülmez emek sahibi olanların gerçeğine ermek için kurtuluş gerek bizlere. Emek sahibi olmak demek, özgürleşmek demektir. Emek vermek demek yaşamı güzelleştirmek, estetik değer katmak, aslında yaşamı anlamlılaştırıp, mutluluğu yaratmaktır. Emeğine zulüm edilmesi ise çamurdan bir yaşam öyküsü, çökmüş harabe vicdan, kenelerin kemirdiği katran karanlıklarda kalmış beyinler demektir.

Dönüp hem geçmişe bakmak kadar, ana sahiplenmek kadar, geleceğimizi kendi ellerimizle ilmek ilmek örmek.  Çünkü emeğe zulmü en yaman tanıyanlardanız ve emeğimizin özsavunmasını yapıyoruz, öyle ki emeğin öyküsü en iyi bizlerin öyküsüdür. Devrim sofrasında yüreğimize katık olan bir öyküyü de 1 Mayıs 1977 de, belleklerimize Kanlı Mayıs olarak kazınan o günden kaldı. Ama bu öykü tüm emekçilerin emeğinin çalınması, sömürülmesi, kendi emeğinin sırtında ki kambura dönüşmesinin insanlığın belleklerinden silinmeyecek bir katliam ile tarihe kazıyan bir örnek. Bir trajedi, bir insanlık ayıbı…  

Emeğin çalınması ne anlama gelir ve yaşamımızda ki toplumsal ilişkilerimizde nasıl kendini ifade eder?

Huzursuzluk; bunalım içine sokulmak ve kişiliklerin felce uğratılması ile başlar. Bundan dolayı emeğimize sahip çıkmak için önce yavaş yavaş sistem bizden kişiliklerimizi çalar usulca. Onun karşısında durmamız için, bizden çaldıklarını fark etmememiz için herhalde en çok bu gereklidir. Kıtlıklar, kısıntılar, hercümerç içinde geçen karın tokluğuna koşturmalar, zam furyası içinde yalpalanmamak için her şeyi unutup biriktirtmek sadece ama sadece kendin için biriktirmek. Tüm bunlar için gerekirse kara kış gibi bastıran göçler. Her göç bir kuşatma, kendi kimliğine karşı uyuşma olarak çoğalır diğer bir taraftan da.

Kimileri bu kadar altüst olurken kimileri de kazanır. Ama hangi yolla, tabi ki emeği sömürerek, emekçilerin ahvalini, acısını, yürek titreşimlerini sömürerek. 1 Mayıs 1977’de de aynısı olmamışımıydı;  bir yandan kanlara, ölümlere, korkulara, figanlara bırakılmış kanlı bir Taksim Meydanı varken, diğer yandan da ‘batsın bu dünya ‘ diyerek duygulardan, ömürlerden çalanlara hangi para helaldir. Hangi emekten bahsedilir ki. Bitiren, tüketen, teslimiyet ruhunu besleyen, çözümsüzlüğü derinleştiren hiçbir şey emeğin değil, gudubetliğin yansıması ve çoraklığın kendini vaha sanmasıdır sadece.

Sancılar ama her yerde, her şeye sinen tortulaşmış sancılar. Umut depresyonları, kıtlıkları. Çoğu zaman çocuklarını göç yollarına para-pul için yollayanların medet ettiği, okullara gönderip “büyük adam olması” için gözyaşı döktüğü neydi ki? Birazcık önlerini görecek, ekmek bulup rahatça yiyebilecekleri, sözüm ona “rahat” bir yaşam için değil miydi? Ve daha aklımıza gelebilecek birçok şey. Sıkıntılar, gerginlikler, açlıklar, doğru-dürüst bir yaşam için çırpınmalar. Tüm bunlar emeğe edilen zulmün öyküsü… 

Yoksa yere düşen kalkamıyor, güvensizlik, kendi dünyalarına sıkışmış bireyler, dışlanmışlıklar, paniklikler, ne yapacağını şaşırmalar, kargaşa, bile bile sömürülme, göz göre göre tuzaklara alışmışlıklar içinde kıyılan, ince ince doğranan ruhlarımız, kaybolan doğamız. Çalınan bizler, hırsızların eve girmesiyle elimizi başımıza koyup hırsızların işlerini bitirmesini bekler vaziyette duruyoruz. Malum ya, rahatsız etmemek lazım yoksa daha kötüsü olabilir. En iyisi sesini çıkartmadan beklemek. Allahtan umut kesilmez, belki biraz bir şeyler bırakırlar bize. Büzüşmek, sonuna kadar küçülmek, işte tüm küçülmelerimizin öyküsü bir anlamda. Yoksa unuttuk mu?

1 Mayıs 1977’ de Taksim Meydanında Kanlı Mayısta panzer paletlerinin altında kalan o kadını, katliamı ve bu katliam sonrası ezilerek ölenlerin gözlerinin açık gittiğini. O yüzden ölüm sessizliği yakışır bize; çalışan biz, üreten biz ama toplayanlar başkaları olmalı. Bu böyle biline. Yoksa yoksa katliam, dehşet, vahşet; panik, korku, panzerler yine tıklar kapımızı. Yoksa unuttuk mu?

“Şişli Meydanın da üç kız

  Biri Çiğdem, biri Nergiz

  Vuruldular düpedüz

  Sorarlar bir gün, sorarlar bir gün…

  Biter bu dertler acılar

  Sararlar bir gün sararlar.”

Bu türküyü çocukken de dinlerdik, ölenlerin ne için öldüğünü bilmeden, kalanların da neden bu kadar çaresiz kaldığını bilmeden önce. Bir bakıma neden bir emek savaşı verildiğini bu dağlarda bilmeden önce.

Bu dağlarda Önderlik Gerçeği ve bu gerçeğin öğrettikleriyle tanıştıkça emeğimizi sahiplenmeyi, emeğimizi tanımayı ve korumayı öğrendik. Asıl emek sahiplerine bağladık gönlümüzü ve böyle tanıştık kendimiz olmayla, en büyük emeği kişiliklerimize vermeyi böyle kazandık. Emeksizliğin bin bir türlü hamuruyla yoğrulan, koşuşturmacı, üretemeyen, biçime girmeyen, ruhunu ve beynini arındırmayı erteleyen kişiliklerimiz gerçek emeğin değirmeninde bir kere daha öğütüldü.

 Ama asıl olan ermekti emeğin savaşçılığına, yoksa dağlar cennet değildi Allah’ın özene bezene yapıp bize sunduğu türden. Cenneti yüreğimizle görmeyi, alın terimizle işlemeyi, ilmek ilmek emek ile dokumayı yeniden öğrendik. Her bir günü Önderlik Gerçeğinin ve şehitlerin bize bir armağanı olarak görüp, sunulan her bir günü kutsallıkla işlemek, her günü ÖNDER APO ile yaşamak ve her günümüzü böyle anlamlı kılmakla bize verilen emeğe sahip çıkabiliriz. Ve gerçek emek sahipleri olarak ilerleyebiliriz.

Nupelda ENGİN