HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

kamislo katliami11916 yılında İngiliz ve Fransızlar arasında yapılan Sykes-Picot anlaşması ile Ortadoğu coğrafyasında yeniden bir ayrıştırma yapılarak sınırlar tekrardan belirlendi. Bugün Güneybatı Kürdistan şeklinde adlandırılan topraklar Fransa devletinin sınırları içerisine dahil edildi. Çok sonraları Fransızlar tarafından kurulacak olan Suriye devletinin ismi dahi oluşmamıştı. Güneybatı Kürdistan Suriye'nin kuzeyinde uzun bir çizgi gibi yer almaktadır. Bu bölge kültürel, sosyal ve coğrafik olarak Arap kültüründen çok kuzey Kürdistan’a daha yakındır. Hatta günümüze kadar da bir çok Kürt aşireti ve ailesinin yakınları, akrabaları Türkiye sınırları içerisinde bulunmaktadır. Bir köyün bile iki ülkenin sınırları arasında bölünmesi oldukça trajik bir tablodur. 20 Ekim 1921'de Ankara'da yapılan antlaşma ile resmi olarak Güneybatı Kürdistan Kuzey Kürdistan parçasından ayrıştırılmıştır.
Bugüne kadar Suriye'de bulunan şoven, militarist sistem Kürt ve Kürdistan gerçekliğini kabul etmemekte bununla birlikte hiç bir siyasi, hukuksal hak tanımamaktadır. Kürtler, Fransa'nın egemenliği altında oldukları zamanda bile bir takım yasal, ekonomik ve sosyal haklara sahiptiler. Örneğin kültürel çalışmalar, basın yayın vb. konularda Kürtlerin etkinlik alanları bu denli sınırlı değildi. Kürt bölgelerinde yerel yönetim yetkisi Kürt liderleri ve Fransa’nın elinde bulunmaktaydı. Fransa ihtilalinden sonra Suriye’de ilk cumhurbaşkanı başta olmak üzere devletin bir çok üst düzey mercilerinde görev alan kesim Kürtler'den oluşmaktaydı. Bu alanlarda Muhammed Ali Edip, Hüsnü Elzeim, Fawasilo, Edip Çiçekli ve Muhammed Kürt Ali gibi isimler yer almışlardır.
Arap halkı içinde milliyetçiliğin boy vermesiyle Suriye'de Kürtler ve kültürel hakları adına hiç bir yasal güvence bırakılmadı. Bunun en somut göstergesi olarak Suriye yönetimi Kürtler'e vatandaşlık hakkı tanımayarak binlercesini kimliksiz, dolayısıyla hiç bir güvencesi olmadan yaşamını sürdürmeye mahkum etmiştir. Okuma, meslek edinme, gelecek yaratma, devlet sınırları dışında seyahat etme ve daha da sıralanabilecek en basit haklarından bile mahrum bırakılmışlardır. Suriye rejimi bununla da yetinmeyip bir çok Kürt yerleşim merkezini boşaltarak Araplar'ı yerleştirmiştir. Özellikle 1950’lilerden sonra derinleştirilen bu politika egemen sistem tarafından görülmemiş yöntem ve baskı araçlarıyla uygulanmıştır. Zor yöntemiyle herkese devlet ideolojisi kabul ettirilmeye çalışıldı.
Suriye'nin yaklaşık 18 milyonluk nüfusunun yüzde yetmiş beşi Arap değildir. Bölgede dört milyon Kürt yaşamaktadır. Ayrıca Asuri, Ermeni, Türkmen, Durzi, Hristiyan gibi farklı mezhep ve azınlıklar bulunmaktadır. Bu halkların hepsi Suriye'ye sonradan göç edenler değil, o coğrafyada yüzyıllardır yaşayan halklardır. Ama BAAS sisteminin yürüttüğü devlet, tüm halkların varlığını inkar etmekte ve Araplar dışında hiç bir halkı kabul etmemektedir. Değişen Dengeler İçerisinde Kürtler Suriye’nin Kürt politikaları da bu Arap milliyetçiliği temelinde şekilleniyordu. Bu da Arap ulusunu birinci ve hakim halk haline getirme, Kürtleri de ya asimle etme ya da onları siyasal, sosyal, kültürel yaşamda etkisizleştirme biçiminde kendini dışa vuruyordu. Ancak Suriye’de Kürt nüfusunun diğer parçalara göre azlığı nedeniyle Kürt sorunu o günkü koşullarda Suriye açısından önemli sorun yaratacak bir nitelikte değildi. Bu nedenle Hafız Esat yönetimi iç dengelerde hem Sünni kesime hem de diğer muhalif olan kesimlere karşı bir denge oluşturmak açısından Kürtlere biraz daha yumuşak yaklaşım politikası izlemiştir.
Özellikle Hafız Esat’ın ölümü ve Beşar Esat’ın iktidara gelmesinden sonra Türkiye ile ilişkileri geliştirme bir tercih haline geldi.
Özellikle de ABD’nin bölgeye müdahale etme süreciyle birlikte Türkiye’nin Kürt sorunu konusundaki rahatsızlığından yararlanma politikası izledi.
Türkiye’nin zayıf karnının Kürt sorunu olduğunu bildiğinden o da Türkiye’nin desteğini almak için Kürt karşıtı gözükmeyi, Kürt karşıtı olarak bir politika izlemeyi çıkarına gördü. Böylelikle Türkiye’yle ilişkilerin daha iyi düzeleceğini düşündü.
Neden Qamışlo Katliamı?
Kürt sorununu bir iç sorun olarak değil de dış güçlerin kışkırttığı, kışkırtacağı bir sorun olarak değerlendiren İran, Suriye, Türkiye devletleri Kürt sorununun çözülmesi konusunda bazı adımlar atması gerektiği düşüncesi yerine Kürt sorununda kaygı ve kuşkulara dayalı bir politik, pratik tutum içine girdiler. Özellikle ABD’nin müdahalesinden sonra ki süreçte daha bir ağırlık kazanan bu sorun güneyde KDP ve YNK’nin pozisyonlarının daha da güçlenmesiyle Kürt karşıtı bir konseptin oluşmasına neden oldu.
Kürtlerin özgürlük ve demokrasi düşünceleri son otuz yıllık bilinçlenmeyle büyük boyutlara ulaşmıştı. Ama ne var ki bu bilinçlenmeyi ve demokrasi isteğini dış güçlerin tahrik ettiği bir istem gibi değerlendirerek Kürtlere karşı şovenistçe politika ve tepkiler ortaya koydular. Kürtlerin her sözüne, her davranışına karşı böyle bir kuşku ve kaygıyla yaklaşılınca ister istemez Kürtlerin her tepkisini de şiddetle bastırma politikası ve eğilimi ortaya çıktı.
İç istikrarın sağlanmasında dış güçlerin uzantılarına yönelik toplumsal korkular yaratan statükocu güçler uluslararası hukukta dahi yeri olmayan Kürtlerin bu konuda en güçlü potansiyel olduklarının farkındaydılar. Tarihte bir çok sefer olduğu gibi Kürtler üzerinde geliştirilecek bir sindirme hareketiyle toplumsal muhalefetin dindirilebileceği düşüncesi Qamışlo olaylarının temel nedenlerindendi.
Futbol maçı katliama dönüştü
Bundan tam bir sene önce Dêra Zorê ve Cihad takımları arasında yapılacak maç öncesinde milliyetçi Arapların Kürtler aleyhinde attıkları sloganlarla başlayan olaylar kısa sürede çatışmaya dönüşmüştü.
İlk olaylardan sonra askeri güçlerin denetim ve desteğiyle Kürtlerin ev ve iş yerlerine yönelik saldırılar başlamış, topyekün bir saldırıyla karşı karşıya kalan Kürtler günlerce evlerinden çıkamamış, faili meçhul cinayet korkusu günlük yaşamı felç etmişti. Kürtler tarafından gerçekleştirilen kitlesel cenaze törenlerinde askeri güçler tarafından halkın üzerine ateş açılması ise ölü sayısını daha da arttırmıştı.
Irak’taki Saddam rejiminin yıkılmasından sonra bu bölgede yaşayan Saddam yanlısı Araplar aracılığıyla Kürtlere karşı tahrik ve teşhir edici yaklaşımlar kışkırtılıyordu.
Devlet yetkililerinin Kürtlerin olayları başlattığı yönünde yaptıkları açıklamalar, basın mensuplarının Arap kanallarıyla kurdukları bağlantılarda ve devletin merkezi basın organlarında olayları çarpıtarak yansıtmaları, Kürtlerin gösterilerde Amerika bayrakları taşıdığı vb. şeklinde yalan haber yapmaları devletin tüm organlarıyla Kürt aleyhtarı bir politikayı yürürlüğe koyduğunun bir ispatıydı.
Kürtlerin yaşadığı bütün bölgelerde geçmişten beri yoğunlaştırılan askeri güç olaylar gerekçe gösterilerek daha da arttırılmış, tren ve değişik araçlarla binlerce asker, sivil görevli ve askeri teçhizat bölgeye sevk edilmişti.
“Olayların ardından her an patlamaya hazır bir kitle kalmıştı.”
. Qamışlo olayları ve sonrası süreçlerine tanıklık eden Demokratik Birlik Partisi çalışanlarından Rojbin Derik olayların nasıl geliştiğini anlattı:
“Katliamdan birkaç gün önce planladığımız 8 Mart kutlamasında da güvenlik güçlerinin saldırılarına maruz kalmıştık. Yani katliam öncesi süreçlerde de devlet merciilerinin bir takım yönelimleri olmuş, Qamışlo’da bu saldırı ve provakasyonlar zirveleşmişti.  
Bundan bir yıl öncesine kadar da halk nezdinde Kürt ve Arap ilişkileri bu denli çelişkili, çatışmalı değildi. Ancak Qamışlo katliamından sonra, sanki yıllardır bu halklar çatışmalı yaşıyorlarmış gibisinden bir hava estirildi. Birden alevlenen şovenizm ortaya çıktı. Mesela Hasekê’de Araplar Kürt ailelerinin yaşadığı mahalleleri talan ettiler. Serhıldanlar bir nebze de olsa yatıştıktan sonra Kürtler ve Araplar arasında hassasiyet gelişti. Önceden toplumsal olarak yaratılmış ilişki ağları yıprandı. Yoldan geçen sıradan bir Kürt’e bile bıçaklarla saldırmaya kadar varan örnekler yaşandı. Böylesi saldırgan, şovenist tutumların yanında Arap halkından “Bu serhıldanların yarattığı güç, sistemi değişmeye zorlayacak” tarzında tepkiler de yansıyordu. Olayların ardından her an patlamaya hazır bir kitle kalmıştı. Hem Arap, hem Kürt cephesinde tedirgin ve güvensiz bir atmosfer yaşanıyordu. Serhıldanların alevlendiği süreçte İsrail Suriye’ye ultimatom gönderdi. Dolayısıyla Suriye devletinin kendisi de tedirginlik yaşıyordu. Provokasyonu körüklemek isteyen kesimler İsrail ve ABD bayrakları açıyorlardı. Devletin olayları sakinleştirmek, Kürt halkını uzlaşmaya çekmek amaçlı “Kürtlere vatandaşlık hakkı tanıyacağız, eğitim imkanlarını güçlendireceğiz” gibisinden açıklamaları oldu. Tabii bunlar sözde kaldı.”
Kürt karşıtı konsept yaşam buluyor
Suriye, İran ve Türkiye’nin üzerinde mutabakata vardıkları anti Kürt kampanyası, Suriye’de dönem itibariyle Qamışlo katliamıyla açığa çıkarken diğer ülkeler de boş durmamışlardı.
Türkiye hem AB, ABD hem de bölgedeki diğer devletlerle özellikle KONGRA-GEL’in terörist ilan edilmesi ve çalışmalarının sınırlandırılması için yoğun çalışmalar içerisine girmişti. Fransa’nın MEDYA TV’yi kapatması, AB’nin KONGRA-GEL’i terörist örgütler listesine alması, Japonya’nın başkenti Tokyo’da bulunan Kürt derneğinin kapatılması, İsveç hükümetinin Kürtleri terörist ilan etmesi, yine ABD’den KONGRA-GEL karşısında tavırsız kalınmayacağı sözlerinin alınması, bu tür çabaların sonuçlarından sadece bir kaçıydı.
Qamışlo katliamına denk gelen süreçlerde Irak’ta yaşayan Ezîdîler’e yönelik gerçekleştirilen, 400 kişinin zehirlenmesine, köy doktoru ve öğretmeninin ölümüne yol açan olaylar da başka bir alandan uygulanmaya konulan Kürt karşıtı konseptin belleklerde kalan izlerindendi.
Dünya geneline yayılmaya çalışılan ‘terörist’ tehtidin yaşadıkları bütün ülkelerde Kürtler için de geçerli kılınmaya çalışılması, Kürt karşıtı saldırı ve sindirme politikalarının da meşru zemini olarak kamuoyuna yansıtılmaya çalışılıyor.
“Doğal ittifak Suriye rejimi tarafından bozuldu”
Yaşanan olayların sadece Suriye devletinin içindeki farklı kesimlerin bir örgütlemesi olmadığını söyleyen Demokratik Birlik Partisi kadrolarından Menal Mardin şunları ifade etti:
“Rastlantı gibi gelen ama planlı olan bir takım siyasi faaliyetler örnek verilebilir. Mesela Türkiye yetkilileri Irak’a müdahale sırasında Suriye’yi ziyaret etti. Sonrasında İran, Mısır, Suudi Arabistan’la devam eden bir ziyaretler zinciri sözkonusu. Esasta Ortadoğu’daki Arap şovenizmini bir araya toplayarak bölgede yaşayan diğer azınlıklara karşı kışkırtmak istediler. Araplar ve Kürtler arasında bir antipati yaratıldı ve Türkiye bu çelişkileri Suriye’ye karşı kullanarak siyasi yarar sağladı.
Katliam sürecinde Türkiye’de “Suriye yıllardır Abdullah Öcalan’ı barındırdı, şimdi ise onların başına bela oluyorlar, bizim çektiklerimizi anlamaya başlıyorlar” şeklinde değerlendirmeler gelişiyordu. Bu provokasyonu planlayan kesimlerin başında Türk devleti gelmektedir. Türkiye bir bakıma 20 yıllık intikamını bu olaylarla almayı hedefliyordu. Yani burada Kürt ve Arap halkı arasında yaşanan çatışmaları, kendi menfaati için kullanan, politik malzeme yapan iktidar merkezleri oldu. Burada halkların bir düşmanlığı sözkonusu olamaz. Kürtler ve Araplar bu topraklarda yüzyıllardır birlikte yaşamış, Fransızlara, İngilizlere karşı birlikte savaşmışlardır.”
Suriye’de Kürt Arap ilişkilerinde Abdullah Öcalan’ın çok önemli bir yerinin olduğunu ve Suriye devletinin kurulan ilişki ağlarını tahrip ettiğini belirten Mardin devamla şunları söyledi;
“Önderlik bizzat kendisi bizlere; “Esat ailesine zarar vermemelisiniz” diyordu. Bu açıklamalara rağmen Kürt ve Araplar arasındaki doğal ittifağa zarar veren ve bu dayanışmayı bozan Esat ailesi oldu. Bir nevi Önderliğin yarattığı güveni suistimal etti. Halklar arasında yaşanan gerginlik ve çelişkiler en başta Suriye’nin başına büyük bir bela oldu. Önderlik “Suriye, Kürtler’den destek almalı ve Kürt sorununu demokratik kıstaslarla çözmeli” diyordu. Beşar kendisi buna fazla ihtiyaç duymadı. Bölge devletleriyle yarattığı diplomatik ilişkileri yeterli buldu. Dolayısıyla Kürtleri gözardı etti. Devletin tutumu Güneybatı Kürdistan’da Suriye’ye karşı tepkileri yoğunlaştırdı. Yüzyıllardır varlığını koruyan doğal ittifak Suriye rejimi tarafından bozuldu.”
“Ortadoğu’daki milliyetçi zihniyete karşı savaşıyoruz”
Suriye devletinin insanı eritme politikası güttüğü için yaptığı bir çok katliam ve insan hak ihlali sahiplenilmedi şeklinde görüş dile getiren Ahmet Derik Suriye devletinin Kürtleri tamamen karşısına aldığını belirtti.
“Qamişlo olayından önce Kürt halkının Suriye devletine karşı bir tepkisi yoktu. Bundan önce de bazı ayaklanmalar oluyordu. Hasekê cezaevinde Kürtler çoğunluktaydı. Hasekê’de bir katliam oldu ama kimse bunu sahiplenmediği için çok duyulmadı. Devlet Kürt halkını karşısına aldı ve Önderliğin düşüncelerine bir darbe vurmak istedi. Önderliğin gençlere, çocuklara, kadınlara verdiği düşünceleri, eğitimi boşa çıkarmak istedi. İşkence yaparak, gözaltına alarak halkın eylemselliklerinin önünü almak, halka gözdağı vermek istedi.”
Ortadoğu’da halkların sürekli kaybediş nedeninin içine sürüklendiği milliyetçi dalga olduğunu söyleyen Derik, komplovari bir tutumun görmezlikten gelinmesinin milliyetçi dalganın daha da gelişmesine neden olabileceği tehlikesine de vurgu yaptı.
“Qamışlo katliamı, Arap milliyetçiliğini diriltip Kürt milliyetçiliğini kışkırtma üzerinden her iki halk arasında gerginlik yaratmayı hedefleyen bir komploydu. Bu, bölgedeki tüm halk ve azınlıklar arasında bir çatışmayı da beraberinde getirecek ve böylelikle komplo tamamlanacaktı. Kamışlo katliamı tüm Kürt halkına karşı planlanan konseptin Güneybatı Kürdistan’a yansıyan boyutuydu.”
Kürt halkına dayatılan katliamların devletlerin halkları birbirine düşürme planı olduğunu söyleyen Derik bu oyunların bozulması gerektiğini de sözlerine ekledi.
“12 Mart komplosu Arap ve Kürt milliyetçiliği başta olmak üzere Ortadoğu genelinde milliyetçi akımları diriltmek amacıyla planlanmıştır. Önderliğin ortaya koyduğu projeler ve yeni paradigma ekseninde Ortadoğu’daki milliyetçi zihniyete karşı savaşıyoruz. Milliyetçilik Ortadoğu’da geliştikçe bölgede istikrarın oturması zorlaşmaktadır. Kürtler şahsında başta Ortadoğu’nun kültürel değerlerinin katledilmesi söz konusudur. Buna karşı tavrımız Ortadoğu’da halkların kardeşliğini, kültürel birlikteliğini yaratma mücadelesidir.”
Hüseyin Mazlum