Günümüz Türkiye’sinde Alevî toplumunun karşı karşıya bulunduğu sorunlar öylesi bir hal almış ki, bırakalım bu sorunların gerçekçi bir çözüme kavuşturulması, tam tersine bu toplumsal kesimin âdeta kendi gerçekliğine ters düşürülme amaçlı bir siyaset dayatmasıyla yüzyüze bulunması, bu durum üzerine kişiyi ciddî bir sorgulamaya sevk etmektedir.
Biraz aklı olan, vicdanlı olan, demokrat olan, kendisine insanım diyen birisinin günümüzde Alevîlere yönelik uygulanan bu çok yönlü inkâr ve asimilasyon harekâtını görmemesi düşünülemez. Dolayısıyla bu sorunu kendi sorunumuz olarak görmek, sahiplenmek ve çözüm yollarının ne olduğu üzerinde düşünüp görüş belirtmek en doğrusu olacaktır.
Toplumsal sorunların öncelikle nedenlerini bulmak, bunu doğru tespit edip, doğru yöntemlerle çözüme kavuşturmak için her şeyden önce doğru bir tarih bilincine ulaşmak gerekmektedir.
Tarih bilinci olmazsa gerçeklik değil, yalan hüküm sürer insanlığın hayatında. Tarih ve bilinç bu anlamda aydınlığın temel taşlarındandır. Tarih, günün (an’ın) ve geleceğin belirlenmesinde yol göstericidir. Yaşanmış eylem, harcanmış emek, yaratılan değerlerin birikimidir. Aydınlatıcı özü kendisinde taşır. Tarih, geçmişin anda zuhur etmesidir. Dolayısıyla tarih ve gün iç içedir, birdir, birbirinden ayrılmaz bağlarla bağlıdır. Bilinç, tarih ile an’ı birbirine bağlayan bilgi birikimidir, bilmektir, farkında olmaktır. O halde tarih bilinci olmaksızın günümüzü doğru değerlendiremeyeceğimizi, yaşanan olayları kavramada zorlanacağımızı, karar verme süreçlerinde yanlışa düşeceğimizi ve yanlış eylemde bulunacağımızı çok iyi bilmek zorundayız.
İnsan ancak bir toplumsal yapıda var olabilir. Birey için toplumsallıktan kaçmak zannedildiğinden daha zordur. Toplumsallığı onun her şeyidir; söz söyleyen dilidir, gerçekliği gören gözüdür, işleyen elidir, geleceği hayal eden ve an’da onu gerçekleştiren düşüncesi ve eylemidir. Toplumsal gerçeklik insanın kimliğidir. Kimlik tarihseldir, dolayısıyla bütündür. Onu farklı göstermek ya da sadece bir yönüyle ele almak toplumsallığı yok etmek ya da çarpıtmaktır.
Çarpıtmanın en temel yolu ise tarih bilincinden bireyi ve toplumu kopartmaktır. Bu da ancak gerçekliği tersyüz ederek sunmak ve bunu topluma aşılamakla olur. Bu tersyüz etme ve aşılama da zor araçları ve asimilasyoncu yöntemler kullanılarak gerçekleştirilebilir. Kısaca, bir toplumsal kimliği yaşatmak nasıl ki tarih bilincine sahip olmayı gerektiriyorsa, aynı şekilde bir toplumsal kimliği yok etmek, asimile etmek, farklı bir biçime büründürmeye çalışmak ancak bu bilincin çarpıtılmasıyla mümkün olabilmektedir.
Asıl olan toplumsal gerçekliktir. Birey bu toplumsallıkla var olabilir. Bundan uzaklaşmak ya da uzaklaştırılmak asıl olandan, özden kopmak demektir ki, bunun da giderek kendisinden uzaklaşmak, yozlaşmak, yabancılaşmak olduğu açıktır. Aslını değil de yozluğu sahiplenen ise yoz olur, toplumsallığından kopmuş olur; kısacası haramzade olur.
Hazreti Ali’nin “Aslını inkâr eden haramzadedir” sözü günümüzde her türlü çarpıtmaya, yalana, siyasi ve sosyal alanda yaşanan yozluklara karşı özelde Alevilerin, genelde ise tüm toplumsal kesimlerin kendilerine esas alması gereken temel bir ilkedir. Çünkü özünü inkâr etmek doğrudan, güzelden, iyiden, yani haktan yana olmaktan uzaklaşmak, yalana, çirkine, kötü olana yönelmektir. Dolayısıyla her koşulda öze sahip çıkmak, bunu korumak için çaba vermek, mücadele etmek insan olmanın en temel ilkesidir. Elbette ki devrimci, demokrat, aydın olmanın temel kıstası da bu ilkeyle bağlantılıdır.
“Kendi kimliğinin bütünlüklü olarak farkına varmayan, kendi kimliğinin ve toplumunun özgürlük ve demokrasi birikimini ortaya çıkaramayan, kendi üzerindeki baskılara karşı mücadele edemeyen bir toplumun özgürlükçü ve demokrat olması, özgürlük ve demokrasi mücadelesini doğru ve yeterli bir biçimde vermesi düşünülemez” belirlemesi günümüzde genelde Alevîler, özelde Kürt Alevîler için yerinde ve doğru bir tespit olma özelliği taşımaktadır.
Bunları niye belirtiyoruz? Çünkü Kürdistan ve Türkiye'de 12 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan bazı gerçekler, bu coğrafyada yaşayan ve toplumsal yapının temel bileşenlerinden olan inanç topluluklarının ve değişik etnik yapıların resmi ideoloji ya da resmi tarih anlayışı temelinde bilinç çarpıtmasıyla yüzyüze kılındığı ve bir nevi bu gerçeklik tarafından yönlendirilir olduğu hususunun apaçık ortaya çıkmış olmasıdır.
Konuya giriş yapıp, meramımızı şöyle ifade edelim: Türkiye ve Kürdistan'da CHP ve AKP’nin temsil ettikleri ve özünde devletin varlığını esas alan, onu koruyan ve yaşatma çabası veren ulusalcı, milliyetçi, Türk-İslâm sentezci faşist zihniyetin Alevî toplumunda taraftar buluyor olması insanı düşündüren, hayıflandıran ve bir o kadar da ürküten bir gerçek olmaktadır. Nasıl oluyor da insanlar kendi katillerini sevebiliyor, onları kendilerine yakın bulabiliyor ve onların sözlerinin peşine takılıp kendilerinden uzaklaşabiliyor? Düşündüren ve cevap verilmesi gereken soru budur. Elbette CHP ve AKP’den bahsederken, bu oluşumların dayandığı zihniyetten, ideoloji ve siyasetten bahsediyoruz. Yoksa tek tek insanları töhmet altında tutma gibi bir yaklaşım içinde değiliz.
Alevîlik Kürt ve Türkmen halkı içinde günümüze kadar taşınmış bir yaşam biçimi, düşünce ve eylem birlikteliği, bir tarihsel var oluş gerçekliği, insanın kendi toplumsallığıyla birlikte yaşamada ısrarın, direnişin, direngenliğin, özgürlük ve var olma bilincinin kimliği, kendisidir. Bu yönüyle bakıldığında Alevîlik sadece bir inanç değil, insanlık özünün bir coğrafyada ve farklı etnik yapılarda vücut bulmasıdır. Toplumu toplum yapan temel ahlâkî ve politik değerlerin, zihniyetin bileşkesi, bunun tarihsel akışı, bu akış içinde iyi, güzel, doğru olanı bağrına alan ve bunu zamanda farklı biçimlerle an’a kadar taşıyan insanlığın ta kendisidir. Mezopotamya ve Anadolu halklarının her türlü baskıya, sömürüye, zulme, haksızlığa, yani devlet ve devletli olan her şeye karşı bir başkaldırı, alternatif sistem olma duruşu, bunun toplum içindeki örgütlenmesi olmaktadır.
Dolayısıyla Alevilik özünde egemenliğe, baskıya, sömürüye, zulme, haksızlığa, bir bütün toplumsallığa karşı olan ne varsa buna karşı bir duruş, tarihsel temelleri güçlü olan ve tarihi an’da yaşatan bir toplumsal gerçekliktir.
Fakat şimdi bu gerçeklik öyle bir çarpıtmayla yüzyüze kalmaktadır ki, neredeyse Alevîlerin temel sorunlarının çözümünün devlet içine girmekle, devletli olmakla çözülebileceği yalanına inanır bir hale gelinir olmaktadır. Âdeta kendi katili olanın ardına takılıp ölüme sürüklenmeyle karşı karşıya bırakılmaktadır. Çarpıtma budur işte. Yanlış, yalan buradadır. Oysaki Alevi toplumunun karşı karşıya bulunduğu sorunların temel kaynağı devlettir. Yaşanan katliamların, baskı ve sömürünün kaynağı devlettir. İdamın, cayır cayır yakılmanın, kurşunlanmanın, katliamlardan geçirilmenin tek nedeninin bu devlet denilen sömürü aracı olduğu gerçeği âdeta unutturulmak istenmektedir.
Evet, ortada bir çarpıtma var, bilinç çarpıtması var ve bu çarpıtma da çeşitli yollarla yapılmaktadır. Dolayısıyla günümüz Türkiye’sinde Alevîlerin karşı karşıya bulunduğu sorunların nedenini ve çözümünün ne olabileceği hususu üzerine birkaç söz söylemek gerekmektedir. Bunu da gelecek yazımızda işleyeceğiz…
Edîp Koçgîrî