HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Nasılki bir zamanlar Pakistan’ın askeri şefi Ziya Ül Hak 12 Eylül cuntasının başı Kenan Evren’in “Ziya kardeşi” idiyse, yine bir zamanlar Mısır, Libya, Suriye liderleri Hüsnü Mübarek, Muammer Kaddafi ve Beşar Esad’da bugünkü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Kardeşleri” idiler. Ellerinden ödüller alıyor, birbirlerine iltifat dolusu sözler söylüyorlardı.

Fakat bilebildiğim kadarıyla Kenan Evren ile Ziya Ül Hak dostluğu hiç bozulmadı. Birbirlerine övgüler dizdikleri gibi, karşı karşıya gelip de sövgüler dizmediler. Ziya Ül Hak, Kenan Evren’in “Ziya kardeşi” olarak düşen veya düşürülen uçağında ölüp gitti. Ama sözkonusu Arap liderleri ile Tayyip Erdoğan dostluğu öyle olmadı. 2010 yılında can ciğer kuzu sarması gibi görünen dostluk, 2011 yılının Ocak ayından itibaren önce karşıtlığa, sonra da düşmanlığa dönüştü.

Tayyip Erdoğan, ABD’nin Ortadoğu siyaseti doğrultusunda önce “Mübarek kardeşini” terk etti. Sonra da “Kaddafi kardeşi” ile kanlı-bıçaklı düşman haline geldi. ABD ile birlikte yürüttüğü siyaset sonucunda bu iki “Kardeşi” de yedi. Şimdi sıra üçüncü kardeşe, Beşar Esad’a gelmiş görünüyor. Tayyip Erdoğan, Mısır kürsülerinde çektiği nutuklarda “Esad kardeşine” açıkça “Seni de yiyeceğim” diyor. “Dost ve kardeş” bilinen bir lider tarafından böyle ihanete uğramak nasıl bir duygu acaba?! Mübarek ve Kaddafi, Tayyip Erdoğan’ın söz ve davranışlarını görünce acaba neler hissetti? Beşar Esad, Tayyip Erdoğan’ın Mısır’dan yükselen “Sana inanmıyorum” haykırışını duyunca acaba nasıl bir duyguya kapıldı?

Bu tür his ve duygu içeren yaklaşımlar bir yana, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son Mısır, Tunus ve Libya gezisinin önemli siyasal gerçekleri içerdiği açıktır. Öncelikle belirtelim ki, gezi öncesi İsrail ile yaşanan sert atışmaların bu gezi ile bağlantısı vardır. Büyük olasılıkla ABD’nin de onayı ile yaptığı salvo atışlarıyla Tayyip Erdoğan Arap alemine mesajlar vermiş ve gezinin ön hazırlığını yapmıştır. Nitekim gezi sırasında Arap aleminden gördüğü karşılık, sözkonusu çabaların boşa gitmediğini ortaya koymuştur. Diğer yandan Tayyip Erdoğan ‘ın Mısır, Tunus, Libya gezisi sadece kendi adına değil, aynı zamanda ABD ve sistem adına yapılmıştır. Tayyip Erdoğan’ın Arap isyanını denetim altına alma çabası, aynı zamanda ABD sisteminin bir çabası olmaktadır.

Tayyip Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya gezilerinin iki temel amacının olduğu belirtilebilir. Birincisi, isyan ve savaşla daha yeni yönetim değişikliği yaşayan bu toplumların kontrol altına alınması. Yani “Arap baharı” denen gelişmeşlerin ABD’nin Ortadoğu stratejisine kanalize edilmesi. Nitekim Tayyip Erdoğan, gittiği her yerde “Bizim gibi olun” çağrısında bulunmuş ve AKP yönetimini model olarak göstermiştir.

İkincisi ise, Libya’daki Kaddafi yönetiminin düşüşü ardından sıranın Suriye’ye geldiğinin ilan edilmesi. Suriye’deki Beşar Esad yönetimine karşı bir Arap cephesinin oluşturulmaya çalışılması. Nitekim Mısır’daki konuşmalarında Tayyip Erdoğan’ın verdiği birinci ve en güçlü mesaj bu olmuştur. Beşar Esad’a “Sana inanmıyoruz” denerek yönetimden çekilmesi çağrısı yapılmıştır. Suriye halkı Esad yönetimini devirmeye çağrılmıştır.

ABD ile AKP’nin (yani NATO’nun) Beşar Esad yönetimini devirmeye karar verdiği anlaşılmaktadır. Gerçi NATO içinde Fransa, İtalya gibi güçlerin belli bir rahatsızlığının olduğu görülmektedir. Bu durum Libya üzerindeki mücadelede bir ölçüde açığa çıkmıştır. Suriye üzerindeki mücadelede ise daha yoğun yaşanacağı açıktır. Fakat tüm bunlara rağmen ABD yönetiminin kararlı olduğu ve Beşar Esad yönetiminden kurtulmak istediği ortadadır.

Hiç kuşkusuz ABD yönetiminin bu tutumu anlaşılırdır. Libya’da kazandığı rüzgarı sürdürmek ve Beşar Esad’ı düşürerek Arap isyanını kendi politikasına tümden kanalize etmek istemektedir. Peki AKP’nin ve TC Devletinin buradaki çıkarı nedir? AKP, Arap ülkelerinde kendi anlayışına yakın yönetimler yaratarak, Ortadoğu’da güçlü olmak istemektedir. Bu durumun AKP iktidarını güçlendirmesi kadar, Türkiye’nin NATO sistemi karşısındaki duruşunu da güçlendireceği hesabını yapmaktadır.

Dahası AKP hükümetinin, Beşar Esad yönetimine karşı terazinin diğer kefesine PKK’yi koymak istediği ve bunun çabası içinde olduğu gözlenmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Avrupa’ya, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ise Amerika’ya yönelik gezilerinin en önemli amacının bu olduğu anlaşılmaktadır. ABD ve Avrupa devletleri bunu ne kadar benimser, AKP ile hangi düzeyde ittifak yapar, bu ayrı bir konudur. Ama AKP’nin plan ve hesaplarının bu olduğu açıktır.

AKP’yi böyle bir politikaya iten, daha dün “Kardeşim” dediği Beşar Esad yönetimiyle savaşır duruma gelmesine yol açan Kürt politikasıdır. Suriye’deki gelişmelerin demokratik yönde olmasından ve Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesinden korkmaktadır. Özellikle Suriye Kürtleri içinde PKK’nin etkili olmasından korkmaktadır. Bu nedenle, Suriye politikasında etkili olarak ve ABD ile tam bir ittifak yaparak, dar anlamda PKK’nin tasfiyesini ve geniş çerçevede ise Kürtlerin etkili hale gelmesinin engellenmesini sağlamak istemektedir. AKP, eğer bunu başarırsa, o zaman İran ve KDP’yi PKK’ye karşı ittifaka daha çok zorlayacağını ve Kuzey Kürdistan’ı tümden kuşatacağını hesaplamaktadır. Kuzey’deki Kürt direnişini ezerse de, o durumda diğer parçaları kolayca etkisizleştirebileceği hesabını yapmaktadır.

Tersine Suriye’deki değişimin demokratik çerçevede olması ve Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesi bir yandan Güney Kürdistan’ı rahatlatacağı gibi, diğer yandan da Kuzey Kürdistan’daki demokratik çözümü hızlandıracaktır. Bu da Kürt sorununun demokratik çözümü ve Kürdistan’ın demokratikleşmesi temelinde Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini getirecektir.

Kürdistan üzerindeki mücadele işte bu düzeyde yoğunlaşmış, Kürtlerin önüne zorluk ve tehlikelerle birlikte çok önemli fırsat ve imkânlar çıkmıştır.

Her zaman dikkat çekiyoruz, Kürtlerin tehlikeleri önlemek ve imkânları değerlendirebilmek için iki şeye ihtiyacı vardır: Birlik ve Mücadele! Hem parçalar düzeyinde siyasal hareketlerin birliği ve bu temelde halkın bütünleşmesi, hem de Kürdistan genelindeki birlik ve ittifak bu süreçte Kürt halkının varlığı ve özgür geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Bu durum hem mevcut fırsat ve imkânların doğru kullanılmasına yol açacağı gibi, hem de AKP ve İran gibi güçlerin “Kürtleri bölme ve çatıştırma” hesaplarını da boşa çıkartacaktır.

Bu anlamda 17-18 Eylül günleri Amed’de yapılan “Kürdistanî Konferans”, çok önemli ve biraz da geç kalmış bir çalışmadır. Tabi sadece bir toplantı düzeyinde de kalmaması gerekir. Hızla Kürdistan’ın Kuzey parçasının demokratik birliğini ve kurumlaşmasını ortaya çıkarabilmelidir. Bu temelde örnek bir demokratik siyaset yaratarak hem Kürt toplumunu birlik ve örgütlülüğe çağırmak, hem de dışa dönük Kürt toplumunu temsil etmelidir.

Elbette atılacak bu adımlar tarihi olacaktır, fakat yeterli olmayacaktır. Bu birlik ve ittifak düzeyini Türkiye genelinde demokratik güçlerin birliğine dönüştürmek için de yoğun bir çaba içinde olması gerekir. Tüm demokratik güçlerin ortak bir çatı partisindeki ittifaklarından, tüm Türkiye toplumunun demokratik siyasete kazandırılmasına kadar bir çok tarihi görevi bu süreçte mutlaka başarmak gerekir.

Aynı birlik ve ittifak anlayışını Kürdistan’ın diğer parçalarında da hayata geçirmek önemlidir. Batı’daki birlik çalışmalarını ilerletip kalıcı kılmak, Güney’deki demokratik birliği geliştirmek, Doğu’da Kürt hareketlerini bir araya getirmek gerekir. Parçalardaki bu birlikleri Kürdistan genelindeki ulusal kongre veya konferansta birleştirmek süreç açısından artık kesin zorunluluk haline gelmiştir. Ulusal düzeyde yapılan kadın ve gençlik konferansları bu konuda hem ön açıcı ve hem de güçlü bir zemin yaratıcı konumdadır. AKP’nin oyunlarını bozmanın temel bir yolunun bu birlik anlayışını hayata geçirmek olduğu tartışmasızdır.

Kürtler için birlik siyasetinin ikiz kardeşi mücadeledir. Özellikle özgürlük ve demokrasi mücadelesinin Kuzey Kürdistan’da yoğunlaştırılmasıdır. Bunun da günümüzde iki somut hedefi vardır: Birincisi demokratik özerkliğin inşası, ikincisi Önder Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanmasıdır. Bu iki hedef için mücadele, günümüzde Kürtler açısından bir varlık ve özgürlük mücadelesidir, onur ve insanlık mücadelesidir. Selam olsun bu kutsal tarihi mücadeleyi başarıyla yürütenlere!..

Selahattin ERDEM