Kürdistan yüz yıllardır adeta çorak topraklara çevirtilmek için inanılmaz ölçüde katliamlarla yüz yüze getirilmiştir. Gelen vurmuş giden vurmuştur. Özelde ise 20. Yüz yılda bu katliamlar tavan yapmıştır. Kürdistan’ın bir bölgesinde deyimin tam manasıyla soykırımlar yapılmıştır. Kürdistan’da soykırımlar yapılırken kendilerini sözde medeniyetin temsilcileri ilan edenler gözlerini kapatmışlar, kulaklarını duymaz kılmışlar ve dillerini bantlayarak lal olmuşlar.
Özcesi Kürdistan’da Kürt halkı ve bu topraklarda yaşayan diğer halklar fiziki ve kültürel soykırımlara tabi tutulurken görmezden, duymazdan gelmişler. Yürekleri ziftli olanlar bırakalım görmemezlikten ve duymamazlıktan gelmeyi, üstelik sömürgeci devletlerin uygulamalarına arka çıkmışlar, desteklemişler ve yer yer de bizatihi yol yöntemler göstererek sömürgecilerin yaptıklarını daha da derinleştirmişlerdir.
Bu gidişat hiç şüphe yoktur ki iyi bir gidişat olmamıştır. Bu gidişata dur diyenler Kürdistan’ın birçok yerinde ortaya çıkmışlardır. Başkaldırmışlardır. Karşı durmuşlardır. Direnç göstermişlerdir. Yani birçok yerde Kürtler ve bu topraklarda yaşayan halkların gençleri Direnişe geçmişlerdir. Bundandır ki bugüne kadar Kürtlere gelebilmişlerdir.
Ne var ki tarih yeniden tekerrür ettirilmek isteniyor. Yeniden Kürtler bu topraklarda baskılanmaya, sindirilmeye çalışılıyor. Kürtlerin on yıllardır büyük mücadelelerle elde ettiklerini kimileri kirli oyunlarla yeniden ayakaltına almak istiyorlar. Bunu Türkiye yapıyor, bunu İran yapıyor, bunu Rojava’da yapmaya çalışıyorlar. Dört taraftan yapılıyor demeyeceğiz ancak Kürdistan’da en az 3 taraftan yeniden tehlike çanları çalıyor.
Tarihte ne zaman tehlike çanları çalmış ise ve bu halkın genç evlatları bu çanları duymamışlar ise orada kesinlikle yaşanmış olan felaketler olmuştur. Gençler yüreklerini avuçlarının içine almayıp yollara daha doğrusu yönlerini dağlara vermemişlerse orada yaşananlar kesinlikle trajediler olmuştur.
Evet, yeniden tarihi bir momentin eşiğindeyiz. Eski bir yoldaşımızın sıkça kullandığı bir deyim vardır, “ÇÖLE SU OLMAK” diye, tam da Çöle Su olma zamanı.
Çöle Su Olmak için önce su bulmak gerekiyor. Suyu bulmak için toprağı eşmek, toprağın bağrına girerek açığa çıkarmak gerekiyor. Su Kürdistan gençliğidir diyelim. Kürdistan gençlerini bulduk peki bu gençleri dağlara, özgürlük kavgasına nasıl ulaştıracağız? Bu gençleri kültürel soykırım gibi kırımlara karşı nasıl hareketlendireceğiz? Gençleri hem kendilerini korumasını, hem toplumu korumasını ve hem de dağa çıkmalarının yolunu nasıl göstereceğiz?
Evet, Kürdistan Çöl diyelim, gençliği de Su diyelim. Gençler her yerde var. Hem Kürdistan’da hem de Kürdistan dışında çok sayıda var. Su’yu bulduk dedik. Eğer Su’yun akacağı bir yol göstermezsek bu Su-derinden çıkarılmış olan Su-adım adım etrafını ıslatacak, hatta zamanla o Su oraları bataklığa çevirecek kadar çoğalacaktır. Ancak biz bataklık istemiyoruz. Biz gürül gürül akan bir Su istiyoruz. Biz birilerinin bu bataklıkta boğulmasını da istemiyoruz. Tersine biz bu Su’yun çorak olmuş Çölü yeşertmesi için açığa çıkartmışız, uğraşmışız hatta kazma küreklerle gün yüzüne çıkarmışız.
Evet, Çölün Su alması için, Çölün yeşermesi için Su’yu çıkardığımız yerlere kanallar işleyeceğiz, arklar yapacağız ve bir yolunu bulup o Su’yu oradan alıp Çölü Su’layacağız. Çölü yeşerteceğiz.
Peki, Su’yu kanallara akıtacak olanlar kimlerdir? Ya da buradaki Su kanalları kimlerdir diye sorulabilir?
Verilecek tek bir cevap vardır: gençlerin kendileri, yani örgütlenmiş olan gençler. Çöl var mı var. Su var mı var. O zaman bu Su’yu Çöle aktaracak olanlar peki nerede? Nerede bu kadar açığa çıkarılmış olan Su’yu buralara aktaracak kanallar ve arkları?
ÇÖLE SU OLMAK derken söylenmek istenen özcesi kanal ve ark olmaktır. Kanal ve ark olarak binlerce Kürdistanlı genç dağların doruklarına, öz savunma çalışmalarına, Rojava Devrimi’ne, Kürdistan’ın inşasına derken her tarafa akabilecek, oralarda yapılacak binlerce İş’e akabilmektir.
Evet, Çöle Su Olmak için bugün her zamankinden daha fazla Kürdistanlı gençlere ihtiyaç vardır.
Hayri Engin