HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Çözümlü kişilik diyor bir Kürt düşünürü, Önder Apo için: “Çözümlü kişi homojen olarak salt kendinden ibarettir. Ötekiyi varlığında taşımaz, bu nedenle onu dışında somut ve net olarak görür. Kişi ötekilerden ne kadar arınmışsa o kadar net ve saydam görür. Bulanık ve dağınıklığıysa ötekilerde oluştuğu kadardır. Kibirli olmaması bundandır. “

Ve devamla; “Öcalan’ın yaptığı kendi kendine politikadır, yani yapmak istediği politikayı kendine karşı deneyerek aldığı sonuçları yaymaya çalışır. Politikayı sevdirmek böyle olur ancak. Kendine politika yapamayan başkasına, başkasına politika yapamayan kendine politika yapamaz, yani kendini çözemeyen başkasını, başkasını çözemeyen kendini çözemez. “diye ekliyor.

Bugünlerde tartışılan “Kürt açılımı”na dönük çok şeyler yazılıp çiziliyor. Ve tuhaf olan ise birçok saygın yazar-çizerin bu açılıma yol açan süreci yeterince derinlikli ele alamamasıdır, ya da almamasıdır.

Öncelikle şunu belirtelim: Herkesin üzerinde buluştuğu, birkaç on yıl öncesinde Kürtlüğün yok olmakla yüz yüze oluşuydu. Kürtlük ayıplanacak ve utanılacak bir mevzubahis idi. Kürt kendisinden kaçan bir öğeydi. Horlayanların horlamaları giderek onda bir karşılık bularak adeta o da bu horlamaların doğru olduğuna inanacak bir merhaleye gelmiş dayanmıştı.

Sosyo-psikolojik olarak ele aldığımızda kendisinden kaçan, utanan bir bireyin komplekslerle dolu olacağıdır. Böyle bir kişilik isyancıdır, tepkicidir, yıkıcıdır, duygusaldır, hassastır, kırılgandır, asabidir ve daha da böyle kendisiyle barışık olmayan birçok özelliği sıralamak mümkündür.

Başkan Apo’nun öncülüğünde, PKK, başlattığı özgürlük mücadelesiyle Kürdün yukarıda saydığımız birçok özelliğini aştırdı. Yeni bir kimlik kazandırdı. Kendisiyle barışık bir Kürdü yarattı. Kendine güvenen bir Kürdü açığa çıkardı. Sorun sadece bir Kürt kimliğini açığa çıkartmak da değildi, onun da ötesinde özgür ve onurlu bir kişilik yaratmaktı. Yapılan da bu oldu.

Kürt açılımını tartışırken bu gerçekliği görmezden gelmek çok şeyi karıştırmak demektir. Çok şeyin hakkını vermemek demektir. Ve bugün Kürtlerin ezici bir çoğunluğunun meydanlarda inadına Öcalan diye haykırmasını duymazlıktan gelmek demektir.

Birçok saygın aydın-yazar bugünlerde Kürdistan’da geziler yapıyorlar. Ve vardıkları sonuçlar yukarıda izah ettiğimiz gerçeklerdir. Ve bu gerçekleri kimse tersyüz edemez. Tersyüz edemez, çünkü gerçekler her zaman çıplak olmayı sever. Ve Önder Apo her şeyin çıplak olmasını ve aynı derecede çıplak görülmesini kendi mücadelesiyle herkese gösterdi. Ve bu gerçekliği hiç kimsenin gücü inkâr etmeye yetmez.

Öncelikle bu realiteyi göreceğiz. Bileceğiz. Bu gerçekleri bilmeden, dikkate almadan yapılacak her siyaset ve girişim -niyetler temiz de olsa- sonuç almaz. Kaldı ki niyetlerin ne kadar temiz olduğunu her gün üzerimize yağan bombalardan ve yapılan onlarca operasyon ve saldırılardan görüyoruz!!!

Öcalan’dan söz ederken Sayın Gökhan Düzgün Önder Apo’nun çözümlü bir kişiliğe sahip olduğunu ve “Politikacıların çoğu ayarlı tiplerdir. Sorumlulukları hukuka göredir, yürekten değildir. Öcalan’ın sorumluluğu karşılıksızdır, anaerkil toplumdaki anaçlar gibidir. Anaerkil düzendeki kadınların soyuna karşı taşıdığı esirgeme, kollama ve soyunun varlığını sürdürme içtenliğidir. Kendi lehine soyundan hiç bir beklentisi yoktur. Sadece onların yaşama yeterliliğine ve güvencesine erişmelerini ister. Bu türden bir sorumluluk ne kanunlarla verilmiş bir yetkiye benzer ne de seçilenlerin seçmenlerine hoş görünme kaygısını andırır. Öcalan’ın sorumluluğu tamamıyla içgüdüseldir “ diyor.

Şimdi bu noktada durup birkaç söz söylemenin tam zamanı: Kürdistan’da düşünceleri hem en köktenci yani radikal olan kişi Önder Apo’dur hem de politikada en esnek, uzlaşmaya açık, yapıcı, mutlaka çözümler bulunmasında ısrar eden yine Önder Apo’dur. Kürt sorunun çözümü için elinden geleni yapmaya her zaman hazır olmuştur. Tek bir şartı vardır; onursuzluk dayatılmayacaktır -onursuzluk insanların ruhunu ve karakterini bozan bir dayatmadır-, özgürlüklere ket vurulmayacaktır -özgürlüksüzlük insan olma arayışlarından vazgeçmek demektir ki bu da kendini ret etmek demektir-, boyun eğme istenmeyecektir -boyun eğme insanlıktan çıkmaktır-. Başka da her konuyu en etraflıca tartışmaya açık neredeyse tek insandır. Bunun için önerdiği düşünceler mutlak değildir. Sorunun ya da sorunların çözülmesi için her daim konuşmaya hazırdır. Eğer gerçekten amaç bekçiyi dövmek değil de üzüm yemekse yapılması gereken de budur.

Türkiye aydınlarının, yazarlarının, sanatçılarının ve tabi ki en başta da siyasetçilerinin yapmaları gereken ilk husus şuna karar vermeleridir: Üzüm mü yenilmek isteniyor yoksa bağcı mı dövülmek isteniyor? Bu soruya verilecek cevap eğer üzüm yemek ise o zaman yapılması gereken hiçbir gerekçeye sığınmadan, hiçbir ürkekliğe, utangaçlığa ve tereddütte girmeden Önder Apo’yu çözüm sürecine dahil etmektir. Çözümlü bir kişiliğin takıntıları olmadığı için kendisiyle barışıktır. Kendisiyle barışık olan bir insanın başkalarıyla barışı en iyi sağlayacağı muhakkaktır.

Bu gerçekliği iyi görerek TC’nin iktidar odakları bir an önce kriz siyasetini terk etmelidirler. Krizler ve sorunlar üreterek insanları yönlendirme ve gütme siyasetini terk etme zamanı çoktan gelip geçmiştir.

K. Nurhak