HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri


erdogan fetoÖzel savaşı anladıkta bu “Derin Özel Savaş” nedir diye soranlar olacaktır.

Örneğin klasik sömürge zamanlarında halklara karşı kullanılan savaş türü açık olan zordu. Yani işgal edilmek istenen ülkeler ya da topraklar zor gücüyle işgal edilir ve zor gücüyle işgal edilen topraklarda sömürgeciler güçleri yettikçe her şeyi yapardı.

Ancak ikinci dünya savaşından sonra bu savaş biçimi sonuç almaz olmuştu. Çünkü bu savaş biçimi halkların tepkisini topladığı için halklar karşı direnç gösterdiler. Nitekim bunun için birçok halk emperyalizme ve açık sömürgeciliğe karşı büyük direnişlerle meydana çıkarak bu işgalci güçleri ciddi zorlamışlardı. Bu gerçeği analiz eden sömürge merkezleri artık açık askeri sömürü zor’un yerine, halklar tarafından görülmeyecek olan, gizlenmiş, arkadan yürütülen bir savaş biçimini icat ettiler. Bu yeni icat edilen savaş tarzına Özel Savaş denildi. Özel savaş bu bağlamda siyasi literatüre yeni sömürgeciliğin geliştirildiği ya da geliştirilmek istendiği yerlerde uygulandı. Ve o gündür bugündür dünyanın her yerinde hamaratla uygulanmaktadır.

Özel savaş olarak ele aldığımız olgu, sınıflı uygarlıklar boyunca geliştirilen baskı ve egemenlik aracı olarak başvurulan savaşın bir biçimidir. Değişen koşullara göre sürdürülen bir savaş biçimi oluyor. “Kuralsız savaş” tarzında bir savaştır. Kuralsız savaş tanımı, özel savaşı anlatmaya yeter mi? Kuralsızlığı genel bir çerçeve olarak değerlendirip içine her şey sığdırılırsa olabilir...

Özel savaş denen savaşta, salt askeri olarak hasmı alt ederek ona iradeyi kabul ettirme söz konusu değildir. Özel savaş, siyasetin şiddet araçlarıyla sürdürülmesi değildir, ama şiddet araçlarının kullanılmasını da içeriyor. Onun için özel savaş egemenler ve sömürücüler tarafından topluma karşı her alanda sürdürülüp, ilan edilmiş olan bir savaşı simgeler. Özel savaş kapsamına sadece ekonomik, siyasal, askeri, kültürel alanlar değil, bir bütün olarak insana ve topluma karşı savaş da giriyor. Kısacası toplumla ilgili ne varsa bunlar özel savaş kapsamına giriyor.”

Hiç şüphe yoktur ki bu kirli savaş türünün kendine has yol ve yöntemleri de vardı ve halen de vardır. Burada derinliğine girmeyeceğiz. Hatırlayalım 1970’lerde Şili’de halkçı olan Salvatore Allende’yi iktidarda almak için o yıllar çok etkili olan “yirmi yalan bir doğru eder” prensibiyle hareket etmiş ve Allende’yi halkın gözünün önünde bu yalana dayalı savaş biçimiyle alt etmişlerdir.

Ancak bu özel savaş’ı aşan başka savaş tarzlarının üzerinde çok yoğun bir şekilde çalışıldığını siyasetle uğraşan her insan az çok bilir. Yeni sömürgecilik birçok ülkede uygulanmaya konuldu. Ancak dünyada gelişen bilim teknik artık bu tarz bir sömürgeciliğin de aşılmasını gerekli kıldı. Çünkü bileşim tekniği her eve istenilen saatte girebildi. Her ne kadar emperyalist güçler bu tekniği öncelikli olarak kendileri için kullandıysalar da yine de zamanla tüm dünyaya yayıldı. Bugün dünya bir köy kadar küçülmüştür. Unutmayalım ki bir köyde ahlaki değerler çok gelişkindir. Bir köyde herkes kimin ne yaptığını bilir. Herkes herkesi tanır. Doğrudan ilişki esastır. Başka bir deyişle bir köyde sömürünün çarkları ayrı dönmek zorundadır. Çark daha inceltilmek zorundadır. Göz boyama daha güçlü olmalıdır. Daha etkili kandırma yöntemleri bulunmalıdır. Öyle ki birinin cebine eğer elini atacaksan o zaman o birinin ruhuna daha fazla hem de kimsenin çakmayacağı tarzda nüfus etmenin yolunu bulmalısın.

İşte bu yeni yol yöntem bulmaya biz Derin Özel Savaş diyoruz.

Örneğin Türkiye devleti Kürtleri kültürel olarak soykırıma tabii tutabilmesi için 24 Eylül 1925 yılında Şark Islahat Planı diye bir plan geliştirdi. Bu planın özü Kürtleri yok etmekti. Fiziki olarak yok etmek. Kültürel olarak yok etmek. Siyasal olarak yok etmek. Sosyal olarak yok etmek. Psikolojik olarak yok etmek. Derken Kürtleri Kürt olmaktan çıkararak başkalarının uzuv’u haline getirmek için ne kadarda çok plan ve program geliştirdiler. Dersim’de örneğin o 7 meşhur T’ler vardı. Tedib, Tenkil, Tasfiye vs…

Örneğin Kürtlerin yaşadıkları mekanlaraTürk okulları açarak Türkleştirmek istediler. Kürtlerin yaşadıkları yerlere zindanlar inşa ederek, Kürtleri bu zindanlarla terbiye etmeyi esas aldılar. Kışlalara alarak kişilikleriyle oynamaya çalıştılar. Sporu getirerek Kürtleri kendilerine eklemlemeye çalıştılar. Sanatı ancak kendi sanatlarını Kürtlere götürerek Kürt sanatını yok etmeyi, yine Kürtlerin sanatlarını kendilerine alarak içini boşaltmaya çalıştılar. Ve tabii Kürt gençlerine diğer S’yi de götürerek toplumu ahlaki dokusundan boşaltmaya çalıştılar.

Evet, Şark Islahat Planı ile Kürtler tümden hedeflendiler.

Ancak dikkat edersek bu Şark Islahat Planı neredeyse 90 yıllıktır. Bu plan bugünkü dünya da söker mi? Herhalde sökmez. Örneğin bu Planı’nın ilk üç maddesi şöyledir:

“1. madde: Kürdistan’a idare i örfiye dedikleri sıkıyönetimin ilan edilmesi.

2. madde: Kürdistan, 5 umumi müfettişlik mıntıkasına düzenlenir ya da bölünür.

3. madde: Mahakim-i nizamiye ve divan-ı harb-i örfilerde yani sivil ve askeri mahkemelerde sivil hakim bulunmayacaktır.”

5. madde ise bugünkü Türkçeyle ele alacak olursak:

“Ermenilerin ve Kürtlerin yerlerine balkanlarda getirilecek olan Arnavutlar, Bulgarlar ve Kafkasya ile Azerbaycan’dan getirilecek olan Türk kökenliler yerleştirileceklerdir. Öyle ki getirilenlerin tüm masrafları devlet karşılayacak, bura yerlileri mal ve mülklerini satamayacaklardır.”

Şimdi bu maddeler dediğimiz gibi bugünkü dünyada söker mi? Sökmez dedik. O zaman Kürt halkının kültürel soykırımını farklı yol ve yöntemlerle yürütülmesi gerekiyor.

İşte bu farklı yol ve yöntemlerle Kürtlere karşı sürdürülen üstü örtülü savaşa biz Derin Özel Savaş diyoruz.

Elimize birkaç yıl önce TC devletinin gizli odakları tarafından daha doğrusu “Derin Özel Savaş Merkezi” tarafından hazırlanan bir belge geçti. Bu belgenin başlığı: “Türkiye’de Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Psikolojik Harekât Dâhilinde Terör Örgütüne Karşı Alınması Gereken Tedbirler”dir.

Bu belgenin bazı maddelerini sıralarsak Derin Özel Savaş’ın ne demek olduğunu daha iyi görmüş olacağız.

Belgenin girişi çok ilginçtir. Belgenin girişinde şöyle denilmektedir:

“PKK’nın başarısı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürülen “Milli Bütünleşme Projesi” çerçevesinde henüz ulusal bütünlüğe tam olarak eklemlenememiş yurttaşlarımız ile ulusal bütünleşmeyi sağlamış olan yurttaşlarımızın bir kısmını ulusal bütünlük sürecinden kopararak, Kürt “etnik gruplaşması” sürecine sokmuş olmasıdır. Bölge insanının kafasında kendisine Kürt oluşundan ötürü farklı davranıldığı tezi oluşmuş olması, etnikleşmeyi güçlendirmektedir. Esasen milli bütünleşme projesi 1980’lerde GAP projesinin devreye girmesi ile dev adımlarla hızla sonuca doğru gidecek Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bütünlüğü sosyolojik olarak tamamlanacaktı. PKK’nın bu dönemde ortaya çıkması “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmış ve toplumu “Milli Bütünleşme Projesine” karşı harekete geçirmiştir.

Dikkat edelim: PKK güya “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmıştır. Peki, nedir bu “Milli Bütünleşme Projesi” dedikleri proje?

Tek kelimeyle söyleyecek olursak: Kültürel Soykırımdır. Kültürel Soykırım ise: “Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir.Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir.”

PKK Kürt halkının çarmıha kitlesel olarak gerilmesini önlediği için:“PKK’nın bu dönemde ortaya çıkması “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmış ve toplumu “Milli Bütünleşme Projesine” karşı harekete geçirmiştir” denilmesi boşuna değildir.

Devamla:

“Yapılması gereken, bölücü ideolojinin ulaştığı bütün başarıları ortadan kaldıracak bir politikayı bilimsel esaslara dayandırmaktır ve kendisini Kürt olarak tanımlayan bölge halkının eritilerek “Milli Bütünleşme Projesine” dahil edilmesidir. Özetle, örgütün etnik tarih inşası engellenmeli, sosyolojik ve psikolojik bölünmeyi tamir edici, toplumsal bütünleşmeyi geliştirici politikalar geliştirilmelidir” denilmektedir.

Peki, nedir bu politikalar?

“1. Bölgede mağduriyetin ortadan kaldırılması için; psikolog, psikiyatrist ve sosyal psikologların öncülüğünde birçok kapsamlı araştırmanın yapılması şarttır. PKK’nın kurduğu psikolojik tuzak ve mekanizmalar iyi tespit edilmelidir. Toplumsal rehabilitasyon önlemleri için;

a. Bölgede rehabilitasyon

b. Bölge dışında göç neticesinde oluşan gettolarda rehabilitasyon, olmak üzere iki genel çerçeve oluşturmak gerekmektedir.”

Peki, bu nasıl yürütülecektir?

Başka bir paragrafı olduğu gibi alıyoruz. İçindekiler çarpıcıdır.

“2. Başta öldürülen PKK’lıların aileleri olmak üzere yakın çevrelerine yönelik olarak kapsamlı rehabilitasyon çalışmaları başlatılmalıdır. Bu insanlar düşman oldukları halde, düşman olarak görülmemeli kendilerine öyle davranılmamalıdır. Terör ile mücadelede terör sürecinin yaşandığı coğrafyanın insanlarının büyük çoğunluğu potansiyel suçlu olmakla birlikte, bunların potansiyel suçlu olarak görülmesi ve bunun onlara yansıtılması tepkilere yol açabilir. Özellikle PKK’lı gençlerin anneleri ve babaları kazanılmalı, çocuklarını PKK’dan geri almak üzere yönlendirilmelidirler. Bu çerçevede özellikle “Cumartesi anneleri” gibi örgütün politikleştirerek istismar ettiği gruplar tahlil edilerek terör örgütünden koparılmalıdır.”

“Bu insanlar düşman oldukları halde,” cümlesi Derin Özel Savaş merkezlerinin Kürt halkına yaklaşımını açıkça dile getirmektedir. “Bunlar düşman ama düşman gibi yaklaşmayalım aksi taktirde kazanamayız.” Yani kandıramayız yaklaşımı belirgindir. Dikkat edelim “düşmandırlar ama düşman olduklarını bilerek, ancak düşman olduklarını hissettirmeden yaklaşalım” denilmektedir.

Başka ilginç bir bölüm ise: “Devlet ile Halk Arasında Sıcak İlişkiler” adı altında toplanmıştır.

Bir maddesi şöyledir:

“Bölge halkı ile güvenlik güçleri arasında güçlü bir organik bağ oluşturmak gerekmektedir. Bunun için uygulanabilecek birçok yol vardır. Bunun için yapılması gerekenlerden biriside dini bağın vurgulanmasıdır. Bir askeri birliğin bir köye girdiği zaman camide namaz kılması, Ramazan ayında komutanların iftar vermesi, Cuma namazlarına subayların katılması bu alanda olumlu bir örnek teşkil edecektir. Radikal dinciliğe karşı TSK tarafından zaman zaman sergilenen radikal laikçi uygulamalar sadece ve sadece radikal dincilerin zeminini güçlendirmekte, Türk ordusunu olduğundan farklı göstermektedir.”

Bu yukarıda yazılanları okuduğumuzda TSK’nin yine birçok emniyet biriminin özelde bunların üst düzey yetkililerinin Kürdistan’da dini değerlere gösterdikleri hassasiyetin hiçte dine karşı gösterilen saygıdan geçmediğini görmek herhalde zor olmayacaktır. Yapılan sadece ve sadece Kürt halkını kendi özgürlük değerlerinden uzaklaştırma plan ve programları olduğu gözler önündedir.

Başka önemli bir madde ise şöyledir:

“Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatına da toplumsal rehabilitasyon sürecinde çok önemli görevler düşmektedir. Ancak Başkanlığın mevcut yapısı ve klasik görev zihniyeti ile böyle bir görevin üstesinden gelmesi mümkün değildir. Başkanlığın bu noktada devletin ilgili kurumları ile daha etkili bir dayanışma içinde olunması gerekmektedir. Özel olarak yetiştirilmiş imamların bölgeye gönderilmesi ve bu imamların örgütün anti-propagandasını yapacak şekilde donatılması, bölgedeki istihbarat güçlerimizle birlikte çalışmaları gerekmektedir.”

İlginç değil mi? Şimdi TC’nin Kürdistan’a Diyanet Başkanlığının eliyle imam gönderdiği daha iyi anlaşılmaktadır. Tüm bu imamların Derin Özel Savaş’ın projesi temelinde Kürdistan’a gönderildiği, bu temelde çalışma yürüttüklerini:“Görmeyen gözler sadece ve sadece kördür. Duymayan kulaklar sadece ve sadece sağırdır. Bilmeyen beyinlerin ise sadece ve sadece örümcek ağıyla beyinleri örüldükleri için bilinçten yoksundurlar,” diyelim. Diyelim ama peşini de bırakmayalım.

Derin Özel Savaş’a ilişkin yazı devam edecektir.

Kasım Engin