HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Kürdistan’daki Direnişlere kısa bir bakış

Direnişler devam edecektir, çünkü Osmanlının Kürdistan’a saldırısı devam etmektedir. Batıda toprak kaybı yaşayan Osmanlı ortaya çıkan zararların telafisini Kürdistan mirliklerinden almaya çalışmaktadır. Sadece ekonomik olarak yaşanan kayıpların telafisi hedeflenmiyor bizatihi üç yüzyıl önce oluşturulan özerk Kürdistan beylikleri ya da mirlikleri bir bir hedeflenerek merkezi imparatorluğa bağlanmaya çalışılıyor. Bu ise resmen Kabul görmüş olan Kürt beyliklerinin iç içlerine müdahale anlamına geliyor. Buna karşı ortaya çıkacak direnç ya da karşı koyuş sadece ve sadece bir direnişi ifade ediyor.

Daha somut olarak Rewanduz Direnişine göz atarak bu durumu irdelemek mümkündür.

Mir Muhammed, 1788'de Rewanduz'da doğmuştur. Mir Muhammed o dönemde Kürdistan’da yegâne eğitim yeri olan medresede eğitim görmüş, dindar bir kişidir. Mir, topraklarının savunma gücünün sağlamlaştırılmasına büyük dikkat gösterir. Mir, Osmanlı ve İran'ın aralarındaki çelişki ve savaş durumundan yararlanmayı bilir ve etrafta bulunan birçok Kürt bölgesini kendi mirliğine dahil eder. Hatta Osmanlı devleti, onunla karşılaşmamak için en büyük unvanlardan biri olan "Mir-ê Miran (Mirlerin Miri)" unvanını kendisine verir. İran da emirliğin bağımsızlığını kabul etmiştir.

30'lu yılların başında Mir'in iktidarı artık Musul’dan, İran sınırına değin uzanan geniş bir bölgeye yayılmıştır. Daha fazla güçlenmesini önleyerek, egemenliğine son vermeyi politik çıkarlarına uygun bulurlar.

Ayrıca İngilizlerde Soran emirliğinin gelişmesinden endişeleniyor ve bir an önce yok edilmesini istiyorlardı. Çünkü bu bölgede oluşacak bir Kürt devleti, İngilizlerin Basra körfezindeki ve Hindistan’da ki menfaatlerine ters olup, bu menfaatlere büyük ve güçlü bir Kürt beyliğinin zarar vereceklerini düşünmektedirler. Rusların kuzeyden saldırıları da buna eklenince, İngilizlerin bölgedeki çıkarları tamamen tehlikeye düşmüş olacaktı. İngilizler, zayıf yönetime sahip ve kendilerine bağlı Osmanlı yönetiminin bölgede yaşamasını, kendileri açısından daha faydalı göreceklerdir. Sırada Soran emirliği vardı. İngilizlerin yeni görevi bu emirliğin yok edilmesi için Osmanlıya yardım etmekti.

İlginçtir değil mi! Kürtlerin ezilmesinde yine İngiliz parmağı! Son iki yüzyılda nerede bir Kürt yenilgisi varsa, nerede Kürtlere bir haksızlık var ise ve nerede bir komplo var ise, bunun altından hep İngiliz parmağının çıkması derince ele alınarak, irdelenmesi gereken ayrı bir mevzudur.

Soran'ı yıkma görevi Sivas valisi eski Sadrazam Reşit Paşaya verilir. 1834 yılının yaz aylarında kırk bin kişilik bir ordu Sorana doğru ilerlemeye başlar. Reşit Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri, Kürdistan’da ilerleyerek birkaç ay içinde Rewanduz yakınlarına ulaşırlar. Geçtikleri yerleri talan ve yağma etmeyi de ihmal etmezler. Reşit Paşa, kendine boyun eğmeyen Kürt yerleşim yerlerini ezip geçer. Musul ve Bağdat valileri tarafından komuta edilen iki kuvvetle de buluşup, Soran'a doğru ilerlemeye devam edecektir. Kaldı ki Soran’ı ezmek için yola çıkıp gelmiştir.

Mir Muhammed, Reşit Paşa onun üzerine doğru gelirken-bundan habersizdir. 1837'de Osmanlı ordusu Rewanduz'u kuşatır. ve Harir'e kadar ilerlerler. Dağlık kesime çekilen Kürt güçleri, geçitleri tutarak geniş bir alanı kontrol ederler. 40 bin kişilik Kürt ordusu direnişiyle Osmanlıları geriletir. Bu başarısızlık karşısında kurnazlığa başvuran Reşit Paşa, barış önerisinde bulunur. Reşit Paşa, Mir Muhammed’in bağışlanacağı ve yine yönetimin başında kalacağına dair teminat verir. Ona ‘gerçek’ bir Müslüman olarak hitap eder ve Müslüman kanı dökmemeye davet eder. Reşit Paşa, özellikle Melle'leri devreye sokar. Melleler, Mir'i ikna etmek için yoğun bir çaba harcarlar. Ayrıca halka da İslam halifesiyle çarpışmanın haram olacağını, halife ordusuna karşı silah taşıyanların kâfir olacağına ve karısıyla boşanmış olacağına dair fetvalar vererek, halkı etkilemeyi başarırlar. Mir, verilen sözlere de kanarak Reşit Paşa'ya gidip halifeye bağlı olduğunu bildirerek barışı kabul eder. Kaldı ki gerçekten de Mir’in Osmanlıyla bir sorunu bu bağlamda yoktur. Mir’in, Osmanlılarla ideolojik bir sorunu yoktur. Mir’in tek sorunu kendi beyliğinin bağımsız kalabilmesi ve kendisinin Mir olarak tanınmasıdır. Osmanlı karşıtlığı yoktur. Kürtlük söz düzeyinde söylenmiş olabilir, ancak özü itibariyle her an Osmanlıyla ya da İran’la olunabileceğini zaten pratikleriyle göstermektedir. Mir Muhammed, İstanbul'a gönderilir. Kendisi hakkında idam kararı çıkartılmıştır ancak karar gizli tutulmuştur. Bu sırada bağışlandığını ve ülkesine döneceğini sanan Mir, 1837 yılında yolda-kimi rivayetlere göre Sivas'ta, kimisine göre Trabzon'da-öldürülür.

Seyit Rıza içinde aynısını yapmamışlar mıydı işgalciler? Erzincan’a çağırmışlar Seyit Rıza’yla görüşmek için. o yaşıyla yollara düşmüştür ancak Kemalist rejim onu tutuklayacak ve 15 kasım 1937’de oğlu ile kimi arkadaşıyla idam edilecektir.

Kör Muhammed Paşa'dan sonra Mirliğin başına kardeşi geçmiştir, daha doğrusu geçirilmiştir. 1847'ye kadar yeni Mir Soran beyliğini yönetir. Osmanlılar duruma hakim olduktan sonra bu kez de Mir Muhammed’in kardeşini sürgüne gönderirler. Bu beyliğin başına bir Osmanlı valisi atayarak Soran emirliğine tamamen son vermiş olurlar. Genel olarakta ayaklanma bastırıldıktan sonra Kürdistan büyük bir katliama maruz kalır. İrili ufaklı birçok beylik tasfiye edilerek ortadan kaldırılır.

Bedirxanların Botan Direnişi: Sıra Bedirxanlara gelmiştir. En güçlü direnişlerden biri olan Bedirxan direnişi, 1842 yıllarında patlak vererek, 1847-48'lere kadar sürer. Osmanlılar Rewanduz hizaya getirdikten sonra bu kez sıra Bedirxan beye gelmiştir. Bu durumu fark eden Bedirxan direnişe geçecektir. 1842 yılında direnişini ilan eder. Cizre, Amediye, Van’a kadar açılım sağlar. Yer yer diğer beylerle ilişkilenir. İddialı bir çıkış gibi görünen bu çıkış, ayrı din ve azınlıklara öncelleri hoşgörülü yaklaşır. Bedirxan'ın kimi komutanı Ermeni'dir. Kimisi Asurî’dir. Bedirxan Bey güç elde edip iyice sınırlarını genişletince-İngiliz ve ABD misyonerleri ve ajanlarının da-kışkırtmasıyla Süryaniler, Bedirxan Bey’e karşı isyana teşvik edilirler. Önceleri farklı halk ve dini inanç gruplarına saygılı yaklaşan Bedirxan, İngilizlerin oyununa gelerek halklara karşı katliama varan eylemlere girişir.

Osmanlılarla çatışmalar başlayacaktır. Yukarıda söylenen bölgelerde, isyanlar gelişecek ve Osmanlı zor durumda bırakılacaktır. Osmanlıların büyük bir ordusu Bitlis ve Van’dan, Cizre üzerine yürüyecektir. Bedirxan Miks yakınlarında Osmanlı ordusunu karşılamak için tüm gücünü toplayarak karşı hamle yapmaya çalışacaktır.

Bedirxan Bey'in asıl güçlerinin olduğu Hakkâri, Botan, Van üçgenindeki dağlık bölgeye yönelir. Osmanlı ordusu bu bölgede güçlü bir direnişle karşılaşırken, kanlı geçen çatışmalarda iki kez geri çekilmek zorunda kalır. Daha sonra yedek kuvvetlerle, özellikle toplarla desteklenen Osmanlı ordusu yine saldırıya geçer. Ancak yine sonuç alamazlar. Topal Osman, Bedirxan'ın direnişini görerek savaşa devam etmekle beraber, asırlık Osmanlı hilekârlığına başvurur; rüşvet ve sınırsız rütbe vaatleriyle Bedirxan Bey'in yeğeni ve aynı zamanda merkez olan Botan askeri gücünün komutanı Yezdan Şer’i kandırır.

Bedirxan’ın kendi yerinde bir nevi Cizre komutanı olarak bıraktığı yeğeni Yezdanşêr'e Osmanlılar taht ya da bey olma sözü vererek yanlarına çekerler. Geri cephenin düşmesinden öteye, geri cephe de Bedirxan’a karşı bir cephe olmuştur. Bu durumu öğrenen birçok Kürt beyi, Bedirxan’a yardımlarını çekeceklerdir. Bedirxan yenilerek geri çekilecek, en sonunda Kor Kandil denen alanda Osmanlılara teslim olacaktır.

Ancak Bedirxan beyin ne kadar Osmanlıya karşı olduğunu biraz açalım. Osmanlılarla ideolojik bir çelişkisi olmadığını yukarıda değinmiştik. Asıl çelişkisi giderek sınırlandırılan beylikleri ve iktidarlarıdır. Teslim alındıktan sonra Bedirxan ailesi Kürdistan’dan, İstanbul’a sürülecektir. Bunu bildiğimiz sürgün olarak anlamamak önemlidir. Bedirxan ailesinin çocukları okutulacak ve Osmanlının önemli mevkilerinde görevler alacaklardır. Örneğin Mir Emin İstanbul’da polis şefi gibi bir göreve gelebiliyor. Girit’te yaşayan Mir Bedirxan ise Yunanlar isyana kalktıklarından Makedonya ve Girit’teki isyanları Osmanlı paşa rütbesiyle, görevli olmadığı halde bastırmasında ve ezilmesinde görüyoruz. Başka bir söylemle direnişe kalkan Bedirxan, Osmanlının bir komutanı olarak başka halkları bastırmakla görevlendirilmiştir. Bu da Bedirxanların Osmanlarla bir çelişkilerinin olmadığına işarettir. 1868 yılında vefat eder. Öldükten sonra da maaşı, ailesi için bir kuşak daha devam etmiştir. Oğullarından yedi tanesi, paşa rütbesiyle Osmanlı ordusuna girmiştir. Bedirxan Beyin Girit’teki direnişi bastırmasından dolayı İstanbul’a gelmesine izin verilmiştir. Bu arada Bedirxan'ın, Osmanlı vezirine maaşının arttırılması için verdiği dilekçe ise Bedirxan’ın bir isyan gerçekleştirmediğinin işareti olduğu kesindir . Dilekçe bir yandan yenilmiş bir sultanın kendi mülkü üzerinde hak talebini yansıtan bir içeriğe sahipken, diğer taraftan Osmanlının emektar, eski bir yöneticisinin -kulunun- isteklerini yansıtmaktadır. Dilekçede maaşının artırılmasını ya da Kürdistan’da kullanılmasına izin verilmeyen toprakları için kullanım hakkı ister. Bunun yanında devlette memur olarak çalışan yakınlarının kıdemlerinin artırılmasını talep eder. Ardından şöyle der; “Sözün kısası aciz kulunuzun, padişahımızın merhametinden başka sığınacak yeri yoktur. Dertlerimi kabul ve lütuf ile dinleyecek olan zatı devletlerinden başka sığınacak yerim yoktur.” (Malmisanij)

Bundan çıkan sonuç; direniş önderlerinin görünüşte gevşek siyasi bağlarla da olsa, tabii oldukları egemen devletin geleneksel yapısına, tarihsel bağlarla bağlı olduklarıdır. Direnmiş olanlar, egemen devlet tarafından tekrar kendisinden sayılmıştır. Bazen affedilerek tekrar görevlendirilmişlerdir. Kuşkusuz bu yaklaşımın başka birçok nedeni de vardır. En başta direniş önderlerinin içinden çıktıkları toplumdaki etkilerinden dolayı devletin bilinçli bir politika yürütmesidir. Ama bununla beraber bu kişilere sahip çıkması, daha çok da bu ailelerin sonraki kuşaklarını da devletin hizmetine sokmasının bir sebebi de, bu kesimi sürekli olarak kendisinden bir parça olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.

Söylenmek istenen işgalcilerin hep isyan diye dile getirdikleri sadece ve sadece haklı olan direnişler olmasıdır. Bu direnişlerin başarılı olmaması bu direnişlerin haklı olmadıklarını elbette ifade etmez.

---

KILIÇDAROĞLULARINI, KAMER GENÇLERİ VE ÇELİKLERİ ANLAMAK İÇİN

Kürdistan’da yaşanan direnişlere devam edelim.

Yezdanşer Osmanlıya bağlıdır. Daha doğrusu Kürdistan’daki beylerin ağırlıklı bir bölümü, belki de tümünün Osmanlıyla bir sorunları yoktur. Osmanlıyla tek sorunları, Osmanlının yüz yıllar önce imzalamış oldukları antlaşmayı ayaklar altına alarak Kürdistan’a sefer yapmalarıdır. Bunun içindir ki Kürtler, daha doğrusu Kürtlerin mirleri Osmanlının bu antlaşmalara sadık kalması için Osmanlının saldırılarına karşı direnmişlerdir. Ve bundandır ki Kürt mirleri Osmanlının en küçük uzlaşma emare gösterisinde hemen Osmanlıya yaklaşmışlardır.

Buna iyi bir örnek Yezdanşer'dir. Bedirxan’ın direnişinde Osmanlının yanına geçerek Botan Miri olan Yezdanşer, Osmanlının Kürtlerin özerkliğine karşı olmadıklarına inanmıştır. Ve bundandır ki amcası olan Bedirxan’a sırt çevirmiştir. Ne var ki Yezdanşer üç yıl sonra görecektir ki Osmanlının asıl amacı Kürdistan’ı işgal etmektir. Yani Kürt mirliklerini artık kabul etmemektedir. Ve bunun sonucudur ki Yezdanşer Osmanlıya karşı direnişe geçecektir. Burada gördüğümüz yine isyan değildir. Ayaklanma değildir. Yani bir devlet yapılanmasını tanımama değildir. Ya da bu devlet yapılanmasının yerine başka bir devlet yapılanmasını kurma değildir. Burada yapılan sadece ve sadece direniştir. İncitilmiş gururun, gururların yeniden tesisidir. Yeniden geçmiş antlaşmalara sadık kalması için Osmanlıya bir çağrıdır.

Yeniden dile getirecek olursak: Yezdanşêr, Bedirxan Bey'in kıyımında yaptığı ihanet karşısında, Bedirxan Bey'in yerine Cizre beyi olarak atanmıştır. Ancak Osmanlıların Cizre beyliğini yeniden canlandırmaya niyetleri yoktur, olaylar bastırılıp tehlike atlatılınca, Yezdanşêr'e de gerek kalmayacaktır. Onu uzaklaştırmak, yerine bir Osmanlı paşası atamak ve bölgedeki Kürt beyliklerinin tümünü ortadan kaldırmak için yeni düzenlemelere girişirler. Umduğunu bulamayan Yezdanşêr, Osmanlıya karşı iç cephe açmak için, onun Kırım Savaşı'nın elverişsiz konumundan yararlanmak isterler. Direniş, hızla genişler. Direniş alanı içinde yaşayan farklı ulusal azınlıklar; Süryaniler, Ermeniler, Rumlar da katılmışlardır. Bu dönemde insanlar bir kurtarıcı arayışı içindeydiler ve bu rolü bu kez Yezdanşêr oynar.

İngilizlerin Musul konsolosu, Kürt aşiretlerin arasına ikilik sokar ve Yezdanşêr'in Osmanlıyla uzlaşması için yoğun çaba gösterir. Yezdanşêr, politik tutarsızlığı ve verilen vaatlere hemen kanması nedeniyle Osmanlıyla görüşmeyi kabul eder. Musul’daki İngiliz konsolosunun sözde kişisel güvencesiyle, sözde görüşme vaatleriyle, tuzağa düşürülerek İstanbul'a gönderilir ve orada tutuklanır. Lidersiz kalan direniş kısa sürede dağılır.

Hep aynı dokuyla karşı karşıya kaldığımızı burada yine görüyoruz. Direnen, daha birkaç yıl önce o dönemin en büyük direnişini kendi yetki, mevkii ve bireysel menfaatleri için satan, pazarlayan Yezdanşêr’dir. Bu kez de o direnişe geçecektir. Çünkü bireysel çıkarların zamanı geçmiştir. Osmanlı kendisini yeterince güçlü hale getirmiştir. Bir işbirlikçiye ihtiyacı yoktur. Özcesi kullanım değeri kalmayan bir Yezdanşêr'i ne yapacaktır ki? Bu bir. İkinci bir dipnot da İngilizlerin oyununa yeniden yeniden düşülmesidir. İngilizlerin ipiyle kuyuya inmek, herhalde her zaman kuyunun dibini boylamakla sonuçlanmaktan öteye bir sonuç doğurmuyor.

Osmanlıya karşı bu ve benzer direnişler 1800’lerin sonlarına kadar sürecektir. Tüm direnişlerde aynı doku vardır. Osmanlıya karşı rahatsızlık vardır. Bunun için önce uzlaşma arayışı olmayınca daha doğrusu Osmanlı bu uzlaşmayı kabul etmeyince direniş, direnişler yenilgiyle sonuçlanınca bu kez yeniden Osmanlıyla uzlaşma.

Kürtlerin direnişlerin bir yönü budur. Bir diğer yönü ise direnenleri ve ailelerini sürgüne göndermeleridir. Başka bir yönü ise kendi hakim sistemleri içine alarak eritme politikalarına tabi tutmalarıdır. Bu yönün hiç şüphe yoktur ki çok trajik bir yüzü de vardır. O da yenilgiye uğratılanların, ailelerinin ve onların cümle cemaatinin çocuklarına el koyarak, kendi okullarına alarak, kendi zihniyet yapılanmasında geçirerek kendi adamı, yani ajanı yapmalarıdır.

Evet, 19. yüzyılda bastırılan isyanların ardından, isyana katılan, kimi zaman ailenin tüm fertleri Bedirxan isyanında görüldüğü gibi sürgün ediliyorlardı. Kimi zaman da çocukları alınarak İstanbul’da Babıâli okullarında yetiştiriliyorlardı. Ne de olsa geleceğe yatırım gerekiyordu. İstanbul’da aşiret okulları bu nedenle açılıyordu. İşbirlikçi aşiret reislerinin ve işbirlikçi ailelerin çocukları, bu okullarda eğitim altına alınıyordu. Tabii direnenlerin çocukları da ıslah edilmek amacı yanında emniyet sübabı olarak bu okullar da rehin olarak yetiştiriliyorlardı. Yetişenlerden bazıları Hamidiye alaylarında görevlendiriliyordu, diğerleri Babıâli bürokrasisi içerisinde görevlendiriliyordu. Şeyh Ubeydullah Nehri'nin sonradan idam edilecek olan oğlu Şeyh Abdulkadir, Senato Başkanı olabiliyordu. Bedirxan’nın oğlu Emin Bedirxan, askeri istihbarat şefi olabiliyordu.

Bu çocuklar okullarda esasen içine doğdukları topluma yabancılaştırılma eğitimi alacaklardır. Bununla yetinmeyerek, burada yetişenlerin eliyle bir toplum ıslah edilmek istenir. Ne de olsa bunlar tanınmış ailelerin evlatlarıdırlar. Bunların kazanılmaları halinde, bir toplumu kendisinden uzaklaştırmak için iyi bir göstermelik yakalamış olacaklardır. Bir de bu kendilerinden uzaklaşmış olanlar dil bilirler. Yazı bilirler. Kalemleri iyi yazar. Giyim kuşamları yetiştirenlere benzer. Böylelikle bu yetiştirmeler, bir toplumu belleksizleştirmek için bürokrasilerde, gerektiğinde etkili yerlerde görevlendirilirler. Yazıp-çizdikleri için öne çıkabilirler. Düşünme ve konuşma güçleri olduğu için bunlar-yetiştirme de olsa-gittikleri yerlerde, geçmişin saygınlığından dolayı yer edinirler. Halk değer verir. Bağrına basar. Ne de olsa geçmişte direnişlerde yer almış olan ailelerin soyağacıdırlar. Evlatlarıdırlar. Bunların çok azı-ki istisnalar kaideyi bozmaz derler-halka yönünü vererek, halk için bir şey yapar. Ancak büyük bir çoğunluğu kendi toplumundan uzaklaştığı için Mangurtlaşmayı yaşar.

Bugünün tablosuna ne kadar da uyuyor…

Kılıçdaroğlu gibiler böyle yetiştirilmişken nasıl Dersimli olabilirler ki? Ya da Kamer Genç’in Türklüğü böyle daha iyi anlaşılmış olmuyor mu? Yine Akepe’li olan Hüseyin Çelik’in neden kraldan daha kralcı olduğuna başka eklenecek bir şey var mı?

Kasım Engin