HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Sıkılı yumrukları havada, tok ve bir ağızdan çıkan slogan sesleriyle sokakları çınlatırken veya bir duvara, uğruna koskoca ütopyalar kurulan kutsal harfler çizilirken görülür ya çoğu zaman; devrimci, o değil.

Koyu, askeri yeşili parkesi, uzamış sakalı ya da atkuyruğu yapılmış saçı ve makyajsız yüzüyle tam da parmaklarının avuç içine doğru birleştiği o yuvarlağın derinine sıkıştırdığı sigarasından derin ve keskin bir nefes çekerken görülür ya; devrimci, o da değil.

Cepte kalmış olan üç beş liranın hesabı yapılarak gelinmiş bir kahvehane ya da cafe köşesinde ısmarlanmış çayları yudumlayıp hararetle tartışırken görülür ya bir grup; devrimci, o, hiç değil.

Hayalleri ve geleceği tutsak alabileceğini düşünenlerin hapsettiği soğuk beton ve demir parmaklıklar arkasında inancı ve iradesiyle ölüme yatmış, bir deri bir kemik kalmış fotoğraflarında gözleri ışıl ışıl parlayan da değil devrimci.

Kapısına tekmesini vurarak içine girdiği ve o pastel renkli duvarlarında çarpan kararlı ve tok sesiyle tarihi yargılayan, yurtseverliği, fedakarlığı haykıran da değil devrimci.

Kim bilir nereden ele geçirdiği ve yavuklusu gibi bağlandığı o soğuk namluyu koltuk altında, kemer arasında, bir ahşap döşemenin içinde saklarken bir gün yaşatılmış ve yaşatılacak her türlü zorbalığa, haksızlığa, sömürüye, katliama karşı hesap soracak olmanın o dayanılmaz hazzını duyumsayarak, planlar yapan da.

Bunların hepsi olsa da çok daha ötesindedir devrimci. Aşamaları olsa da devrimcilik yolunun, aslı değildir davanın. Heyecanı, macerası biraz da biçimidir devrimciliğin. Ya da birçoklarına göre aslı, esası devrimciliğin.

***

Bir devrimciyi devrimci yapan olgunun onun süreklileşen ve istikrar arz eden yaşamıdır. Ya da Sosyalizm ideolojisine bağlılığı ve ideolojinin ortaya koyduğu yaşam tarzına göre bir ömür yaşamasını bilmesidir.

Her an ve her pratik ardından kendisini ve devrimciliğini, sosyalistliğini sorgulamalı insan. Yoksa kirlenir uğruna milyonların düştüğü kutsallar.

***

Sonbahar yapraklarının her esen yelde savrulduğu bir sonbahar gününde güneşi ufuk çizgisinde uğurlarken bir kez daha soruyorum, sorguluyorum devrimciliğimi.

Dik yokuşlarında soluklanmadan, bir nefeste, çevik adımlarla ilerlerken, soruyorum kendime; “Yeni değer teorisi nasıl şekillenmeli?”

Rüzgarın jilet gibi kestiği zirvelerde inadına ve tersine koşar adımlarla ilerlerken soruyorum “Kapitalizmin aşılma sorunlarında her bireye düşen görev ne?”

En yorulduğum ve bitkinleştiğim an’da bile inançlı ve kararlı adımlarla ilerlerken yine soruyorum “Devrim değerlerine nasıl sahip çıkmalı?”

Suyun başına iniyor, yaprakların kapladığı gölde açtığım küçük bir aralıktan su içiyorum ve yine soruyorum “Dilini, kültürünü, kimliğini eşit ve özgürce yaşamasında Kürt halkının tek çıkar yolu ve çözüm modeli nedir?”

Dağlarımızın, özgürlük mekanlarının her sonbaharının ressamların tuvallerine düşürdüğü o renkli tablonun asla canlandıramadığı güzellikleri seyre dalarken sorularımı çoğaltıyorum.

Cevaplarını bilsem ve tam da ortasında olsam da cevapların yine de soruyorum.

Bir gerilla olarak herkes en derin uykusundayken daha, rakımı bilinmez dağların doruklarında güneşi ilk karşılayan olmanın haklı gururuyla Kleşimi omzuma atarak nöbetine duruyorum özgürlüğün…

Bir daha farkına varıyorum ki sosyalizm ve devrim, sürekli arayışın, inancın ve eylemin eseri.

Pir Kemal