Şimdiye kadar AKP için her şey söylenmiş, fakat “hırsız” denmemişti. Şimdi Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi ardından Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku grubu AKP için bu sıfatı da kullandı. AKP’yi Amed’de çaldığı milletvekilini derhal geri iade etmeye çağırdı. Yani AKP’yi milletvekili hırsızı olarak suçlamış oldu.
Gerçekten de hem AKP, hem de sözkonusu hanım kişi, sanki buna önceden hazırmış gibi ve politik ahlaktan yoksun bir biçimde bedava elde edilen milletvekilliğinin üzerine atladı. Peki insan bir düşünmez mi? Bu milletvekilliğinin bir sahibi var, seksen binin üzerinde oy alınarak bu milletvekilliği gerçekleşmiş, öyle insana bedava yedirirler mi! Belliki gözü dönmüş iktidar hırsı ve çıkar mücadelesi bunların hiçbirini akla getirtmiyor.
12 Haziran genel seçimleri ardından da seçim kampanyası sürecindeki siyasal mücadele derinleşerek devam ediyor. Seçimle birlikte Türkiye’nin önü açılacak ve sorunları çözüm yoluna girecek diye beklenirken, tersine çözümsüzlüğün daha da arttığı ve tıkanma noktasına geldiği gözleniyor. Bu durumun baş sorumlusu da kesinlikle AKP ve Tayyip Erdoğan oluyor.
Bu tıkanma sürecinin Hatip Dicle’nin milletvekilliği üzerindeki tartışmayla başladığı açıktır. Bu tartışma giderek seçilmiş milletvekilinin YSK kararıyla sözde milletvekilliğinden düşürülmesi sonucuna kadar vardı. Bazıları buna “hukuk kararıdır, uyulması gerekir” diyor. Ama hukukun da millet iradesini ifade ettiği söyleniyor. Peki hani millet iradesine uygun karar? AKP kurmayları ve özellikle Tayyip Erdoğan hep millet iradesinden daha yukarda bir iradenin olamayacağını belirtiyor. Pek hani milletin sandıktan çıkan iradesine uygun davranış? Hem de AKP’nin kendisi mal bulmuş mağribi gibi bedava milletvekilliğine sarılmaya çalışıyor.
Dahası seksen bin oyla seçilmiş olan Hatip Dicle’ye milletvekili seçildiğine dair mazbata bile verilmiş bulunuyor. Ayrıca aday olduğu sırada adaylığını veto eden YSK, daha sonra işlemlerin tamamlanması ardından Hatip Dicle’nin milletvekili seçimine katılabileceğine bizzat karar vermiş bulunuyor. Aynı YSK, iki ay önce “milletvekili olabilirsin” dediği Hatip Dicle’ye, şimdi milletvekili seçildikten sonra ise “milletvekili olamazsın” diyor. Peki, sormazlar mı: bu nasıl bir hukuk? Bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu!
Hatip Dicle’nin milletvekili olup olmadığı üzerine başlayan tartışmanın giderek boyutlandığına tanık oluyoruz. Bunun üzerine toplanan Hatip Dicle’nin milletvekili arkadaşları, “Hatip Dicle olmadan meclise gitmeyeceklerini” açıklamış bulunuyorlar. Dolayısıyla 28 Haziran’da toplanacağı açıklanan TBMM’nin daha ilk günde çalışamaz duruma düşeceği anlaşılıyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerinin bu tarihi demokratik kararlara her alandan güçlü destek ve dayanışma açıklamaları geliyor. Başta Kürtler olmak üzere tüm demokratik güçler yeniden sokaklara dökülmüş bulunuyor. Halk ortaya çıkardığı demokratik iradesine güçlü bir biçimde sahip çıkıyor.
Giderek antidemokratik uygulamaların artması mevcut krizi daha da derinleştiriyor. Seçimler yapılalı onüç gün olmasına rağmen, henüz tutuklu iken seçilmiş bir tek kişi bile cezaevlerinden bırakılmamış bulunuyor. Dahası “Ergenekon Davası” tutuklusu olup da milletvekili seçilenler hakkında mahkemeler “Tahliye edilmeme” kararı vermiş durumda. “KCK Davası” tutuklusu olup da milletvekili seçilenlere ilişkin mahkemelerin ne karar vereceği ise henüz belli değil. Bu satırlar yazılırken sözkonusu milletvekilleri hala cezaevinde tutuklu bulunuyor.
Öyle anlaşılıyor ki, Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi hem kişiye özel bir yaklaşım değil, hem de hukukî değil. Genel bir politikanın uygulanması oluyor. Bu politika Hatip Dicle için bir biçimde uygulanırken, diğerleri için de farklı farklı biçimlerde uygulanıyor. Burada Hatip Dicle olayının ayırdediciliği, başlangıç olması ve politikayı deşifre etmesi noktasında ortaya çıkıyor. Çünkü biraz daha irdelenince açığa çıkıyor ki, Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesini AKP istemiş! Siz bunu AKP karar ve talimat vermiş olarak da okuyabilirsiniz. Yani bu işi YSK düşünmemiş, AKP’nin talimatı üzerine YSK tarafından karara bağlanmış.
AKP’liler ne derse desin, gerçek tamamen böyledir. Hatip Dicle için de, diğer milletvekilleri için de sözde mahkeme kararı denerek yapılanların hepsi AKP politikalarının uygulanmasıdır. AKP, seçim kampanyası sürecinde geliştirdiği saldırılarını seçim sonrasında da bu yöntemlerle sürdürmeye çalışmaktadır. Bununla bir yandan yaşadığı seçim yenilgisinin intikamını almak, diğer yandansa gerginlik ve krizler yaratarak ABD’den aldığı güce dayanıp iktidar hegemonyasını geliştirmek istemektedir. Baskı, komplo ve oyunlarla iktidarını güçlendirmeye çalışmaktadır.
AKP’nin ana politikası buyken, başta Bülent Arınç olmak üzere benzer çevrelerde bu politikanın yol açtığı tepkileri dindirmeye çaba harcamaktadır. Bu çevreler hem nalına hem mıhına vurarak, yani hem YSK’yı eleştiriyor görünüp, hem de BDP’yi eleştirerek esasta AKP politikasına hizmet etmektedir. Bülent Arınç Efendiye göre meclisten çekilmek yanlışmış, gelip görüşlerini mecliste müzakere etmeliymişler! Buraya kadar söylenenler bir yerde normal görülebilir, fakat dahası da var. BDP’liler görüşlerini mecliste söylemeliymiş, ama bu onların söyleyeceklerinin yapılacağı anlamına da gelmezmiş! Yani Bülent Arınç’a göre, BDP’liler sadece söyleyecek, AKP’liler ise istediklerini yapacaklar! Yani AKP’nin meclisteki yaması olarak rol oynayacaklar!
Kuşkusuz AKP dinci faşist bir parti. Kürt soykırımını dokuz yıldır daha da inceltilmiş politikalarla yürütüyor. Hatip Dicle ve diğer milletvekillerine yönelik uygulamalar da bu faşist ve soykırımcı politikaların bir parçası oluyor. Fakat bize göre, Bülent Arınç’ın zihniyet ve politikaları AKP’nin faşist ve soykırımcı yaklaşımlarının en zirvesi ve tehlikeli düzeyi oluyor. Bu gerçeğin iyi görülmesi, Bülent Arınç’ın sahte gözyaşlarına adlanılmaması gerekiyor. Bülent Arınç, Kürtleri ve demokrasi güçlerini âdeta kendilerinin bir “kapatması” olarak görüyor. Yani “biz onlara herşey yaparız, onlar bize sadece hizmet eder, yama olurlar” anlayışı. İşte bu anlayış en faşist ve en soykırımcı bir anlayıştır, karşıdakini küçük görmeyi ve aşağılamayı ifade eder.
Hem Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç, hem de AKP’nin tüm kurmayları ve akıl hocaları çok iyi bilsinler ki, Kürtleri ve demokratik güçleri artık aldatamayacaklar. Evet, 2002’den itibaren biraz aldattılar, beklenti yaratarak zemin ve zaman kazandılar. Bir özeleştiri olarak bunu ifade etmek lazım. Ama artık bu güçler uyanmıştır. AKP’nin bütün maskeleri iyice düşmüştür. Kürtler ve demokrasi güçleri ne Bülent Arınç ve benzerlerinin oyunlarına aldanacaklar, ne de Tayyip Erdoğan şürekâsının baskılarına boyun eğeceklerdir.
İşte Blok milletvekilleri tarihi bir demokrasi kararı alarak, hem koltukta gözlerinin olmadığını ve hem de kopmaz bir birlik olarak halkla bütünlük oluşturduklarını ortaya koymuşlardır. Şüphesiz bunun devamını da halk ve mücadele güçleri getirecektir. Kürdistan ve Türkiye’deki demokratik devrimi büyütüp derinleştirerek AKP’ye hak ettiği son dersi de bu temel de verecektir.
Selahattin ERDEM
Özgür Politika