Herkes umutla bekliyordu ki, 12 Haziran genel seçimi olacak, ülkemizin önü açılacak, toplumun temel sorunları demokratik siyaset yöntemiyle bir bir çözümlenecek!
Fakat görünen o ki, böyle olmadı. Belkide seçimli demokrasi tarihimizin en gergin ve küfürlü seçimlerinden biri olan 12 Haziran seçimleri ardından da gerginlik ve çözümsüzlük sona ermedi. Hatta ilk defa daha açılmadan meclisi tıkayan bir durum ortaya çıktı.
Peki niye böyle oluyor? Kim bunun sorumlusu? Ülkemizin sorunları bu kadar çok tartışılıyor ve somutlaşıyorken, neden çözüm yoluna girilemiyor? Şimdi bu sorular bütün insanlarımızın kafasını kurcalıyor.
Bilindiği gibi, ülkemizde geçmişte böyle olduğunda, yani sorunlar ortaya çıkıp da demokratik siyaset çözüm üretemediğinde askeri darbeler olurdu. Şimdi ise hukuki darbeler oluyor. Tabi askeri darbelerle sorunlar çözülemediği gibi, tersine daha da ağırlaştırılırdı. Şimdi de hukuki darbeler aynı işlevi görüyor. Hatta sorunları ağırlaştırdığı gibi, yeni yeni sorunlar da yaratıyor. İster askeri, ister hukuki olsun, her zaman darbeler sorun yaratıcı oluyor.
Eskiden yapılan askeri darbelerin sorumluları her zaman belliydi. Adı üzerinde askeri darbe olduğuna göre, elbetteki bunu askerler yapıyordu. Gerçi zaman zaman siyasetçilerin askeri darbeleri kışkırttığı ve gerisinde olduğu tartışılıyordu, fakat yine de sonuçta yönetimi alan askerler darbeci sayılıyordu. Bu da daha çok üst komuta içinde, Genelkurmay'da ortaya çıkıyordu.
Şimdi hukuki darbeler sürecinde darbecinin kim olduğu konusunda aynı netlik yaşanmıyor. Kimisi diyor YSK darbesi! Kimisi diyor Yargıtay darbesi! Kimisi diyor HSYK darbesi! Şu mahkemenin darbesi, bu mahkemenin darbesi derken tartışmalar sürüp gidiyor. Özellikle AKP'nin dokuz yıllık iktidarı döneminde bu durum yoğunlaşarak sürüyor. Asker yerine bir yandan polisi devreye koyan AKP, diğer yandan da hukuku kullanıyor.
Ortaya çıkan manzaraya bakalım. Önce YSK, iki ay boyunca olur verdiği Hatip Dicle'yi milletvekili seçildikten sonra, hatta milletvekili mazbatasını aldıktan sonra milletvekilliğinden düşürüyor. Ardından mahkemeler peşpeşe seçilmiş tutuklu milletvekillerinin tahliye taleplerini reddediyor. Millet adına karar verdiğini söyleyen kurumlar, çok açık bir biçimde millet iradesini reddediyor. Tpkı generaller gibi, kendi bildiklerini millet iradesinin yerine koyuyorlar. Peki bir hukuk darbesi değil de nedir bunlar?!
Tabi bu hukuk darbesine karşı başta milletvekilleri olmak üzere toplum yoğun bir tepki gösteriyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekilleri toplanarak, başta Hatip Dicle olmak üzere tutuklu milletvekilleri olmadan meclise gitmeme kararı alıyorlar. Toplum, iradesinin hiçe sayılmasına karşı tepki gösterip sokaklara dökülüyor. Ülke yeni bir tartışmanın içine sürükleniyor. Bundan çıkan sonuç: Tıkanma ve gerginlik! Çözümsüzlüğün daha da derinleşmesi! Toplum sorunlarına çözüm bulmakla görevli kurum olan meclisin kırk üyesi olmadan toplanmak zorunda kalması. Bunun da açıkça kriz ve kaos anlamına geldiği açık.
Peki bütün bunların sorumlusu kim? AKP yönetici ve yandaşlarına göre sorumlu BDP! Bu çevreler meclisi boykot kararını yanlış buluyorlar ve milletvekillerini meclise katılmaya çağırıyorlar. İyi güzel de, BDP ve genelde Blok milletvekilleri durup dururlarken mi bu boykot kararını aldılar? Böyle olmadığı çok açık. Tersine Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerinin "Tutuklu vekiller olmadan meclise gitmeme" kararı bir sonuç, bir tepki. YSK ve mahkemelerin hukuk darbesine karşı bir tepki. Oldukça yerinde, haklı ve demokratik bir tepki. Yoksa başka nasıl davranabilirlerdi ki!
Demekki ülkemizi seçim sonrası kriz ve kaosa sürükleyen, tıkanma ve gerginlik yaratan Blok milletvekillerinin "Meclise gitmeme" kararı değildir. Tersine bu karara da yol açan Yüksek Seçim Kurulu ve bazı mahkemelerin hukuk dışı ve siyasi kararlarıdır. Ülkeyi geren ve tıkatan, YSK ve mahkemelerin verdiği kararlardır. Bu kararlar çok açık bir hukuk darbesi niteliğindedir.
Seçim ardından bir dizi hukuk darbesiyle karşı karşıya kaldığımız artık tartışmasızdır. Kaldıki bu yeni yaşanan bir durum da değildir. Örneğin 14 Nisan 2009 tarihinde başlatılan ve Kürtlerin "Siyasi soykırım" olarak tanımladıkları "KCK Davası" da bir hukuk darbesidir. Bunun gibi onlarca olay ve dava vardır. AKP iktidarı döneminde askeri darbelerin durduğu, fakat yerine hukuki darbelerin başladığı bir gerçektir. Ama bu darbelerin sorumlusu kim veya kimlerdir? İşte anlaşmazlık bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Kimilerine göre, bu darbelerin sorumlusu YSK ve hukuk kurumlarıdır. Çünkü kararı onlar almaktadır ve yetki onların elindedir. Yüzeysel bir bakışla bu görüş doğruymuş gibi görünmektedir. Bu nedenle de hukuk kurumları darbeci olmakla itham edilmektedir. Ancak bu görüntünün yanıltıcı ve dolayısıyla bu görüşün yanlış olduğunu bilmek gerekir. Bir kere, hukuk kurumları yasalara göre karar veriyorlar. Yasaları da TBMM yapıyor. TBMM'yi de iktidar çalıştırıyor. Dolayısıyla mevcut antidemokratik ve gerici yasaların sorumlusu AKP'dir. bunları AKP yapmamış olabilir, fakat AKP iktidarı altında varolmaları da AKP'yi sorumlu kılar.
Diğer yandan AKP hukuk alanıyla çok oynamaktadır. Siyasi iktidar olarak mahkemeleri siyasal kararlar almaya yönlendirmektedir. Dahası YSK ve mahkemeler bu kararları almadan önce AKP yöneticileri ve Başbakan Tayyip Erdoğan bu görüşleri bizzat açıklamaktadır. Örneğin Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesi için AKP'nin adeta talimat vermiş olduğu basına yansımıştır. Yine seçim öncesi konuşmalarında AKP'liler, tutuklu adayları kastederek "Seçilebilirler, ama bu meclise gidebilecekleri anlamına gelmez" demişlerdir. Yani daha o zamandan tahliye edilmeyeceklerini belrtmişlerdir.
O halde, bütün bunlar darbecinin kim olduğu ve hukuk darbesinin ardında kimin bulunduğu gerçeğini aydınlatmaktadır. Hukuk darbesi nedeniyle sadece YSK ve mahkemeleri suçlamak doğru değildir. Darbeleri yapan ve yaptıran AKP'nin kendisidir. Bunlardan dolayı AKP suçlanmalı ve sorumlu tutulmalıdır. Şimdiye kadar generaller emirleri altındaki askerleri darbelerde nasıl kullandlarsa, AKP'de siyasal darbelerinin emrinde hukuku o düzeyde kullanmaktadır.
Demekki seçim ardından gerginlik ve tıkanma yaratan, kriz ve kaosa yol açan AKP'nin kendisi olmaktadır. Bir de bu durumu AKP bilinçli olarak yaratmaktadır. Bu gerginlik ve kriz ortamından fayda sağlamayı ummaktadır. Güya bu biçimde herkesi korkutacak, ürkütecek, geriye itecek ve böylece seçimde kazanamadığı güce bu yolla ulaşacak! AKP'nin yeni hesabı ve politikası budur. Bu gerçeği görerek, bu politikaları boşa çıkartıcı tutumlar geliştirmek gerekir.
Bu açıdan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerinin kararı tamamen yerindedir, demokratiktir ve demokratik toplumu temsil etmektedir. Dolayısıyla hangi partiden olursa olsun tüm demokratik güçler tarafından desteklenmesi gerekir. Herkesin bu demokratik mücadeleye katkı sunacak eylemler içine girmesi gerekir. AKP'nin hukuk darbesi ve yaratılan tıkanma ancak böyle bir demokratik tutum ve mücadeleyle aşılabilir.
Adil BAYRAM
Özgür Gündem