HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Kadına yönelik şiddet hızından hiçbir şey kaybetmeden devam ediyor. Kadınlara yönelik şiddetin bütün biçimleri, cinselliklerini şiddet, korku ve sindirme yoluyla kontrol altına alarak kadınlara boyun eğdirmenin ahlaksızca yöntemleri olarak iş görmektedirler. Şu anda dünya çapında binlerce kadın devletlerin gerek savaş yoluyla gerekse de devletin alt ve üst yapı kurumlarıyla uyguladığı sistematik şiddetin yanı sıra eşlerinden, babalarında ve erkek kardeşlerinden dayak yiyorlar, şiddet görüyorlar. Birileri namus adına öldürülüyor, birilerinin yüzüne kezzap dökülüyor, birilerinin boğazı kesiliyor, birileri recm ediliyor, birilerinin boynuna ip dolanıyor ve birileri bombalar altında öldürülüyor. Binlerce kadın tecavüze uğruyor, işkence görüyor, gözaltında kayıp ediliyor ya da kaçırılıyor. Fuhuş bataklığına binlerce kadın saplanıyor. Ve fuhuş bu gün uygarlık sisteminde bir sektör haline gelerek kadını tüketiyor. Yaratılmak istenen yeni sömürge alanları nedeniyle’ terör’ adı altında kirli savaşlar süre geliyor ve bu savaşın en fazla mağduru yine kadınlar oluyor. Çünkü ataerkil sistemin şiddet kültürü o kadar geniş bir yelpazeyi kapsar ki kadın yaşamının her anı bir şiddet biçimiyle denetlenir, köleliğin sınırları yeniden çizilir. Kimi zaman görünür bir şiddet aracılığıyla kimi zaman da işselleşmiş köleliliğin yarattığı oto kontrolle varlığını sürdürür.
Böylesi bir girişle şiddete yönelik bir tanım geliştirmek istedim. Öncelikle şiddeti doğru tanımlamak önemlidir. Son süreçte Türkiye gündeminde de bu soruna dönük yapılan önemli tartışmalar söz konusudur. Kimi kadın aktivistlerinin sorunu ele alış, tartışma düzeyleri önemli olmakla birlikte ağırlıkta gündeme taşınan, Kadın ve Aile Bakanı olan Fatma Şahin’in hazırladığı ve bakanlar kuruluna sunduğu şiddete dönük karar tasarısıdır. Kadın sorunu öylesine köklü ve derin bir yapıya sahiptir ki onu bu bütünlük ve derinlikte ele alıp irdelemedikçe doğru bir sonuca da ulaşılamaz. Şiddet bu biçimiyle ele alınıp tartışılmazsa, aşılmasına dönük ciddi bir mücadele de içinde de olunamaz. Öncelikle bu soruların cevaplandırması gerekir. Şiddet hangi zihniyet ve sistemin ürünüdür? Eğer şiddet ataerkil zihniyetin ve sistemin sonucudur diye bir tespitte bulunursak sorunu doğru tanımlamış oluruz. Doğru tanımlanan bir sorunda kendisiyle çözüm zeminlerini de geliştirir.
Bir sorunun gündeme girmesi önemli ancak nasıl gündemleştirildiği daha da önemlidir. Şimdi hükümet çevresinde özellik en son hazırlanan şiddete yönelik karar tasarı temelinde bu soruna yaklaşım içinde olmak ne tarihten, ne toplumdan, ne kadından ne de sistemden bir şey anlamamak demektir. İktidarcı zihniyet temelinde ele alınan şiddet sorunu doğru tanımlanmadığı gibi, muğlâklaştırılmakta, çarpıtılmaktadır. Bu tür yaklaşımlar en fazla da şiddeti meşrulaştırmaktadır. Yine bu tür yaklaşımlar sonucudur ki Türkiye’de şiddet önemli bir oranda artışı yaşamaktadır. Bu artış eril siyasetin bir sonucu olarak gelişmektedir. Öncelikle Kürdistan tekrardan diriltilen kirli savaş konsepti ile şiddet yeni biçimlerle süreklileştirilmektedir. AKP hükümetinin faşizan- militarist yaklaşımları sonucu şiddet tekrardan artışa geçmiştir. Bu savaşın önü alınmadıkça, bu militarizme dur demedikçe şiddet ölümcül bir mekanizma olarak tüm toplumu vurmaya devam edecektir. Bu şiddet sadece kadını vurmuyor, toplumun tüm kesimlerini vuruyor, vurmaya devam ediyor. Öyle ise şiddet sorunu bir toplum sorunudur ve bu boyutta ele alınmasına ihtiyaç vardır. Şimdi kadın dekolte giydiği için erkek tahrik olmuştur diyen ve tecavüze uğrayan kadın tecavüz eden erkekle evlendirilecek kararını alan bir zihniyetten ne beklenebilir? Böyle bir zihniyetin kendisi tecavüz karakterine sahip değil mi? Tecavüzü meşrulaştırmak tecavüzcü bir zihniyetin sonucudur. Yine kadın erkek eşit değil, olamaz diyen Erdoğan’ın cinsiyetçi, militarist anlayışla biçimlenen AKP siyaseti toplumun tüm sorunlarına olduğu kadar, kadına yönelik şiddet sorunu da ne kadar doğru tartışabilir? Kadınların ve çocukların katline fetva veren bir zihniyet bu soruna nasıl bir doğru yaklaşım içinde olabilir? ‘’Ve Başkanımızın ilerici, gelişkin görüşleriyle kadın sorununa dönük çalışmalarımız geliştiriyoruz’’ diyen Türkiye’nin kadın ve aile bakanından da bir şey beklenemez, beklenmiyor da. Kadınlık salt bir biyolojik olgu değildir. Ben böyle yaklaşmıyorum. Bir kadının nasıl düşündüğü, kendisini, hayatı nasıl algıladığı önemlidir. Ataerkil sistem içinde bir bozulmayı yaşayan kadın, bu zihniyeti kendisinde başlayarak çözme ve aşma gücünü ortaya koymazsa sonuçta yaşanan kaçınılmaz olarak benzeşmedir. Farklılıktan ziyade tabi olmaktadır. Bu da daha fazla özsel olarak yozlaşmadır. Bu yozlaşma sonucudur ki kadın kavga anında banyoya gitmesin sıcak su var, mutfağa gitmesin bıçak var işte ara sokaklarda tek dolaşmasın ya da dışarıya çıktığında çantasına siprel koysun! Gerçekten trajik- komik bir durumdur. Oysaki şiddet olgusu bu gün toplumda sistematik bir biçimde yaşam bulmaktadır. Ve buna neden olan iktidarcı-devletçi zihniyet ve ona dayalı gelişen yapılanmalardır. Şiddet kadını ezmenin, denetim altına almanın bir aracı olarak, ataerkil sistem tarafından hala çok ciddi bir biçimde kullanılmakta ve yaşamın her alanına nüfus etmeyi sürdürmektedir. Mısır’da öğretmen bir kadın herkesin gözü önünde dövülmesi, yine Mısır’da tutuklanan kadınlara bekâret testinin yapılması bunun sonucudur. Tüm bu uygulamalar aynı zamanda insanlığında bir ayıbıdır.
Ataerkil sistemde her zaman elmayı ısıran Havva karşısında tahrik olmaya hazır bir erkek kültürü vardır. Kadının kaybolduğu ve kaybedildiği bir tarihte sadece ‘’ Şiddet’’ adına hatırlanır olması sömürgecilik tarihinin de kanlı simgesidir. Cinsiyetçi toplum da bu kayboluşun eseridir. Bu nedenle şiddetle mücadele erkek kültürü ile erkek egemen sistemiyle bir bütün mücadeledir. Ataerkil sistem kadınlara yaşamın her alanında topyekûn bir saldırı zihniyeti ve sistemidir. Bu nedenle kadına yönelik bu kadar şiddetin, saldırının sorumlusu egemen erkek sistemi ve onu uygulayan toplumdur. Kadına karşı şiddet toplumun ahlaki anlam da yozlaşmasının bir sonucu olarak gelişmektedir. Bu anlam da ataerkil zihniyet ve ona dayalı tüm yapılanmalarla topyekûn bir mücadele kadın kurtuluşu, özgürlüğü için temel neden olmaktadır. Bu sistem ve yapılanmalar değişmedikçe kadın köleliği, istismarı, metalaştırılması ve kadın katliamları da bitmeyecek. Aile ve kadın-erkek arasındaki ilişki düzeyindeki erkek egemenliğini sürekli üreten gerçeklik çözümlenip, aşılmazsa eşitlik, özgürlük, demokrasi, ahlak, politika alanında da güçlü bir gelişim yaşanmayacaktır. Böylelikle özgürlük idealleri, hayalleri kırılmaya mahkûm kalacaktır. Özgürlüğün, eşitliğin, demokrasinin ve ahlakın gerçek anlamı kadın ve erkek ilişkilerinde yaratılacak olan özgürlük düzeyi ile eş değerdedir. Sosyal alanda aşk, evlilik ve ilişki kavramları özgürlük bilinci temelinde sorgulamak ve dönüştürmeyi gerçekleştirmek kadınların, köleliği yaratan tüm zihinsel yapılanmalardan, bunun ruh ve duygu dünyasından kopmasına yol açacaktır. Kadını zihinsel, ruhsal ve fiziksel olarak değişip-dönüştüren, yeni den yapılandıran bir sosyal yaşamı yaratmak gereklidir. Ancak bu şekilde erkek aklının zihinsel, ruhsal ve duygusal acımasızlığına karşı güçlü bir direniş ve alternatif yaratılabilinir.
Soruna bu kapsam da yaklaştığımız oranda çözümünde de güçlü mücadele içinde olabiliriz. Kadınlar olarak sadece bu günümüz değil geleceğimizde tehlike altındadır. Ortak sorunlara sahibiz ve çözümleri de ortak geliştirmemiz gerekiyor. Ancak ataerkil sistem dinsel, etniksel kimlikler aracılığıyla bizlere her zaman kirli ve sinsi tuzaklar kurmaktadır. Ve çoğunlukla da bu tuzaklara kapılıyoruz. Oysaki ırkımız, dinimiz ve dilimiz, rengimiz ne olursa olsun sonuçta kadınlar olarak ortak sorunlara sahibiz. Farklılıklarımızda gözeterek ancak en fazla da ortaklıklarımızı öne sürerek daha güçlü bir mücadele içinde olabilmeliyiz. Mücadele alanında bıraktığımız her boşluk bize kanlı bir biçimde geri dönmektedir. Daha fazla boşluk bırakmadan HEP BİRLİKTE MÜCADELE İLE ŞİDDETE DUR diyelim.

Leyla Agiri