Son günlerde burjuva basında bolca işlenen küçük Ceylan’ın haberlerini ve bu konu hakkında hümaniter kalemşorların sarf ettiklerini okuyorsunuzdur. Ben de fırsat buldukça hem TV’den, hem de bu minvaldeki haber alma kaynaklarından konuya ilişkin çeşitli haberleri takip edebilme imkânına sahip oldum. Fakat bugünkü derdim; bu konunun background’undan ziyade, sözünü etmeye çalıştığım bu kesimlerin insani yanının ne kadar bilenmiş olduğuna ve Kürt halkının öteden beri sahip olduğu Ceylan’lar hakkında bir türlü görülmeyen, görülmek istenmeyen konuya dair birkaç kelam olacaktır.
Tabi bunların öncesinde şunu vurgulamak gerekir ki; Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve bunun öncü gücü PKK, en büyük desteğini duyarlı Kürt gençlerinden almaktadır. Yani Ceylanlar ve benzeri münferit olaylarmış gibi gözüktürülmeye çalışan ama gerçeğinde sistemli bir soykırımın pratikleşmesi olan bu saldırı ve yok etme politikaları karşısında Kürt gençlerinin gösterdiği duyarlılık, bugün bu saldırgan güçlerin kara kara düşünmesini ve kirli politikalarla, ayak oyunlarıyla beyhude çabaları sergilemelerine neden olsa da ve yine Kürt gençlerinin gerçekleştirilen her saldırı karşısında akın akın dağlara gelmesi de söz konusu olmaktadır. Bir yerde bu durum da; o bolca zikredilen “Açılım”ın bütün gerçekliği olmaktadır.
Yani tüm mesele ve zurnanın nota yaptığı yer; Kürtlerin örgütlü güç olmalarını engellemek ve marjinal yaşamı tüm toplumsal kesimlere hazmettirmek olmaktadır.
Şimdi böylesi konulara duyarlı olmak ve olmaması yönünde mücadele yürütmek elbette gereklidir ve anlamlıdır. Bu noktada gösterilen her türlü hassasiyet anlaşılır olmaktadır. Bu bağlamda mevzubahis kesimin yazmaları, söylemeleri elbette iyidir. Fakat önemli olan sonuç alıcı mıdır? İşte o hümaniter kalemşorların en başından bu soruya, tüm samimiyetleriyle, dürüstlükleriyle cevap verebilmeleri gerekiyor. Zaten böylesi bir cevap ile yüzleştiklerinde çok doğal olarak kendilerini de görecekler. Ve gerçekten de bu meseleler öyle bilmem hangi gazetenin herhangi bir köşesinde, ya da bir TV kanalının her hangi bir programında söylemek ve yazmakla çözülmüyor.
Bunun bilinci oluştuğunda ortaya başka bir soru daha çıkıyor; o zaman bu yönelimlere yönelik nasıl bir mücadele etmek gerekiyor? İşte esas cevaplanması gereken soru da bu oluyor. Tabi biraz cesaret istiyor bu soruyu cevaplamak, malum Türkiye standartlarında ve bu köşe bucak gazeteciliğin, aydınlığın etik ölçülerinde buna cevap verebilmek; biraz da olsa mangal gibi yürek istiyor!
Yazının başında Ceylan’dan söz ettik. Oradan da devam edebiliriz ama hatırlatmak açısından da olsa; UĞUR’u, ENES’i, ABDÜLSELAM’ı da anmak gerekiyor. Yani bugün Ceylan’ın hikayesi ilk değil, hele hele Nobel’lik bir kitap olabilmekten daha gerçekçidir. O da tıpkı diğerleri gibiydi. Yani kimliğinde kırmızı mühür taşıyordu, yani Ne Mutlu……….. Diye yazan tepelerin altında hem çocukluğunu, hem de içinde bulunduğu sosyal-toplumsal koşulların gerektirdiklerini yaşamaya çalışıyordu.
Sonrasında “Devlet” tarafından 12 yaşındaki bedeni paramparça edildi. Şimdi neden, niye, nasıl oldu gibi üçüncü sayfa sorularını bir kenara bırakmak gerekiyor. Ki zaten bugün TSK’den de konuya yönelik ikinci bir açıklama geldi; “havan mermisinin menzili dışında bu olay gerçekleşmiş ve bu haberlerle yıpratılmaya çalışılıyorlarmış”. Normal bir aklın algılama ve kavrama sınırlarının kabul edemeyeceği bu açıklama, bir yerde sözünü etmeye çalıştığım yazar-çizer çevresine “daha fazla bunu karıştırmayın ya da burnunuzu daha fazlasına sokmayın” anlamında bir cevaptı.
Ondan sonra ne mi oldu? Mesajı anlayan ve gereğini yapmakta gecikmeyen bu kesim; Amed, Hakkâri, Van, Mersin vb. yerlerde gerçekleştirilen ve uluslararası komplonun başlangıcı olarak Kürt halkı tarafından kabul edilmiş olan 9 Ekim’e yönelik protesto gösterilerinde, meydanlarda, sokaklarda çatışan ve eylem halindeki çocukları bol bol işliyor ve kendi mantık sınırlarının içinde yorumlar geliştiriyorlardı. Yani teranenin cılkı ve bir parça drama!
Burada son dönemlerde bilimcilikte sıkça kullanılan bir terime de başvurabiliriz: “KELEBEK ETKİSİ” evet, bilinen ve revaçta olan bir kavram! Hem teorisi yapılıyor, hem de çeşitli filmlerde kullanılan bir kurgu oluyor. Yaşadığımız topraklarda ve içinde bulunduğumuz dönemde bu terimi kullanarak, belki de meramımızı daha iyi anlatabiliriz.
Şimdi Uğur, Enes, Abdulselam ve Ceylanlar aslında bir nevi öfkenin, intikamın yolculuğunda bir kelebek etkisi olmaktadır. Yani onlar daha çocukluğunu sığdırmaya çalıştıkları bedenlerinde, yaşamak zorunda kaldıkları bu derin acılarıyla bir kelebeğin kanat çırpması oluyorlar. Doğal olarak sonrasında da fırtına ve boran kopuyor! Şimdi bu protestolarda meydanlarda olan çocukları, elinde taş atan insanları ve tüm biber gazı-göz yaşartıcı gazları arasında Molotof’la saldırılar söz konusuysa, gerçek nedenleri burada aramak, bunların üzerinden çözüm geliştirmek gerekiyor.
Sorunu liberalize ederek ya da insani trajedilerle izaha kavuşturmaya çalışarak, sonuç almak mümkün olmayacaktır. Bu konuda daha öncesinden de ifade etmeye çalıştığımız gibi Kürt halkı ve gençliği, her daim olduğu gibi üzerine düşeni yapmaktan geri durmayacaktır.
Toprak Cemgil