Che telaffuz edildiğinde bir gerillanın aklına gelen ilk düşence romantizmdir. Başka da “Rosinante’nen kaburgaları yeniden bana batıyor, yollara düşmeliyim” sözlerini nasıl anlamlandıracağız? Küba devrimi gerçekleştirilmesine rağmen Rosinante’ye binip kıtalar arası gerillacılık ve devrimcilik eylemine ne demeliyiz? Peki, Che’yle simgeleşen Havana purolu o insanı alıp götüren fotoğrafına ne demeliyiz? İşçilerle işçi, doktorlarla doktor, çocuklarla çocuk, şeker kamışçısıyla şeker kamışçı, duvarcıyla duvarcı, askerle asker ve tabii ki şairle şair olan Che’yi nereye koyacağız?
Öyle ki hep sıra dışı duran, alışılmışın dışında çılgınca başkaldıran, haykıran gür sesini mutlaka ama mutlaka duyuran, tabiat anayla içli dışlı olup da ona hayranlığını gizlemeyen bir Che. Herkesin bir takıntısı ve sakladığı korkulardan dolayı kendisine bıraktığı hazineleri vardır. Herkesin bir şekilde rahat olmayan davranışları vardır. Ancak Che öyle değildir. Onun hazineleri yüreğinde saklı değildir. Onun hazineleri dolu dolu akan yaşamında ve başkaldırışındadır. Perdesiz olması buradan gelir.
Dediğimiz gibi alışılmışın dışında statüko tanımaz. Rusya ziyaretinde uygulanan sosyalizme ilişkin görüşleri istendiğinde “hiç de bir sosyalizm olmadığı devlet kapitalizmi” olduğunu saklamadan dile getiren bir haykırışçıdır. Kruşçev’e ilişkin görüşleri alınmak istendiğinde ise “gelişmiş bir köylü” demeden edemez. İşte bu Che’dir. Kendisini hiçbir frenlemeye tabii tutmaz. Tutturmaz da.
Romantizm, 19. yüzyılın ilk yarısında, biraz da Aydınlanmaya bir tepki olarak gelişen akım ya da hareket olarak, farklı ülkelerde farklı görünümler aldığı elbette doğrudur. İngiltere'de tamamen estetik bir fenomen, bir sanat hareketi, Fransa'da Rousseau'nun etkisiyle, toplumsal uzlaşıma karşı bir protesto, sanatta doğaya yönelik temelli bir ilgiyle belirlenen, doğal fenomenleri doğrudan ve aracısız bir biçimde kavramayı temele alan akım olmasından dolayı da, tüm formları, kuralları ve uzlaşımları yapay oluşumlar ve doğanın gerçek anlamını ve ifadesini kavramadaki engeller olarak görmesinden, içtenliğe, akışa, serpilmeye ve tutkuya önem verir. Analiz yerini sezgisel ve duygulara, duyulara değer vermek, ölümüne sarılmak buna derler herhalde. Ve tabii ki idealleştirme ya da genelleme olmadan, bireyi de kıymetlendirerek somut olana yönelmesi ve doğanın uyandırdığı duyguları gözlemesi ve aktarmasına da inanır.
Eğer romantizmin tanımı yukarıda ifade edilenler ise Che’yi romantizmin ve romantik duyguları zirvede yaşayan bir militan olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Henüz genç bir üniversite öğrencisiyken önce cüzam hastalığını araştırmak için Arjantin’i altını üstüne getirirken, üniversite son sınıftayken de adeta tüm Güney Amerika’yı bir motosikletin üzerinde bir kuruşu olmadan yola çıkarak içindeki arayışçı, ilgili, dinmeyen, tutulamayan canavarı tüm zincirlerinden boşanırcasına salıvermesi bir romantiğin özgürlük çığlığı değildir de, nedir? Hele hele üniversite yılları sona ererken tekrar Rosinante’nin kaburgalarını vücudundan hissetmeden edemeyen genç doktora ne demeli? Bir yerde adaletsizlik varsa, Che o adaletsizliği dindirmeden edemez. O insanın iç dünyasında ne kadar güzel duygu varsa en doruklarda yaşayan biri olarak kendisini adamalıdır.
Dedik, onun akışını kimse durdurmaz. O, inancı için vardır. İçindeki ses için vardır. Vicdanı için vardır. Hayallerine sonuna kadar sadık yaşayarak vardır. Tabii ki arayışları için, tutkuları için, özlemlerini pratikleştirmek için vardır. Ve onu yollara düşüren bu ütopyalarıdır. Ve kimse ama kimse bu ütopyalarını gerçekleştirmesinin önünde engel olamaz. Olamaz, lakin o engel tanımayan bir çılgın romantiktir. Neredeyse her şeye ama her şeye -köleleştiren, eşitlikten uzaklaştıran, hiyerarşikleştiren- ne varsa kafa tutandır. Bu duruşuyla kendi yoluna gidendir.
Belki de kapitalist modernist bir çağda böyle hayallerine sadık kalmak gülünecek bir olgu olarak da ele alınabilir. Bir devlet bakanı iken kalkıp açlıkla, sefaletle, hastalıklar içerisinde, David gibi Golyat’a karşı çıkması gerçekten gülünecek bir durum olarak görülebilir. Rahat bir yaşamı varken kendini zor içine atarak başkalarının derdini dindirmeye çalışmak belki gerçekten bu dünya düzeniyle çelişik olabilir. Olabilir değil, kesinlikle öyledir.
Peki, Che gibi oldukça zeki ve akıllı olan bir insan niçin böyle zorlu olan bir yolu tercih etmiştir? İşte bu sorunun cevabı onun dünyaya bakışında aramak yanlış olmayacaktır. O bir romantiktir, o bir insan sevdalısıdır, o bir özgürlükçü ve tabii ki kendine ve duygularına ihanet etmeyen bir bireydir. Yüreğinin sesini dinleyerek yaşam yolunu arayan biri olarak o tam bir hayalcidir. Ama güzel, ama doğru, ama adaletli bir dünyadır hayali.
Che’nin böyle olduğu kesindir.
Che böyledir. Gerilla’nın en güzel tanımı tabiatın evladı olması değil midir? Yoksa hayallerine sadık kalan özgürlük savaşçısı mı demek gerekir? Çocukluk hayallerine ihanet etmeyen mi daha iyi bir tanımdır? Sınırsızca tutku düzeyinde kendisini yaşam akışına özgürce kanatlanarak bırakan mıdır? Boyun eğmez, dik duruşlu, ezilenlerin en güçlü silahı olarak yeniden adaleti tesis etmek için, kelle koltukta, en zor yaşam şartlarında ölümüne, inadına etini dişlerine takarak yürüyerek geleceğin aydın günlerini yaratmak için baş koyan gerilla ne kadar Che’yle birleşiyor.
İşte bundandır ki Che derken gerilla, gerilla derken romantizmin yüreğimize nakşolması boşuna değildir.
Şu unutulmamalıdır; romantizmi bitmiş insan bitmiş insandır. Öyle sanıldığı gibi gerilla ağırlıklı olarak askeri bir güç değildir. Gerilla ağırlıklı hayallerini, insanlığın erdemli hayallerini birleştirerek yola çıkmış bir Donkişot misali Rosinante’sini alarak yola çıkmış bir adalet arayışçısıdır. Ve bu dünyaya adalet gelmedikçe Rosinante’nin sırtında binlerce savaş da yürütülse, savaş ve kavga durmayacak, durdurulamayacaktır.
Biz Kürdistan gerillaları olarak da Che’nin özlediği, hayalini kurduğu ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını verdiği bu kutsal davanın yolcuları olduğumuzu, Che’nin şaşmaz öğrencileri olarak da kalacağımıza, söz veriyoruz.
Büyük enternasyonalist Şehit Kadir Usta’mızın dediği gibi; “Bırak, ardından kalan kırık dalları başkaları toplasın, yolun yarısında tökezleyerek ilerleyenlere dönüp bakma” Gittiğin her yerde heybende umut ve adalet olsun.
K. Nurhak