“Eğilmesek sanki bize çarpacaktı” diyor Azad, az önce başımızın üstünden geçen ufak saka için. Büyük ihtimalle gördüğü bir kurtçuğa ya da bir böceğe öldürücü darbe için o kadar hızlı ve bir o kadar da acımasız üstümüzden geçen bu kuşun, herhangi bir dalda ötüşünü dinlediğinizde, saldırı anında bu kadar acımasız ve gaddar bir hale bürüneceğini mümkün değil tahmin edemezsiniz.
İyice ısınan bu havalarda yeni yeni tomurcuklarını patlatan yaprakları izlemeye koyulduğumda, hayatın sırrı nedir diye kendi kendime bir kez daha cevabi ömür olacak soruyu soruyorum. Ama nedense tomurcuklara iliştiğinde gözlerim, aklıma “her tohumda bir tutku gizlidir” diyen C. Halil Cibran geliyor. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen bu büyük tasavvufçu ve felsefeci şairin bu yöndeki aforizmalarını günümüze uyarlamaya çalışarak düşünmeyi her zaman ilginç ve huzur verici bulmuşumdur.
Tohum-tutku ve giz, bütün meseleyi içinde barındıran güzel bir bilmece!
Tekrardan günümüze döndüğümüzde, önümüzdeki pirinçleri toparlamaya başlıyorum. Dağların dilinde ya da özgürlük maşuklarının, aşklarına yolculuk eylediği bu zamansal mekanda kendi ekonomisini oluşturan bir yaşamın varlığını ve bu yaşamın ekonomisi ile günümüz medeniyetinin ekonomisini düşünüyorum. Azad az ileride pirinç toplamaya devam ediyor ve benim bu düşüncelerimden hiç mi hiç haberi yok!
Saka ise yaptığı avın keyfini çıkarırcasına ötmeye başlıyor.
Yunanistan batmak üzere, çeşitli para fonları ortak mutabakatlarla elbirliği yapmaya çalışmakta. Her ne kadar büyük meblağlarla savunma sanayisine yani askeri harcamalara giderler olsa da.
Venezüella küresel boyutlarda sosyalist platformlarda söz sahibi olmaya çalışırken, OPET’in daimi üyesi olmaya devam etmekte, yani küresel güçlerin bölgede geliştirdiği her türlü savaş siyasetinin fikir babası olan OPET ile el ele bir durumun arkasına, GSMH ya da devletin kalkındırılması gibi payeler biçilmekte.
Ekonominin önemi ve tarihçesi günümüz dünyasında birçok kitapta, araştırmalarda uzun boylu olarak islenmekte. Önderliğimiz de bu konu üzerine yoğun değerlendirmelerde bulunmakta.
Özellikle son dönemde yaptığı “Ekonomik Soykırım” betimlemesi üzerine düşünmeyi, günümüzde yaşanılan birçok siyasi, politik oyunları daha iyi kavramayı şart koşuyor.
2008’in ortalarından itibaren bütün dünya genelinde bas gösteren bir ekonomik buhranın varlığı birçok yerde ve zamanda söz konusu yapılır. Aslında bunun arkasında yatan temel gerçeklik ekonomik düzensizliğin çok ötesinde, daha çok sistemin yaşamakta olduğu yapısal kriz olmaktadır. Bundan dolayı da, bu kaos-krizi asmaya yönelik ekonomik tedbirlerin ve paketlerin yoğunca işletilmesi ve reçete kabilinde kullanılması bir yerde gerçeğin maskesi oluyor.
Küresel çapta ve bölgesel düzeyde yaşanılanlar, devlet politikalarının temel belirleyenleri günümüzde bunlar olmaktadır. Devlet politikalarında bunlar belirleyici olurken, Kürdistan’da uygulanan ekonomik soykırıma da kısaca değinmek yerinde olacaktır.
Öteden beri ekonominin kendisi bir denetim kurma ve yönlendirme aracı olarak isletilmek istenmiştir. Sömürü sonrası dünya gerçekliğinde(sömürü=kolonyalizm) paranın ve ekonominin bir kırbaç olarak kullanılması mevcudiyet dahiliyesinde olmaktadır.
Kürdistan’da da son yıllarda hem hareketimize, hem de bölgedeki demokratik mücadele zeminine devlet nezdinde bu tür yaklaşımlar söz konusu olmakta ve bu şekilde bir iğdiş siyaseti uygulanılmak istenmektedir. Buradan yola çıkarak, halk üzerindeki tahakkümün yoğunlaştırılması hedeflenmektedir. Son dönemlerde yürütülmek istenen çeşitli krediler veya fonlarla, özellikle gençler devlete daha çok bağlanmakta ve bu sistemin basit bir piyonuna dönüştürülmekte.
Buna yönelik de sistemden, devlet gerçekliğinden kopuşun sağlanabilmesi için basta yapılması gereken; ekonomik alternatiflerin oluşturulması ve bu temelde kendi gerçekliğine dayalı bir ekonomik sistemin geliştirilmesi oldukça önemli oluyor.
“Bitirdik hadi gidelim, biraz da Kereng toplayalım” diyen Azad’ın sesiyle tekrardan bu düşüncelerden sıyrılıyorum. Pirinçleri toplamıştık, simdi sıra doğanın bize sunduğu nimetlere gelmişti. Gidip biraz ot toplayacaktık, aksam yemeği için.
Derin vadilerden yüksek tepelere doğru tırmanmaya başladığımızda; biraz ötemizden geçen bir sincap ağzındaki palamutla, büyük bir ağacın gövdesine girerek gözden kaybolmuştu. Arkama dönüp baktığımda vadinin içlerinden Sakanın ötmeye devam ettiğini anlıyordum.
“Tomurcuk ve tutku” diye kendi kendime bir şeyler söylediğimde, “ne oldu, bir şey mi dedin heval” diyen Azad’a; “hiiç, şu tarafa gidelim orada belki Soryaz da buluruz” dedim.
Toprak Cemgil