Yıl 2000 yılı.
Aylardan ise Mayıs ayı idi.
Ben Cudi Dağında Helena Pir zirvesindeyim.
İlk defa nokta olarak kullandığımız Qijîk noktasındayız.
Karşımda ise bana bakan Bajare Nuh yani Şırnex şehri var.
Kolumda silahım, yanımda küçük bir telsiz ve bir dürbün de var.
Dürbünle Şırnex yolunu ve Cudi arazisini keşfediyorum.
Arasıra küçük telsizden Devşirme Türk Ordusu’nun telefonlarını da dinliyorum.
Ruh halleri nedir?
Subayları ne düşünüyor?
Aileleri ne düşünyor?
Bu yöntemle savaştığımız düşmanı tanımaya çalışıyorum.
Daha 2000 yıl önce Çinli Savaş Stratejisti Sun Tuzi, savaş stratejisi için çok önemli bir belirlemede bulunmuştu. O kitabı da hiç yanımdan ayırmıyordum.
Zaten cep kitabı büyüklüğünde olduğu için ya sırt çantamda ya da cebimde taşır ve devamlı tekrar tekrar okurdum.
O kitapta da Sun Tuzi şöyle diyordu.
“Eğer sadece kendini iyi tanırsan savaşı yüzde eli, eğer düşmanını iyi tanırsa yine savaşı yüzde eli, eğer hem kendini hem de düşmanını iyi tanırsan savaşı yüzde yüz kazanırsın”.
Ben hem bu sözün hem de savaş hakikatinin bir gereği olarak düşmanı çok iyi takip ederdim.
Derdim ki, eğer karşımda savaşan bir düşman varsa onu iyi tanıyıp analiz etmeliyim, ona karşı hem daha kararlı ve keskince savaşıp kendimi savunmalıyım ki, görevimi zaferle yerine getireyim.
Bu amaçla dünyanın en kalleş ve teres ordusu olan Devşirme Türk Ordusu hakkında her türlü veriyi toplardım.
İşte bu nedenlede telsiz frekansından telefonlarına da girerdim.
Türk ordusunun telefonlarını dinleyince nasıl bir ordu olduğunu epeyce aşina oluyordum.
Ben, sadece o telefonlardan birini anlatıp günümüzle bağlantılandıracağım.
Ben, bu amaçla Helena Pîr de ki Qijîk Noktası’nda küçük telsizin telefon frekansları bölümüne girmiş, gerilla için önem arz eden bir telefonu dinlemeye çalıştım.
Şırnex’te askerde olan Ankara’lı bir askerin annesi oğlunu arıyordu.
Oğluna diyordu ki “eee oğlum sakın ola tehlikeli yerde askerlik yapma ha.
Komutanla aranı iyi tut ki cephe gerisinde karargahlarda kal.
Eğer sınıra gönderirlerse çatışma çıktığında kendini geride tut.
Ön cepheden kaç. Oğlum korkuyorum, şimdi diyorum ki keşke askere gitmeseydin. Boş yere ölmenden korkuyorum”.
Asker de annesi verdiği cevapda şöyle diyordu.
“Anne bende ölmekten korkuyorum. Ama anne ben senin oğlunum. Hiç tehlikeli yerde görev yaparmıyım.
Mütahit olan dayım geldi. Benim karargah komutanım olan binbaşıyla görüştü. Ona yüzmilyon lira para verdi. Komutanda bunun karşılığında beni sınıra göndermedi, karargahtaki mutfakta görevlendirdi”.
2000 yılında PKK ateşkes sürecinde iken bu kadar korkan ve gerillanın hakimiyetinde bulunan alanlardan askerlik yapmamak için her türlü hilekarlığa baş vuran asker aileleri ile askerlerin durumu şimdi daha vahim.
Kimse o cenaze törenlerinde bazı asker ailelerinin ve bazı ırkçıların“devletimiz sağolsun”, “Her Türk asker doğar” şeklinde söylediği klişelere kanmasın.Aslında dense ki, “Her Türk askeri korkak doğar ve titreye titreye…” bu slogan Türk ordusunun gerçeğini anlatan yegane slogan olur.
Kürdistan’da askerlik yapan askerler ile Türk ordusunun korkaklık düzeyi en üst seviyede bulunuyor.
Bakın Çele eylemine katılan HPG gerillası Nupelda Engin ne diyor. “Biz eylemde karakolların içine girince Türk askeri kaçacak delik arıyordu. Korkudan titriyorlardı. Köşelere pineklemişlerdi. Türk ordusunun savaşacak cesareti kalmadığı için her türlü ağır tekniği kullanıyorlar. Yenildikleri için kimyasal silah kullanıyorlar. Onların kimyasal silah kullanması bizi daha da biliyor. Şehidlerimizin intikamını alacağız”.
Kimyasal Necdet, Devşirme Erdoğan ile çeteci Yeşil Türk Irkçsısı arkadaşı Naim Şahin afra tafra kesiliyorlar. Ama Nupelda Engin’in anlatımlarıyla açığa çıkıyor ki, Türk ordusunun hali per perişan. Ve HPG gerillası karşısında savaşacak cesaretten yoksundur.
Elleri öyle titriyor ki, o eller tetiği çekemez durumda.
Özgür Bilge