15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli eylemleriyle başlayan çağdaş Kürt direnişi yirmidokuzuncu yılına giriyor. Kürtler direnişte sonuna kadar ısrarlı görünüyor. Bu ısrar özgür yaşam bilinci ve tutkusundan ileri geliyor. Özgürlük arayışında Kürt halkına direnişten başka bir yol bırakılmamış bulunuyor.
Yirmidokuzuncu yıla girerken Kürt direnişinin tarihin en yaygın ve şiddetli boyutuna ulaştığı görülüyor. Geleneksel direniş önce Kürdistan’ın Kuzey parçasında, ardından da Doğu parçasında gelişmişti. Güney parçasında ise zaman zaman kesintiye uğrasa da geleneksel direniş sürekli var olmuştu. Çağdaş Kürt direnişi de önce Kuzey Kürdistan’da başladı. Daha sonra adım adım yayılarak tüm Kürdistan’ı kucakladı. Bugün Kuzey ve Batı Kürdistan’da tüm şiddetiyle süren direnişin tüm Kürdistan parçalarını etkisi altına aldığı görülüyor. Kürdistan Özgürlük Devrimi giderek daha fazla Ortadoğu’daki gelişmelerin seyrini belirliyor.
15 Ağustos 1984 Atılımının yirmisekizinci yıldönümünde direnişin bu kadar yaygınlık kazanmış ve şiddetlenmiş olmasının elbette “Arap baharı” ve Ortadoğu’da yaşanan Üçüncü Dünya Savaşıyla bağı var. Bu süreç 1991’deki Körfez Savaşı ile başlayarak, ABD’nin Afganistan ve Irak savaşlarıyla gelişip devam etti. Şimdi de Arap isyanı ve Suriye savaşı ile sürüyor. Ortadoğu’da sadece Kürtler savaşmıyor, herkes savaşıyor. Sadece bölge güçleri de değil, tüm küresel güçler bu savaşın içinde bulunuyor.
Dolayısıyla Kürtleri kandırmaya çalışan bazı sömürgeci güçlerin yaptığı gibi, “Kürtler niye savaşıyor, bu savaş gereksiz” dememek lazım. Ortadoğu’da yeni bir dünya savaşı yaşanıyor ve Birinci Dünya Savaşının yarattığı statüko yıkılıp yeni bir Ortadoğu sistemi oluşturulurken, yıkılan statükonun inkâr edip soykırım uyguladığı Kürtlerin bu yeni sistemde özgür olmayı ve statü kazanmayı istemesinden daha doğal ne olabilir? Bu özgürlük arayışı için gerekirse silahlı direnişe başvurmasının yadırganacak hangi yönü vardır?
Fakat silahlı Kürt direnişinin bu kadar uzamasını ve günümüzde bu denli yaygınlık ve şiddet kazanmış olmasını sadece Ortadoğu’da yeni bir dünya savaşının yaşanıyor olmasına bağlamak yetersiz kalır. Ondan daha çok Kürdistan üzerindeki inkâr ve imha rejimine bağlamak gerekir. Bu sistem sömürgeci ve soykırımcı bir karaktere sahiptir. Dahası Kürdistan’ı bölüp parçalamış ve adeta herkesi uygulanan Kürt soykırımına ortak etmiştir.
Kürdistan üzerinde uygulanan inkâr ve imha sisteminin temel karakterini şöyle belirlemek mümkündür: Bir veya birkaç devletin işi değil, Birinci Dünya Savaşı ile oluşan küresel kapitalist sistemin işidir. Sadece ekonomik sömürgecilik ve bunu gerçekleştiren siyasal-askeri egemenlik değil, ulusal-kültürel bir soykırımdır. Bu da hem fiziki katliam, hem de asimilasyon yöntemleriyle birlikte yürütülmektedir.
Bu durumun iki temel sonucu vardır: Birincisi, Kürdistan üzerindeki egemenlik herhangi bir sömürgeci egemenlik değil, soykırım uygulayan en faşist, milliyetçi, tekçi bir diktatörlüktür. Bu uygulama Kürtlere yönelik sürekli bir katliam ve savaş hali olmaktadır. İkincisi ise, Kürdistan üzerindeki egemenlik kendi uluslaşmasını Kürt soykırımı üzerine kurduğu için, Kürt uluslaşmasını ve özgürlüğünü kendisinin yok oluşu olarak görmektedir. Bu da Kürt soykırımını yürütmedeki mevcut ısrarı ortaya çıkarmaktadır.
Dikkat edilirse, savaş ve bunda ısrar etme aslında Kürtlerin duruşu değildir. Bu iki karakter aslında Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı rejime aittir. Kürdistan’ı egemenlik altında tutan güçler, Kürt soykırımını gerçekleştirebilmek için sürekli bir faşist savaş rejimini dayatmaktadır. Kendi varlığını böyle insanlık düşmanı bir savaşa bağladığı için de bu savaşta ısrar etmektedir. Kürtlerin yaptığı ise, buna karşı kendi varlığını koruyup özgürlüğünü kazanabilmek için alternatif geliştirmek olmaktadır. Yani soykırım savaşına ve bunda ısrara karşı özgürlük için direniş ve bunda ısrar yaşanmaktadır.
Bu belirttiklerimizi AKP pratiği birebir doğrulamaktadır. Yirmisekiz yıllık mücadele sonunda AKP hükümetinin ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geldiği nokta Kenan Evren’in 12 Eylül rejimi olmaktadır. Yani Tayyip Erdoğan Ekim 2009’da söylediğini gerçekleştirmiş, “Başa dönmüş”tür. Yani Tayyip Erdoğan daha çok Evren’leşmiş, daha çok Çiller’leşmiştir. AKP hükümeti de kendinden önceki özel savaş hükümetlerinden biri ve sonuncusu haline gelmiştir.
Aslında tam anlamıyla bir başa dönüş de yoktur. Çünkü baştakinden uzaklaşma özünde hiç olmamıştır. AKP açısından baştaki durum Kürt soykırımını maskeli bir biçimde yürütmeye çalışmaktı. Yalan, hile, ikiyüzlülük ve demagoji ile bunu gerçekleştirmeye çalışıyordu. Şimdi ise takke düştü kel açığa çıktı. AKP’nin yüzündeki maske indirilince altındaki faşist-soykırım rejimi netçe ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan’da artık yaptıklarını yalan ve demagoji ile gizlemek yerine açıkça söyler hale geldi. Kendisi gelmedi, bu hale getirildi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve AKP yöneticilerinin son dönemde söylediklerine ve yaptıklarına bir bakın! Bunların 15 Ağustos 1984’ten bu yana geçen yirmisekiz yıldır söylenenlerden bir farkı var mı? Kuşku duyanlar, son yirmisekiz yılın gazetelerini açıp iktidarda olanların söylediklerine baksınlar. Noktası ve virgülü ile bugün AKP iktidarının söylediklerini bulacaklardır. Yani AKP hükümeti yirmisekiz yıldır yapılanı yapıyor. Ne söz ne uygulama olarak yeni hiçbir şey yok. Yani Garp cephesinde yeni bir şey yok! Olanların hepsi de özel savaşta derinleşmeyi ifade ediyor.
Peki yirmisekiz yıldır izlenen yöntemleri izleyerek AKP hükümeti PKK’yi nasıl yenecek? Kendinden önceki hükümetlerin yaptığını yaparak Kürt sorunundan nasıl kurtulacak? Eğer bu sözler ve uygulamalar sonuç verseydi, yirmisekiz yıldır verirdi! Tayyip Erdoğan kendine yöneltilen bu soruya şu cevabı veriyor: “Teröre karşı mücadelede çok sağlam bir siyasi irade var”! Yani AKP bununla sonuç alacak!
Belliki Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Kürtlere karşı savaşta netleşmiş ve kararlaşmış bulunuyor. Şimdi geldikleri nokta bu. Bununla da sonuç alacaklarını sanıyorlar. Ama bilmiyorlarki kendilerinden önceki hükümetler de böyleydiler ve hep aynı sözleri söylüyorlardı. “Sağlam bir siyasi iradeyle teröre karşı mücadele” ediyorlardı. Yani Tayyip Erdoğan’ın “Yeni” diyerek bulduğu şey en çok eski ve bayatlamış durumda. Yani Tayyip Erdoğan, Kenan Evren ve Tansu Çiller’den dahamı sağlam siyasi iradeye sahip? Böyle olmadığını herkes biliyor.
Kısaca yirmisekiz yıldır bu sözler söylenerek Kürtlere saldırıldı, ancak Kürt direnişi kırılamadığı gibi daha da büyümesi bile engellenemedi. “Tek suçlu o, her şeyi o yapıyor” denerek Önder Abdullah Öcalan’a saldırıldı. Ondört yıldır tarihte örneği olmayan bir baskı sistemi çerçevesinde İmralı’ya kondu. Dikkat edilirse, Kürt direnişini kırmaya ve engellemeye bu da yetmedi. Sadece TC ve Ortadoğu’daki devletler değil, tüm dünya güçleri ve NATO saldırtıldı, Kürt direnişini kırmaya bu saldırganlık da yetmedi.
Bunların ötesinde daha ne yapılabilir ki? Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın çıldırırcasına bağırması, hakaret ve tehditte bulunması boştur. Bu tutum hiçbir Kürdü ve başkalarını etkilememektedir. Aslında herkes bunların gülünüp geçilecek şeyler olduğunu biliyor. Fakat yol açtığı acı ve zararlar nedeniyle insanlar gülemiyor. AKP, kendinden önceki hükümetler gibi Türkiye’nin geleceğini Kürt savaşında bitirme çizgisine girmiş bulunuyor. Olan bu. Ve bu da zarar verici. Dolayısıyla bu acı ve zarar verici gidişe izin vermemek lazım.
Peki bu mümkün mü? Elbette mümkün. Biraz demokratik düşünce ve tutum her şeyi tersine çevirip iyi ve güzel yapabilir. Demokratik güçler birleşerek bu gidişe dur diyebilir. Bunlar olmuyorsa bile, en azından “Zararın neresinden dönülürse kârdır”. İstemese bile, yenemediği Kürt direnişini siyaseten kabul etmek gerçekleşebilir. Yoksa Kürdü özgürlük arayışından uzaklaştırmak mümkün değildir. Son ferdine kadar özgürlük için direnişte kararlı olduğu ortadadır. 15 Ağustos’la başlayan yirmisekiz yıllık direniş bunu kanıtlamış, Kürdün ulusal dirilişini gerçekleştirmiştir.
15 Ağustos direnişinin tüm şehitlerini saygıyla anıyor, halkımızın ulusal diriliş bayramını kutluyorum!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika