HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

kongre fotoSömürgeci Türk devletinin başbakanı Tayyip Erdoğan özellikle KCK Eş Başkanlığının sürece ilişkin yaptığı uyarıcı açıklamalarından sonra, tekrar tekrar “sürecin olumlu ilerlediğini, süreci bozan taraf olmayacağını, süreci bozanının vebal altında kalacağını vb.” izlediği politikaya meşruluk kazanmayı hedefleyen bir dil kullanmaktadır.  Herkesin sürecin gidişatı konusunda şu soruyu sorması gerekir. Gerçekten süreç ilerliyor mu, ilerleyen nedir? Bu konuda açıklık getirmeye ihtiyaç vardır.

Kürdistan halk Önderinin başlattığı bir süreç vardır. Ve birinci aşama gerillanın Kuzey Kürdistan’da geri çekilmeye başlaması, ateşkesin ilan edilmesi, hiçbir eylemin yapılmaması ve gerillanın elindeki esirleri serbest bırakmasından sonra bir haziran itibari ile tamamlanmıştır. Kongra gel 9. Genel Kurul toplantısı ile de bir bütün olarak Önder Apo’nun başlattığı süreç onaylanmış ve siyasal tutum kurumsal bir netliğe kavuşturulmuştur.

 KCK yönetimi, BDP, demokratik kitle örgütleri Kürdistan Halk Önderinin başlattığı sürecin arkasında olduklarına dair kararlılıklarını açıklamış ve irade beyanında bulunmuşlardır. Yine Ankara, Amed ve Bürüksel merkezlerinde yapılan konferanslarla da bu kararlılık ulusal Türk-Kürt ilişkilerini yeniden eşitlik ve özgürlük temelinde yapılandırma ele alınmış ve konferanslarla süreç uluslar arası alanda da bir genişliğe kavuşturulmuştur. Kürdistan halkının yürüttüğü demokratik kitle eylemliliklerinde de bu yön öne çıkmıştır.

Peki, Türk devleti ve AKP hükümeti ne yapıyor? Bir de bu cepheye bakalım. Kürt sorunu konusunda dillendirdikleri söylemlere bakalım. Nasıl bir algı oluşturmak ve yönetmek istediklerine bakalım.

 Öncelikle AKP hükümeti ve yöneticileri birinci aşamanın bitişini kabul etmiyorlar. Atılacak adımların kuzeyde bir tek gerilla kaldığı müddetçe atmayacaklarını açıkça ilan ediyorlar. Önder Apo’nun  başlattığı ikinci aşamada, Kürdistan özgürlük hareketinin yönetimi başta olmak üzere farklı çevrelerin Önderlikle görüşmesine izin vermedikleri gibi BDP heyetinin görüşmesine de keyfi yaklaşabilmektedirler. Yine Önderliğin hareketin yönetimine dönük yazdığı mektubu bile geciktirerek iletme gibi bir tasarrufta bulunma basitliğini gösterebilmektedirler. Anayasal çerçevede Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı haklarına yer verme tutumunu henüz açıklamış bile değildirler. Ve en önemlisi süreci başlatan ve ilerletmek isteyen Önder Apo olmasına rağmen sağlığı konusunda kamuoyunun taleplerine rağmen henüz bağımsız bir sağlık heyeti gönderilmiş değildir. PYD Eş Başkanı Salih Müslüm’le görüşülmesine rağmen, öte yandan rojava devrimini ve Kürt kazanımlarını tasfiye etmek için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. Rojava devrimine saldıran tasfiye etmeyi hedefleyen El Kaide- Cephetul Nusra’nın AKP himayesinde, kontrolünde olduğu, lojistik ihtiyaçları ve cephanenin AKP hükümeti tarafından verildiği herkesin malumudur. Halbuki Rojava’da dahi Kürtlerin statü kazanmasını hazmetmeyen ve bunu tasfiye etme amacında olan bir hükümetin Kürt sorununun çözümü için somut adımlar atmasını beklemek, öyle bir beklenti içerisinde olmak nafiledir. Çünkü AKP zihniyeti ideolojik zihniyet olarak ve politik çerçeve olarak Türk islam zihniyetini derinleştirmek gayretindedir.  AKP’nin yaptığı tek şey, özgürlük hareketinin eylemleri ve mücadelesi ile boşa çıkardığı klasik kemalistlerin kaba inkarcı politikalarından doğan boşluğu doldurmaktır. Böylelikle yine islamla güçlendirilmiş “islamı hizmetine almış Türklükle” Kürtleri ve Kürt özgürlük hareketini kontrol altına almaktır. Bunu da işte; tv, seçmeli ders vb. ile pekiştirmek istemektedirler.

Kürtler, Aleviler, Yezidiler, Amed konferansında statü talebinde birleştiler, bu birleşme için diyebiliriz ki Kürt iradesi açıkça statü talebini dile getirmiştir. Bu talep özerk, özgür Kürdistan biçiminde formüle edilmiştir. Fakat AKP hükümeti ve zihniyetinin bu konuda şimdiye kadar sorun çözümüne ilişkin formülasyonu milli birlik ve kardeşlik ifadesinin dışında bir şey değildir ve farklı bir şey de dile getirilmemiştir. Milli birliğin ise var olan genel algıdaki anlamı ‘inkar’dır. Bir de Kürtler artık ulusal bir zihniyet ortaklığını geliştirmek suretiyle demokratik ulus olmayı başarmışlardı. Kürtler, demokratik ulusu Kürdistan’da yaşayan tüm inanç kültürlerini kapsayacak bir çerçevede ele almaktadırlar. Dolayısıyla bu konuda önemli bir konferans gerçekleştirerek de bunu tüm Kürdistani çevrelerin ortak görüşü olarak dile getirmişlerdir. Ve en önemlisi de Kürtler artık şu hakkı bu hakkı AKP verir mi vb. tartışmayı da aşmışlardır, aşıyorlar. Artık Türk sömürgeci devletinin Kürdistandaki varlığını sorgulama başlamıştır, bu varlık şimdi sorgulanıyor da. Yani Türk devleti ve hükümetine Kürtler artık sadakat anlamında el avuç açarak ve kendisini acındırarak, ne olur şunu da ver pozisyonunda değildirler. Bu artık bir daha gelmek üzere geride kalmış bir dönem ve tutumdur. Kürtler artık bir ulustur, bir halktır “anavatanım Kürdistandır” demekte ve Türk devletinin hangi hakla bu topraklarda bulunduğunu sorgulamaktadır. Yani daha açıkça basına da yansıyan görüntülerde gençler, analar şunu sormaktadır, Gever’de  bir kadın Kürtçe konuşuyor, genç ise onu tercüme ediyor. Diyor ki burası Kürdistan topraklarıdır, TC toprakları değil, burayı bırakıp gidin. Bu milyonların bilincinde, bilinçaltında ve yüreğinde olan bir istemin bir  duygunun ifade ediliş tarzıdır. Medeni Yıldırım isimli Kürt genci bu talebin, istemin ve  söylemin şehididir. Bu temelde Licede sömürgeci zulmün kaleleri olan bir  karakolun üzerine yürümüştür.

Kürtler artık Türk devletinin Kürdistan’daki kirli icraatlarını dile getirmekle yetinmiyorlar, bu icraatlara yol açan varlıklarını da sorgulamaya başlamışlardır. Bu Kürdistan’da yeni bir dönemdir. Sömürgeci Türk devletinin varlığını tartışmak ve bunu reddetme bilinci  ve ruhunun gelişmesi Kürt demokratik ulusal uyanışında ve bilincinde gelişen bir sıçramayı ifade etmektedir. Eğer Önder Apo’nun çizdiği stratejide stratejik anlamda bir Kürt Türk ittifakı olacaksa bunun bütün kurumları ve hatta bütün kavramları eşitlik özgürlük ve demokrasi kriterleri çerçevesinde tartışılması ve yapılandırılması gerekmektedir. M. Karasu arkadaşın yaygınca kullandığı şekilde “alavere derevere Kürt mehmet nöbete” devri bitmiştir.  Bir taraftan hiç adım atmamak fakat bir taraftan da süreci ilerliyormuş gibi göstermek hatta sürecin bozmayan tarafı olarak kendisini tanımlamak aslında süreci sabote etmenin ta kendisidir. İnsanın aklına şu da gelmiyor değil başbakandan başlayarak hemen hemen tüm AKP yöneticilerinin ve ana akım medyanın böyle bir dil geliştirmeleri acaba bozmaya dönük bir hazırlık mıdır?

Kürtler artık ulus olmaktan kaynaklı haklarının tanınmasını ve şark ıslahat planı ile başlayan soykırım suçu konusunda suçluların yargılanmasını istemektedir. Eğer birlikte eşit ve özgür yaşayacaksak, ki talebimiz böyledir, o halde anayasada Kürtler hakları ile birlikte yer almalıdırlar. Öyle muğlak, belirsiz, herkesin kendine göre anlayacağı şekilde Kürt ulusunun ve diğer yok sayılan inanç ve kültürlerin boğuntuya getirilmemesi gerekmektedir. Dolayısıyla İspanya anayasa çerçevesi bir model olabilir, temel alınabilir. Kürtler artık Kürdistan’a statü merkezli kararlaşmalarını, ciddi bir biçimde gündemleştirmeli bir barışın da ancak bununla mümkün olacağını ortaya koymalıdır. Bunun için de öncelikle Kürtler demokratik ulus çerçevesinde tüm Kürdistani güçlerle Önder Apo’nun çizdiği demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa stratejisi temelinde kendi özgür yaşamını inşa etmelidir. Hem de tam bir seferberlik ruhu ile. Yoksa aldatma ve oyalamalar her şeyin sonunu getirebilir. Nitekim AKP hükümetinin peşinden koştuğu ise çözüm değil oyalama, tanıma değil zamana yayılmış eritme politikasıdır. Bunu önlemenin yolu olarak Kürdistan’da demokratik ulusu inşa sürecine aktif katılımı, welatparezliğin ve demokrat olmanın bir gereği olarak kabul etmek gerekmektedir. Özgürlüğün de onurun da yolu budur. Yirmi birinci yüzyıl bu temelde halkımızın olacaktır.

Herdem Serhildan