HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

asimilasyon fotoSömürgecilik özü itibari ile faşizmdir. Çünkü sömürgecilik başka insanları, toplumları ve kültürleri küçümsemedir, horlamadır, değersiz görmedir ve çoğu zaman yok etmedir. Sömürgecilik bu bağlamda insanlık dışı bir eylem biçimidir.

Sömürgeciliğin birde sömürü altına aldığı toplumları kendi içine alarak eritme politikaları vardır. Toplumları cendereye alarak kendisinden uzaklaştıran politikalardır bunlar. Kimi yerde buna asimilasyon deseler de özü itibariyle bir toplumu kültürel olarak bitirme eylemidir yapılan.

Sömürgeciliği derinliğine uygulayanlar birde sömürü altına aldıkları toplumları bitirmek için özel misyonerler çıkarırlar. Bunlar da halkları devşirme misyonarlarıdır.

Sömürgecilerin bir nevi avantgardları yani öncü misyonerlerine rolünü üstlenmiş olanları birde adeta kahraman ilan ederler. Halbuki bu kişilikler kendi sömürgeci kültürünü götürdükleri yerler başka halkların kültürlerini yaşadıkları yerlerdir. Onlarda başka halklar gibi kendi kültürlerini yaşamayı esas alırlar. Ancak bu misyonerler her devşirdikleri insan için sömürgeci rejim tarafından aferinler alırken, kendileri de bu görevi çok fazla gönüllüce sürdürürler.

Tuhaf gelebilir ancak bu misyonerlerin bir kısmı adeta tam birer gönüllü savaşçı olarak başka toplumların bağırlarına birer hançer gibi saplanmaktan asla tereddüt etmezler.

Bu hançerlerden bir tanesi Dağ Çiçeklerim kitabının yazarı olan Sıdıka Avar ismindeki sömürgeciliğin kültür yayılmasının öncülerinden olan kişiliktir. Dağ Çiçeklerim kitabı boydan boya “Kürt çocuklarını nasıl devşiririm, nasıl Türkleştiririm” çabası ve çalışmasıdır. Bir Kürt kızını Türkleştirmek için katlanmayacağı bir zorluk yoktur. Adeta sanki dünyaya Kürt kızlarını ve erkeklerini küçük yaştan alarak devşirmek için gelmiştir. Başkalarını erittikleri halde sanki dünyanın en kutsal işini yapmışçasına birde kitabı dökmüştür.

Evet,Kürt halkının yürüğüne saplanmış bir hançer. Özelde de çalışma yürüttüğü yer ise 1937 yılında ve 1938 katledilen yerler olan Dersim topraklarıdır. Bir nevi kızıl katliamla katlettikleri katletmiş geri kalanları ise bu kez beyinsel yok etmeyle yani Beyaz katliamla katletmektedirler.

Kitabın bir sahnesinde Kürtlerin en büyük katili olan İnönü yani namı diyar sağır İsmet devreye girer. Kürt çocuklarının devşirildiği Kız Enstitüsüne gelir. Kürtlerin nasıl Türkhaline getirildiğini ve nasıl kendi kültürlerinden uzaklaştığını görmek ister.

Kitapta bir sahne şöyle işlenir. Elmas ismindeki Dersimli kız elini uzatmaz, selam vermez sağır paşaya. Sağır paşa rahatsız bir şekilde bu durumu öğrenmek ister. Kürt kızlarını devşiren hoca hanım devreye girer ve:

“Çünkü "Büyük elini uzatmadan küçük uzatamaz. Paşa, Vali gelse, onlar elini uzatmazsa başımla selamlarım, elimi uzatamam" diye anlatmıştım. İnönü tatlı tatlı gülerek, - Ben elimi veriyorum, diye uzanınca Elmas koştu, yere diz çöküp iki elinin üstünde o büyük eli "hürmetle öptü ve alnına koyup durdu. Herkes duygulanmış, gözleri yaşarmıştı. İnönü Elması omuzlarından tutup kaldırdı. Mebusumuza hitaben, - İşte eser bu ;" KÜRT " dedi. Bu söz üzerine ayağa fırlayan milletvekili, Elmas'ın sağ bileğinden yakalayıp havada sallayarak, - Bu el. Silah tutmaz, bu el kılıç tutmaz, bu el dost eli, bu yürek dost yüreğidir! - Kalem tutar, iğne tutar... diye bir nutuk çekti.”

Dikkat edilirse Kürt, devletin elini öpendir. Kürt bir el işaretiyle eli öpendir. Ve tabii birde ortaya çıkarılmış olan Kürt artık kendi değerleri için mücadele edemeyecek olan Kürt’tür. Boyunduruk altına alınmış Kürt’tür.

Evet, gerçeklik bu olduğu halde kitabın yazarı ve öncü bir misyoner olan hanım ne kadar da büyük bir iş yaptığıyla övünür durur. Sadece kendisi övünmez başkaları da onunla övünür.

“Tokat'ta denedik sizi, burada misyonerliğini görmeliyiz. Bir Türk misyoneri. Bu konu üstünde sessiz sedasız çalışmazsak oradaki vatandaşlarımızı gücendirirsiniz” sözleri Kürdistan’daki kızları devşirilmesi için sarf edilen sözlerdir. Ve bu sözleri sarf edenler devletin resmi eğitim görevlileridir.

Yine başka bir sahnede bu hoca hanım Kürt kızlarını toplayıp yatılı okullara götürmek için köy köy dolaşırken, bir köyde ilginç bir sahneyle karşılaşıyoruz.

“Yukarı Mahalle'de bizi askerden yeni dönmüş iki genç karşıladı. Evleri beraber dolaştık. Onlar da kızların okumaya gönderilmesini istiyorlardı.  Volga ana, biz askere gidende okuma - yazma örgenirik, dünya görürük. Askerden dönende canımız istemez ki bu kızlarla evlenek. Bu köyde ne göriler ki örgeneler Hepi eşek. Biz de eskere gidende örgendik her şeyi. İnsan dünya göri, gözü acili. İkisinin de kız kardeşi vardı.”

Türklerin askerliğini yapıpta gelen iki sözde Kürt genç kendi köylerinde yaşayan kızlara “hepi eşek” sözleri esasta ne hale getirildiklerini göstermesine rağmen, sömürgecinin misyonarı için müthiş bir duygu seli ve kabarmasına yol açıyor. Halbuki dünyanın neresine gidersek gidelim kendi toplumuna bu kadar uzaklaşmış olan insanlar, insanlıktan çıkmış olarak kabul edilir. Ancak söz konusu sömürgecilik oldu mu durum farklılaşır. Sömürgecilik için en iyi insan devşirilmiş ve kendi öz değerlerinden uzaklaşmış insandır. Kendisini başkalarının değerlerine yatıran insandır. Haşa ama “eşek” haline gelen insandır.

İnsan böyle kitapları okuyunca sömürgeci kültürün neden bu denli halen içimizde çok güçlü yaşadığını daha iyi anlıyor. İnsan sömürgecilerin bir Kürt kızını düşürmek için ne kadar çaba sarf ettiğini görünce bizlerin bu sömürgeci ve yayılmacı kültüre karşı ne kadar zayıf durduğumuzu da iyi görüyor. Günlük olarak yaşadığımız oto asimilasyonu gördükçe bu söylediklerimizin ne kadar doğru oldukları da net görülüyor.

Sözü uzatmadan, sömürgeciliğin yürütülmüş olan bin bir türlüsüne karşı yeniden bir nevi bir kültür hamlesi temelinde, kendi kültürümüze sahip çıkararak ama bu kez yaşamın her anında bunu yaparak bizler sömürgeciliğin üzerimizdeki kültür soykırımını kırabiliriz. Ancak sömürgecilerin misyonarlarından çok daha fazla çalışarak, çok daha büyük bir inatla kendimize yüklenerek ve de bu mücadelenin kutsal bir çalışma olduğunu bilerek yüklenirsek kıra biliriz.

Kasım Engin