Kürtlerin kendi konjonktürel durumlarını çok iyi bilmeleri gerekir. Kürtlerle yaşabilme konusunda, köprüden geçene kadar ayıya dayı demeye benzeyen bir devlet politikası vardır. Bu Kürt-Türk ilişkilerinde oldukça belirgin olan bir durumdur. Devletin Kürt sorunu konusunda şöyle bir tecrübesi vardır. Sorunun dış hukuki boyutunu çeşitli tavizlerle çözerek, iç hukuku buna göre düzenleyen bir tecrübedir. Kürtlerin hukuk dışında bırakılması denilen şey bu anlama gelmektedir.
Sevr ve Lozan hatta daha öncesi birçok isyanda gözüken şey benzerdir. Lozan da geçtiği biçimiyle “Biz Türklerle birlikte yaşamak istiyoruz” denilen şey, hukuki bir argüman değildir. Lozan çıkmazı bittikten sonra TBMM’nin yapısı değiştirilerek yeni bir anayasa oluşturuldu. Yani Kürtler hukuk dışında bırakıldılar. Hukukun içinde olma ya da dışında kalma ikilemi Kürt -Türk ilişkilerinin önemli bir yanıdır. Lozan çok planlı gerçekleşti. Yani korktukları bir canlı ile köprü geçildikten sonra dayı hoşgörüsü geri alındı. Anayasaya böyle bir kavram (dayı) yerleştirilmedi. Zaten birçok Türk yazarının o dönemde yazdığı şey, hayvana bile yakıştırılmayan şeylerdir. Dışa da aynı şekilde yansıtıldı. İsyanların geri ve dinsel ideolojilere dayandığı yönündeki yalanlarına Lenin’i bile inandırdılar. Hâlbuki durum hiçte öyle değildi. Bütün isyanların içinde onlarca aydın vardır. Önderlik bir simge olarak ele alınır.
Kürt isyanlarında dini motif taşıyan Şeyh Said İsyanı aslında en fazla aydının içinde olduğu bir isyandır ve isyanın nedenini tekrardan gözden geçirmek, yorum farkını getirmek önem taşıyor. Hukuk dışında bırakılmaya karşı bir isyandır. Osmanlı ile hukuki bir ilişki içinde olan Kürtler cumhuriyet döneminde aynı statüye sahip olamadılar. Bu olunca doğal olarak buna isyan ettiler.
Bu ikilem hala sürüyor. Dolayısıyla anayasa değişikliği ve yeni bir anayasa Kürtler için bu anlamda çok önemlidir. 1923’leri yaşıyoruz derken, kastedilen şey bunlardır; bu ikilemdir. Kürtler, Şeyh Said dönemin siyasi konjonktürünü aşarlarsa bu süreçten başarıyla çıkarlar. Reber APO, “isyanlara erken doğum yaptırıldığını” söylemektedir. Aynı tehlikenin günümüzde de var olduğunu belirtmektedir. Yani erken doğum yaptırıp bastırma tehlikesi hala da vardır.
Şeyh Said İsyanı zamanında, isyan gerçekleşirken birçok aydın tutuklanır. Adeta isyan akılsız bırakılır. Dolayısıyla hepimizin bundan çıkartması gereken çok sonuç vardır. Peki, Kürtler şeyh Said zamanındaki Kürtler midir? Sorusuna verilecek cevap Kürtlerin çalışma temposu, siyasi yetenek ve güçlü savunma nitelikleri belirleyecektir. İmkânları değerlendirme, değerlendirmeme konusu her zaman aynıdır. Bir Kürt isyanı olan Şeyh Said İsyanı, örgütlü olsa Cumhuriyetin kaderini değiştirebilirdi. Kürtlerin böyle bir rezervi söz konusudur. Ama kullanılan miktar bunun çeyreği olmamıştır. Kürtler hep bu durumda olup, devletin burnu dibinde uyuyan ya da uyutulan bir dev gibi kalıp durmuştur. Zaten arada bir “PKK bütün Kürtleri temsil etmiyor” derken, kastedilen şey bu genel rezervdir.
Peki, Kürtler kendi kendilerini nasıl işletecekler? Bu rezervi nasıl ürüne dönüştürecekler? Soruları önem kazanıyor. Her şeyden önce bu soruya verilecek cevap, Kürtler artık eskisi gibi yaşamamalıdır. Kürtler, politik kimliğini devlete yıllarca göstermeye çalıştılar. Sıra bunun içini doldurmaya gelmiştir. Bu politik kimlik devletin politikalarından kaynaklı çok kapsamlı bir hale gelmiştir. Yani, eskiden olduğu biçimiyle kısmi yurtseverlik görevleri yeterli olmamaktadır. Her Kürt, Kürtlerin meşru savunmasından sorumludur. Her Kürt, Kürtlerin politik örgütlenmesinden sorumludur. Her Kürt, Kürtlerin ekonomik finansmanından sorumludur. Peki, bu sorumluluklar nelerdir? Ve kim hangi sorumluluğu göğüsleyebilir? Sorusuna gelince, bu durumlar kişisel davranış niyet ve istemleri aşmıştır. Çünkü Kürtler artık politik bir güçtür. Devletin idari biçimi dışında olan Kürt politik kimliği, kendi özgünlüğünde kendi politik ihtiyacını karşılayacak bir örgütlemenin iskeletini sağlamış durumdalar. Bunun ete kemiğe bürünmesi atılacak adımlarla belli olacaktır. Bu durumda gelişebilecek saldırılar karşısında, HPG kilit bir konumda olacaktır. Yani savunma durumu ön plana çıkacaktır.
HPG bütün Kürtlerin savunma gücüdür. Bir politik kuruma bağlı bir savunma biçimi değildir. Yani halkındır. Dolayısıyla büyütülmesi, güçlendirilmesi Kürt halkının işidir. Politik kurum ya da PKK diyelim bunun yürütme ve komuta ihtiyacını karşılar. Dolayısıyla katılım sayısını belirleyecek olan Kürt halkıdır. HPG güçlendirilmek zorundadır. Sayı yüz bini gerekiyorsa buna karar verecek olan halktır. Bir şehide karşılık yüz katılım kararını Kürt halkı vermelidir. Okul, iş yeri, hata evlerde bile bu tartışma yapılmalı, düşünülmelidir. HPG bu sayısıyla bile orduya paçavraya çevirdiğini söyleyen biz değiliz. HPG kahramanca direniyor, çağımızın yüksek teknolojik savaş gücüne karşı başarılı eylemler yapabiliyor. Bir ilktir ve halklar için ilham kaynağıdır. Kürtlerin özgürlük ve direniş tarihlerinin günümüze uyarlanmış bir modelidir. O halde daha da büyütmeliyiz.
Bu çağrı her Kürt gencinedir. Adeta her Kürt gencinin geçmesi gereken bir sınav, geçmesi gereken bir sorumluluktur HPG. Hukuk dışında kalmaya karşı en doğru yaklaşım nerede bir Kürt varsa kendisini bağlayabileceği siyasi bir irade bulmalı ya da kendilerini örgütlemelidir. Bunun dışında kalmak ezilmeyi getirecektir. Bu ilk adım iken diğer adımlar savunma biçimi olmaktadır. Bu da ifade etmeye çalıştığımız HPG oluyor. Hukuk dışında kalmaya karşı kendini savunma hukukunu sonuna kadar geliştirmek zorundayız. Kürtlerin savunma hukukunun kimliği de HPG’dir. Bütün Kürt gençlerini savunma hukukunu öğrenmeye çağırıyoruz. Geçmiş ve bu günkü siyasi konjonktürden çıkarılacak en iyi sonuç, bu olmaktadır!
Numan Amed