HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

12 Haziran seçimleri sonuçlandı. Seçim sonrası temel gündemin yeni anayasa olacağı üzerinde bir görüş birliği oluşturulmaya çalışıldığı da gözleniyor. Peki, bunun böyle olduğunu belirleyenler kimler? Yeni anayasa referandumu dokuz ay önce yapıldı ve hâlâ bu anayasanın ne olduğu anlaşılmamışken, o dönemde söylenenlerin hiçbirisinden (AKP dışında) kimse bir fayda görmezken, şimdi kalkıp “temel gündem yeni anayasadır” demek ne anlama geliyor?

Kuşkusuz Türkiye siyasetinden bîhaber değiliz, fakat esas gündemin bu olmadığını da iyi biliyoruz. Oysa daha derinlikli ve cesur bakılsa temel gündemin Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye amaçlı sistemli ve çok yönlü bir saldırının seçim öncesinden başlatılıp seçim sonrasında ise çok daha derinleştirilerek sürdürüldüğü ve sürdürüleceği gerçeği olduğu görülecektir.

Elbette bu görüşe nerden vardığımız sorulabilir, hatta tuhaf bile karşılanabilir. Fakat bu görüşün dayandığı sadece üç hususu dile getirmek bile sanırız belli bir fikir verir ve bu görüşün doğruluğuna en azından kişiyi meylettirebilir.

Her şeyden önce, 14 Haziran’da Sivas’ın İmranlı ilçesinde 3 HPG gerillasının katledilmesi olayı sizce ne anlama geliyor? Biraz gerilere gidin ve 1920’de gerçekleşen Koçgîrî isyanında durun ve düşünün: Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı ilk isyan nerde oldu ve isyanın merkezi neresiydi? Bu isyan nasıl bastırıldı? Kim tarafından bastırıldı? Ve en önemlisi, nasıl bir yöntemle bastırıldı? İşte o zaman İmranlı’nın bilinçli bir şekilde seçildiğini görür ve 3 HPG gerillasının böylesi bir süreçte burada katledilmesinin nedenini daha iyi anlarız.

İmranlı, Koçgîrî Aşireti’nin yaşadığı coğrafyanın merkeziydi. Özerk bir yönetime sahip bir Kürt bölgesiydi. 1920’lerde şimdiki Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı bu bölgede bir halk hareketi gelişti. Programı belli olan ve çok bilinçli bir şekilde gelişen ilk Kürt halk hareketi olma özelliğine sahipti. Bu hareket Mustafa Kemal’e bağlı güçlerce tasfiye edilmek üzere bir askeri saldırıya maruz kaldı. İşin ilginci, bu askeri harekâtta ordunun başında olan kişinin halk arasında Topal Osman denilen Laz kökenli bir kişi olmasıydı. Bugün ise aynı coğrafyada bir askeri harekât başlatılmış ve bu sefer ordunun başında Gürcü kökenli Tayyip Erdoğan var. Ve öyle gözüküyor ki, bu harekâtın sınırları Tokat ve Çorum başta olmak üzere Alevi inancına sahip Türk ve Kürtlerin yaşadığı alanların hepsini kapsayacak. Bu nedenledir ki 3 HPG gerillasının katledilmesi, tarihin tekerrür ettirileceğinin açık bir ifadesi olmaktadır.

Hatırlanacağı gibi, 1993’te Sivas Madımak Oteli katliamında da dönemin özel savaş sistemi yapacağı katliamların ne düzeyde ve vahşice olacağını ortaya koymuştu. Sivas boşuna seçilmemişti. Çünkü hem Alevi Kürtlere ve hem de Türkmenlere ya da Alevi Türklere en iyi mesaj buradan verilebilirdi. Pir Sultan Abdal’ın ve Alîşêr’in mekanında gerçekleştirilen bu katliam, faşizmin kendisini tüm Türkiye ve Kürdistan'a nasıl taşıracağını ve neler yapacağını açıkça gösterir nitelikteydi. Buradan baktığımızda 3 HPG gerillasının katledilmesi, AKP hükümeti ve Türk devlet yönetiminin seçim sonrasında yapacağı temel çalışmanın bir imha ve tasfiye saldırısı olacağını açıkça ortaya koymaktadır.

İkincisi, KCK davası adı altında rehin tutulan Kürt siyasetçilerine yönelik 14 Haziran’da verilen hapis cezaları sizce neyi ifade ediyor?

Üçüncüsü, Kürdistan'a yönelik geliştirilen bu askeri, siyasi, hukuki, sosyal vb. alanlardaki harekâtın Türkiye toplumunun yarısı tarafından onaylanmış olması gerçekliğidir. Düşünün ki, bırakalım faşizme doğru yürümeyi, artık onu kurumlaştırmayı ifade eden bir parti üçüncü kez iktidara geliyor ve karşısında muhalefet olabilecek (Kürt Özgürlük Hareketi dışında) fazla da bir güç ve örgütlülük yok.

Peki, AKP’nin ve tabi Tayyip Erdoğan’ın faşizmi kurumlaştırırken toplum tarafından benimsenmesi acaba neyi ifade ediyor? Bu soruya soruyla karşılık verelim. Peki, sizce Hitler Almanya’da neden iktidar oldu? Elbette buna birçok neden sayabilirsiniz, fakat bizce Almanya’da Hitler’in iktidar olmasının en önemli nedeni toplumda var olan “umutsuzluk”tu. “Umut olmayan yerde Faşizm vardır” gerçeği Türkiye'de de kendisini-hem de çağdaş olduğunu söyleyen, Ortadoğu'ya model olduğunu iddia eden Türkiye'de-açık bir şekilde gösteriyor; göstermekle de kalmıyor, ağır bir biçimde üstümüze çörekleniyor. Dolayısıyla AKP ve Tayyip Erdoğan’ı en iyi Hitler Almanya’sının o dönemde içinde bulunduğu durum açıklıyor.

Yerin gelmişken bir hususu da belirtmek gerekir. Tayyip Erdoğan seçim sonrası konuşmasında “Adnan Menderes ve arkadaşlarının intikamını aldık, onların yapmak istediklerini şimdi biz yapıyor ve onları yaşatıyoruz, onları idam edenlerden de hesap soruyoruz” anlamında bir konuşma yaptı ve bu konuşma esnasında adeta kendinde geçer gibi davranışlarda bulundu. Tabi ki bu idamların hesabı sorulmalı, ama Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının hesabının da sorulması gerekmiyor mu? Oysaki Tayyip Erdoğan seçim öncesinde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın neden idam edilmediğini sorarak, o süreçte kendileri iktidarda ya da koalisyon hükümetinde olsalardı idamı onaylayacaklarını söyledi. Bunu diyen Tayyip Erdoğan, şimdi Kürt halkının idam fermanının altına imza atmış ve bunu pratikleştirmeye de başlamış. O halde Adnan Menderes’in idamının hesabının da onu asan zihniyet ve sistemden değil de(ki Tayyip Erdoğan bu sistemin merkezine yerleşti), Kürtlerden, devrimci-demokratlardan ve Türkiye'de yaşayan diğer halklardan sorulacağını da görmek gerekecek.

Tüm bunları dile getirirken, karamsar olduğumuzdan değil, tam tersine faşizme karşı mücadele ede ede bugünlere gelen Kürt halkının gerçekliğini derinden tanıdığımız, bunun yarattığı umudu ve yaşam sevincini derinden yaşadığımız için dile getiriyoruz. Ama Türkiye toplumunun bu kadar umutsuz olmasını ya da umutsuz kılınmasını da doğrusu kabul edemiyoruz.

Umut devrimci-demokratların en temel güç kaynağıdır; ama aynı zamanda umut yaratmak da yine devrimci-demokratların en temel özelliği ve görevidir. Eğer bugün Türkiye'de faşizm kurumlaşıyor ve bir halkın imhası için sistemli bir saldırıya geçiyorsa, devrimci-demokrat güçler kendilerini ciddi olarak sorgulamalılar. Tabi sorgulamakla beraber, pratik adımlar atarak örgütlenmelerini yaratmalılar. Bu da elbette Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bir çatı örgütlenmesine dönüştürülmesi temelinde taçlandırılması olacaktır. Bunun başka bir yolu yok!

Neden mi? Çünkü gidecek başka bir Türkiye yok! Ya hep beraber özgürce yaşayacağımız demokratik bir Türkiye yaratacağız ya da faşizmin şefkatli kollarında toplumsallığımızla birlikte can vereceğiz!

Edip Koçgîrî