HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

sesiz ciglikKültürel soykırım, soykırımların en tehlikesi ve en kirli olanıdır. Tehlikeli ve kirli olması, soykırıma uğrayanların yaşadıkları durumu fark edememeleri ya da kültürel soykırıma tabi tutulmuş olanların bu soykırımı bilmeden içselleştirerek yaşamalarıdır.

Anlatılması ya da sade anlatılması hiç şüphe yoktur ki zordur bu soykırım türünün. Kültürel yok edilme altına alınmıştır, ancak bu yok olma tehdidini yaşayan bunun farkında bile değildir. Örneğin TC devleti Türkiye sınırları içerisinde yaşayan tüm halkları-özelde de Kürtleri-kendisi için tümden bir yayılma alanı olarak değerlendirmiş bunun için de ulus devlet politikaları gereği tek bir ulus yaratmak için diğer farklı kimlikler yok saymış, en iyisinden kendisine benzetmek için inanılmaz ölçüde bir kültürel soykırım politikası uygulamıştır. Öyle ki bu soykırım altına alınanlar çoğu zaman bunun farkında olmadıkları gibi tamamen bir oto asimilasyonla adeta devletin yapmak istediklerini bu kez kendileri yapmaya başlamışlardır.

Türk değildir Türk olduğunu söyler, kendi dilini konuşmaz Türkçe konuşur, kendi ulusal ya da etnik değerlere sahip çıkmaz tam tersine Türk devletinin çizdiklerine sahip çıkar. Yani ulus devlet denilen aygıtın yapmak istediklerini-bir kere içselleştirmiş ise-kendi kendine yapar. Farkına varmamak işte budur.

Kültürel soykırımı Önder Apo sade bir şekilde: “Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir” diye değerlendirir.

Bu durumu TC devleti Kürt halkına peki nasıl uygulamıştır? Ya da Kürtlerin bu hale gelmesi için sömürgeci devletler neler yapmışlardır diye sorulabilir?

Kürtleri dejenere ve eritmek için Kürdistan’a gönderilmiş olan bir Türk kadın öğretmenin anılarında birkaç örnek vererek söylenmek istenenler daha iyi anlatılabilir.

“Atatürk'ün genç misyoner kıza parmağını uzatıp - Git... Dağ köylerine git... Bir cemiyet kadın ve ana yoluyla fethedilir. Oradan alacağın kızları yetiştir... Sonra onları tekrar yerlerine gönder. Senin öğrettiklerini beraberlerinde götürecek, Öğreteceklerdir” der Atatürk.

Dikkat edilirse bir halkın kültürünü yok etmek için kızları özel hedef seçerek, Türk Kemalist sistem içerisinde eğiterek, Türk kılarak yeniden geldiği toplum içerisine göndererek tam bir tohumluk rolünü oynattırma hedeflenmiştir. Bir kere zehir zemberekle beyinler doldurulmuş ise gerisi bu zehir zembereği tüm Kürdistan’a yaymak kalıyor.

Peki, bu nasıl yapılacak?

Çok basit, özenle bu çocuklarla uğraşacaksın. Bir misyonar gibi, bir akıncı gibi. Ve bu akıncılar Dersim katliamı ardından adeta tüm Kürdistan’a birer mantar kolonisi gibi yayılmış ve gittikleri yerlere de zehir zembereklerini götürmüşlerdir.

Gidenlere Kemalist rejim:

“Örf, adet, düşünüş, görüş bakımından değişik bir grubu özümsemek zorundayız. Bu günkü mefkureyi aşılayabilmek ve şahsımızda Türklüğü sevdirme savaşım yüklü olduğumuzu bilerek çalışmak ve her tepkiyi iyi niyetle kabul etmek mecburiyeti ile karşı karşıyayız, Uğraştığımız camia, bizi iyi niyetle karşılamayan, bizi daima şüphe ile tereddütle görenlerin evlatlarına; günün terbiyesini ve Türk mefkuresini aşılama gibi çetin bir vazife ile vazifeli olduğumuzu idrak etmemiz icap eder. Bu yatılı çocuklarımız sade ders saatlerinde değil, asıl hariç zamanlarda uğraşmamız icap eden gruptur. Enstitü öğrencisi değildirler, şehir çocuğu değildirler. Her köy çocuğu gibi de değildirler. Çünkü dil dahîl bilmeden gelirler. Bu kadar değişik bir muhite düşen çocuğun şüpheci, aksi, yadırgan halini hoş karşılayarak garipliklerine, yalnızlıklarına, dertlerine derman olmak gerektir” ki ikna edilsinler, Türklüğü ve onların sundukları zehir zembereğe kansınlar.

Bu kadar mı? Elbette hayır daha fazlası yapılmalı ki kültürel yayılma tamamlansın ve Kürtler başta olmak üzere diğer kültürler yok olsun, yaşayamaz hale, kendi kültürlerini icra edemez hale gelsinler ki tükensinler, dirençleri kırılsın.

Sadece bu da değil, öyle ki kendi kültürüne karşı tepeden bakar hale gelsin. Aşağıdaki bir paragraf söylenenleri daha iyi özetliyor:

“Yukarı Mahalle'de bizi askerden yeni dönmüş iki genç karşıladı. Evleri beraber dolaştık. Onlar da kızların okumaya gönderilmesini istiyorlardı. Biz askere gidende okuma - yazma örgenirik, dünya görürük. Askerden dönende canımız istemez ki bu kızlarla evlenek. Bu köyde ne göriler ki örgeneler Hepi eşek, Biz de eskere gidende örgendik her şeyi. İnsan dünya göri, gözü acili” diyerek kabuklarına ne kadar yabancılaştığını gösteren bu sözcükler bir askere gitmeyle kültürel soykırımın bireyleri ne hale getirdiğine iyi görüyoruz.

Sözü uzatmayalım; herkesin, adım adım yok edilen, kültürel soykırımın en dehşetini yaşayan bu toprakların bir yoldaşımızın tabiriyle, Sessiz Çığlığını artık duyabilmesi gerekiyor. Bu topraklar henüz ölmemiş olupta mezara gömülen bir insanın durumunu yaşatıyor bize.

Düşünün ölmemiş bir insan, ancak ölü gibi duruyor. Gözleri kapalı, refleksleri ölü, hareketsiz. Ama şuuru yerinde, yaşadığını biliyor. Etrafta söylenen: “ölmüş, gömelim” sözlerini duyan ama bir şey yapamayan bu insanın SESSİZ ÇIĞLIĞINI DUYABİLMEK için biraz da olsa uyanma zamanıdır. Boşuna Buda hep Uyanık Ol dememiştir. Artık Uyanmanın ve Uyanık Ol’manın zamanı.

Diri diri mezara gömülmek üzere olan bu insan tıpkı biz Kürtlerin durumuna benziyor. Kürtler de diri diri gömülüyor. Kültürleri yok ediliyor. Bizler bırakalım sömürgeci devletin yok etme, inkar ve imha politikalarını, biz Kürtler kendimiz oto asimilasyonla kendi kendimizi eritiyoruz. Dilimizi kullanmıyoruz, kültürümüze sahip çıkmıyoruz, giyim kuşamını sarılmıyoruz, yemeklerini tercih etmiyoruz, derken yazıp çizmiyoruz. Evimizin içerisinde KURDÎ olmuyoruz.

İşte diyoruz ki artık ölüme yatırılmış olan kürdün yaşama direncinin belirtisi olan SESSİZ ÇIĞLIĞI DUYALIM. Kendimizde başlayarak oto asimilasyona son verelim, bulunduğumuz her yerde bu kültürel soykırıma karşı duralım.

Kasım Engin