Kürt toplumunda devlet sisteminden kopuş eğilimi gittikçe yayılıyor. Dahası bu kopuş eğilimi devlet düzeni ile de sınırlı kalmıyor, giderek Türkiye’den kopuş haline geliyor. Kürtler kendi özgür ve demokratik sistemlerini inşa etme yolunda yoğun bir bilinçlenme ve artan bir pratik duruş içinde. Bu eğilim sadece Türkiye ile sınırlı da değil, Kürdistan’ın bütün parçalarında bu eğilim gelişme gösteriyor. Başta PKK ve Güney Kürdistan Yönetimi olmak üzere bütün Kürt örgüt ve partileri de toplumdaki bu eğilimi dikkate almak zorunda kalıyor. Özellikle AKP’nin ince inkârcı ve şiddete kayan politikaları bu eğilimi daha çok güçlendiriyor. AKP’nin Kürt sorununu çözeceği umut ve beklentisinin kırılması Kürtleri bu tutuma yöneltiyor.
Bu durumu Kuzey Kürdistan’ın birçok alanında ve değişik toplumsal kesimler içinde görmek mümkün. AKP’den umudun kesilmesi insanları büyük bir tepki ve öfkeye yöneltiyor. Bu da mitinglere ve söylemlere yansıyor. AKP’nin BDP’ye aşırı ve faşistçe yüklenmesi, tutuklamalar sonucunda geriye kalmış olan bir avuç milletvekilini de “Dokunulmazlığı kaldırma” biçiminde tehdit etmesi Kürt demokratik siyasetini daha gergin ve sert hale getiriyor.
Bu gelişmeleri izleyen KCK, toplumun sistemden kopuşunu artırıcı çağrılar yapıyor. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, kısa bir süre önce yapmış olduğu bir açıklamada Kürtleri “Okula, askere ve mahkemeye gitmemeye, vergi vermemeye ve devletle Türkçe konuşmamaya” çağırıyor. Özgür Kadın Hareketi KJB de Kürt kadınlarına yönelik böyle bir çağrıyı geçtiğimiz hafta yapmış bulunuyor.
Toplumun AKP ve TC sisteminden yaşadığı kopuş dikkate alınırsa, bu çağrıların önümüzdeki süreçte etkili olacağı rahatlıkla söylenebilir. Yeni öğretim yılı başlamak üzeredir. “Asimilasyoncu eğitime hayır! Kürtçe anadilimizde eğitim görmek istiyoruz!” sloganları ile yapılacak bir genel eğitim boykotu çok etkili olabilir. Kürt toplumu, gençlik ve hatta çocuklar buna önemli oranda hazırdır. Anadilde eğitim görme isteğine hiç kimse kolaylıkla karşı çıkamaz. AKP hükümetinin bu gerçeği “Kürtçe seçmeli ders” programıyla maskelemesi mümkün değildir. Hiçbir demokratik çevre “Anadilde eğitim görme” isteğini reddetmez. Dolayısıyla AKP’nin ince inkârcı ve imhacı politikalarını PKK’nin şiddet eylemlerinden çok Kürt halkının “Türkçe eğitimi boykot” kampanyası zorlayabilir.
Askerlik ve hukuk konuları da benzerdir. Kürt gencinin Türk ordusunda asker olması demek, Kürt halkı üzerindeki baskı ve katliam uygulamalarına iştirak etmek demektir. Bu bilinç toplumda ve gençlikte yaygınca gelişmektedir. Geçmişteki “Biraz asker, biraz gerilla” yaklaşımı şimdi gittikçe gerilla lehine değişmektedir. Gençlikte askere gitmeme eğilimi artarken, genel toplumda da çocuklarını askere göndermeme ve böylece baskıya ortak etmeme eğilimi gelişmektedir. Türk ordusu gittikçe Kürt asker bulmakta zorlanacağa ve Kürtlere güven duygusunu daha çok kaybedeceğe benzemektedir.
AKP yargıyı tümden ele geçirmiş ve ikinci bir ordu gibi siyasetin aracı olarak kullanmaktadır. Türk yargısı genelde bir güven yitimi yaşamaktadır. Toplumun adalete güven duygusu iyice zayıflamıştır. Kuşkusuz bu durum Kürtlerde çok daha ileri bir düzeydedir. Mevcut 12 Eylül askeri mahkemelerini andıran “KCK davaları” böyle sürdükçe Kürt toplumundan başka bir tutum beklemek de zaten mümkün değildir. Kürtler devlet hukuku yerine kendi toplumsal ahlak sistemlerini daha çok canlandırmakta ve gerçek adaleti toplum ahlakında bulmaktadır.
Vergi vermemek ve devletle Türkçe konuşmamak da bunlara benzer bir durumdur. AKP’nin toplumu “Açlıkla satın alma” politikasına karşı toplumsal ekonominin geliştirilmesi tek çare olmaktadır. Özgür ve demokratik yaşam ancak toplumsal (komünal) ekonomi ile mümkündür. “Devletle Türkçe konuşmamak” ise asimilasyona karşı kimlik mücadelesinin önemli bir alanıdır. Ayrı bir toplum olma gerçeğinin temsilini ve her an hissettirilmesini içermektedir.
Görülüyor ki, Kürt toplumu Türkçü devlet sistemine karşı topyekûn bir boykot konumuna geçiyor. Türkçü ve devletçi yaşamı reddederek Kürdî ve demokratik toplumcu bir yaşamı öne çıkarıyor. Bu tutumun yayılarak gelişeceği ve önümüzdeki süreçte siyaseti belirleyeceği anlaşılıyor.
Denebilir ki, bu durum iyi ve demokratik bir gelişmedir. Kürtlerin Türkçü ve devletçi sistemden koparak kendi kimliği ve kültürü temelinde demokratik sistemini yaratması en önemli demokratik değişim olur. Böylece Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleştiği gibi, Türkiye’nin demokratikleşmesi de önemli gelişme gösterir. Böyle yapmakta Kürtler geç bile kalmışlardır.
Şüphesiz Kürtlerin böyle davranışının bir boyutu demokratik çözüm gereği olurken, diğer boyutu da AKP politikalarının ince inkârcı ve imhacı gerçeğidir. Kürtlerin bu politikaları anlayarak AKP’den umutlarını kesmeleridir. Böylece Kürtlerde gerçekleri sorgulama bilinci derinleşmiş, bunun sonucunda da sistemden kopuş eğilimi gelişmiştir. Dolayısıyla bu durumun birincil sorumlusu olarak AKP’nin Türkçü ve devletçi politikalarını görmek gerekir.
Bu konuda en ibret verici olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleridir. Her fırsatta Türklük adına “Tekçiliği” vurgulamaktan geri durmamaktadır. Bu söylemin Türk olmayanları dışladığı ve farklı arayışlara yönelttiği açıktır. Yine “Kürt sorunu yoktur” demesi, Kürt toplumunda demokratik çözüm umudunu tümden kırmıştır. Sorunu “PKK ve terör sorunu” olarak göstermesi ve kök kazımaktan söz etmesi, AKP’nin Evren ve Çiller dönemlerinde olduğu gibi bir şiddet politikasını esas aldığını göstermektedir. Bu da AKP’den ve devletten kopuşun önemli bir nedenidir. AKP, eski Kemalistler gibi “Kürdü de biz temsil ederiz” diyerek, Kürt toplumuna ait her türlü değeri reddetmektedir.
Bu noktada en hassas olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yaklaşımdır. Yaklaşık 410 gündür aile ve avukat görüşü yaptırılmamaktadır. Bu kadar uzun bir süre Kürt halkı Önder Abdullah Öcalan’ın durumu hakkında bilgi alamamaktadır. Dolayısıyla halk, sağlığından ve güvenliğinden endişe etmektedir. Bu durum Kürt gençliğinde ve kadınlarında çok büyük bir öfkeye yol açmaktadır. Bu da bir yandan Kürt direnişini arttırır ve şiddetlendirirken, diğer yandan Kürtlerdeki “Türkiye ile birlik” bilincini ve duygusunu kırıp kopuşa neden olmaktadır.
Çok iyi bilinmeli ki, bu politika ile AKP adeta ateşle oynamaktadır. Her zaman belirttik: Türk-Kürt birliğinin, Türk-Kürt barışının ve ortak yaşamının harcı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. AKP’nin bu harcı görmezden gelmesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmeleri yürütmemesi, halkta AKP’ye karşı büyük bir güvensizliğe ve öfkeye yol açmaktadır. Bu da her düzeyde kopuş olarak yaşanmaktadır.
Tabi kopuşun en önemlisi duygusal kopuştur. AKP politikaları Kürtleri duygusal kopuş noktasına getirmiştir. Herhalde en büyük ve tehlikeli bölücülük budur. PKK’yi “Bölücü” olarak itham ederken, en büyük bölücünün AKP olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bunu artık herkesin görmesi ve AKP’nin bu tehlikeli politikalarına “Dur” demeyi bilmesi gerekir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika