HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

susurlukİstanbul yönüne seyir halinde olan 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobil, 3 Kasım 1996 günü saat 19.15 sıralarında Susurluk'un Uçakyolu Mevkii'nde benzin istasyonundan çıkan Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarptı. Kazada, özel otomobilde bulunan 4 kişiden 3'ü ölürken, 1'i ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.

Buraya kadar her şey normal bir trafik kazası gibi görünürken, aradan geçen saatler içerisinde kazada ölen kişilerin İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, üzerinden ''Mehmet Özbay'' adına düzenlenmiş kimlik çıkan katliam sanığı Abdullah Çatlı ve Gonca Us, yaralanan kişinin de DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak olduğu anlaşılınca olay Türkiye gündemine adeta ''bomba gibi'' düştü.

Medyanın olayı ''Siyasetçi-polis-mafya'' üçgeninin emaresi olarak ifşa etmesi nedeniyle İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, 11 Kasım 1996'da, ''Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak'' suçundan soruşturma başlatmak zorunda kaldı. 

Soruşturma sırasında, milletvekili Sedat Edip Bucak'ın resmi korumalığını yapan özel timci polis memurları Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz'ın, kumarhaneci Ömer Lütfü Topal'ın 28 Temmuz 1996'da Sarıyer'de öldürülmesinden sonra gelen bir telefon ihbarı üzerine Topal'ın iş ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir'le birlikte İstanbul Emniyeti'nce gözlem altına alındığı, dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın talimatıyla Ankara'ya gönderilerek serbest bırakıldığı ve daha sonra Bucak'a koruma olarak verildiği ortaya çıktı. 
Ataköy'deki evinde yeşil pasaport, Mehmet Ağar imzalı Emniyet Genel Müdürlüğü'nde uzman olarak görev yaptığını gösterir belge ve silahlarla yakalanan uluslararası uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Öz'ün de, yine aynı şekilde Ankara'dan gelen talimatla serbest bırakıldığı anlaşıldı. 
Bu arada, İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Abdullah Çatlı'nın, Özel Tim'de görevli polis memuru Ziya Bandırmalıoğlu'nun oğlunun sünnet düğününde dönemin Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ve polis memuru Ayhan Çarkın'la oynarken çekilmiş fotoğrafları da basında yer aldı. 

Cumhurbaşkanı Demirel 8 Kasım 1996'da kendisine sunulan bir ihbar dosyası ile 17 Kasım 1996'da ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'dan aldığı bilgileri bir yazıyla Başbakanlık'a gönderdi. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan da ihbar konularının incelenmesi, araştırılması ve soruşturulması için 18 Kasım 1996 günü Başbakanlık Teftiş Kurulu'na talimat verdi. Kurulun hazırladığı aslı 57, ekleri ise 4 bin 132 sayfadan oluşan raporu 10 Ocak 1997'de düzenlediği basın toplantısıyla açıklayan dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, 21 konunun inceleme ve araştırmaya alındığını, bu konularda 35 kişi hakkında adli mercilerce soruşturma açılması, 85 kişinin de tanık olarak dinlenmesinin istendiğini bildirdi. 
Raporda yer alan bilgi ve belgeler, 13 Ocak 1997'de ilgili cumhuriyet başsavcılıklarına gönderildi. Mesut Yılmaz'ın başbakan olmasından sonra Susurluk bağlantılı olayların araştırılması için tam yetkili olarak görevlendirdiği Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş, raporunu tamamlayarak Başbakanlık'a sundu. Bir kısmı bizzat Mesut Yılmaz tarafından kamuoyuna açıklanan raporda, Özgür Gündem Gazetesi'nin bombalanması, Ömer Lütfü Topal, Behcet Cantürk, Musa Anter, Hikmet Babataş ve Cem Ersever'in öldürülmeleri, Tarık Ümit'in kaybolması, Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması, Azerbaycan'daki darbe girişimi, yasadışı örgütlerle mücadele yöntemleri, bankalardan trilyonluk kredi aktarımları, uyuşturucu ticareti ve kara para aklama olayları ayrıntılı olarak irdelendi. 

Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT ve JİTEM'in yapısı, buralarda görev yapan bazı kişiler ile çeteler, bazı siyasetçiler, bazı işadamları ve devlet adına görev yaptıklarını öne süren bazı kişiler arasındaki ilişkilerin gözler önüne serildiği rapor, kamuoyunda günlerce tartışıldı. Söz konusu raporda sıkça adı geçen ''Yeşil'' kod adlı Mahmut Yıldırım, aradan geçen süre içerisinde henüz yakalanmadı. 
TBMM bünyesinde oluşturulan Susurluk Araştırma Komisyonu da yaklaşık 3 aylık çalışma süresinde Ankara'da Sedat Bucak ve Mehmet Ağar'ın da aralarında bulunduğu 41 kişiyi tanık olarak dinledi. İstanbul'a da gelen komisyon üyeleri, o dönemde Metris Cezaevi'nde tutuklu bulunan özel timcilerin de aralarında olduğu 16 kişiyi de dinledikten sonra hazırladıkları raporu TBMM Başkanlığı'na sundular. Raporun hazırlanmasına bir süre katkıda bulunan hakim Akman Akyürek, 8 Aralık 1997'de TEM Otoyolu Maslak katılımında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti.

Yargılama aşamasında bu sanıklardan Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Ercan Ersoy 290, Mustafa Altunok 204, Abdülgani Kızılkaya 193, İbrahim Şahin 185, Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu 184'er, Enver Ulu 141, Ali Fevzi Bir 119 ve Sami Hoştan da 31 gün tutuklu kaldıktan sonra kutlamalar eşliğinde Metris Cezaevi'nden tahliye edildiler. 
Başka bir dava kapsamında tutuklu bulunan Yaşar Öz ise, bu davadan 105 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldu. Sonradan yakalanan Haluk Kırcı da, bu davada 155 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi.

Paralellikler-derinlikler 

''Temiz toplum, temiz siyaset'' anlayışını savunanlar Susurluk olayını ''Milat'' olarak kabul ettiler. Sonra mı ne oldu? ''Temiz toplum'' istemlerini dile getirmek üzere sivil toplum kuruluşları öncülüğünde Şubat 1997'de tüm ülke genelinde başlatılan ''Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemi'' büyük ilgi gördü. 

Peki, O günden bu güne ne değişti? 

Yargılama aşamasında iğne ucuyla kuyu kazarcasına, büyük toplumsal baskıların sonucu tutuklanan isimler kimi zaman büyük bir yalnızlık içinde girdikleri cezaevlerinden büyük kalabalıkların Türkiye sizinle gurur duyuyor alkışları arasında tahliye edildiler. Kimi zaman da yeniden meclise girerek dokunulmazlık kalkanına sığındılar.

Yıllar geçti. Eskiden buz dağı metaforuyla tanımlanmaya çalışılan derin devlete bir de paralel devlet eklendi.

Ucu nereye dayanırsa dayansın denilip ucuna kadar gidilemeyen her şey ama her şey Susurluk kör kuyusuna defnedildi. Gören gözlere, duyan kulaklara, görülen, duyulan her şeye inat gerçek tam da orada, hemen karşımızda olduğu halde gerçeğe olan duyarsızlıklarımızla yaşadık;  doğrulara rağmen yaşadık; unutmayı tercih ettik.  Susurluk, toplumun ve devletin kör kuyusu oluverirken bu duyarsızlık ve aldırmazlıktan, unutulmalardan güç alarak bugünlere kadar gelindi. Susurluk'tan arda bir kara delik kaldı. Susurluk, kimi zaman asla sorulmayacak soruların cevabı oldu, kimi zamansa çözümü geleceğe bırakılan soruların adı oldu. On yıllar boyunca, derin devletin kirli amaçlarıyla şekillenen ve devletin kurumsal, yarı-kurumsal yapılanmaları içinde organize olan ve bizatihi bu yapılanmalar tarafından beslenerek palazlanan kirli ilişkilerin biriktirdiği kirlenme, bir kamyon tarafından açılan gedikten fışkırmış ve toplum, bu Mercedes'ten dökülen kirli ilişkilerin fotoğrafı karşısında şaşa kalmıştı. Yıllar geçti bu şaşkınlık yerini alışkanlığa bıraktı. Şimdi yaşanan da “dershane kavgası-kazası” sonrası açığa çıkan benzer bir örnek.

Eskiden varlığından bahsedilen siyaset-mafya-polis üçgeninden oluşan derin devlete; mahkemeler, bürokratlar, iş adamları da katılmış, devleti komple saran bir şebeke görünür olmuştur. Bu günlerde yüzlerce savcı, polis ve nice bürokratın görev yerlerinin değişmesi bu gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu yer değişiklikleri, görevden almalar derin ve paralel devletle mücadele etmenin doğru yolu değildir. Açığa çıkan diğer bir gerçek de, Kürt halkına karşı yürütülen savaşın devleti çok kirli bir organizasyona çevirdiğidir. Geçmişte Kürtlerle mücadele ediliyor adı altında derin, paralel yapılar zemin buluyordu; şimdi Ergenekon’la, derin devletle mücadele ediliyor adı altında ordudan çeşitli kesimler iktidardan uzaklaştırılıp- askeri vesayet yerine RTE vesayeti kurulmak isteniyor. Tüm bu olanlar iktidar ve rant savaşıdır.

On sekiz yıldır tüm bu olanlara karşı büyük bedeller ödenerek demokrasi mücadelesi de devam etmiştir. Ancak gerek kapsam gerekse de yöntem itibariyle yetersiz kalınmıştır. Bundan dolayı paralelinden tutalım, derinine tüm devlet türleri halklar üzerindeki sömürüsü ve baskısını sürdürmüştür.

Neden mi?

Gerçekleri halka anlatmakta, örgütlemekte; mücadele yöntemi olarak sistemin sınırlarını zorlayabilecek, sistem dışı, yani devletten bekleyen konumu aşan bir demokrasi mücadelesinin kurumsallaşmasında yetersiz kalınmıştır.

Susurluk, Ergenekon derin devleti ve en son açığa çıkan paralel devlet yapılanmalarının hepsinin Kürt soykırımını gerçekleştirmek için hazırlandığı açıktır ve çok nettir. Derin devletle, paralel devletle mücadele edilmek isteniyorsa Kürt soykırım sistemine karşı mücadele edilmek zorundadır.

Derininden-paraleline tüm tanımlamalar devletin gerçeğini kamufle etme amacını taşımaktadır. Bu gerçeği görüp devleti teşhir etmek önemli ve gereklidir, devletin dışında bir yaşamın örgütlenebileceği zemin her zamankinden daha fazla vardır. Yerel yönetim seçimleri öncesinde deriniyle-paraleliyle devletin gerçek yüzü artık çok daha açık hale gelmiştir. Buz dağının sırrı çözülmüştür. Geriye bu uygun şartları değerlendirip yerel-özerk alanlar yaratmak kalmaktadır. Eğer bu başarılırsa derin ve paralel devletler silinecek, demokrasiye duyarlı hale gelmiş devlet yaratılmış olacaktır.

G.Suat TEKİN