HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Kolay değil 26 yıl boyunca sürekli direniş halinde bulunmak. Nefes nefese yaşamak ve bu şekilde mücadele etmek. Binlerce bedeni toprağa düşürüp, onbinlercesini ise çeşitli nedenlerle mağdur bırakıldığı halde yine de bu büyük coşkunun içinde, özünde ve hatta yüreğinde tutabilmek. Dünya da tüm bu sayılanların içinde yer aldığı herhangi bir özgürlük hareketi yoktur. Ne bugün vardır, ne de tarihte olmuştur. Bundan sonrasında olur mu? (ideolojik boşluğun bu kadar yoğun yaşandığı bir çağ gerçekliğinde bundan bahsetmek her geçen gün daha da zorlaşıyor) Tüm bunları kendi karakterinde, eyleminin dilinde ve mücadele çizgisinde somutlaştıran, milyonlarca halk kitlesine dönüştüren ve gerçek anlamıyla ete kemiğe kavuşturan hareketin adıdır; PKK.

Doğal olarak bu görkemli mazinin ve destan gibi geçen son 26 yılın haklı coşkusunu yaşıyor bütün Kürtler! Ellerine bayrakları alanlar gece gündüz demeden sokağa dökülüyor ve soydaşlarıyla birlikte bu bayram havasını yediden yetmişe teneffüs etmeye çalışıyorlar.

Sadece yürüyorlar ve yaşadıkları coşkuyu onlarla, yüzlerle, binlerle, on binlerle birlikte paylaşmaya çalışıyorlar.

Bazıları bunun için gövde gösterisi, örgüt propagandası veya örgütün yandaşlarının provokasyonu gibi çok maksatlı yorumları daha ilk dakikadan itibaren geliştirmeye çalışıyorlar.

Halbuki yetmiş yaşında bir nineyi ve on yaşındaki bir çocuğu el ele, aynı bayraklarla ve aynı sevinç gösterileriyle bir sokakta ya da bir caddede bütünleştiren bir şeyler varsa, orada elbette bir örgütlülüğün olduğu muhakkaktır. Fakat bunun sadece sığ düşüncelerin çeşitli formel açıklamalarıyla tedhiş edilmek istenen bir organizasyon kışkırtmacılığı olduğunu düşünmek, işte neden sürekli barış olmuyor, neden gencecik insanlar ölüyor sorularının yanıtını da oluşturan basit tılsımlar olmaktadır.  Bu soruların cevabı elbette önemlidir ama…

Aması Mersin’de Kürtlerin yaşadığı bu coşku seline devletin polisinin gösterdiği tepki de yatmakta.

Biliniyor yakın geçmişe kadar da yapılan tartışmaların gündeminde; taş atan çocuklar vardı. Sonrası malum çeşitli yasal zikzaklar ve hukuksal al gülüm-ver gülümlerle bir alabora oluşturuldu.

Şimdi Mersin’de de yaşayan Kürtlerin bu görkemli coşkusu karşısında yine polisler bunu engelleyerek hani o nineyle, çocuğun buluştuğu çerçeve vardı ya, işte onun dağılmasını istiyorlar.

Resmi tarih yazmasa ve kabul etmese de, Kürtler 15 Ağustos’u bir milat olarak görmekte ve diriliş bayramı olarak kutlamakta. Bütün bayramların ve bunların coşkuları resmi tarihe göre olmayacağını bilmede de fayda var…

Tabi bu dağıtmaya yönelik baskılarda kolluk güçleri nam-ı diğer polisler sonuç alamayınca son bir iki ikazı da isteksiz bir şekilde yapıyorlar…

Bu dağıtma isteminin su üstündeki nedenleri çok basittir; ya izinsiz bir gösteridir, ya da verilen izin (çizilen sınırın dışına çıkılmak istendiği gibi varsayımlarla) alanının dışına taşmıştır gösteriler.

Fakat kimsenin can güvenliği ya da kamu mallarına yönelik herhangi bir yaklaşım söz konusu değildir. Bir halk bayramı olarak algılanan böylesi bir güne, devlet organizasyonunda resmi görevleri olan polisler tarafından husumet duyuluyor ve insanların o coşkusu bir düşman hedef olarak okunuyor.

Sonrasında ise bayramını kutlayanlarla polis arasındaki yaşanan gerginlik bir sokak çatışmasına dönüşüyor.

İşin rengi de nedense bundan sonra değişiyor;

Bazılarına göre bundan sonrasında ortaya çıkan tabloda, görevi başındaki polise mukavemet gösteriliyor. Halbuki insanların bu coşkusu karşısındaki polisin yaklaşımına duyulan bir öfkenin patlaması yaşanıyor. Doğal olarak o on yaşındaki çocuklar taşlarla birlikte polisin bu yaklaşımına cılız da olsa direnmeye çalışıyor.

Peki devletin resmi polisi ne yapıyor bunların karşısında!

Onlarda o çocuklarla taşlarla saldırıyorlar. ( sanki mahalle arasındaki bir futbol maçında basit nedenlerle ortaya çıkmış bir sokak kavgasını andırıyor görüntüler)

İşin astarı kesindir; bir devletin kolluk güçleri sokak arasındaki çocuklara yönelik taşlarla dahi saldırabilecek kadar işi tırmandırıyorsa orada her şeyden önce toplumsal geleceğin ciddi bir şekilde travma yaşamasına neden olabilecek hususlar yaşanmaktadır.

Daha öncesinde taş atan çocuklar diye bir tartışma vardı, şimdi taş atan polisler diye bir tartışmaya başlamak gerekir.

Yani 15 Ağustos’un nedenlerini, niyelerini zaten kimse tartışmıyor. Fakat 15 Ağustos’tan günümüze değin yaşananların bilançolarını herkes kendi menzilinden ortaya döküyor. İşte bugün insanların coşkusu karşısında taş atan polisler diye bir şeyler ortaya çıkıyorsa, bundan sonrasında yapılması gerekenlere yönelik biraz tartışmak gerekiyor. Yoksa her sene 15 Ağustos’larda bilanço hazırlamanın çok fazla bir anlamı olmuyor, insanların hayatları bu şekilde kurtulmuyor.

Toprak Cemgil