HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Toprağa sarılmak, bazen birilerinin itelemesi ile yere kapanıp sarılırsınız, bazen de ölünün dogal toplumüzerine ağlayarak abanma veya en doğrusu toprağı ekerek verimini alıp kimseye muhtaç kalmadan geçinmektir. Belki de, en önemlisi kendi özünden kopmadan, yaşadığı yere, tarihe anlam biçmek olmalıdır.

Bir tohum ekici kış gelişini beklemeden, kar bastırmadan, don tohuma vurmadan tohumunun zarar görmeyeceği, donmayacağı ve farelerin kemirmeyeceği, kirletmeyeceği bir yerde tohumu depolamaya koyulur. Kışın geçmesini sabırla bekler. Baharın gelişiyle önce toprağı, ekeceği yeri belirler ve çift sürer. Çift sürümü bitince çapalama, düzeltme, ayrıksı otların toplanması ve ekilecek olanın kanalı, çukuru kazılır. Tohum derine gömülür, üzeri tekrar toprakla doldurulur.

Ekin ekimi bitince ekin sahibi verdiği emeğin ileride alacağı bedelinin mutluluğunda derin bir ohh çeker. Ama hala üzerine gelen akşamdan içi kaygılıdır. Döner ektiğine bakar, eksiklik var mı diye tarlasına, bahçesine bakar. Her şey tamam görünse de sabaha erkenden kontrole gelir. Ne eksiklik olabilir? Ektiği tohumdan dışarıda kalan varsa, toprağa tam gömülmemişse telef olur, verim vermez, hatta çürür yok olur. Hele bu ekilen patates ise toprağa gömülmemişse vay haline.

Patates toprağa gömülmezse, güneş vurunca gevşer, erir, doğum yetisini yitirir, filizlenme hücreleri ölür, soğuk vurunca da büzüşür, içi sulanır, buz tutar ve yine filizlenme hücrelerini, direnç damarlarını yitirir. Dışarıda kalma, karakargaların gagasıyla delik deşik olma, farelere yem olmalar yaşanır. Yani toprağa sarılmayan, topraktan kaçanın filizlenmesi olmaz, olsa da başkalaşır, özünü yitirir verimi olmaz.

Günümüzde genel toplumun ama özelde gençliğin içinden geçtiği sosyolojik gerçekliğin bana biraz toprağa girmeyen güneşle soğuğa terk edilmiş patatese benzeştiğidir. Toprağa girmek, toprağın filiz verecek yaşam hücreleriyle buluşması ile olur. Bu buluşma bire on, bire on beş verimle tekrar doğum olur. Çoğalma yaratımla olur; yaratım da, var edecek hücrelerle buluşmayla olur. Oysa toprağa girmeyen dışarıda kalan patatesin çoğalma şansı olmaz. Toprağa girmekten, doğumdan korkanın, kendini güneşin parlak, göreceli ısıtan, güzel görünen yüzüne ve soğuğun serinleten havasına kanmak sonun başlangıcı oluyor.

Şimdi denebilir ki, “gençlikle ne alakası var?” Bence var, biraz etrafımıza bakmak, sokaklarda gençliğin yediğine, giydiğine, konuşmalarına ve emek yaklaşımlarına bakmak yeterlidir. Bir ileri gidelim. Kendi toplum değer yargılarıyla, tarih bilinciyle, geleneğiyle ne kadar bağlantılıdırlar? Tabi genel dünya gençliğinin içinde olduğu bir durum olurken ancak bizi daha somut ilgilendiren Kürdistan gençliğidir.

Kuşkusuz şu an Kürdistan gençliği dünyada en diri, aktif ve kapitalist moderniteye karşı savaşan konumdadır. Ancak bu savaşan, aktif konumuna rağmen tehlikeli olan, savaştığı kapitalist modernite şerbetinden ciddi anlamda etkilendiğidir. Kapitalizm, toprağa gömülmeyen patates tohumunun güneşin parlaklığına aldandığı gibi kendini gençliğe parlak, şatafatlı yansıtarak gençliği toplumsallıktan koparıyor, yaratımdan, çoğalmaktan koparıyor ve nihayetinde bireycileştiriyor. Bireycileşmekle, toplum dışılık, özünden kopma, ahlaki değerlerinden boşalma ve bir yabancılaşma gelişir. Yine dışarıda kalmak, soğuğa terk edilmek kapitalizmin liberal ideolojisinin “boş ver”, “bırakın yapsınlar” mantığından hareketle toplumuna, kendine inançsızlık, güvensizlik ve hiçliğe varmadır.

Somutta nasıl çıkıyor. Kürdistan diyor, Kürdistan tarihini incelemiyor, bilmiyor. Kürtlük diyor Kürtçe konuşmaktan kaçıyor, Türkçe konuşmayı bir ilericilik belliyor. Kürtlük ve Kürdistani değerler diyor ne tarihi mirasa bakıyor, ne toplumsal değerleri inceliyor nede toplumsal gelenek hakkın da dönüp arkasına bakmıyor. Ulusal giysilerini dahi tanımıyor, Kürt mutfağını tanımıyor.

En tehlikeli olan da oryantalist kafayla, TC nin okulların da okuduklarıyla devrim yapacağını sanıyor. “Latin Amerika’da devrimler çabuk olmuş bizde niye uzadı?” yada izlenen Hollywood filmlerinde “devrimler çabuk oluyor” etkisiyle savaşa, devrime yaklaşıp katılım sağlıyor. Sağlar sağlamaz da örgüte” beni cepheye gönderin” dayatmasında bulunuyor. İyi de, savaşın ön hazırlığı olan eğitim, örgütleme, plan, istihbarat, hedef vb. hiç akıl etmiyor, sormuyor. Hatta en iyi, boyası çizilmemiş silahla, hazır hedefe genç arkadaş gidip vuracak. Bunlar olmayınca da küsmeler, daralmalar ve hatta kopup gitmeler “olmazsa küserim” gibisinden çocukça bir durum yaşanıyor. Siz bu durumu sivilde gençlik çalışmalarına da uyarlayabilirsiniz.

Şimdi ünlü bir yazarın sözündeki gibi “olmak yada olmamak” la halk olarak yüz yüzeyiz. Gençlik kapitalizmin şatafatlı, kandıran yüzüne kanıp, toprak dışında kalan patates mi olacak yoksa toprağın derinlerine sarılarak çoğalım mı sağlayacaktır.

Çoğalım, kendi tarihimizi öğrenmek, kendi dilimizi konuşmak, kendi toplumsal değerlerimize sahip çıkmak, toplumsal gelenekten nasiplenmek, başkalarının kafasıyla değil kendi kafamızla düşünerek, kendi toprak gerçekliğimizle tohumlarımızı ekerek yapmalıyız. Yoksa bir taraftan mundar dediğimiz sistemin argümanlarıyla biz kendimiz olamayız. PKK kimseden medet ummadı, kimseyi taklit etmedi, bir silahı, bir bıçağı yoktu. Sadece bir cümlelik sözle başladı “Kürdistan sömürgedir, bir ülkemiz var ve halkımız var bunun için savaşmalıyız” dendi ve başlandı. Halka dayandı, halkın değerlerine saygılı yaklaştı, emeğe değer verdi, bir lokma verene saygıyla minnetle yaklaştı, ülkesini karış karış taradı, tanıdı, tanıdıkça bağlandı, değer yarattı yaratılan değer üzerine yenilerini kattı.

Sonuç olarak Kürdistan gençliğinin içinden geçtiği aşama hem devrimin günlük sıcaklığını yaşarken ve ağır bedeller öderken bu ödenen bedellerin geleceğin mihenk taşlarını döşemekle yükümlüdür. Bu yükümlülük gençliği daha duyarlı, realist- gerçekçi olay olguları gündelik duygulardan arındırarak tarihsellikle ele alarak güne yüklenmeyi şart kılıyor. Bunlar düşman gerçekliğini iyi tanımayı, Kürdistan’da ki savaşın yerel olduğu kadar uluslar arası bir savaş olduğunu bilerek ve kendi halk- ülke gerçekliğini iyi tanıyarak hayatın tüm alanlarında, her konuda savaşım vermeyi gerektirdiğidir. Bu, dilini konuşmadan, ülkesini terk etmeden, tarihini bilme, kültürel değerlerini koruma, politik sahada çalışmak, mücadeleyi bütünlüklü ele almak ve bütün bunlara ciddiyetle ideolojik olarak ele alıp mücadele etmekle tarihe yüzü ak çıkabiliriz; yoksa gündelik yaşayarak yaşamak sanmak kendini kandırmanın ötesine gitmeyeceği nettir. Bunun içinde kimseden bir emir beklemeden kendi geleceğini hedefleyen sisteme karşı inisiyatifli, yaratıcı ve sorumluluk almalıdır.

MEDET SERHAT