HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Dirilişin ve direnişin coşkusunu yaşıyoruz. Havada isyan olmuş ateşlerin kokusu ve toprak ananın göğsünde bayramlık elbiseler giyinmiş çiçekler…

Direnişin çocukları, oğulları ve kızları tuttukları dilanla kendilerinin, bin yılların ve var olma gerekçelerinin coşkusunu harlıyorlar bir kere daha iki bin altı yüz yıllık bir öyküyle. Az ileride dilan tutmuşlar, coşkuyla yaşama yaşam katmaya çalışıyorlar. Özgürlük mabetlerinde yeni olmaya yüz tutmuş bir günün sıcaklığı, dillerden dökülen ezgilere ve yüzlere sıkışmaya çalışan gülüşmelere konuk olmuşken, çağa hesapsız ve mağrur savaşçıların siluetleri hükmünü sürmekte bütün karelerde…

Bu yoğunluğun arasında aklım öz önce okuduğum kitaba gidiyor birden bire. Sevan Nişanyan’a ait olan “Yanlış Cumhuriyet” adlı kitap işlediği konusu ve ortaya döktüğü tezleriyle, gerçekten de tuhaf ve bir o kadar da ele aldığı konuda marjinal bir çalışmadır.

Öteden beri okuduğum her kitapta yazara ait özgeçmiş bilgilerine ve kıssadan risale olan hayat hikayesine hep dikkat etmişimdir. Bu alışkanlığımla kitabın bir köşesinde yer almakta olan Sevan Nişanyan’ın geçmişine göz attığımda; Yale’de felsefe okumuş, Columbia’da siyaset bilimi master’ı yapmış bir aydın-entelektüel olduğunu anlıyorum.

Yaptığı çalışmanın en ilginç yeri ise; bilindiği veya ibraz edilmeye çalışıldığı gibi cumhuriyet faraziyelerindeki milli devletin bir güç unsuru olduğunu değil de, bir kan kaybı olduğunu savunuyor olmasıdır.

Yazar bu görüşlerini kuyuya taş atma ya da ipe un serme formatında söylemleriyle dile getirmiyor. Ortaya döktüğü bu savunular ciddi dayanaklara sahip, ayakları yere değmekte olan görüşlerdir.

Kitabı okuyan belirli kesimler tarafından bu söylemler daha ilk dakikasından itibaren büyük bir olasılıkla aforoz edilecektir. Ne de olsa kaleme almış olan diasporada yaşayan bir Ermeni’dir. Gündem de bu noktalar üzerinden sıcak tartışmaların, “kimin nerenin çıkarlarının savunulduğu”nun sorulduğu bu günlerde, milli şuurla kitap elbette ki belirli kesimlerin dart tahtası olabilir.

Sözünü etmeye çalıştığımız gibi yazara göre, Osmanlı bir gerileme yaşamamış. Bugün dahi birçok konuda iştahla ibraz edilmeye çalışılan çeşitli reformlar daha Osmanlı döneminde yani 1830’larda yaşamsallaştırılmıştır. Burada basit bir mukayese yapılabilir; örneğin Abdülhamit’in altı dil bildiği söylenir. Ki kendisi o dönemlerde yani 1830’larda Osmanlı da en tepedeki devlet adamıydı. İşte basit soru; günümüzde cumhurbaşkanından tutalım da, herhangi bir müsteşara kadar herhangi bir devlet adamı altı dil biliyor mu? Elbette dil bilmek belirleyici değildir muasırlık mertebesinde ama merak işte!

Yine kitapta dile getirilen önemli bir diğer noktada;

Milli devletin bir kan kaybı olduğu ve günümüzde katmerleşmiş birçok sorunun temelinde bu mantığın yatmakta olduğu olduğudur.

İşte ikinci basit soru;

Neden milli devlet bir kan kaybıdır?

Sürekli dile getirilen bir söyleşi ya da bir söylemi bu soruya cevap minvalinde bir çıkış noktası olarak kullanmak mümkündür. Anadolu ve Mezopotamya’nın geçmişten beri bir kültür ve etnik mozaiğe sahip olduğu belirtilmektedir.

Yani bu coğrafyada öteden beri yaşam suyu olan temel nokta çokluğun ve çoğunluğun bir arada olmasıdır.

İşte burada yazara katılmamak elde değildir ki, 1925’lerden itibaren günümüze değin yürütülen temel devlet politikası ve zihni formasyonunun temelinde, milli devlet şuuru içine kapanmış tek’leştirme siyaseti hakim olmuştur.

Bir bakıma var olan bu egemen siyaset anlayışında bu coğrafyanın kültürel ve tarihsel gerçekliği göz ardı edilerek, yaşam suyundan bağımsız ve tepeden bir yaklaşım esas alınmıştır.

Önderliğimiz de bu konuya dikkat çekerek; bu topraklarda yaşamakta olan halkların özgür birliktelik ve demokratik kardeşlik temelinde birbirine güç olabileceğini, bunların dışındaki siyasi yönelimlerin ve çeşitli manipülasyonların yıkım ve tahribatların dışında herhangi bir sermayesinin olmadığını vurgulamaktadır.

Nişanyan bu dönemin ardından gelişen 1925-50’li yıllarda özellikle tek partili dönemde bu durumun daha da ağırlaştığını ve birçok muhalefetin bu dönemde bastırıldığını ve sonrasında darbeler çağıyla bunun devam ettirilmek istenildiğine dikkatleri çekmektedir.

Son günlerde dile getirilen muhataplık “-ki bu konu tamamen farklı bir yazıda incelenebilir” söylemlerine de bu şekilde vurgu yapmak yerinde olur herhalde; devletin günümüzdeki ezberci olgusallığında ortaya çıkmış birçok sorunun temel muhatabı en başta tarihin kendisi olmaktadır!

Ötesinde milli devlet söylemleriyle birlikte, tek’çi siyasetin kendisinin sorunları çözümden ziyade temel karakteri basit bir göz boyama kitapçığı olmasıdır.

Bunları düşünüyorken, ileride bir arkadaş “şişli meydanında üç kız/biri çiğdem biri nergis” diye bir türkü söylüyor ve onun ardından bir diğer arkadaş da “berxwedan serî çiya/serhildan nava zindan” sözleriyle farklı bir türküyü söylemeye başlıyor.

Kitap biraz ötemde duruyor ve haklı olarak cumhuriyetin yanlışlıklarını sorguluyor. Direnişin çocukları hem “şişli meydanındaki nergisin” öyküsünü, hem de “keça xortên dilovan”ların gerçekliğini ifade ediyor.

Yani ve velhasılı; direniş ve dirilişin coşkusundayız. Yaşam her zamankinden çok kendi suyuna doğru akıyor ve Newroz gecesinin ateşiyle kendini arındırıyor.

Toprak Cemgil