Her zaman olduğu gibi, Türkiye gündemi yine doludizgin. Öyle görülüyor ki, bu böyle de devam edecektir. Hani derler ya “çalışmayan başın derdini ayaklar çeker” diye. Türkiye’de iktidarda bulunanlar, bunlarla birlikte cümle cemaat derin devleti teşkil eden kafalar değişmedikçe, bu anormal yani olağanüstü durum devam eder. Bu anormal yani normalin üstünde ya da normalin dışında olan durum sürdükçe de, Türkiye gündemi doludizgin olmaya devam edecektir. Sanılmasın ki doludizginlik her zaman iyidir. Ya da sanılmasın ki olağanüstü süreçler her zaman sağlıklı yapılar oluştururlar. Tersine eğer olağanüstülük, belli arılıklar dışında yaşanırsa-siz bu aralıklara geçiş süreçleri deyin-o zaman yaşananlar insanların ruhsal dünyasını korkunç etkiler. İnsanlar anormalleşir. Öylesine anormal toplumlarda insanların anormalleşmesi, esasta psikologların aşırı derece de devreye gireceği toplumlar olacaktır. Başka bir deyimle toplum ya da toplumlar hastalıklı olacaklardır.
Hâlbuki dünyada en çok salık verilen ruh dinginliğidir. İnsanlar kendi içlerinde yakalayacakları ruhsal bütünlüktür. Yani başka bir deyimle ruh dengesini yakalamaktır. Çin’de buna YİNG ve YANG’ın dengesini sağladığı an diyorlar. Daha modern bir kavramla alt bilinçle üst bilincin birbirine yakınlaştığı, korkuların, önyargıların yaşanmadığı durumu ifade eder.
Evet, Türkiye gündemi doludizgin dedik. Nedeni ise yaşanan anormal durumdan kaynağını aldığını düşünüyoruz. Bu anormalliği sağlayan ise Türkiye Cumhuriyetinin Kürtlere uyguladığı inkârcı, imhacı ve eritici politikalarıdır. Siz buna “soykırımcı siyaset” deyin. Bu onursuzlaştırıcı, bitirici, yok edici ve faşizan politikaya karşı Kürtler, kendilerini PKK adındaki Özgürlük Hareketinde örgütleyerek direnişe kalktılar ve bu direniş hızından hiç bir şey kaybetmeden yükselişini sürdürüyor. Toplumu etkiliyor, topluma direnç ve ruh katıyor. Bu ise yeni ve güzel bir yaşamın mümkün olabileceği hayalini Kürt halkına aşılıyor. Doğaldır ki, bu moral, inanç ve kararlık Kürtleri daha ileri bir noktaya taşıyor.
Gelinen noktada Kürtler tarihlerinin en uzun vadeli direniş ve diriliş mücadeleleriyle yenilmeyeceklerini herkese gösterdiler. Ayrıca Kürtler, eskilerde olduğu gibi sadece silahlı mücadeleyle de kendi sorunları olan Kürt Sorununu çözemeyeceklerinin de bilincindedirler. Yine Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti devletini alt etmenin yolu derin bir demokratik kültürle, halkların kardeşliği ve hoşgörülü kültürün gelişmesiyle bunun mümkün olabileceğine inanıyorlar. Bu ise bilinen eski manada TC devletini yenilgiye uğratmak değil gerçek ve derin anlamda Türkiye’nin demokrasiye duyarlı kılınmasını ifade ediyor. Demokratikleşecek Türkiye, aynı zamanda kazanacak Kürdistan ve kazanacak olan Türkiye olacağını bildikleri için Türkiye içerisinde bir çözüm arayışı içerisindedirler. Lakin Türkiye Cumhuriyeti devleti halen Kürtleri yok sayıyor, inkâr ediyor, imha ediyor, alttan alta bu halkı ayağa kaldıran, bu halka can ve ruh veren PKK hareketini tasfiye etmek için elinde geleni yapıyor. Halen bu halkla bir olmuş, halkın gönlüne taht kurmuş bu hareketi, teröristlikle itham ediyor. Günlük olarak ağza alınmayacak hakaretlerde bulunuyor. Kaldı ki bu halkın öncü gücü olan PKK birçok kez ateşi kesmek, silahların susması, sürekli bir barışın tesisi için her gün çağrılarda bulunuyor. Dünya da hiçbir devrimci, silahlı gücün yapmadığı kadar ateşkes, eylemsizlik süreçlerini tek başına ilan edip uyguluyor. Öyle ki silahların sürekli susması için tüm güçlerini Türkiye sınırları dışına çekerken, 400 üzerinde militan gerillasını kaybetmesine rağmen, bu tek taraflı ısrarını sürdürdü ve sürdürüyor.
Tam da bu noktada Yasemin Çongar’a bir şeyler söylemek gerekiyor. Son zamanlarda ve tabii ki daha önceleri de yazdığınız yazılarına anlam vermek, değer biçmek gerektiğini söylüyoruz. Özelde başka halklarda yaşanan barış süreçlerini incelemeniz gerçekten anlamlıdır. Başka halklar ya da başka Özgürlük Hareketleri sorunlarını nasıl çözdüklerini, hangi yol ve yöntemleri izlediklerini incelemek ve Türkiye’de 30 yıla aşkındır süren bir mücadeleyi, savaşı sonlandırmak için değerli bu inceleme ve araştırmalarının bir katkı olduğuna inanıyoruz.
Sahiden yaptığınız bu araştırma yazılarınız, bir gerilla olarak benimsememek mümkün değildir. Başka halkların deney ve tecrübelerinden yararlanmak, aklı başında olan her insanın yaklaşımı olmalıdır. Belki coğrafik, kültürel, siyasal, sosyal, ruhsal, ekonomik; ne bilelim daha değişik konularda farklılıklar olabilir, ancak hepsinin sorunu bitmeyen bir savaş ve hepsinin derdi barışla sonlandırılmak istenen bir mücadele. Bu son iki husus her yerde var olan ortak sorun ve ortak istemlerdir.
Yasemin Çongar’ın yazılarını dediğimiz gibi bir gerilla olarak okuyoruz. Araştırmalarına, tespitlerine ve hatta yorumlarına da katılmamak elden değil, ancak bir gerilla olarak bu yazıları okuduğumuzda Yasemin Çongar’ın söylediklerine uymayan kim? Ya da istemeyen kim? Ya da kimlerdir? diye de bir soru kafamıza takılıyor. Barış süreçlerini sabote eden kim? Ya da müzakerelere gelmeyenler kimlerdir? Bir an önce karşılıklı silahların susmasını istemeyenler kimlerdir?
Yukarıda ki sorulara olumsuz cevap verenlerin bizler olmadıkları kesindir. Silahların karşılıklı olarak susmasını, müzakerelerin başlamasını, karşılıklı birbirini affetmelerin başlamasını, hakikatleri araştırma komisyonu kurulmasını, barışın tesis edilmesi önünde engel olacakların da bizler olmadığı kesindir. Tersini söylüyoruz ve iddia ediyoruz; yukarıda söylenenlerin hepsine geçmişten beri var olduğumuzu ve gelecekte de bunlarla var olacağımızı rahatlıkla ifade edebiliriz. Geriye Türkiye Cumhuriyeti devleti, hükümeti, muhalefeti, ordusu, halkı, velhasıl Türkiye cephesi kalıyor.
Sonlandırırken; bu kadar içerikli yazılar yazan, araştırma yapan bir aydının, gazetecinin bundan sonra yapması gerekenin barış sürecine gelmeyen tarafı, ısrarla barış masasına oturması için baskı yapmasıdır. Gerekirse teşhir etmesidir. Gerekirse bu barış sürecine gelmediği için karşı durmasıdır.
Yasemin Çongar gibi düşünen aydınların yazarların barış çalışmaları için –oraya buraya çekmeden-iş başına çağırıyoruz.
Kasım Engin