8 Mart kutlamaları bu yıl her zamankinden daha güçlü geçti. Kadınlar onbinler halinde sokağa inerek kendi renklerini ortaya koydular. Kürt kadınları Paris’te şehit verdikleri Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leya Şaylemez’i bayrak yaparak yürüdüler. Şehitleri gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a da mücadele meydanlarında sahip çıkıp özgürlük istediler.
Şurası açık bir gerçek ki, tabandan gelen güçlü bir kadın devrimi yaşanıyor. Kadınlar özgürlük ve eşitlik istiyorlar. Kadın özgürlüğüne ve eşitliğe dayalı bir demokrasiyi gündemleştiriyorlar. Kadın devrimine dayanan demokratikleşmenin çok daha farklı ve derin olacağı anlaşılıyor. Böyle bir demokraside farklılıkların kendilerini çok daha rahat örgütleyip ifade edecekleri görülüyor. Kadın devrimi demokratik toplum mücadelesini çok daha güçlü hale getiriyor.
Kadınların onbinler halinde sokağa inip özgürlük istemesi erkek toplumunu pek memnun etmese de, bunaltıcı siyaset üzerine kadın renginin düşmesi belli bir rahatlama ve iyimserlik yaratıyor. Siyasette kadın etkisinin artmasının siyaseti daha çok demokratikleştireceği ve çözümleyici kılacağı ortaya çıkıyor. Kürt özgürlük mücadelesinin Türkiye ve Ortadoğu’ya kazandırdığı çok önemli bir gelişme de bu oluyor.
Tabi yaşadığımız şu günlerde toplumsal iyimserliği artıran başka etkenler de var. Bir tanesi ve en güçlü olanı İmralı’dan esen barış ve çözüm rüzgârları. Gerçekten de İmralı iyimserliği gittikçe artıyor. Bazı pürüzler ve itirazlar olsa da, Türkiye toplumunda barış umudu ve bundan doğan iyimserlik iyice güçleniyor. Öyleki, giderek geri dönüşü olmayan bir noktaya gelecek gibi.
Toplumda böyle bir iyimserliğin oluşmasını sağlayan kuşkusuz Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan oluyor. Kürt halkı yıllardır “Barışın elçisi İmralı’da” diye boşuna söylemedi. Kürt-Türk savaşını sona erdirip barışı sağlayacak tek kişinin Kürt Halk Önderi olduğu görüşü laf olsun diye ifade edilmedi.
Şimdi bu görüşler yaşamda doğrulanıyor. Çok ağır ve zor koşullarda bulunsa da, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yeni bir barış umudu yeşertmeye çalışıyor. Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme üzerine hazırladığı yeni yol haritasının böyle bir umuda ve iyimserliğe yol açtığı görülüyor. Türkiye’de herkes nefesini tutmuş, İmralı’ya BDP ve PKK’den gelecek cevapları bekliyor.
BDP’nin tutumu kendilerine ulaşan mektup üzerine yaptığı açıklamalardan az çok anlaşılıyor. BDP’nin olumlu görünen tutumu da, oluşmakta olan umudu ve iyimserliği ciddi bir biçimde besliyor. Mektupları hiç vakit geçirmeden sahiplerine ulaştırdı. PKK ve diğer Kürt çevrelerini etkilemek için yoğun bir diplomatik çalışma yürüttü. Kendi görüşlerini oluşturmak amacıyla da ciddi tartışmalar yürütüyor. BDP’nin barış ve çözüm sürecini daha da güçlendirmeye çalışacağı anlaşılıyor.
Konuya PKK’nin daha dikkatli ve temkinli yaklaştığı görülüyor. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş! Geçmişte ilan ettiği ateşkesler ve sunduğu çözüm projelerinden sonuç alamaması PKK’yi bu duruma getirmiş bulunuyor. Fakat herkeste PKK’nin engel yaratmayacağı konusunda genel bir kanaat var. Geçmişte çok sayıda tek yanlı ateşkes ilan etmiş olması bu kanaata yol açıyor. Ayrıca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a bağlılığı da bu kanaatı yaratıyor.
PKK yöneticileri yaptıkları açıklamalarda İmralı’dan gelişecek demokratik çözüm arayışlarına bağlı kalacaklarını sürekli ifade etmiş bulunuyor. Mevcut gelişmelere dikkatli yaklaşımları da bu girişimi ne denli ciddiye aldıklarını gösteriyor. Kendilerini engel olarak değil, çözümün önünü açan temel güç olarak değerlendiriyorlar. Görüş ve üslûplarıyla şimdi de benzer bir rol oynamaya çalışıyorlar.
Son haftada AKP yöneticilerinin üslûplarında da gözle görülür bir değişiklik yaşandı. Ağustos 2005’te Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Amed’te söylediklerinden sonra ilk defa böyle bir üslûp değişikliği görülüyor. Eğer bunu devam ettirebilirse, bu üslûbun Kürtlerdeki güvensizliği belli ölçüde giderebileceği gibi, Türkiye toplumundaki gerginliği ve milliyetçiliği de ciddi biçimde azaltabileceği anlaşılıyor.
Bu noktada AKP şunu çok iyi bilmeli ki, çok daha cesur, dikkatli ve çalışkan olması lazım. Çünkü çözümün anahtarı AKP’dedir. Sorun oluşturan sistemi yönettiğine göre, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunların çözüm kapısını açacak olan da odur. Bunun için cesur ve çözümleyici politikalar oluşturmak zorunda. Ayrıca faşist-milliyetçilikle doldurulmuş olan Türkiye toplumunu bu zehirden arındıracak olan da o. Her bakımdan önaçıcı olması gerekiyor. Sürecin geleceğini AKP’nin tutumu belirleyecek.
Bir kez daha belirtmek gerekiyor ki, CHP’nin tutumunu anlamak gerçekten çok zor. Kürt sorununun çözümünü ve demokratikleşmeyi bu kadar oy siyasetine alet etmesi çok kötü. Barış ve demokratik çözüm arayışına bu denli karşı çıkması anlaşılır gibi değil. CHP’nin bu tutumunun kalanı da tükenişe götüreceğini söylemek abartılı olmaz.
İmralı’dan esen barış ve çözüm rüzgârının yarattığı iyimserlik Türkiye gündemini tümüyle belirler durumda. Herkes bunu tartışıyor. Fakat tartışmalar yüzeysel ve içeriksiz. Hâlbuki iyimserliğin içeriğinin doldurulması lazım. Bu yapılmazsa mevcut iyimserliğin fazla sürmesi ve sonuç vermesi zor. Özellikle bu iyimserlikten olumlu etkilenen güçler bunu yapmalı.
Kuşkusuz yalnız başına sözkonusu iyimserlik bir şey yaratmaz. Bunu reddetmemekle birlikte, bir sonuç olmadığını da bilmek lazım. Yaratılan iyimserlikle içine girilen aslında yeni bir mücadele süreci. Yani siyasal ve diplomatik mücadelenin öne çıkacağı bir süreç. Dolayısıyla daha karmaşık ve riskleri çok olan bir süreç durumunda. Bu süreçte kazanmayı yaratacak olan örgütsel sağlamlık ve siyasal çözücülüktür. Mücadele eden güçler karşılıklı bu çizgiyi izleyecektir. Doğru uygulayan da başarı kazanıp sonuca ulaşacaktır.
Kürt halkı ve demokratik güçler bu gerçeği çok iyi görmek durumundadır. Mevcut iyimserliğe ve yol açacağı rehavete asla düşülmemelidir. Yeni mücadele sürecinin temel karakteri çok iyi görülmeli ve yüklediği görevler herkes tarafından mutlaka başarılmalıdır.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika