HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Yönetim olmak insanları yanıltmak değildir. İnsanlara çalışma bilinci, ortamı, imkânı sunmak demektir.

Tarihi gerçeği bu olması gerekirken, Türkiye yöneticileri sadece ve sadece toplumu yanıltıyorlar, yalanlar üzerine kurdukları sistemleriyle yürütüyorlar. İnsanın duygusal bir varlık olduğunu, onun yanıltılabileceğini ve manipüle edilebileceğini de bildikleri için, bu kirli yol ve yöntemleri uygulamakta sınır tanımıyorlar. Pervasızca toplumun bilinciyle oynuyorlar.

Normalinde politikanın görevi belli bir süreçteki, belli bir toplumsal güç ve ilişki içerisindeki değişim sürecini, işleyişi çözümleme ve planlama olmalıdır. Bu anlamda politika alanı, dönemseldir, yaşanan sorunlara çözüm bulandır. Toplumun iç ve dış ilişki ve çelişkilerinin belli bir dönemde oluşan düzeyinin çözümlenerek, belli bir hedef doğrultusunda, toplumun çıkarlarının savunulması için, toplumsal çalışmanın yürütülmesidir.

Ne var ki olması ve yürütülmesi gereken politika yerine, toplumların çıkarları yerine, kendi dar-zümresel çıkarlarını esas alarak toplum sömürülüyor.

Politika sahası dışında, yalan ve sahtekârlıklardan daha ektili bir toplum güdümlenmesi için kullanılan başka bir silah ise: şiddet ve savaştır, yani askeri güçtür.

“Şiddet ve zor gasp ve köleleştirmenin esas yöntemidir.” İrade kırma, etkisizleştirme, boyun eğdirme, teslim alma ya da bunlar olmuyorsa imha etme oluyor. Şiddet bir hedefe dönük bir güç kullanımını, saldırıyı ifade ediyor ve bu da bir amaca bağlı gerçekleşiyor. Bir şeyler elde etmek oluyor. Gasp etmek oluyor. Ona dair bazı imkânlara, değerlere el koymak oluyor. “Şiddet devletleştiğinde ordulaşıyor. Örgütleşirken orduya dönüşüyor. Ve örgütlü şiddet, büyüyen şiddet savaş halini alıyor.”

Savaş ise: “şiddetin daha örgütlü ve planlı hale gelmesidir. Savaş ve şiddet arasında böyle bir ilişki, bağ vardır. Savaş gerçeği bir saldırıdır. Savaş, insanlık tarihinin ağır sapma yaşadığı bir dönemde artık değer gaspına dayalı tekelci sistemin oluşum sürecinde, bu sistemin oluşmasının temel aracı olarak var olmuştur.

O halde savaşı iktidar ve sermaye tekellerinin oluşmasına ve devletin gelişmesine yol açan temel saldırı eylemi olarak tanımlamamız lazım. İkna, yanıltma, hile, hem artı değer gasp etmede yani sömürü baskı uygulamada hem de bunu rahat yürütmede, bir sistem haline getirmede temel etken rolü oynuyor. Kapitalist sistemin büyük marifeti ve başarısı buradadır. Sömürme daha yoğun olmasına rağmen ezilenler, ürettiklerini daha rahat teslim ediyorlar. Vergi diye veriyorlar. Hem de kendi elleriyle veriyorlar. ‘Özgür işçi olduk, ücretimizi alıyoruz’ diyerek emeklerinin yüzde beşini alıyorlarsa yüzde doksan beşini kapitaliste, sermayedara elleriyle bahşediyorlar, teslim ediyorlar. Bu kadar gönüllü hale geliyorlar.  İşte iknaının yetmediği yerde yine daha köklü olarak zor, şiddet ve savaş devreye giriyor. Demoklesin kılıcı gibi. Yoksa ikna ve hileyi yalnız başına sözle gerçekleşen bir eylem olarak değerlendirmemek lazım, onun etkili olmasında, insanları ikna etmesinde, yanıltmasında, şiddet ve savaşın yol açtığı tehdit, korku, ürküntü de önemli bir rol oynuyor. Savaşla korkutulan insan daha kolay aldatıcı düşüncelere, baskı ve sömürü düşüncesine ve durumuna ikna oluyor. Onu kabul ediyor. Onu benimser hale geliyor. Kölelik içselleşiyor, doğallaşıyor. Doğal kabule dönüşüyor. Bunun gerçekleşmesinde ideolojik saldırının, düşüncenin temel bir rolü olduğu gibi tabi ki savaşın da temel bir rolü var, etkisi var. Yarattığı dehşet, korku, ürküntü insanı oraya yönlendiriyor.”

İşte devletler hele hele sömürgeci devletlerin yaptıkları tamda budur. Zor aracılığıyla söylediklerini daha rahat kabul ettirebiliyorlar. Bunun için yüz binlik ordular, on binlik polis gücü, binleri aşan ajan, kontra örgütler ve paralı katiller.

Peki, halkların bu duruma karşı ne yapmaları gerekiyor? Toplumu, toplumsal doğayı, doğal toplumu tahrip etmeyi, yıkmayı, ona zarar vermeyi hedefleyen şiddet ve savaşa karşı doğal toplumun da özgür birey ve toplulukların da, komünal toplumun da bu saldırı karşısında bir refleksi, savunma durumu elbette olacaktır. Gasp ve talan amaçlı geliştirilen şiddete, saldırıya karşı doğal toplumun, politik ve ahlaki toplumun kendini savunma durumu da bir direnmeyi, savaşı ifade ediyor. Saldırı ve imha savaşına karşı kendini, değerlerini sahiplenme ve koruma amaçlı bir savaş durumu gündeme geliyor. Buna da öz savunma savaşı deniliyor. Savunma bu saldırı karşısında ortaya çıkan bir eylemdir, etkinliktir. Köleleşmek istemeyen, özgür kalmak isteyen bireyin direnişidir. Köleleştirilmiş bireyin kölelikten kurtulmak için direnişidir.

Özgürlük hareketinin ve şaha kalkmış olan Kürt halkının Kürdistan’da uyguladıkları sadece ve sadece öz savunmadır. Başka bir kavramlaştırmayla meşru müdafaadır. Onurunu çiğnetmemedir. İnsan olmakta ısrardır. Bu Jean Jacques Rousseau’nun söylediği “hür doğar” ısrarıdır.

Kasım Engin