Devrim bir anlamıyla insanın kendini edebe çekme hareketidir. Esasta insan devrimi kendine karşı yapar. İçten ya da dıştan dayatma ile olsun bir bozulma, bir çürüme hali yaşanmaktadır. Giderek yaşanan daha fazla çirkinleşme daha fazla köleliktir. Öz ve biçim doğal halini yitirmektedir. Anlam yitimi derindir. Üretim, yaratım, canlanmanın önüne geçmiştir, tüketim, ölüm ve donuklaşma başat olmuştur.
İlkeler, insanı var eden ilkeler can çekişmektedir. Değerler, en yüce en kutsal değerler ayağa düşmüştür. Kötülükler kol gezmektedir. Yalan, hile, gasp, inkar, tecavüz meşruiyet statüsünü işgal etmiştir. Ne edep, ne adap kalmıştır. Her şey yaşamın kendisi tanınmaz haldedir. Büyük bir utanmazlık hali almış başını gitmiş, vicdan can çekişmektedir.
İnsan, toplum var olma yok olmanın yol kavşağındadır. İşte böylesi anların kurtuluş kimliğidir devrim. Bir utanma, bir silkinme, bir ayağa kalkış, bir diriliş gerçekleşmesidir. Bu da öncelikle kişinin kendisinde hayat bulur, ete- kemiğe bürünür. Terbiyesi, ahlakı, vicdanı bozulmaya yüz tutmuş insanın yeniden kendine gelme, özüne, sözüne dönme kendini özgür kılma kalkışmasıdır. Bu da başlı başına büyük bir vicdan hareketinin adı olmayı, sadece adı da değil onun sözü ve eylem gücüne kavuşmayı ifade eder.
Gerçekte birçoğumuz neden gerçek devrimciler olamıyoruz. Neden duruşu, sözü ve eylemi ile bunun gerçekleşme düzeyini yakalayamıyoruz. Bunca yıla- yıllara, bunca zorluğa ve de bunca şansa, imkâna rağmen neden sözümüzün ayağa düşürücüsü oluyoruz?
Gerçektende düşmüş, düşürülmüş kölelik zincirleriyle sıkı sıkıya bağlanmış, kendi kimliğinden, özgür gelişme ve yaşamın koşullarından uzaklaştırılmış bir halkın, bir toplumun içinde sağlıklı, kâmil insan bulmak çok zordur, neredeyse imkânsız gibidir. Böylesi pek az çıkar. Çıkarsa da on yıllarda, yüz yıllarda bir veya birkaç tanesi ya çıkar ya çıkmaz. Ve tarihin de böyle kime önderlik, öncülük, kurtarıcılık, kahramanlık rolünü oynattırmak ister. Ezici çoğunluk ise yarım yamalaktır. Yara bere hastalık içindedir. İşte önder ve öncüler ayağa kalkıp yürüyüşe geçtiklerinde böylesi bir çoğunlukla yolculuk yapmak zorundadırlar.
Ve bu çoğunluğun içinde militanlar savaşçılar yetiştirilmek zorundadır. Bütün zayıflık ve hastalıklarına rağmen deyim yerindeyse “zorbela biraz kalburüstüne çıkabilenler” dışında da aday yoktur, başkaca. Yani biz hele hele yaşadığımız devirde mumla da arasak sağlıklı ki bu vicdani ahlaki düzeyin yanında fizikten tutalım, yetenek ve yetkinliğe kadar istediğimiz kişileri bulamayız. Çünkü devrim bu halk düşmüşlüğe karşı bir çıkış olarak gelişiyor.
Tabi ki bu kaderine razı olma boyun eğme kabul etme anlamına gelmiyor. Tam tesrie gerçekçi bir analizle doğru bir değerlendirme yapmak anlamına geliyor. Mademki bir devrimi bunun için başlattık, o halde devrim saflarına gelen bizler, hızla kendimizi aşarak yeterli hale getirmeliyiz. Sadece kendimizi değil yoldaşımızı, yoldaşlarımızı ve halkımızın her ferdini var olan ve zorla dayatılan aşağılık köle statüsünden çıkarmak gerekiyor. Nefes alış verişlerimize kadar, her şeyimizi buna kilitlemeli bunun başarısına koşullanmalıyız. Kendine sevdalı, bin bir dereden su getiren, gerekçeci, sorumsuz, yüzeysel, mücadelesiz, utançsız, tutkusuz ve azimsiz bunu başarmak elbette mümkün değildir.
Kendisi mükemmel olmadığı halde kimseyi beğenmeyen, hep mükemmeli isteyen, köleliğin tüm biçimleri ile ‘barışık’ yaşayan kabul- ret ölçülerinden kopuk, kendine büyüklüğü, yüceliği, özgürlüğü, büyük hitap ve yüksek edebi yakıştırmayan bir kişilik, ne halkla devrimden- devrimcilikten, özgürlük ve kurtuluştan bahsedebilir ki!
Sonuç itibariyle kişi kendi özgür gerçekleşmesini başarmadıkça, hiçbir kazmaya sap da olamaz. Kendini en yetkin adaba kavuşturma, edepli kılma olmazsa olmaz kabilindedir. Kendisinde yenik, kendisinde başarısız bir bireyin başka kişiliklerde veya toplumda zaferi ve başarıyı yakalaması mümkün değildir. Kendisiyle mücadelesinde sürekli başarılı ve zaferli bir düzey yakalayabilenler ise adeta sel gibi coşarak dağlardan vadilere, ovalara sel gibi akar ve tüm gerekli topraklara hayat taşımayı başarılar. Bundan daha görkemli ve bundan daha heyecanlı bir başka yürüyüş de yoktur. Bizden istenen ve bize layık olan ve bir türlü hakkını vermediğimiz yarı da, yolda belki de yerde bıraktığımız görev de budur. Bunun kabullenmek devrimci ruhu, vicdani katletmektir. İnsan insanlığı katletmektir. Bütün kötülüklerin ve günahların ortağı olmaktır. Bu hale düşene nerede vicdan demeye de gerek yoktur, artık.
Rêber APO